Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Ahmet BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Fazıl Say: Su, boğazımıza kadar yükseldi

Ünlü piyanist, ‘Siyasi İslam fena şekilde üzerimize geliyor. Yavaş yavaş, su nefes alamayacağımız kadar yükselecek diye düşünüyorum bazen’ diyor.

 – Almanya’da övgüleri toplayıp tartışmalı açıklamalar yaptıktan sonra yurda dönen Fazıl Say, Radikal’den Cem Erciyes’le müzik ve politika konuştu.

Ünlü piyanist, “Siyasi İslam fena şekilde üzerimize geliyor. Yavaş yavaş, su nefes alamayacağımız kadar yükselecek diye düşünüyorum bazen” diyor.

En son bir Alman gazetesinde sizin için “Lang Lang onun yanında yapmacık kalıyor” diye yazdılar. Her gün buna benzer yeni bir övgü alıyorsunuz. Dünya müzik çevreleri Fazıl Say’da en çok neyi seviyor?

20. yüzyılda kayıt teknolojisiyle gelişen mükemmeliyetçi çalışlar, Avrupa’nın seyirciyle buluşturamadığı avangardizmi, halkla müziğin ilişkisinde kopukluklar yaratan unsurlar oldu. Dünyanın çok ihtiyacı olan şey, eleştirileri göze alıp içtenlikle, özgünlükle, cesaretle müzik yapan yorumculardı. 90’lardan beri ben bunların en başını çekmekteyim. Besteci olarak da hepimizin anlayabildiği müzikleri yazanlar aranıyor. “Ben yazıyorum, benim bestem iyi, dinleyici de anlar, anlamazsa da anlamaz” düşüncesi egoistlik. Hem besteci hem piyanist de çok az var. 19. yüzyılda hep öyleydi ama sonra o yollar ayrıldı.

Alman gazetesindeki röportajda ‘Sansürleniyorum’ dediniz. Evet, Kültür Bakanlığı’yla aranız bozuk ama ‘sansür’ biraz abartılı bir söz değil mi?

Sansür kelimesi orada bir tek Metin Altıok Oratoryosu için geçerli. Öbürlerinin konser iptali filan oldu. Bütün bunları söyleyince ben Türkiye’yi şikâyet ediyor filan değilim. Çünkü bunları Türkiye’de de söylüyorum. Türkiye’deki gazetelerde çıkan röportajlarım da böyle.

Metin Altıok’la başlayan bir gerilim var. Bu, Kültür Bakanlığı’yla tekrar ediyor, İKSV’yle tekrar ediyor, 2010’la tekrar ediyor… Neden her defasında bu tür kurumlarla benzer sıkıntılar yaşanıyor?
İKSV’yle sıkıntılar kalkıyor. Metin Altıok’tan sonraki sekiz yıllık boşluğu kapatacağız. Devlet orkestralarıyla çalışamıyoruz, mümkün değil. Çünkü konserleri hediye etmem lazım. Konser hediye edeceksek, körler, sağırlar için, kimsesiz çocuklar için yardım amaçlı çalayım. 2010’la yaşadığımız İstanbul Senfonisi olayı bence skandal bir konu. Bütün bunlar aslında politik!

Yani Fazıl Say’ı bir hasım olarak gördükleri için mi yapıyorlar?
Evet, görmezden gelelim, elimizden geldiğince engelleyelim, onunla birlikte anılmayalım. Sevgisizlik, ilgisizlik, kültürsüzlük… Hepsinin bir araya gelmişi… Fazıl-AKP ilişkisi, olmayan bir şey.
Biliyorsunuz heykelleri yıkmak filan istiyorlar. Birileri galeri basıyor, birileri konser basıyor. Bu sadece benim başıma gelen bir şey değil. Herkes de ufak tefek kendi tepkisini veriyor. AKP’lilerin arkasında halktan bir destek olmasa buna, sanatçılarla bu kadar çatışmaya cesaret edemezlerdi. Tayyip Erdoğan’a “Ucube lan bu” dedirttirecek kadar cesaret sağlayan bir halk var arkasında. Kars’ta 23 kişiden 19’u yıkalım kararı alıyorsa, o zaten halkına güveniyor. Kendinde yanlış bir şey görmüyor, yoksa yapamaz.

Sonuçta halk desteği, demokratik açıdan kötü bir şey değil.
O zaman heykelleri yık, besteleri de çalma. İşte o zaman insan benim işim bitti burada diyor. Ben de yok ediliyorum diyorsun. Ben oraya geldim, o noktada duruyorum. Çok zor bir hayatım var, bestele, konser ver, savaş, yalnızlık… Bir yandan seslendirilmiş bir eserini internette savun, bir yandan da Hayyam’a üç saniyelik iyi bir şey eklemek için çırpın. Bana bu ülkede iyi bir yeri layık görmüyorlar.
O kadar kötü bir imajım var ki televizyona filan da çıkmıyorum fazla. Benim bir sponsorum filan da olmaz şu saatten sonra. Benimle adlarını yan yana getirmek istemezler.

Siz politik çıkışları olan bir sanatçısınız, müziğiniz ise politik değil. Kendinizi politik bir sanatçı olarak görüyor musunuz?
Sanatçının siyasetin üzerine yürümesiyle, siyasetin sanatçının üzerine yürümesi arasında bir bağlam farkı var. Nâzım politikti, Cumhuriyet’in üzerine yürüyor, komünizm istiyordu. Ama mesela Hayyam politik mi? Hayyam üzerine gelen bir şeye karşı kendi savunmasını yaratmış bir insandı, ben İslamın şusunu alıyorum, bunu almıyorum filan yapan ilk insandı; bin yıl önce. Camiye gitmiyorum, beş vakit de kılmıyorum, içkimi de içiyorum, sevgilim de var. Allah beni böyle yaratmış, varsın cehenneme koysun, beni yaratan da kendisi… filan diyen bir adam.

İşte hayatın siyasi tarafı mı senin üzerine geliyor, sen mi onun üzerine gidiyorsun arasında anlaşılmaz bir köprü var. Şu anki hayatlarımızda siyasi İslam fena şekilde üzerimize geliyor. Bu bir gerçek. Zamanla içki yasağı, başörtü filan derken yavaş yavaş nefes alamayacağın kadar su yükselecek gibime geliyor.

Benim eserlerimin sansürleniyor olması aslında küçük bir konu. Çünkü burada çalınmıyor, başka yerde çalınıyor. Bu o kadar derin bir acı değil, heykelinin dinamitle yıkılması daha derin bir acı bence. Ama arkalarında bunları destekleyen bir halk var işte…

AKP’yi desteklemeyenler de var, onlar ne olacak? Onlar yalnızlık duygunuzu azaltmıyor mu, umut vermiyor mu?

Veriyor, doğru söylüyorsunuz. Keşke yüzde 57’nin dışında kalan herkese de verse. Ama gittikçe de daralan bir alanın içinde olduğunu her geçen gün hissediyorsun.

Peki hiç bu tartışmalara girmeseniz, herkes ‘gurur kaynağımız’ filan diye size hayran olsa, sevse… Böyle bir hayat hiç aklınıza gelmiyor mu?
O zaman çaldığımız Beethoven da yavşak bir şey olurdu, bestelediğimiz Hayyam’ın da canına okumuş olurduk…


‘Alevi Dedeler Rakı Masasında’ adında bir beste yaptı

En son ne siparişler aldınız?
Berlin Senfoni Orkestrası’nın beş nefesli saz üyeleri, yani flüt, obua, klarnet, fagot, korno için bir nefesli sazlar beşlisi siparişi verdiler. Onu yazdım, adı ‘Alevi Dedeler Rakı Masasında’. O beş sazın her biri bir dedeyi canlandırıyor. Dedeler yarım saat boyunca rakı masasında hem demleniyor hem tartışıyor. Bunu Arif Sağ’ın anlattığı çok enteresan ve felsefi bir hikâyeden yola çıkarak yazdım. Hikâyedeki Alevi dedeler bir gece oturup Allah’ın 99 adını saymaya kalkar…
Bir de üç Türkçe , üç Almanca şarkıdan oluşan bir parça hazırlıyorum.Almanya’daki Schleswik Holstein festivalinde çalınacak. Almanca şarkılar Rilke, Türkçeler ise Turgut Uyar.

Hayyam, Alevi dedeler… nereden geliyor? Mesela Türkiye’de içki içilmesiyle ilgili bir sorun mu var?
Ben 25-30 gün boyunca Facebook’a Hayyam’ın dizelerini günde ikişer tane çaktım. Yani bir nevi kendini ‘Hayyamlaştırıyorsun’, bu öyle bir şey. Bu ‘doğuyu kullanıyor’ filan laflarından çok farklı bir durum.

Alkolsüz Gala

Korhan Bozkurt’un yönettiği, Ersin Korkut, Şahin Irmak ve Özge Ulusoy’un oynadığı ”Kutsal Damacana: Dracoola” filminin galası yapıldı. Yeni yönetmelik nedeniyle galada alkollü içki servisi yapılmadı. Uygulamay asanatçılar ve davetliler tepki gösterdi.

İstanbul – İstinye Park’ta düzenlenen galaya, baş rol oyuncularının yanı sıra BKM mutfak oyuncuları da katıldı. Basın mensuplarının filmle ilgili sorularını yanıtlayan baş rol oyuncusu Ersin Korkut, ”İddia edildiği gibi Şafak Sezer ile aramızda bir sorun yok. Film çekimlerine başlamadan önce senaryo bendeyken kendisiyle konuşmuştum. O benim abimdir. Kendisiyle aramızda bir sorun yoktur” dedi.

İyi Seyirler Filmcilik Selin Altınel ve Şenol Zencir yapımcılığında gerçekleştirilen filmin senaryosunu, Leman Dergisi yazarlarından Ahmet Yılmaz kaleme aldı.

Komik sahneleri ve diyaloglarıyla dikkati çeken filmin konusu şöyle:
”Henüz minik bir bebekken kendisini cami avlusunda bulan yavru Sebo, güvercinlerin ve kumruların yemleriyle beslenip, kendi kendini yetiştirmiştir. Aklı başına geldiğinde zengin bir iş adamının konağında iş bulan ve kızı Demet’e platonik bir aşkla bağlanan Sebo’nun mutluluğu bir anda bozulur. Bir gece yarısı ansızın müştemilatın kapısı çalınır, gelen efsanevi kan emici Kont Dracula’dır.” Çekimleri İstanbul’da gerçekleştirilen film, yarın vizyona girecek.

Türkiye’de neredeyse hiçbir parti sitesinin, sosyal medya ile ilişkili olmadığını işaret eden Atıf Ünaldı, son derece başarılı bulduğu CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’i, Twitter’da favorisi olarak gösterdi.

Sosyal medya ve İnternet’in, seçimin en can alıcı mecralarından olacağına işaret eden İnternet stratejisti Atıf Ünaldı, “Sosyal ağların bu kadar yaygın olduğu bir dünyada, dinamik veya statik web sitelerine takılı kalmaları, partilerin hâlâ Türkiye gerçeği içinde yaşadıklarını ve İnternet teknolojilerinin onlara yaratacağı farkı anlayamadıklarının en güzel göstergesi” dedi.

Genel seçim öncesinde partilerin web sitelerinde milletvekilli adayları ve e-seçmenin de bulunduğu sosyal ağların gerekli olduğunu düşünen Ünaldı, içerik üretiminde crowd sourcing yönteminin kullanılması gerekliliğine dikkat çekti. Ünaldı, “AKP’nin sitesinde Ahmet Davutoğlu’nun genel söylemlerine paralel bir dünyaya açılma yapısını görmek isterdim. Egemen Bağış’ın İngilizce blogunun olması gerekirdi. CHP’nin sitesinde gölge hükümet gibi bir yaklaşımla günün sorunlarına cevap olacak dosyaların olması gerekirdi. Kemikleşmiş kitlesi okur-yazar ve fikir üretir olan bir partinin sitesinde halka açık bir blog mutlaka bulunmalıydı. Bu alanların parti yönetimi ile interaktivitesi olmalıydı” diye konuştu.

Seçimin yaklaştığı dönemde twitter’da trending topic olan partinin haber değeri taşıyacağını anlatan Ünaldı, bunun kendi başına bir reklam unsuru olduğunu, maliyetinin destekçilerle yapılırsa neredeyse hiç bulunmadığını ancak partilere prestij katacağı için seçim döneminde birçok parti tarafından kullanılacağını söyledi.

Türkiye’de neredeyse hiçbir partinin sitesinin, sosyal medya ile ilişkili olmadığının altını çizen ve mevcut  durumu analiz eden Ünaldı, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ve Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül hariç bütün liderlerin twitter üzerinde monolog yaptığını belirterek bunun yeni dönem siyasetçi ile eskileri arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koyduğunu vurguladı. Ünaldı, “Twitter tarafında benim favorim kesinlikle Gürsel Tekin. Kullandığı dilden, kullanım sıklığına, interaktiviteye kadar her konuda son derece başarılı” dedi.

Haberin ayrıntısını TBD Bilişim Dergisi’nden okuyabilirsiniz. Bilişim Dergisi’ne  www.bilisimdergisi.org ve  www.tbd.org.tr bağlantılarından ulaşabilir, dergiyi pdf olarak  http://www.bilisimdergisi.org/index.php?sayi=son&tip=pdf adresinden indirebilirsiniz.

2010-2011 sanat mevsiminde, Kadıköy Belediyesi Süreyya Opera Sahnesi dördüncü etkinlik yılına giriyor.

Süreyya Operası’nda bu sezon, 5 Ekim günü İDOB’un bale temsiliyle açılıyor. Bu yıl Ekim’inin operası La Traviata. İDOB, Cumhuriyet’in 88. yılı için özel bir program hazırladı; 27 ve 29 Ekim’de koro, solistler ve orkestra için Levent Kuter’in bestelediği ‘Kuva-i Milliye’ adlı eseri, ilk kez İDOB sanatçıları tarafından yorumlanacak. KBSO konserleri ise 18 Ekim’de Japon arpist Naoko Yoshino’nun resitali ile başlayacak. İlk fuaye konseri ise değerli çellist ve hoca Ozan Tunca tarafından verilecek.

Kasım’da seyirciyi yeni bir opera temsili bekliyor. Ünlü İtalyan besteci G.Rossini’nin daima ilgiyle karşılanmış ve her zaman insanları çekmeyi başaracağı anlaşılan ‘Sevil Berberi’ 6 Kasım’da sahnelenmeye başlayacak. Herhalde bütün mevsim dolup taşacak. Opera programının bu yıl ki ilginç bir yanı da, hemen hemen aynı temayı ve karakterleri işleyen iki operayı peşpeşe İstanbullulara sunması olacak. Yani Mozart’ın ‘Figaro’nun Düğünü’ ile Rossini’nin ‘Sevil Berberi’.  Kasım’da seyirci her iki operayı izleyip, hoş bir kıyaslama ve anımsama imkanı bulacak.

Kasım 2010, KBSO konserleri açısından büyük zenginlik yüklü. Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü, Amerika’dan gelecek usta piyano yorumcusu Meral Güneyman ve nihayet ünlü Rus çellist Alexander Rudin ile İdil Biret’in konseri Kasım’ı oda müziğiyle bezeyecek. Rudin/Biret üst üste iki gün seyirciyle buluşacak. Yani, İstanbul ve Kadıköylülere çifte konser sunacaklar. İkilinin İstanbul’da ilk defa birlikte Beethoven ve Brahms’ın eserlerini yorumlayacaklar.

Aralık’ın özelliği yine İstanbul’da bir ‘ilk’ bale gösterisinin gerçekleşmesi olacak. Otello temalı özgün eser 11 Aralık’ta sahnelenmeye başlayacak. 30 Aralık’ta İDOB’un geleneksel Yeni Yıl Konseri her zamanki gibi insanları çekecektir.

İDOB’un yıllarca sanat yönetmenliğini yapan, duayen bariton ve şan hocası Mesut İktu’nun resitalini KBSO, izleyicilere özgün bir program olarak sunuyor. Her zaman gerçekleştirilemeyen bu ayrıcalıklı şan resitali müzik severler için ilginç olacaktır. KBSO konserleri Aralık’ta yoğunlukla sürecek. Cihat Aşkın, Tian Bonion, Cana Gürmen üçlüsünün ‘klasik trio’ programı, ayın parlak bir müzik dinletisidir.

KBSO’nun bir özel program önerisini de Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü dinleyicilere seslendirecek; Beethoven Kuartetleri… Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü, bu konserde Beethoven’ın üç döneme ayrılan bu oda müziği literatürünün baş eserlerinden birer kompozisyonu icra edecek.

2010 Mayıs ayında Antik A.Ş.’nin düzenlediği şan yarışmasında birinciliği kazanan genç ‘kontrtenor’ Kaan Buldular bir fuaye konseri ile Aralık ayına renk katacak. Devlet sanatçısı usta piyanist Gülsin Onay’ın Darrüşafaka yararına bir resitali de bu ayın ışıltılı programlarından biri. Bu konseri, yıl sonuna doğru İzmir Barok topluluğunun ‘yeni yıl’ konseri izleyecek.

2011, son derece orijinal, az rastlanır bir resitalle açılıyor. KBSO konserlerinin yeniyıldaki ilk organizasyonu müzik meraklılarını gerçekten heyecanlandıracak bir programa ve yorumculara sahip… İdil Biret ve viyola ustası Ruşen Güneş, ilginç ve yepyeni bir programla adeta izleyiciye sürpriz yapacaklar. 19. yüzyılın romantik çağının büyük Fransız kompozitörü H.Berlioz’un orkestra ve viyola için ünlü ve ayrıcalıklı eseri ‘Harold İtalya’da’, orkestra partisinin piyano uyarlaması ile, Biret ve Güneş tarafından Türkiye’de ‘ilk kez’ seslendirilecek. Konserin süprizleri bundan ibaret değil. Ayrıca Türk besteci Ateş Pars’ın bir eserini de iki usta yorumcu ‘ilk kez’ yorumlayacak.

İDOB, 2011’i yine bir Yeni Yıl Konseri ile başlatıyor. Opera ve bale temsilleri de birbirini izleyecek. Ayın sonunda, yeni bir prodüksiyon seyirciyi heyecanlandıracak. Mançalı Don Kişot müzikali herhalde uzun süre sahneden inmeyecek. KBSO konserleri, Hakan Şensoy Kenteti (beşlisi), piyanist Hande Dalkılıç’ın resitali ve keman vitüözü Suna Kan ile piyanist Cana Gürmen ‘klasik’ ikilisinin resitalleri ile sürecek.

İDOB, Şubat ayında, geçen yıl seyircinin doyamadığı ‘Hoffmann’ın Masalları’nı tekrar sahnelemeye başlayacak. Birçok bale ve opera/müzikal dönüşümlü sahneleniyor. İki Dahi-Üç Opera Şubat’ın yeniliklerinden.

KBSO organizasyonları da elbet sürüyor. Değerli piyanist Burçin Büke, ‘sevgililer günü’ için izleyicilere anlamlı bir program sunacak. Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü ise üçüncü programını seslendirecek.

KBSO’nın bu yıl müzikseverler için özgün, değişik programlar düzenleme politikasının bir uygulaması 21 Şubat’ta gerçekleşecek ünlü piyanist Muhiddin Dürrüoğlu’nun Piyanolu Kuartet konseri. Dürrüoğlu mesleğini yıllardır Fransa ve Belçika’da başarı ile sürdüren bir sanatçı. KBSO, sanatçıdan özel bir konser programı istedi. Türkiye’de hiç çalınmamış olan, dünyada da yorumuna sık rastlanmayan, hatta çok çeşitli CD kaydı da bulunmayan, Beethoven’ın ilk eserleri arasında yer alan üç piyanolu kuarteti yorumlaması için rica etti. Sanatçının bu öneriye olumlu ve anlayışla yaklaşımı, İstanbul ve Kadıköylülere bir ‘ilk’i daha yaşatacak. Dürrüoğlu, Belçikalı yaylı çalgılar virtüözleri ile beraber Beethoven’ın bu renkli ve parlak ve az bilinen eserlerini seslendirecek.

Besteci ve kemancı Hasan Tura, Müge Hendekli ile Şubat sonunda izleyenlere müzikte bir ‘İspanyol gecesi’ yaşatacak.

Mart’ta KBSO anlamlı bir anma konserine ev sahipliği yapacak. Türkiye’nin müzik icra kurumlarında uzun yıllar sanatçı ve yönetici olarak çalışıp, emek vermiş olan, flütist Mükerrem Berk ve eşi arpist Sevin Berk’in anısına ülkenin önde gelen birçok devlet sanatçısı ve virtüöz ve yorumcuları, o gece Süreyya Sahnesinde bir araya gelecek. Anılarda yaşayan Berk çifti geniş bir sanatçı katılımıyla hatırlanırken, dinleyiciler de bir müzik şöleni gecesi geçirecekler.

İDOB’un temsil repertuvarına da bu ay yeni bir bale eseri girecek: Batik. Opera ve bale gösterileri elbet dönüşümlü olarak sürecek.

KBSO organizasyonları da Berklerin anma konserinden ibaret değil. Özellikle çağdaş kompozitörlerin eserlerini yorumlamasıyla tanınan değerli piyano virtüözü Toros Can’ın resitali; Golden Horn Brass Quintet’i konseri; ünlü arpist Şirin Pancaroğlu’nun solo dinletisi birbirini izleyecek. KBSO, Mart sonu için ilginç bir konferans organize etti. Ülkenin önde gelen müzikolog ve müzik yazarı Ahmet Say, ‘müzik/edebiyat ilişkisi’ ve ‘müzikte yeteneğin işlenmesi ve geliştirilmesi’ gibi iki değişik tema üzerinde konuşacak. Yani iki bölümlü bir konferans… Elbet Ahmet Say soruları da yanıtlayacak ve birçok ailenin merak ettiği, yetenekli çocukların eğitimi konusu tartışılacak.

Nisan programı da birbirinden renkli temsil ve resitallerle dolu. KBSO, müzikseverler için özellikli bir konser daha organize etti. ABD’de mesleklerini sürdüren piyanist Benjamin Hochmann ve çellist Efe Baltacıgil, Beethoven’ın beş ‘viyolonsel/piyano sonatının’ hepsini iki konserde icra etmek üzere Amerika’dan gelecekler. Böylece izleyici Türkiye’de bir ‘ilk’e daha tanık olacak. Bu eserler, ilk defa bütün olarak seyirci için iki usta yorumcu eliyle iki gece üst üste seslendirilecek. Yine KBSO organizasyonları içinde F.Liszt Haftasında yerli ve yabancı ünlü Liszt yorumcuları Süreyya Sahnesinde üç resital verecek.

İDOB’un Nisan programı da opera, operet, müzikal ve bale temsilleriyle çeşitli bir sunum gösteriyor. Bale Haftası dolayısıyla seyirciler peşpeşe değişik gösterileri izleyebilecek.

Mayıs, KBSO’un düzenlediği yine parlak ve akıllarda yer edecek bir konserle başlıyor. Duayen kemancı Ayla Erduran, çellist Alexander Rudin ve devlet sanatçısı piyanist Ayşegül Sarıca, ilkbaharı sanki klasik trio literatürünün tanınmış eserleriyle karşılayacaklar. Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’de dördüncü dinletisini gerçekleştirecek. İDOB’un bir yerli eseri; Yalçın Tura’nın ‘Sevmek Nedir?’ ini sahnelemesi Mayıs ayının özgün bir gösterisi olacak. Türk balesinin kurucu İngiliz hocası Dame Ninette de Valois’ı anma gösterileri de yılın son etkinlikleri olacak.

Her yıl olduğu gibi Mayıs sonunda M.Ü.G.S.F Devlet Kobservatuvarı ve İstanbul Ünüversitesi Devlet Konservatuvarı’nın birer gösterisi Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası’nda yer alacak.

Haziran ayında ise Uluslararası İstanbul Müzik Festivali çerçevesinde İKSV’nin düzenlediği konserleri izleyeceğiz. İlgililer, İKSV ‘nin Süreyya’da ki konserlerini bu katalogda göremeyecek. Ancak 2011’de İKSV programı oluştuktan sonra, KBSO aylık bültenlerinde ilan edilecek. Elbet Pazar günleri geleneksel şekilde sahnelenen müzikli çocuk oyunları bu yıl boyunca da sürecek.

Türk halkı hayatından memnun

Philips’in Türkiye’de yaptığı ”Sağlık ve İyi Yaşam Haritası” sonuçlarına göre, Türk halkı genel olarak hayatından memnun ve mutlu görünüyor.

Araştırma sonuçlarını Four Seasons Otel’de düzenlenen basın toplantısıyla basına açıklayan Philips Türkiye’nin Üst Yöneticisi (CEO) Willem Rozenberg, Türklere uyku düzenleri sorulduğunda, diğer ülkelere göre çok daha iyi bir durumda olduklarının anlaşıldığını belirterek, ”Anlaşılan o ki gün içerisinde stresli bir yaşam sürdürdüklerini düşünseler de gece olunca o devreyi kapatabiliyorlar” dedi.

Rozenberg, bir yabancı firmanın Türkiye’de faaliyetlerini kesintisiz olarak 80 yıldır sürdürüyor olmasının çok önemli olduğunu belirterek, kendisinin de yaklaşık 6 yıldır Türkiye’de çalıştığını söyledi.

Bu durum sayesinde Türkiye’deki kültüre ve yaşam tarzına çok aşina olduğunu anlatan Rozenberg, Türk halkının yaşam tarzını ve tercihleri iyi bildiğini belirtti.

Rozenberg, uzun yıllardır Philips’in sağlık departmanında çalıştığını ve zaman içerisinde bu alanın daha çok önem kazandığına tanıklık etme fırsatı bularak, bu durumun hem insanların günlük hayatlarında hem de şirket içerisinde daha önemli bir hale geldiğini ifade etti.

Philips’in yeni stratejilerle vizyonunun, teknolojik yeniliklerle zaman içerisinde insanların yaşam kalitesini artırmak olduğunu söyleyen Rozenberg, bu vizyonun yaptıkları tüm işlere yansıdığını belirtti.

Willem Rozenberg, ”Sağlık ve İyi Yaşam Haritası” araştırmasının hem Türkiye hem de Türk insanın algılarıyla ilgili bir çalışma olduğunu ve bu araştırmaya yaklaşık 1000 kişinin katıldığını ve bu 1000 kişiye sorular sorulduğunu, verilen yanıtlarla bu konudaki algıların ölçümlendiğini kaydetti.

Sonuçta bir rapora dönüştürülen araştırmayla Türk insanının, Türkiye’deki tüketicilerin görüşlerinin bir yansımasının elde edildiğini söyleyen Rozenberg, şunları kaydetti:
”Biz bu çalışmayı 6 ayda bir yapmayı planlamaktayız. Bu şekilde yaşanacak değişiklikleri daha rahat takip edebileceğiz. İnsanların yaşamları geliştirilirken, değiştirilirken, oynadığımız rolü de bu şekilde değerlendirme şansımız olacak. Ürünlerimizle insanların hayatına ne kadar katkı sağladığımızı denetleyebileceğiz. Bu çalışma 20 ülkede gerçekleştirildi. Genel olarak insanlar, yaşamlarından memnun ve mutlu gözüküyorlar. Rahat ve mutlu bir yaşam sürdüklerini ifade ediyorlar. Ve kendilerine sunulan sağlık, bakım hizmetlerinden de memnun görünüyorlar. İnsanların büyük bir çoğunluğu gelecekle ilgili iyimser görüşe sahip ve kendilerini uzun ve sağlıklı bir yaşamın beklediğini düşünüyorlar.

Ancak 65 yaş üzerindeki insanlara sorulduğunda gelecekle ilgili olumlu görüşler biraz daha azalıyor. Daha ileri yaşta oldukları için yaşam beklentilerini çok fazla paylaşmak istemiyorlar. Sonuçlara göre, insanlara karşı karşıya kalmaları muhtemel hastalıklardan üç tanesi sorulduğunda kalp krizi, yüksek tansiyon ve kanser olabileceği söylenmiş. Yine katılanların çok düşük bir kısmı çok stresli bir yaşam sürdüğünü söylemiş. Bunu günlük hayatta güçlü bir şekilde hissettiklerini de belirtmişler. Ancak diğer ülkelerde bu durum daha yüksek bir oranda çıkmış.

Türklere uyku düzenleri sorulduğunda, diğer ülkelere göre çok daha iyi bir durumda olduğu anlaşılmış. Anlaşılan o ki gün içerisinde stresli bir yaşam sürdürdüklerini düşünseler de gece olunca o devreyi kapatabiliyorlar.”

Rozenberg, Türkiye’de sosyal yaşamın, ev ve aileye daha çok yoğunlaştığının görüldüğünü belirterek, ”Sonuçlarla ilgili olarak halkın yüzde 83’ü Türkiye’deki sağlık teknolojilerinin, cihazların gelişmişlik düzeyini yeterli bulmaktadır” dedi.

Araştırmada, her 10 kişiden 9’unun, yeni teknolojiler çıktıkça, bu durumun yaşam standartlarını geliştirdiğini söylediğini ifade eden Rozenberg, katılımcıların yüzde 89’unun hastane seçiminde teknolojik ekipmanın güncel ve gelişmiş olmasına dikkat ettiğini ve bu oranın Avrupa’daki oranın üstünde olduğunu belirtti.

Rozenberg, ”Araştırmada, Türk halkının yüzde 78’i aydınlatmanın sağlık ve iyi yaşam durumunu etkilediğini belirtmektedir” diyerek, araştırmaya katılanların doğru aydınlatma ile kendilerini daha iyi ve mutlu hissedeceklerini söylediklerini bildirdi.

Dünyanın en pahalı 20’nci kenti

İsviçre’nin dünyaca ünlü bankası UBS tarafından hazırlanan bir rapor, İstanbul’un dünyanın en pahalı kentleri arasında “kariyer yaptığını” gösterdi.


“Fiyatlar ve ücretler” başlığı altında her üç yılda bir “UBS Wealth Management Research” uzmanlarınca yinelenen araştırmaya göre, İstanbul 2010 itibarıyla 73 kent arasında 20’nci sıraya “yükseldi”. UBS, dünyanın önde gelen kentlerindeki fiyatlar düzeyi ile ücretler düzeyini karşılaştırdı. Rapor, pahalılık sıralamasında İstanbul’un, geçen yıl daha az el yakan fiyatlara sahip olduğunu 34’üncü sırayı işgal ettiğini gösterdi.

Bu yıl dünyanın en pahalı kentleri Oslo, Zürih ve Cenevre. Yüz yüze yapılan anketlerden yararlanılarak hazırlanan araştırmada, “en pahalı” kentlerde fiyatlar genel düzeyi kadar, alınan ücretlerin de yüksek olmasına dikkat çekildi. Böylece, yüksek fiyatlara karşın kent sakinlerinin gelirleriyle iyi bir yaşam standardı tutturabildiği vurgulandı. İstanbul’un 2009’dan 2010’a tam 14 sıra yükselerek, yani pahalılaşarak, “büyük atılım yaptığı” anlaşılan UBS raporuna göre, Türkiye’nin en büyük kentinde ücretler genel düzeyi genel ortalamanın son derece altında. Ücretler bazında yapılan sıralamada, 2009’da 47’nci sırayı işgal ettiği belirlenen İstanbul, bu yılki güncellemede sadece iki sıra yükselebildi ve 45’inci sırada kaldı.

ABD’nin Los Angeles kentinde düzenlenen MTV Video Müzik Ödül Töreni’ne 8 dalda ödül kazanan Lady Gaga damgasını vurdu.

Lady Gaga, kazandığı ödüllerle 1986’da yine bir gecede 8 dalda ödül kazanan ünlü Norveçli rock grubu A-ha ile birlikte bir gecede en çok ödül kazanan ikinci sanatçı olma başarısını gösterdi.

İngiliz rock sanatçısı Peter Gabriel ise 1987’de çektiği kendisine bir gecede 9 dalda ödül getiren ”Sledgehammer” video müzik eseriyle bir gecede en çok ödül kazanan sanatçı unvanını korumuş oldu.

En çok ödülü ”Bad Romance” adlı fütüristik klibiyle kazanan Lady Gaga, ayrıca en iyi bayan videosu, en iyi pop videosu, en iyi dans videosu ve en iyi koreografi ödülünün yanı sıra ünlü pop ve R&B sanatçısı Beyonce Knowles’un yer aldığı hapishane temalı videosu ”Telephone” ile en iyi uyum ödülünü kazandı.

Ödüllerini alırken gözyaşlarına hakim olamadığı gözlenen Lady Gaga, ”Bu gece o kadar gergindim ki hayranlarımı düş kırıklığına uğratacağım” dedi.

8 dalda ödüle aday gösterilen Amerikalı rap yıldızı Eminem ise ”Not Afraid” adlı eseriyle sadece 2 ödül alarak bir gecede birden fazla ödül kazanan ikinci sanatçı oldu. Ödül töreninin açılışında çeşitli şarkılar seslendiren Eminem’in, ödül töreninin düzenlendiği Nokia Tiyatrosu’nu kazandığı ödülleri almadan hızla terk ettiği gözlendi.

Ergenlik çağındaki pop yıldızı Justin Bieber en iyi yeni sanatçı ödülünü rap yıldızı Ludacris’i canlandırdığı ”Baby” adlı eseriyle kazandı.

Jared Reto’nun rock grubu ”30 Seconds to Mars” ise ”Kings and Queen’s” adlı eseriyle en iyi rock videosu ödülünün sahibi oldu.

Muse, the Black Key, Jay Z Alicia Keys, Florence the Machine ise teknik kategorilerde ödüllere layık görüldü.

Ünlüler, Türkiye için bir dönüm noktası olan 12 Eylül referandum öncesi kararlarını açıkladı…

 İşte ünlülerin yanıtı…

HALİL ERGÜN: Ben toptan değişmesini istiyorum. Biliyorsunuz ben siyasetle de uğraştım. Daha doğrusu, çağırdılar, gel belediye başkan adayı ol dediler. Legal bir parti üyesi oldum, sosyal demokrat partilerdi bunlar. İçlerinde oldum, mitinglerinde oldum. Herkes 12 Eylül faşizminin oluşturduğu anayasaya karşıydı.Şimdi değişmesi söz konusu oldu. Bütün politikacılar hayır diyerek engel çıkarıyorlar. Ben anayasanın bütününün değişmesini istiyorum, bütününün!

İBRAHİM TATLISES: Bir sosyal demokrat olarak artık çürümüş tahtalar içindeki tüm paslanmış çivilerin değişmesi gerektiğini düşünenTatlıses, ‘Teknoloji değişti, hayat değişti, ama Türkiye Cumhuriyeti hala aynı kanunlarla yürüyor. Tahtaları yenileyelim, çivileri değiştirelim, yeni anayasaya ‘EVET’ diyelim. Dış ülkeler de bize ‘bunların tahtası da çürümüş, çivisi de çürümüş’ demesinler… Yani ‘tahtası eksik’ demesinler’ dedi.

NİRAN ÜNSAL:‘Referandumda ‘Evet’ çıkarsa kafama sıkarım.’

ROJİN: Ağabeyim 12 Eylül mağdurlarından. 47 yaşında ve ölü gibi yaşıyor. O ve onun gibi işkence çekenler için evet oyu kullanacağım’

YEŞİM SALKIM:
Referandumda evet oyu vereceğim. Çünkü bazı şeylerin değişmesi gerekiyor. Herkesin hayrına olacak şeyler varsa anayasa bile değişmelidir.

SEYFİ DURSUNOĞLU: Maddelerin, içinde kabul ettiklerim de var etmedikler de. Kabul ettiklerimin geçerli olması için evet, kabul etmediklerim için hayır demem gerek. Paket olarak sunulması esas problem, 8’ini kabul edecek insan 2’sini reddedecek. Bu işin referanduma kadar gelmemesi lazımdı. Bu problemleri mecliste halletmeliler.

SİNAN ÇETİN: Devletlerin seçilmişler tarafından yönetilmesini sağlamak atanmışların seçilmişlerin iş yapmasını engellemek ve bir daha darbe olmamasını garanti almak adına…

NEBAHAT ÇEHRE: Aslında konu uzun bir süredir tartışılıyor ama ben bir türlü yoğunlaşamadım. Yeni Anayasa ülke için önemli ve büyük bir değişim. Bu noktada birden karar verip evet ya da hayır demeyi doğru bulmuyorum. Acele etmemek, çok iyi deşmek, araştırmak ve sağlıklı bir karar almak gerekiyor.

ROJDA DEMİRER: Hayır oyu vereceğim… Bu paketin 12 Eylül’ün getirdiklerini değiştirmekle ilgisi yok. Tek benzer yanı referandumun tarihidir. 12 Eylül’ü hayatımızdan çıkaracak tatmin edici bir değişiklik görmedim. Bu toplumun huzura ve iç barışa ihtiyacı var ve hükümetin bu paketi bunları karşılamıyor.

NİLGÜN BELGÜN: Keşke paket halinde değil de madde madde oylasaydık. Ama sonuçta evet çıkacağını hissediyorum. Çünkü ahkam kesen entel danteller ‘oy kullanmayacağım’ diyorlar. Oy kullananların verdiği karara da katlanacaksın o zaman.

ORHAN GENCEBAY:
12 Eylül anayasasının değişmesini istemekle birlikte bunun bir konsensüs dahilinde olması gerek. Bu referanduma giderken halkımızın tüm bu detayları bilmediğinden eminim. Bilmesi de mümkün değil. Halkımız neye evet, neye hayır dediğinin farkında olmayabilir. Kimse halkımızı kandırmak niyetinde olmaz, öyle bir şeyi aklımın ucundan geçirmek istemiyorum. İyi olanı yapmaya çalışırlar diye düşünüyorum. Ama bunu halkımıza iyi anlatmalıyız. Anlayabilirsek referandum daha sağlıklı olur.

BEDRİ BAYKAM: Anayasa bir toplumsal mutabakattır ve değişiklikler genel uzlaşmayla yapılır. Burada tek partinin dayatması vardır. Bu dayatmacılığa karşı sessiz kalmayacağız.

MÜJDAT GEZEN: Hayır diyorum… Bir 12 Eylül mağduru olarak, hem Diyarbakır’a götürülmüş, hem Bayrampaşa Cezaevi’nde yatmış biri olarak sivil 12 Eylül Anayasası’na “Hayır” diyeceğim.

LEVENT KIRCA: Bütün partiler kendi düşünce ve iradelerini birleştirerek yeni bir Anayasa hazırlamalı. Bu Anayasa’da dokunulmazlıklar kayıtsız şartsız kaldırılmalı. Yüzde 10 barajı kaldırılmalı. Ben bunun için, ‘Hayır’ diyorum.

EMEL MÜFTÜOĞLU: 12 Eylül’deki referandum için sanat camiasından birçok isim oyunun rengini açıkladı. İşte sanatçıların referandum kararları… EMEL MÜFTÜOĞLU: Demokratik bir ülke olmamız adına sonuç çok değişmese de benim referandumda kararım “Evet” yönünde olacak. Çok fazla da bir şey söylemek istemiyorum. Bunlar çok hassas konular.

RUTKAY AZİZ: Yargının siyasallaştırılması giderek Türkiye’de demokrasiye darbe vuruyor. Sanatçıların büyük bir çoğunluğu ‘hayır’ noktasında buluşuyor. Gerçek sanatçılar da duruma bu açıdan bakmakla yükümlüdür.

İTO Başkanı referandumda ‘evet’ diyecek İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş, ’12 Eylül’ günü yapılacak Anayasa referandumuna ‘evet’ diyeceğini bildirdi.

Türkiye’nin en ünlü illüzyonisti Dr. Sermet Erkin, anayasa değişikliği referandumunda ‘evet’ oyu kullanacağını söyledi.

Anlamayanlar anlayanlara anlatsın

Ferhan Şensoy, Seçme Sapan Şeyler’de cin olmadan veya cin olduğunu sanarak adam çarpmaya yeltenen insanoğlunun hallerini eşya, hayvan ve bitkilerin gözünden muzip biçimde dile getiriyor. Birbirinden ayrı gibi duran metinlere bakınca, insanın aklına kılçık atan ve onun kimi ahmaklıklarını yüzüne vuran bir bütünlük selamlıyor bizi.


Yaz sıcağının termometre çatlatan günlerinden birinde, Ferhanca yazılıp teknolojinin son harikası dijital ‘kitaplara’ inat basılarak önümüze gelmiş bir hakiki kitap Seçme Sapan Şeyler. Butik yazarlara, yazarımsılara, yazma işini hobi belleyip göze gönle hitap edenlere ve kallavi ‘itibar’ sahibi olmasına rağmen hâlâ başparmağıyla işaretparmağının üstünü kaşıyanlara nanik yaparcasına karşımızda dikiliveren bir kitap aynı zamanda. Uyanık geçinen insanoğlunun eblehlikle semelik arası haline gülümseme gibi bir şey.

Ferhan Şensoy’u bilen bilir, anlatmaya gerek yok; anlayan var, anlamayan da. Anlamak istemeyen çok, anlasa anlatmaya mecali kalmadığını sanan da’ Kısacası bilmeyen ve bilmek isteyen ‘bir bilene’ tıklar, seke seke öğreniverir.

Taviz vermeden sürdürdüğü siyasi hiciv ve ortaoyunun yanına, Ortaoyuncular etiketini taşıyan kitaplarını da ekliyor Şensoy. Seçme Sapan Şeyler de bunlardan biri. Adı gibi seçme; seçmece insan ve olaylarla örülü, deneme öykü arası gidip gelen metinler.

Hani kendimizi zeki, çevik ve bir o kadar da uyanık sanıyoruz ya, işte Seçme Sapan Şeyler’deki öykülerin seçmece tiplerinin de yanılgısı bu. Ama bu yanılmışlığı, her gün elimizi attığımız; bizim dışımızda yer kaplayan ne varsa onlar dillendiriyor. Hayvanat, eşya ve alet edevat insanlaşıp, kendi arasında bizim duyamayacağımız frekanstan bir muhabbet koyulaştırıyor.

Seçme Sapan Şeyler’de anlatılanlar, cepheden bakıp görmeyi beceremediğimiz saçmalıklardan doğma; anlaşılacağı üzere insandan olma seçmecelerin kaleme ve kâğıda tebelleş hikâyeleri.

Şehrin beyni mıncıklayan kör gözün parmağına arabesk gürültü patırtısı yükseledursun; arabeskle yavşaklık kelimesini yan yana getirenlerin zevkle tu kaka edildiği günler insanı don lastiği gibi sıkadursun, kitaptaki deneme öykü arası metinler yorulmak bilmeden koşturuyor. Zihni kılçıklayan sadeliğiyle ve fırlattığı hiciv başlıklı oklarla okuru kendine getiriyor. Haybeye sayfa doldurmayan deneme öykü arası metinler, gürbüz delikanlılara ve hariçten gazel devşirenlere de sesleniyor yekten. Sonra ver elini kıç güvertesinde keyif sürülen kısa devre vapur yolculuğu.

Kimi ‘enayilerin’ yaz tatilini geçirdiği köyü çevreleyen tepelerden birine, cep telefonuyla daha sağlıklı görüşülmesi için şandellenen baz istasyonuna, köy eşrafının haklı sevinci karşısında gösterilen sunturlu tepki de, seçmece abukluklardan dem vurmanın bir başka şekli.


Öykü deneme arası metinler

Durup durup her sayfada gözümüze kaçan öykü deneme arası metinler, insanoğlunun bazen bağıra bağıra gelen bazen de sumen altına sıvışan salaklıklarından bir demet; ‘yok, ben kabul etmiyorum, benim öyle dallamalıklarda bezim olmaz’ diyenlerin bile hak vereceği türden.

Leblebi denmeden ‘leb’i bile anlamayanların, öykü deneme arası metinlerde kendini bulması beklenemez. Ama bu, onların hafif Çengelköy Bademi durumlarını da ötelemez elbette. Zaten bu yüzden salak insanoğlunun ters köşeye yattığında dahi doğru tarafa atladığını sanıp, muzaffer bir Romalı komutan edasıyla işi bozuntuya vermeyişi karşısında komedi tavana vuruyor. Seçme Sapan Şeyler, buradan dikizleyince ağlanacak halimize ağız dolusu bir kahkaha az biraz.

Absürd bu ya, öykü deneme arası metinlerin asıl anlatıcısı insan dışında ne varsa o. İnsanı sofraya eğlencelik eden alet edevat ve hayvanat, olur olmaz sırıtışlarla gününü gün ediyor, küfrü basmayı da unutmuyor bazen.

Elindeki pertavsızla, insanın ‘olmaz olmaz deme, olmaz olmaz’ hallerini, bir iki boy büyütüp sayfalara nakşediyor Şensoy. Saçma salak ahvalini dünya gözüyle görmeyi reddeden insan da, istiflediği eşyanın, köteklediği hayvanın, kullandığı aletin ve süs bellediği bitkinin masasına meze oluyor.

Öyküyle deneme arası metinlerin ardından Ferhan Şensoy’un hayali sesi çalınıyor sanki kulağa; ‘Bilmem anlatabilemedim mi?’ diye soruyor, beri yanda Boris Vian’ın trompetinin çığlığı’

Yazının dibine çam armağanı çoban sakızı bir not düşmeli: Anlamayanlar, anlayanlara anlatsın’

DSÖ, 12 Ağustos 2010 tarihinde başlangıcını ilan ettiği ”Dünya Gençlik Yılı” ile dünya genelinde her yıl meydana gelen ”erken ölümlere” ve bu ölümlerin nedenlerine dikkati çekmeyi hedefliyor.

 Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün resmi internet sitesinden derlediği bilgilere göre, dünya genelinde her yıl 15-24 yaş grubunda 1.8 milyon genç hayatını kaybediyor. Genç ölümlerin temel nedenleri arasında sigara kullanımı, hareketsizlik, korunmasız cinsel ilişki, trafik kazaları, şiddet olayları ilk sıralarda yer alıyor. DSÖ’nün açıklamasına göre, gençlere ait bazı istatistikler, üye ülkeler sorunların çözümü için acil önlemleri devreye sokmazsa, geleceğe yönelik karamsar projeksiyonlara neden olacak veriler içeriyor. Her yıl HIV’e yakalananların yüzde 40’tan fazlası 15-24 yaş grubundan, yine bu yaş grubunda 150 milyondan fazla genç sigara kullanıyor ve her gün dünya genelinde en az bin genç, trafik kazalarında hayatını kaybediyor.
”Gençlerin sağlıklı olduğu” yönündeki inanışın tekrar gözden geçirilmesi gerektiğine işaret eden DSÖ, erken ölümlerin nedenlerinin iyi bilinmesi gerektiğini, 15-24 yaş grubunda başlayan sigara kullanımı ya da hareketsizlik gibi alışkanlıkların ise yetişkinlik döneminde hastalıklar ve sorunlar olarak bireylerin karşısına çıktığını belirtiyor.
”Sağlıklı genç nesiller”in BM’nin milenyum hedefleri arasında yer aldığını hatırlatan DSÖ açıklamasında, ”Büyüme döneminde sağlıklı alışkanlıkları teşvik etmek, genç insanları sağlık risklerinden koruyacak daha iyi adımlar atmak, ülkelerin sağlık ve sosyal altyapılarıyla, yetişkinlerin karşılaşabilecekleri sağlık sorunlarının önüne geçilmesi bakımından hayati önem taşımaktadır” ifadelerine yer veriliyor. DSÖ, üye ülkelerin gençlerin sağlığına yönelik bazı alanlarda özel politikalar uygulamasının önemine işaret ederek, ”gençlik yılı” boyunca, destek vereceği özel düzenleme gerektiren konuları şu şekilde sıralıyor:

Erken hamilelik: Dünya genelinde her yıl 15-19 yaş grubunda 16 milyon kadın doğum yapıyor. Erken yaşlarda hamilelik ve doğumdaki risk, ileri yaşlardakinden çok daha yüksek oluyor. DSÖ, evlilik yaşına sınırlama getirilmesi, koruma yollarının iyi öğretilmesi ve erken hamileliklerde sağlık kurumlarına erişimin kolayca sağlanması yönünde politikalar geliştirilmesini öneriyor.
HIV: HIV taşıyıcılarının yüzde 40’tan fazlasını 15-24 yaş grubu oluşturuyor. Her gün 2 bin 500 yeni genç insana bulaşan hastalığın önüne geçilebilmesinde, gençlerin bilinçlendirilmesinin hayati rol oynadığına işaret eden DSÖ, yapılan araştırmalara göre, gençlerin sadece yüzde 30’unun bu virüsten nasıl korunacaklarına dair tam ve doğru bilgiye sahip olduğuna dikkati çekiyor.
Dengesiz beslenme: Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki çocukların önemli bölümü, gençlik dönemine yetersiz beslenmiş ve tam gelişememiş olarak girerken, başta gelişmiş ülkeler olmak üzere, dünya genelinde obez gençlerin sayısı da hızla artıyor. Dengeli beslenme ve egzersizin çocukluk ve gençlik döneminde kazandırılması gereken bir alışkanlık olduğunu belirten DSÖ, ülkeleri özellikle hızla artan obezite konusunda önlem almaya davet ediyor.

Gençlerin ruhsal sorunları: 15-24 yaş grubundaki gençlerin yüzde 20’si, bu dönemde depresyon başta olmak üzere ruh sağlıklarıyla ilgili sorun yaşayabiliyorlar. Gerekli önlemler alınmazsa, bu sorunlar topluma şiddet, intiharlar ve başka sorunlar olarak geri dönebiliyor. DSÖ, sorunun çözümünde okulların önemli rol oynadığını, artan sorunların uzman kişiler tarafından teşhis edilip çözüm aranması gerektiğini belirtiyor.

Sigara kullanımı: Sigara tiryakilerinin büyük bölümü, bu alışkanlığını gençlik döneminde kazanıyor. 15-24 yaş grubunda 150 milyon kişinin sigara kullandığını ve rakamların artığını ifade eden DSÖ, sigara reklamlarının yasaklanmasından, sigara fiyatlarının yeniden düzenlenmesine, kapalı mekanlara yasak getirilmesine kadar bir dizi önlemin, gençlerin sigaraya başlamasının önüne geçebileceğine dikkati çekiyor.
Aşırı alkol tüketimi: Birçok ülkede gençlerin aşırı alkol tüketiminin erken ölümler kadar, bu kişilerin gelecekteki sağlık sorunlarına da neden olduğu belirtilirken, alkol tüketiminin riskli davranışları tetiklemesi nedeniyle, farklı nedenlerden yaralanma, hastalık ve ölümlere neden olabileceği kaydediliyor. Şiddet: şiddet ve şiddet eğilimi de genç ölümlerin temel nedenleri arasında yer alıyor. DSÖ, bu sorunların üstesinden gelebilmek için hükümetlerin gençlere yönelik kapsamlı politikalar üretmesi gerektiğini belirtiyor.