Fazıl Say: Su, boğazımıza kadar yükseldi

Ünlü piyanist, ‘Siyasi İslam fena şekilde üzerimize geliyor. Yavaş yavaş, su nefes alamayacağımız kadar yükselecek diye düşünüyorum bazen’ diyor.

 – Almanya’da övgüleri toplayıp tartışmalı açıklamalar yaptıktan sonra yurda dönen Fazıl Say, Radikal’den Cem Erciyes’le müzik ve politika konuştu.

Ünlü piyanist, “Siyasi İslam fena şekilde üzerimize geliyor. Yavaş yavaş, su nefes alamayacağımız kadar yükselecek diye düşünüyorum bazen” diyor.

En son bir Alman gazetesinde sizin için “Lang Lang onun yanında yapmacık kalıyor” diye yazdılar. Her gün buna benzer yeni bir övgü alıyorsunuz. Dünya müzik çevreleri Fazıl Say’da en çok neyi seviyor?

20. yüzyılda kayıt teknolojisiyle gelişen mükemmeliyetçi çalışlar, Avrupa’nın seyirciyle buluşturamadığı avangardizmi, halkla müziğin ilişkisinde kopukluklar yaratan unsurlar oldu. Dünyanın çok ihtiyacı olan şey, eleştirileri göze alıp içtenlikle, özgünlükle, cesaretle müzik yapan yorumculardı. 90’lardan beri ben bunların en başını çekmekteyim. Besteci olarak da hepimizin anlayabildiği müzikleri yazanlar aranıyor. “Ben yazıyorum, benim bestem iyi, dinleyici de anlar, anlamazsa da anlamaz” düşüncesi egoistlik. Hem besteci hem piyanist de çok az var. 19. yüzyılda hep öyleydi ama sonra o yollar ayrıldı.

Alman gazetesindeki röportajda ‘Sansürleniyorum’ dediniz. Evet, Kültür Bakanlığı’yla aranız bozuk ama ‘sansür’ biraz abartılı bir söz değil mi?

Sansür kelimesi orada bir tek Metin Altıok Oratoryosu için geçerli. Öbürlerinin konser iptali filan oldu. Bütün bunları söyleyince ben Türkiye’yi şikâyet ediyor filan değilim. Çünkü bunları Türkiye’de de söylüyorum. Türkiye’deki gazetelerde çıkan röportajlarım da böyle.

Metin Altıok’la başlayan bir gerilim var. Bu, Kültür Bakanlığı’yla tekrar ediyor, İKSV’yle tekrar ediyor, 2010’la tekrar ediyor… Neden her defasında bu tür kurumlarla benzer sıkıntılar yaşanıyor?
İKSV’yle sıkıntılar kalkıyor. Metin Altıok’tan sonraki sekiz yıllık boşluğu kapatacağız. Devlet orkestralarıyla çalışamıyoruz, mümkün değil. Çünkü konserleri hediye etmem lazım. Konser hediye edeceksek, körler, sağırlar için, kimsesiz çocuklar için yardım amaçlı çalayım. 2010’la yaşadığımız İstanbul Senfonisi olayı bence skandal bir konu. Bütün bunlar aslında politik!

Yani Fazıl Say’ı bir hasım olarak gördükleri için mi yapıyorlar?
Evet, görmezden gelelim, elimizden geldiğince engelleyelim, onunla birlikte anılmayalım. Sevgisizlik, ilgisizlik, kültürsüzlük… Hepsinin bir araya gelmişi… Fazıl-AKP ilişkisi, olmayan bir şey.
Biliyorsunuz heykelleri yıkmak filan istiyorlar. Birileri galeri basıyor, birileri konser basıyor. Bu sadece benim başıma gelen bir şey değil. Herkes de ufak tefek kendi tepkisini veriyor. AKP’lilerin arkasında halktan bir destek olmasa buna, sanatçılarla bu kadar çatışmaya cesaret edemezlerdi. Tayyip Erdoğan’a “Ucube lan bu” dedirttirecek kadar cesaret sağlayan bir halk var arkasında. Kars’ta 23 kişiden 19’u yıkalım kararı alıyorsa, o zaten halkına güveniyor. Kendinde yanlış bir şey görmüyor, yoksa yapamaz.

Sonuçta halk desteği, demokratik açıdan kötü bir şey değil.
O zaman heykelleri yık, besteleri de çalma. İşte o zaman insan benim işim bitti burada diyor. Ben de yok ediliyorum diyorsun. Ben oraya geldim, o noktada duruyorum. Çok zor bir hayatım var, bestele, konser ver, savaş, yalnızlık… Bir yandan seslendirilmiş bir eserini internette savun, bir yandan da Hayyam’a üç saniyelik iyi bir şey eklemek için çırpın. Bana bu ülkede iyi bir yeri layık görmüyorlar.
O kadar kötü bir imajım var ki televizyona filan da çıkmıyorum fazla. Benim bir sponsorum filan da olmaz şu saatten sonra. Benimle adlarını yan yana getirmek istemezler.

Siz politik çıkışları olan bir sanatçısınız, müziğiniz ise politik değil. Kendinizi politik bir sanatçı olarak görüyor musunuz?
Sanatçının siyasetin üzerine yürümesiyle, siyasetin sanatçının üzerine yürümesi arasında bir bağlam farkı var. Nâzım politikti, Cumhuriyet’in üzerine yürüyor, komünizm istiyordu. Ama mesela Hayyam politik mi? Hayyam üzerine gelen bir şeye karşı kendi savunmasını yaratmış bir insandı, ben İslamın şusunu alıyorum, bunu almıyorum filan yapan ilk insandı; bin yıl önce. Camiye gitmiyorum, beş vakit de kılmıyorum, içkimi de içiyorum, sevgilim de var. Allah beni böyle yaratmış, varsın cehenneme koysun, beni yaratan da kendisi… filan diyen bir adam.

İşte hayatın siyasi tarafı mı senin üzerine geliyor, sen mi onun üzerine gidiyorsun arasında anlaşılmaz bir köprü var. Şu anki hayatlarımızda siyasi İslam fena şekilde üzerimize geliyor. Bu bir gerçek. Zamanla içki yasağı, başörtü filan derken yavaş yavaş nefes alamayacağın kadar su yükselecek gibime geliyor.

Benim eserlerimin sansürleniyor olması aslında küçük bir konu. Çünkü burada çalınmıyor, başka yerde çalınıyor. Bu o kadar derin bir acı değil, heykelinin dinamitle yıkılması daha derin bir acı bence. Ama arkalarında bunları destekleyen bir halk var işte…

AKP’yi desteklemeyenler de var, onlar ne olacak? Onlar yalnızlık duygunuzu azaltmıyor mu, umut vermiyor mu?

Veriyor, doğru söylüyorsunuz. Keşke yüzde 57’nin dışında kalan herkese de verse. Ama gittikçe de daralan bir alanın içinde olduğunu her geçen gün hissediyorsun.

Peki hiç bu tartışmalara girmeseniz, herkes ‘gurur kaynağımız’ filan diye size hayran olsa, sevse… Böyle bir hayat hiç aklınıza gelmiyor mu?
O zaman çaldığımız Beethoven da yavşak bir şey olurdu, bestelediğimiz Hayyam’ın da canına okumuş olurduk…


‘Alevi Dedeler Rakı Masasında’ adında bir beste yaptı

En son ne siparişler aldınız?
Berlin Senfoni Orkestrası’nın beş nefesli saz üyeleri, yani flüt, obua, klarnet, fagot, korno için bir nefesli sazlar beşlisi siparişi verdiler. Onu yazdım, adı ‘Alevi Dedeler Rakı Masasında’. O beş sazın her biri bir dedeyi canlandırıyor. Dedeler yarım saat boyunca rakı masasında hem demleniyor hem tartışıyor. Bunu Arif Sağ’ın anlattığı çok enteresan ve felsefi bir hikâyeden yola çıkarak yazdım. Hikâyedeki Alevi dedeler bir gece oturup Allah’ın 99 adını saymaya kalkar…
Bir de üç Türkçe , üç Almanca şarkıdan oluşan bir parça hazırlıyorum.Almanya’daki Schleswik Holstein festivalinde çalınacak. Almanca şarkılar Rilke, Türkçeler ise Turgut Uyar.

Hayyam, Alevi dedeler… nereden geliyor? Mesela Türkiye’de içki içilmesiyle ilgili bir sorun mu var?
Ben 25-30 gün boyunca Facebook’a Hayyam’ın dizelerini günde ikişer tane çaktım. Yani bir nevi kendini ‘Hayyamlaştırıyorsun’, bu öyle bir şey. Bu ‘doğuyu kullanıyor’ filan laflarından çok farklı bir durum.