|
|
Hekimler mümessil ziyaretine sıcak bakmıyor | |
Geçtiğimiz hafta içerisinde yayınlanan bir rapor, hekimlerin mümessil ziyaretlerine eskiye oranla daha az izin verdiğini ortaya koydu. Mümessillerin ziyaret edebildiği doktor oranı yüzde 70 civarında saptanırken, bu oranın bir önceki yıla göre yüzde 18 düzeyinde azaldığı saptandı.
“Arkadaşça gel” Çalışmanın ABD’deki 500 bin doktor, hemşire ve reçete yazabilen sağlık çalışanı ile 41 bin mümessile etkileşim ve iletişim hakkında bilgi sağladığına dikkat çekiliyor. www.medicalnewstoday.com |
Türkiye’nin ilk ve tek biyosfer rezerv alanı Artvin’in Borçka ilçesindeki 6 köyden oluşan Camili havzası, tatillerini doğayla iç içe doya doya geçirmek isteyenlere bu fırsatı sunuyor.
Artvin– Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) İnsan ve Biyoküre Programı Ulusal Koordinasyon Konseyi kararı ile 29 Haziran 2005’de biyosfer rezervi ilan edilerek, dünya biyosfer rezervleri ağına dahil edilen Camili havzası, Düzenli, Efeler, Kayalar, Camili, Uğurlu ve Maral köylerinden oluşuyor. 25 bin 395 hektar alandan oluşan havzada, tarım ve arıcılıkla geçimlerini sağlayan bin 112 kişi yaşıyor.
Camili Biyosfer Rezerv alanı sahip olduğu doğal yaşlı ormanlar, Kafkas ırkı arı, endemik gibi doğal özellikleri yanında kültürel kaynakları ile de alanında Türkiye için uluslararası bir saygınlığa sahip.
Camili havzasında, her biri anıt özelliğine sahip ağaçlardan oluşan, dünya doğa koruma kriterlerinde son derece önemli bir parametre olarak kabul edilen doğal yaşlı ormanların yer aldığı Gorgit Tabiatı Koruma Alanı da bulunuyor.
Aynı havzada bulunan Efeler Tabiatı Koruma Alanı’ndaki ormanlar ise sadece Türkiye’nin değil neredeyse bütün Avrupa’nın tek insan eli değmemiş orman ekosistemi. Bu alan, yağış ve sürekli yüksek nemin egemenliği altında derin vadiler boyunca yükselen bakir bitki örtüsü ile yağmur ormanı ekoksistemi özelliğine sahip.
Pansiyonculuğun geliştirilmesine çalışılıyor
Camili Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği Başkanı Hasan Yavuz, havzada, kendisi de dahil 12 ailenin evlerini pansiyon olarak kullanıp ekonomik girdi sağlamaya çalıştıklarını söyledi.
Dernek olarak havzadaki 6 köyde 10’ar adet pansiyon yapılması için proje hazırladıklarını belirten Yavuz, ”Camili’yi gezmeye gelen misafirlerimizi ağırlamak amacıyla pansiyonculuğu geliştirmeye çalışıyoruz. Şu anda evlerimizi pansiyon olarak kullanıyoruz, fakat evlerimiz bu işe çok da uygun değil. Geliştirdiğimiz projeyle havzanın bu ihtiyacını karşılamayı ve tarım dışında yeni bir gelir kapısı oluşturmayı planlıyoruz” diye konuştu.
Proje için kredi başvurusunun kabul edilmesi durumunda doğaya uyumlu, altı taş, üstü ahşap evler yapacaklarını belirten Yavuz, ”Bu pansiyonlar aileler tarafından işletilecek. Pansiyonculukta aile modelini geliştirmek istiyoruz. Ekoturizmi teşvik etmeyi amaçlıyoruz” dedi.
“Otel, HES kadar tehlikeli”
Havzada otel yapılmasının mantıklı olmayacağını, bu durumun çevreye büyük zarar verebileceğini savunan Yavuz, şöyle devam etti:
”Zaten Camili’ye 17 yıldır yapımı devam eden yol yeterince zarar verdi. Yol gerekli ve yapılmalı, ancak yol yapımı öncesinde biyosfer alanı olan bu havzada biyoçeşitlilik açısından bir araştırma yapılmalıydı. Acaba bu yol bazı çeşitleri yok etti mi? Bu soruların cevabını bilmiyoruz. Ayrıca bence yol yöreye uygun ve estetik unsurlar dikkate alınarak planlanmalıydı. Maalesef yapımı devam eden yol da bu özelliklerin hiçbiri yok.”
Yavuz, Camili havzasında yapımına izin verilen 8 HES bulunduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
”Camili dünyanın sayılı biyosfer rezerv alanlarından biri. Buna rağmen burada HES’ere diğer yerlerdekilere verilenler gibi izin verildi. HES’lerin yapımının durdurulması için mahkemeye müracaat ettik. Şu an için mahkeme yürütmeyi durdurma kararı aldı. Biz havzaya otel yapılması da istemiyoruz, çünkü otel de HES kadar tehlikeli. Camili ülkemizde, dünyada tanınsın, ancak yanlış uygulamalar ve yönetimle 10 yıl sonra elimizin altından kayıp gitmesin.”
Turistlerin ilgi odağı
Gürcistan sınırındaki Camili havzası, özellikle doğa ve ekoturizm açısından Türkiye’nin önemli noktalarından biri. Gökyüzünün mavisinden ve derelerin berraklığından hariç dört bir yanında yeşilin binbir tonunun görüldüğü Camili’yi yılda 3 binin üzerinde yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor.
Havzayı ziyaret eden turistler 17 yıl önce yapımı ihale edilen ve çalışmaları halen devam eden 48 kilometrelik yolu takip ederek havzanın ilk köyü olan Düzenli’ye ulaşıyorlar. Burada bulunan noktada ziyaretçilere havzada üretilen kestane ve ıhlamur balı, fındık ile fasulye gibi çeşitli tarım ürünleri ve el işleri satılıyor.
Düzenli Köyü Muhtarı İrfan Öztürk ise havza nüfusunun il dışında yaşayan yöre insanının da yaz aylarında geri gelmesiyle birlikte 2-3 katına çıktığını söyledi.
Havzada yılda 200-350 ton arasında fındık üretimi yapıldığını belirten Öztürk, ”Fındığın yanında önemli geçim kaynaklarımızdan biri de bal. Özellikle yöremizin kestane balı meşhur. Üretim yapmak kolay. Biz her şeyi üretiriz ama pazar yok. Ürünlerimizi satmakta zorlanıyoruz” dedi.
Öztürk, Camili’de yaşamın çok güzel olduğunu, ancak ekim ayından itibaren şartların zorlaştığını ifade ederek, kaydetti:
”Kış aylarında yolumuz kapanıyor. Gerçi eskiden 6 ay kapalı kalırdı, son yıllarda sadece 3-4 ay kapanıyor. Hastalarımızı Gürcistan tarafından götürüyoruz. Sağlık ocağımız var, ama doktorumuz, hemşiremiz yok. Sağlık konusundaki sıkıntılarımızın giderilmesini istiyoruz.”
Norveç’in başkenti Oslo’da düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye Manga ile 2’nci oldu.
Norveç’in başkenti Oslo’da yapılan Eurovision Şarkı Yarışması’nı Almanya 246 puanla kazanırken, Türkiye, 170 puanla ikinci oldu.
Türkiye, ülkelerin verdiği oylamalar sırasında uzun süre ikinci sıradaki yerini korudu ve oylamayı ikinci sırada tamamladı.
Oslo’nun Telenor Arena salonunda yapılan final gecesinde Türkiye adına Manga, “We could Be The Same” (Aynı Olabiliriz) parçasıyla sahne almıştı.
“Gurur duyuyoruz”
Norveç’in başkenti Oslo’da yapılan Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil eden ve yarışmada 170 puanla ikinci olan ”Manga” grubu üyeleri, ”yarışmada ikinci olmaktan gurur duyduklarını ve çok mutlu olduklarını” söyledi.
Manga grubu üyeleri, yarışmadan sonra yaptıkları açıklamada, ”ülkelerin verdikleri puanların açıklandığı sırada çok heyecanlandıklarını, ancak bu sonucu hakettiklerini” dile getirdiler.
Puan beklemedikleri bazı ülkelerden çok puan aldıklarını, puan bekledikleri bazı ülkelerden ise hiç puan alamadıklarını veya az puan aldıklarını ifade eden grup üyeleri, ”Eurovision’un kendileri için büyük bir tecrübe olduğunu, kendilerini profesyonel anlamda daha çok geliştirdiklerini” söylediler.
Kendilerinin Rock grubu olmasına rağmen Eurovision’un müzik dünyası için büyük önemi bulunduğu görüşünde olduklarını da belirten Manga üyeleri, kısa bir tatilden sonra çalışmalarını sürdürmek istediklerini, çalışmalarına ara vermek istemediklerini de kaydettiler.
Manga’ya büyük alkış Sahneye stilist Mehmet Acar tarafından hazırlanan “Que” firmasının kostümleri ile çıkan Manga, koreograf Genevieve Cleary’in koreografisi ile diğer ülkelerden değişik gösteri sundu.
Yarışmadaki tek rock grubu Manga, geleneksel Türk müziği ile modern Batı müziğini karıştırarak sunduğu sahne gösterisiyle çok başarılı şov yaptı. Sahnede robot olarak insana dönen ve vokalist Ferman’a sarılan Natalie Marrable’ın, lazer ışıkları ile donanmış giydiği 70 kiloluk kostümü, büyük ilgiyle izlendi. 55 kilo ağırlığında olan Mararable’nin, 70 kiloluk kostümünü sahnede çıkarmakta zorlanmaması da dikkat çekti.
Manga finalde, “We could Be The Same” (Aynı Olabiliriz) parçasının Belçikalı prodüktör Hans Vrancken tarafından yapılan düzenlemesi ile sahne aldı. Bas gitarda Cem Bahtiyar, bateride Özgür Öney ve DJ Efe Yılmaz tam rock grubuna yakışan tarzlarıyla salonda coşku yarattı.
MTV müzik kanlında kullanılan büyük şovlarına özgü görüntü, sahne ve estetik anlayışı Eurovision prodüktörleri tarafından Manga’nın Eurovision sahne şovunda kullanıldı. Oslo’nun Telenor Arena salonunda, Norveç’in resmi televizyonu NRK’nin yönetimi altında yürütülen dev televizyon şovu, dünyanın her bir yanında yaklaşık 150 milyon kişi tarafından izlendi. 23 kamera ile canlı takip edilen yarışmada, gitarda Yağmur Sarıgül’ün sıçrama hareketleri ve sol gözündeki göz yaşını andıran boya gözden kaçmadı.
Finalde 4500 adet ışık, 23 naklen yayın kamerası, 134 dev hoparlör kullanıldı. Norveç Prensesi ve Norveç’in gelecek Kraliçesi Mette Maret, yarışmayı salonda izledi. Yarı finalin başlangıcından önce şovlarıyla programı renklendiren Fra Wallmans Saconoor grubu, ABBA gösterisinin ardından Türkiye’ye 2003’te Riga’da birincilik kazandıran “Everyway That I Can” adlı parçasıyla salonu coşturdu. Final yarışması sonuçları Oslo’nun Telenor Arena salonunda yapılan final gecesinde sonuçlarda son noktayı 39 ülkeden seyircilerin verdiği oylar koydu.
Oylama sonucu ilk 5 sırada yer alan sanatçı, şarkı ve alınan puanlar
Almanya’dan Lena (Meyer-Landrut) ”Satellite” parçasıyla birinci (246 puan),
Türkiye’den Manga grubu ”We could be the same” (Aynı olabiliriz) ile ikinci (170 puan),
Romanya’dan Paula Seling & Ovi ”Playing with fire” ile üçüncü (162),
Danimarka’dan Chanée & N’evergreen ”In a moment like this” ile dördüncü (149 puan)
ve Azerbaycan’dan Safura ”Drip Drop” ile beşinci (145 puan) oldu.
Finale katılan diğer ülke, sanatçı, şarkı ve aldıkları puanlar ise şöyle sıralandı:
6. Belçika, Tom Dice, ”Me, and my guitar”, 143 puan
7. Ermenistan, Eva Rivas, ”Apricot stone”, 141 puan
8. Yunanistan, Giorgos Alkaios & Friends, ”OPA”, 140 puan
9. Gürcistan, Sofia Nizharadze, ”Shine”, 136 puan
10. Ukrayna, Alyosha, ”Sweet people”, 108 puan
11. Rusya, Peter Nalitch & Friends, ”Lost and forgotten”, 90 puan 12. Fransa, Jessy Matador, Allez olla ole”, 82 puan 13. Sırbistan, Milan Stankoviç, ”Ovo je Balkan”, 72 puan 14. İsrail, Harel Skaat, ”Milim”, 71 puan 15. İspanya, Daniel Diges, ”Algo Pequenito”, 68 puan 16. Arnavutluk, Juliana Paşa, ”It’s all about you”, 62 puan 17. Bosna Hersek, Vukasin Brajiç, ”Thunder and Lightning”, 51 puan 18. Portekiz, Filipa Azevedo, ”Ha dias assim”, 43 puan 19. İzlanda, Hera Björk, ”Je ne sais quoi”, 41 puan 20. Norveç, Didrik Solli-Tangen, ”My heart is yours”, 35 puan 21. Kıbrıs Rum kesimi, Jon Lilygreen & The Islanders, ”Life looks better in spring”, 27 puan 22. Moldova, Sunstroke Project & Olia Tira, ”Run away”, 27 puan 23. İrlanda, Niamh Kavanagh, ”It’s for you”, 25 puan 24. Beyaz Rusya, 3 2, ”Butterflies”, 18 puan 25. Britanya, Josh, ”That sounds good to me”, 10 puan
29 Mayıs 2010
Norveç’in başkenti Oslo, 29 Mayıs’ta yapılacak 55. Eurovision Şarkı Yarışması’na hazırlanıyor.
Ankara– İlki 1956 yılında düzenlenen yarışma, Monaco’da, 1970’e kadar Avrupa Yayın Birliği’nin yöneticiliğini yapan Marcel Bezencon tarafından ve 1951’de yapılan İtalyan Sanremo Festivali örnek alınarak ortaya çıkarıldı. İsviçre, yarışmanın ilk kazanan ülkesi oldu.
Eurovision Şarkı Yarışması’nı her yıl tahminen 100 milyon kişi izliyor.
Eurovision rekorları
İrlandalı şarkıcı Johnny Logan, yarışmayı 3 kez kazanarak bu alanda rekoru elinde bulunduruyor. 1980 ve 1987’de İrlanda’yı temsil eden ve iki kez birinci olan Logan, 1992’de Linda Martin’in seslendirdiği ve birinci olan parçanın da bestecisiydi.
ABBA, Eurovision Şarkı Yarışması’nın en başarılı grubu oldu. İsveçli grup 1974’de ”Waterloo’ adlı parçasıyla birinciliği kazanmıştı.
Yarışmanın en çok yeniden yorumlanan şarkısı, Domenico Mudugno’nun ”Volare” olarak da bilinen ”Nel Blu Di Pinto Di Blu” oldu.
İrlanda yarışmayı 7 kez kazandı. Lüksemburg, Fransa ve İngiltere 5, İsveç ve Hollanda 4 kez birinciliği elde etti.
En çok kazanan şarkılar İngilizce seslendirilenler oldu. İngilizce olan şarkılar 22 kez kazandı. Fransızca da 14 birincilikle ikinci popüler dil arasında. Hollandaca ve İbranice şarkılar 3 kez birinciliği aldı.
26 yaşındaki Dima Bilan, 2008’de Rusya’ya ilk zaferini kazandırdı. Sertab Erener de 2003’te Türkiye’ye ilk birinciliği getirdi.
Moskova’da 2009 yılında düzenlenen 54. Eurovision Şarkı Yarışması’nı Norveç adına yarışan Alexander Rybak, ”Fairytale” adlı şarkısıyla kazanmıştı. Türkiye’yi temsil eden Hadise ise ”Düm Tek Tek” şarkısı ile 4. olmuştu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli dönüm noktalarından biri olarak tarihe geçen 27 Mayıs 1960 devrimi, 50 yıl önce bugün gerçekleşti.
İstanbul– Cumhuriyet devrimlerinin yönünü tersine çevirmeye çalışan Demokrat Parti (DP) Genel Başkanı Adnan Menderes liderliğindeki hükümete karşı gerçekleştirilen askeri müdahale, Türkiye’ye, tarihinin en demokratik ve çağdaş anayasası olan 1961 Anayasası’nı da kazandırdı.
1961 Anayasası ve Çağdaş Demokrasi Vakfı üyeleri, 27 Mayıs 1960 devriminin 50. yıldönümünde, bugün saat 12.30’da Taksim Atatürk Anıtı’na çelenk koyacak ve saygı duruşunda bulunacaklar. Vakfın başkanı ve 27 Mayıs Milli Birlik Komitesi üyesi Numan Esin, 27 Mayıs 1960 devriminin getirdiği yenilikler ve kurumlarıyla ışık saçmaya devam ettiğini söyledi. Esin, yaptığı yazılı açıklamada “ 27 Mayıs, Jön Türk hareketinin, Kuvayi Milliye’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’ni gerçekleştiren gücün yeni bir hamlesidir” dedi.
‘12 Eylül’le karşılaştırılamaz’
Esin, 27 Mayıs devriminin, 1961 Anayasası’nın kabul edilmesiyle ülkemize demokrasi, özgürlük, insan hakları ve sosyal devlet alanında çağ atlattığını, tarihteki yerini aldığını vurgulayarak “Bu nedenle 27 Mayıs devrimini, gerek toplumsal temelleri, gerek çağdaş ve devrimci anayasa ile, baskıcı 12 Mart muhtırası ve devrim düşmanı 12 Eylül 1980 darbesi ile karşılaştırılamaz” diye konuştu.
‘Cumhuriyet devriminin devamı’
İnsan Hakları savunucusu Dr. Alparslan Berktay, 27 Mayıs devriminin 50. yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklamada, “Devrimsiz demokrasi, karşıdevrimdir, bugünkü, ağzından demokrasi sözcüğünü düşürmeyen AKP iktidarının yeni anayasa çalışmalarıyla yapmaya, tamamlamaya çalıştığı da budur. 27 Mayıs, devrimdir. Cumhuriyet devriminin devamıdır, demokratik olan da odur” ifadelerini kullandı.
Yaşamını ülkemizin eğitim ve sağlık sorunlarının çözümüne adayan, idealist eğitimci, özverili hekim, Türkiye’nin aydınlık yüzü, örnek insan Prof. Dr. Türkan Saylan, ölümünün 1. yıldönümünde anıldı.
Geçen 18 Mayıs’ta kaybettiğimiz Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı(ÇYDD) Prof Dr.Türkan Saylan bugün saat 11.00’de Zincirlikuyu’daki mezarı başında saygı, sevgi ve özlemle anıldı. Törende konuşan ÇYDD Başkanı Prof.Dr. Ayse Çelikel;
“Değerli dostlar,
toplumsal sorunlar için çözüm üretirken, insanlara hizmet etmeyi bir yaşam biçimi haline getirmiş olan sevgili yol arkadaşımız Türkan Saylan’ı sevgilerimizle, dualarımızla, yüreğimizde hüzün ile anıyoruz. O, görevini en iyi şekilde tamamlayarak huzur içinde aramızdan ayrıldı.
Yorulmak bilmeyen azmi ve iradesi, mücadele gücü, hayatını vakfettiği lepralı hastaları, eğitimine destek verdiği onbinlerce genç, okullar, öğrenci yurtları, kütüphaneler, anaokulları, demokratık özerk üniversite ve insan hakları mücadelesi, Türkan Saylan’ı unutulmaz kılan özellikler ve eserlerinden bazıları.
Türkan Saylan kendisine yapılan iftiralardan, yalanlardan, kötülüklerden hiç yılmadı. Çünkü uğruna mücadele verdiği Atatürk sevgisi, Cumhuriyetimizin değerleri, çağdaş insan ve çağdaş topluma ulaşma ülküsüne inancı tamdı.
Türkan Saylan, ülkesini, toplumunu, insanları seven, onlara yardımcı olmak için uğraş veren, hoşgörülü, uzlaşmacı af etmesini bilen bir toplum önderidir.
Kaybının birinci yılında, yaşama kazandırdığı gençler, hastaları, herhangi bir dönemde hayatını kolaylaştırdığı insanlar, aileler, ÇYDD yöneticileri, şubeler, gönüllüler, dostları ve bütün Atatürkçüler onu hasretle anıyorlar, dualarını eksik etmiyorlar. Işıklar içinde uyu sevgili Türkan Saylan” sözleriyle bütün Türkiye adına Türkan başkanı selamladı.
Adını taşıyan parkta anıldı
Saylan için Beşiktaş Belediyesi tarafından yaptırılan, öğrencilerle temsil edildiği heykelinin de bulunduğu parkta anma töreni düzenlendi.
Törende konuşan ÇYDD Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel, çocukluğunun Arnavutköye yakın bir yerde geçtiğini belirterek, ”Arnavutköyü Türkan hoca her zaman bizimle paylaşırdı. Onun için biz de Arnavutköylüyüz. Benim çocukluğum da burada geçti. O zamanlar bir gün bu parkın adının ”Prof. Dr. Türkan Saylan Parkı” olacağını hayal edemezdik” dedi.
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal da Türkan Saylan’ın Atatürkçü olduğunu, hayatını eğitime, hizmete adadığını ve Beşiktaş sakini olarak onun tecrübelerinden yararlandıklarını anlattı.
Ünal, ”Son aylarında hastaneye ziyarete gittiğimiz zaman, ‘Hocam biz bir şey yapmak istiyoruz’ dedim. ‘Bize izin verir misiniz’ dediğimizde ‘İsmimi caddelere, sokaklara verme’ demişti. Ben de ‘Sokaklara vermeyeceğim’ dedim. Biz de onun adını bu parka verdik” diye konuştu.
Törene, tiyatro ve sinema sanatçısı Altan Erkekli’nin yanı sıra, öğrenciler, ÇYDD yöneticileri ile Saylan’ın çok sayıda seveni katıldı.
Törene katılanlar, Beşiktaş Belediye Başkanı Ünal ve Tiyatro sanatçısı Erkekli ile Türkan Saylan’ın küçük öğrencilerle birlikte temsil edildiği heykeli önünde fotoğraf çektirdi.
Fotoğraf: Serkan Yıldız
Oslo’da düzenlenen 55. Eurovision Şarkı Yarışmasında MaNga grubu yarın ”We could Be The Same” adlı parçasıyla 2. yarı finalde 17.sırada Türkiye’yi finale taşımak için yarışacak.
Oslo– Tüm Avrupa’da 25 ülkenin resmi televizyonlarının yapacağı canlı yayında, 2. yarı finalin yaklaşık 150 milyon insan tarafından izleneceği tahmin ediliyor. TSİ 22.00 de başlayacak olan yarışmayı, TRT de canlı olarak ekranlara taşıyacak. Yarışma için Oslo’da bulunan maNga, dünyaca ünlü Bigeland çıplak heykeltıraş parkını ziyaret ederek, parkta ”Yaşam Döngüsü” adını taşıyan ve 13 yılda tamamlanan heykelin önünde poz verdi.
Grubun vokalisti Ferman Akgül, ”Yaşam Döngüsü” meydanında yaptığı açıklamada, beklediklerinden daha az stresli bir hafta yaşadıklarını belirterek, ”Yarın 2. yarı finale katılıyoruz. Bu yıl yarışmaya katılan tek Rock grubuyuz. İnsanların bize ilgisi biraz daha farklı ve olumlu. Bu bizi daha çok motive ediyor” diye konuştu. Akgül, ”Grupta en çok favori ülkelerin arasında yarışacağız. Azerbaycan, Ermenistan, İsrail, Danimarka ve İsveç gibi ülkeler çok iddialı. Yarışmada, çok iyi bir sonuç elde edeceğimize inanıyoruz” dedi.
Ferman Akgül yarın 2. yarı finalde 17. ve en son olarak sahneye çıkacaklarını belirterek, oylamanın ilk sıradaki ülkeden başlayacak olmasının bir dezavantaj olduğunu söyledi. Oy vermek için 10 dakikalık bir süre kalacağını anlatan Akgül, ekran başındakilerin maNga sahneye çıkmadan önce oy vermeye başlamalarının çok önemli olduğunu da vurguladı. Avrupa’da yaşayan Türklerin desteklerini beklediklerini ifade eden maNga grubunun diğer üyeleri de finale kalmak için en iyi şekilde Türkiye temsil edeceklerini açıkladı.
Öte yandan Oslo caddelerinde tramvaya ve bisiklete binen Rockçular günü eğlenerek geçirdiler.
MaNga bugün TSİ 15.00 de ilk kostümlü provaya katılacak. Oslo’da düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışmasının finali, 29 Mayıs cumartesi günü TSİ 22.00 de yapılacak.
Oslo’da düzenlenen 55’inci Eurovision Şarkı Yarışması’nda ilk 10 finalist belli oldu.
Oslo– İlk finalistler Arnavutluk, Belçika, Beyaz Rusya, Bosna Hersek, İzlanda, Moldova, Portekiz, Rusya, Sırbistan ve Yunanistan önümüzdeki cumartesi Telenor Arena’da yapılacak finale katılacak.
Yaklaşık 150 milyon insanın izlediği yarı finalde ilk kez sonuçları belirleyen oylamada televizyon izleyicilerinin cep telefonu mesajları yüzde 50, jüri oyları yüzde 50 etkili oldu.
Türkiye’yi temsil edecek olan Manga, önümüzdeki Perşembe finale katılacak ikinci 10 ülkenin belirleneceği 2’nci yarı finalde yarışacak.
Almanya, Fransa, İspanya, İngiltere ve ev sahibi Norveç’in doğrudan yer alacağı final yarışmasına 25 ülke katılacak.
Amerika’dan yazan Dr. Fuat Ulus’un Emek Yazısı
Altmış yedisinde, 40 seneye yakındır ABD’de Transaksiyonel Analiz odaklı filmlerle grup terapi seanslarını yürüten bir psikiyatr doktorum.
Bu uzmanlığıma, daha çocuk yaşlarından bir sinema bağımlısı olmam sebep gösterilebilir.
İlk okulda önce yine bir sinema bağımlısı olan annemin arkasına takılarak, 1950’lerin ortalarından Tıp Fakültesi ve askerlik devirlerinde, bu sefer de annemi koluma takarak 1971 senesine kadar uzanan, o sinema benim, bu sinema senin, sinema-kolikleşme, son senelerde hem İngilizce ve hem de Türkçe iki ayrı sinema-terapi kitabımın yayınlanması yanında, milletler arası konferanslarda sinema-terapi atölye çalışmalarını derlemem ile de devam etmiştir. Eşim kocasına, kızlarım da babalarına senelerce tatlı-sert sabır göstermişler, bu bağımlılığın olumlu ve yapıcı yerlerde kullanılmasında bana sonsuz derecede yardımcı bulunmuşlardır.
Bu gün yıkılmaktan-değişmekten korumaya çalıştığımız Emek Sinemasının benim sinema-kolik bağımlılığında da rolü büyük olmuştur.
Genelde Beyoğlu ve özelde de Emek Sinemasına olan tanıklığıma annemin etkisinin yanında 1957-60 senelerinde Beyoğlunda yer alan İstanbul Atatürk Erkek Lisesi’nin (İlham Gencer ve Ediz Hun, mezunları arasındadır) lojistik yakınlığı da gösterilebilir.
Kurtuluş’tan, liseli arkadaşlar ile beraber Kasımpaşa’ya inerek Taksim’e çıktığımızda okulumuza gitmeden önce, bizleri soldaki Taksim Sineması karşılardı. İstiklal Caddesine girildiğinde de, sağda Fransız Konsolosluğunu geçtikten sonra, Lisemize gitmek üzere soldaki ikinci sokağa sapardık. Sapmayıp ta yola devam edilecek olsa, yine hemen solda Lale Sineması bizlere gülümserdi. Sağda Saray Muhallebicisinin yanında Saray Sineması görüntüye gelir, yine sağ köşede de Melek (Şimdi kurtarılmaya çalışılan Emek) Sineması ortaya çıkardı. Melek Sinemasına girmek isteyen sağa döner, çıkmaz sokak gibi duran Yeşilçam sokağının sonuna doğru Ar Sineması görüntülenirdi.
İstiklal Caddesinde yola devam edildiğinde, solda önce Alkazar, yanında da Atlas Sinemaları bizleri selamlardı. Karşılarında Lüks ve Rüya/İpek Sinemaları yer alır, adeta rekabet havalarına girerlerdi.
Eh, solda Galatasaray Lisesine geldiğimizde artık sinema şölenini de tamamladığımızı zanneder ama bazen tiyatro, bazen sinema olarak hizmet veren, Galatasaray Lisesini solda bırakıp geçildiğinde sağ tarafta kalan Elhamra Sinemasını da çiğnemeden geçemezdik.
Bu orta okul-lise devirlerini yansıtan anılara sonraki yıllarda birkaç sinema daha eklenmişti. Lale Sinemasının karşısına düşen yerde zeminlerine birkaç merdiven silsilesiyle inilen düzeyde Fitaş ve Dünya açılmıştı. Yeşilçam sokağının karşısında, içeriye dönük sokak için de ikinci “Melek” sineması açılmış, bu gün “Emek” diye nitelediğimiz sinemamızın da ismi Melek olduğundan, sonradan açılana “Yeni Melek” denmiş, Melek (Emek) Sineması da çoklarınca sanat severlerin konuşma diline “Eski Melek” olarak mal edilmişti. Ar Sineması da devamlı değişime uğrayarak “Yeni Ar” ismiyle anılmaya başlamıştı.
Bu sinema grubunun en enteresan taraflarından biri her birinin kendine göre izlenen karakterleriydi. Hatta bilet satan gişedeki hanımdan, 5-10 dakika aradaki gazoz ve frigo satan işçilerine, yer gösterenlerine kadar, çalışanlar her sinemanın değişmez bir parçası olmuşlardı. Biz ailece sinema-kolikler, bazen yoldan geçerken bu tanıdığımız çalışanlara filmin güzel olup-olmadığı hakkında fikirlerini sorar, zevkimizi bilenler de filmin çekiciliği üzerine yorumda bulunurlardı.
Taksim Sineması, vizyona girip diğer sinemalarda oynadıktan bir müddet sonra yerini yenilerine terkeden filmleri, “elden düşme” filozofisinde ucuza oynatırdı. Alkazar Sinemasının pek te iyi bir ünü yoktu ve biz liselilere, ailelere, ve diğer “düzgün” vatandaşlara, gitmemeleri düzeyinde uyarma yapılırdı. Atlas devamlı Amerikan ve o zamanlar üne kavuşmaya başlayan “Spaghetti Western” Kovboy ürünleri oynatırdı – Leone’nin ilk “Triloji” filmi olan “Fistful of Dollars – 1964” gösterimini orada gördüğümü anımsamaktayım – Taksim’den Ordu Evine yürüme mesafesindeki ve zaman zaman müzik şölenleri verilen Şan Sineması hep Fransız, İtalyan ve Alman filmleri getirirdi. Saray Sinemasındaki filmler çoğunlukta Türkçe dublajlı oynatılırdı.
Bu karakterler içinde o zamanki “Melek-Eski Melek,” şimdiki “Emek” Sinemasının iç yapısına, mimarisine ve sinema salonunun girişteki yapıtlarına hiç bir sinemanın erişemediği bütün sinema severlerce kabul edilmişti. Sinema başlamadan önce oturanlar arkadan izlendiklerinde, başlarını bir oraya, bir buraya döndürerek, şu köşeyi, bu köşeyi işaret ederek birbirlerine gösterdikleri düzeyde, adeta sinemaya film seyretmeye değil de, müzeye gelmiş sanat severler görüntüsü verirlerdi. Emek Sinemasının, öteki sinemalardan olan diğer bir farkı da, sinemalar birçok ıvır-zıvır yapıtları ile zamanımızdaki gibi daracık giriş yerlerine ve kapılara sıkıştırılmadan önce, köşede, her dört yönden de izlenilebilecek ilan-reklam veren büyük bir panosunun bulunduğu idi. Diğer bir deyişle, İstiklal Caddesi-Yeşilçam Sokağı kavşağında yürümekte olanlar, diğer sinemalarda ne oynadığının daha farkında değilken, bu pano ile “Melek-Eski Melek-Emek” te ne gösterilmekte olduğunu görürlerdi.
Gittiğimiz o kadar film arasında Emek’te hemen anımsaladığım, Charlton Heston’un ilk filmlerinden olan 1952 yapımı “Ruby Gentry” gösterimidir. Bunu lise ikinci sınıfta iken, 1958 sezonunda annemle izlemiştik. O zamanlar, Hollywood filmlerini senelerce beklerdik. Şimdilerde, Amerika’da ve Türkiye’de aynı anda başlayan programların aksine, o devirde iyi ve kaliteli filmler yıllarca beklenir, bazıları da maalesef, ama uzunlukları yüzünden, ama siyaset yaşamına uymadıklarından, ama ahlaka aykırı olarak algılandıklarından sansür heyetlerince “makas edilir,” kesilir-kısaltılırlardı. Buna rağmen, biz sinema-kolikler, yine de sinemalarda boş yer bırakmazdık!
Bütün sinemalar yüzde elli iskontolu 12:00 öğle gösteriminden sonra, 2:15, 4:30, 6:45 ve suare, 9:30 seanslarını sürdürmekteydiler. Hafta sonları çok zaman annem ile, bazen de arkadaşlarımla, önce ucuz matineye gider, arkasından diğer bir sinemada oynayan ikinci filmin 2:15 matinesine yetişmek için daha birinci film bitmeden kalkar, koşuşturmaya başlardık. Emek Sineması’nın avantajı, Beyoğlu’nun ortasında, her sinemaya hemen hemen eşit uzaklıkta olması idi. Bundan dolayı, sinema severlerce “merkezsel” olarak tanımlanmış, diğer sinemaların matinelere yetişmek için koşuşturulma düşünüldüğünde ilk matine için seçilen sinema olma gereksinimi yerleşmişti.
Tabii, İstanbul nüfusunun 1.5 milyon olduğu zamanlar, sinemaların girişi de “majestik” denilebilen bir görünüşe sahipti. Her sinema rahat, geniş, lüks ve ferah girişlerinin yanında, o sinemaya özel poğaçacı, fındık-fıstıkçı ve diğer yiyecek-içecek satan “babadan-oğula” geçme aile işçiliğindeki Beyoğlu esnafının dükkanları ile süslenmişti. Sinema severler bu esnafı tanır, sinemada yemek-içmek üzere birşeyler almada, veya sinemadan çıktıktan sonraki ihtiyaç kavramında, yalnız oynayan film hakkında değil, futboldan siyasete kadar birçok konu odağında da sohbete girişirlerdi.
Şimdi…
Geleneklerimizi korumada titiz geçiniriz…
Emek Sineması, gelenek-göreneklerimizin uygulandığı bir sanat yeri olarak ün yapmıştır. “Emeğimizi” koruma, geleneğimizi koruma ile özdeşleşmiş bulunmaktadır.
Bizde bir söz vardır:
“İnsan ölür eser kalır, eşek ölür semer kalır…”
Bütün arzum, çağdaşlarımla beraber zamanı gelip te bu dünyadan göçüp-gittiğimizde Emek Sineması’nın yine ayakta kalmasının yanında, yıkılması-değişmesi şöyle dursun, bilakis ihya edilerek milletler arası bir film festival merkezi şeklinde hizmet vermeye devam edebilmesidir.
Haydi arkadaşlar, öldüğümüzde arkamızda bir “eser” kalsın…
Dr. Fuat Ulus
Erie, Pennsylvania/ABD
“Hayat Rüya Gibi” albümü yine sizi 70’li yılların sahil çay bahçelerinde apartman topuklu ayakkabılarıyla gezdirecek. Çok bilindik, çok tanıdık şarkıları Göksel’in sesinden tekrar dinlerken, hayatın en gerçek rüya olduğunu anlayacaksınız.
2009 yılında çıkan “Mektubumu Buldun mu?” cover albümü ile eski şarkılara yeni bir soluk getiren Göksel, “Hayat Rüya Gibi” albümünde de 70’li yılların unutulmaz şarkılarını söylemeye devam ediyor. Göksel, dinleyicilerinin arzu ve beklentileri üzerine, büyük bir heyecanla hazırladığı devam niteliğindeki yeni albümü “Hayat Rüya Gibi”yi AVRUPA MÜZİK markası ile yayınlıyor.
Prodüktörlüğünü Cengiz Erdem ve Deniz Erdem’in üstlendiği albümde Göksel, Bora Ayanoğlu (Deli Etme Beni Aşk), Fecri Ebcioğlu (Eylül’de Gel), Fikret Şeneş (Seninleyim, Palavra), Hulki Saner (Kıskanıyorum), Hüseyin Turgut Yarkent (söz), Saadettin Yücel Öktenay (müzik) (Sevil Neşelen), Oktay Yurdatapan (Ah Nerede?), Orhan Gencebay (Kabahat Seni Sevende), Sezen Aksu (İçime Sinmiyor), Şanar Yurdatapan (Ölsem de Bir, Olmaz Olsun), Ülkü Aker (Başıma Gelenler, Tek Başına), Yalçın Tura (Hasretinle Yandı Gönlüm) gibi büyük ustaların klasikleşmiş şarkılarından oluşan yepyeni repertuarını binlerce şarkı arasından seçti.
“Hayat Rüya Gibi”de Göksel ilk kez bir Orhan Gencebay eseri olan “Kabahat Seni Sevende”yi seslendirdi. Albümün bir başka sürprizi, sözleri Fikret Şeneş’e müziği Giovanni Ferrio’ya ait “Palavra” isimli şarkıdaGöksel’’e eşlik eden sesin sahibi ünlü rock müzik sanatçısı Teoman.
14 özel şarkıdan oluşan “Hayat Rüya Gibi” albümü ile Göksel, dinleyicileri bahar tadında rüya gibi bir nostalji yolculuğuna çıkarıyor. Düzenlemeleri orijinaline sadık kalınarak hazırlanan albümde başarılı sanatçı, kendine has güçlü yorumu ile eserlere taptaze bir renk verdi.
Albümün kayıt ve mixleri İhsan Apça ve Özgür Özkan Mete, süpervizörlüğü Orkun Tunç tarafından Stüdyo Ada’da yapıldı. Müzik direktörlüğü ve aranjörlüğünü ise Serhat Ersöz üstlendi. Enstrümanların canlı çalınıp kaydedildiği albümde oldukça geniş bir müzisyen kadrosu Göksel’e eşlik etti. Albümün fotoğrafları Büyükada’da Barış Aktınmaz tarafından çekilirken, sanat yönetmenliğini Emel Kurhan üstlendi.
Albümdeki Eserler | |
|