Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Ahmet BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Ne demek oluyor Fringe?

Sözlük anlamı ‘sınırda’ olan ‘fringe’le, bilim dünyasında kabul edilebilirlik sınırlarında olan deneyler anlatılıyor. Sahte bilimle ‘fringe’ bilim arasındaki fark ise şu: Sahte bilim, bilimle amatör olarak uğraşan kişilerin yaptıkları deneyler ve iddiaları kapsarken, ‘fringe’ bilimde saygın ve ‘gerçek’ bilim insanları, meslektaşları tarafından garipsenen yöntemlere başvuruyor. Türk Vikipedia’sı bu alana ‘Sınır-bilim’ ismini takmış. 


 

Dizinin konusuna gelince; 

Dizi Boston’a düşen bir uçak ile başlıyor.Almanya’dan kalkan uçağın içinde bulunan birinin kendisine insülin iğnesiyle kendine bir tür zehir enjekte eder ve tüm mürettabıyla yolcular ile birlikte Boston’a düşer.Burada görevli olan FBI ajanı Olivia Dunham ve gizli aşkı Ajan Scott olayı araştırmaya başlarlar.Daha sonra bu tip olaylarla ilgilenen ve  uzun süredir akıl hastanesinde yatan Dr. Walter Bishop ve oğlu Peter Bishop kadroya dahil olurlar ve Fringe ekibi kurulmuş olur. 

Fringe Oyuncuları Fringe Oyuncuları 

Fringe Dizisi Oyuncu Kadrosu ve Görevleri; 

  • Joshua Jackson, Peter Bishop adında babasıyla(Dr. Walter Bishop) araları pek iyi olmayan ve kendi çapında işler yapmaya çalışan ve aynı zamanda kimya bilgisi üst düzeyde bir bir karakteri canlandırıyor.
  • John Noble, Dr. Walter Bishop adında zamanında devlet adına çok önemli deneylere ve çalışmalara imza atmış fakat bu çalışmaların sonucunda akıl hastesine düşmüş bir bilim adamını canlandırıyor.
  • Anna Torv, Olivia Dunham adında azimli, başarılı ve iyi bir kariyer sahibi olan bir FBI ajanını canlandırıyor.
  • Mark Valley, John Scott adında Olivia Dunham’ın hem iş partneri hem de sevgilisi olan bir FBI ajanınını canlandırıyor.
  • Kirk Avecedo, Charles Francis adında Olivia Dunham ve John Scott arkadaşı olan FBI ajanını canlandırıyor.
  • Jasika Nicole, Astrid Farnsworth adında Olivia Dunham’ın yardımcı olan bir FBI çaylak ajanını canlandırıyor.
  • Lance Reddick, Philip Broyles adında olayı çözmekle görevli olan ekibin liderini olan bir FBI ajanını canlandırıyor.
  • Blair Brown, Nina Sharp adında zamanında Dr. Walter Bishop ile teması olan birisiyle birtakım işler çevirerek değişik alanlarda hizmet veren bir teknoloji şirketinin patronunu canlandırıyor.

Dizinin diğer dikkat çeken yanı ise başlangıç müzikleri.Çok kısa sürse de bu müzikler acayip güzel.Şu ana kadar üç farklı şekilde yayınlanan Fringe başlangıç müziğini sizlerle paylaşmak istiyorum.

iPhone 4 satışa çıktı

Yeni nesil iPhone 4’ün satışı 5 ülkede satışa çıktı. 1 milyonun üstünde ön sipariş alan iPhone 4 ilk olarak İngiltere’de satışa çıkarıldı.

Apple şirketinin, başkent Londra’da Regent Street’te bulunan mağazası önünde, telefonu satın almak isteyen binlerce kişi, sabahın erken saatlerinden itibaren uzun kuyruklar oluşturdu. Sırada bekleyenler arasında yeni telefona sahip olmak için okuldaki sınavını kaçıranların yanı sıra, sırf telefon için Almanya’dan İngiltere’ye gelenler bile vardı.

IPhone 4’ü almak için bu sabah Almanya’dan İngiltere’ye geldiğini anlatan Christina adlı genç kadın, telefonu satın aldıktan sonra akşam ülkesine döneceğini söyledi. Christina ayrıca, Almanya’da Apple’ın yeni nesil telefonunun çok daha pahalı olduğunu ve bu nedenle İngiltere’ye seyahat etmeyi tercih ettiğini belirtti.

Dört saat sırada bekleyen Aditi adlı genç ise yeni telefonun çok iyi olduğunu tahmin ettiğini, dolayısıyla beklediğine değeceğini umduğunu söyledi.

Uzun saatler sırada bekledikten sonra iPhone 4’ü satın alanların mutlu bir şekilde mağazadan ayrıldıkları gözlendi. Yeni iPhone’unu gururla sırada bekleyenlere gösteren Patricia adlı öğrenci ise, 8 saat beklediğini ve bu uğurda okuldaki sınavını kaçırdığını anlattı.
İngiltere’de yeni iPhone’u almak için internette önceden kayıt listesine isim yazdırmak gerekiyor.

Bu arada, Londra’da sıcak havadan bunalan sıradaki kalabalığa yiyecek ve içecek servisi de yapıldı.

İngiltere’de iPhone 4’ün 16 GB kapasiteli olanı 499 Sterline (yaklaşık 1,100 TL), 32 GB kapasitelisi de 599 sterline (yaklaşık 1,320 TL) satılıyor.

Mashable sitesi web’in 10 kurucu babasını belirledi.

 CNNTürk’ün haberine göre, Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve George Washington gibi ABD’nin kurucu babaları fikrinden yola çıkan site, global düzeyde bir yaklaşım göstererek web’in babalarını seçti.

Mashable’a göre interneti internet yapan 10 baba isim şöyle:

1 – Tim Berners-Lee : Kendisi World Wide Web’in yani www’nin mucidi. Aslında CERN’de fizikçi olan ancak bilgisayar programcısı da olan Berners-Lee dünyanın ilk web browser’ını yaptı. O, ilk web server’ını kurdu ve HTML dilini icat etti.

2 – Marc Andreessen : Mosaic’in yaratıcısı… Netscape’in kurucusu…

3 – Brian Behlendorf : Apache Web Server’ının ilk geliştiricisi ve Apache Grubu’nun kurucularından…

4-5-6 – Rasmus Lerdorf, Andi Gutmans ve Zeev Suraski : PHP ile ilgili ne biliyorsak üçü de bundan sorumlu… PHP’yi 1995’te Lerdorf yarattı. Gutmans ve Suraski ise onu geliştirerek önce PHP3 sonra da PHP4’ü oluşturdu.

7 – Brad Fitzpatrick : LiveJournal’ın yaratıcısı… Facebook, MySpace gibi sosyal ağ sitelerinin önünü açtı…

8 – Brendan Eich : JavaScript’i yarattı… İlk adı Mocha’ydı… Sonra LiveScript oldu ve nihayet 1995’te JavaScript olarak hayatımızdaki yerini aldı.

9 – John Resig : Web’deki en popüler JavaScript Library’si olan jQuery’nin mucidi.

10 – Jonathan Gay : FutureWave Software’in kurucusu… Yazdığı SmartSketch isimli program bildiğimiz Flash’ın öncüsü oldu… Bu başlangıcın en “flaş” sonucunu şu an YouTube adıyla biliyoruz…

Son yıllarda artan bilişim suçları ile ilgili olarak uzmanlar yurttaşları uyardı. Özellikle mobil ve sabit internet kullanımı ile sosyal ağların yaygınlığına dikkat çeken Bilgi Güvenliği Derneği Başkanı Şeref Sağıroğlu, “Öncelikli korumayı bireylerin sağlaması lazım. Bilgisayarlara şifre koymak alınabilecek ilk önlemdir. Şifresiz bilgisayarlar kapısı açık evler gibidir” dedi.

 Teknolojinin giderek yaygınlaşması ile birlikte artan bilişim suçlarına karşı uzmanlar yurttaşları uyardı. Bireylerin cep telefonları ve bilgisayarlarında alacakları küçük önlemlerle kişisel verilerini bir nebze de olsa koruyabileceğine dikkat çeken uzmanlar, son bir yıl içinde artan tehditleri ve önlemleri sıraladı.

Bilgi Güvenliği Derneği Başkanı ve Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şeref Sağıroğlu, vatandaşların ilk olarak yapması gereken şeyin ihtiyaçlarını belirlemesi ve ona göre cihaz kullanması olduğuna dikkat çekti. Cep telefonlarında 3. Nesil teknolojisi ile birlikte mobil internet kullanımının yaygınlaştığını belirten Sağıroğlu “Cep telefonunu sadece konuşma ihtiyacı için kullanan birinin internet özellikli bir telefon alması gereksizdir. Bunun yanında her bilgisayar kullanıcısının bilgisayarlarına şifre ile giriş yapmaları önemlidir. Şifresiz bilgisayarlar kapısı açık evler gibidir” diye konuştu.

Kamusal çözümler noktasında ise öncelikle alınması gereken önlemin ortak kullanılan bilgisayarlarda önemli bilgi ve belgelerin sınıflandırılması ve şifrelenmesi olduğunu belirten Sağıroğlu, elektronik imza ve mobil imza uygulamalarının yaygınlaştırılması gerektiğine bu konuda üniversite, devlet ve özel sektörün ortak çalışması ve projeler geliştirmesinin önemli olduğuna dikkat çekti.
 

Siber dünyanın tehditleri

Teknoloji ilerledikçe imkanlarının yanında tehditleri de farklı şekiller alıp büyümeye devam ediyor. Bilişim hukuku uzmanları son bir yıl içinde en fazla karşılaşılan siber tehditleri şu şekilde sıralıyor:

– SMS, mail ya da msn üzerinden dolandırıcılık; “Kontör ya da hediye kazandınız” tuzağı ile dolandırıcılık en yaygın tehditlerin başında geliyor.

– Bankacılık şifrelerinin çalınması; kullanıcı adı ve şifreler kolaylıkla kırılabiliyor. Tek kullanımlık şifre uygulamaları ise sim kartlar kopyalanarak etkisiz hale getiriliyor.

– Zombi bilgisayarlar; bilgisayarlara dışarıdan bir program yüklenmesi ile bilgisayarın sahibi farkına varmadan arka taraftan programın çalıştırılması. Bu uygulamada sadece verilerin çalınması değil, kişilerin IP adresleri üzerinden bilişim suçlarının gerçekleştirilmesi tehlikesi de mevcut.

– Telefon ve ortam dinlemesi; 2009 yılının en yaygın tehdidi şüphesiz ki bu konu oldu. Sadece bir kalem boyutunda cihazlarla ya da küçük yazılımlarla gerçekleştirilebiliyor.
 

Düşük maliyetli önlemler

Tüm bu tehditlerin yanında uzmanlar vatandaşların alacağı küçük ve düşük maliyetli önlemler ile siber dünyada korunma imkanı bulunduğuna dikkat çekiyor. Prof. Dr. Şeref Sağıroğlu, 8 maddede siber tehditlerden korunma yöntemlerini şu şekilde sıralıyor:

– İhtiyaçlarınızı belirleyin; Sınırsız kullanım çılgınlığına kapılmayın. İhtiyaçlarınıza göre araç kullanın. Sadece konuşmak için telefon kullananlar internet bağlantısı özelliği olan cep telefonlarını satın almamalı. Bu sayede ortam dinleme yazılımlarından ya da mobil hackerlık yöntemlerinden koruma sağlanabilir.

-Şifre kullanın; Kişisel bilgisayarlarda ve kablosuz internet erişimlerinde muhakkak şifre kullanılmalı. Cep telefonlarının Bluetooth uygulamaları gerekli değilse kapatılmalı veya şifrelenmeli.

-Paylaşmayın; Kablosuz internet hizmetinin birkaç apartman sakini tarafından paylaşılması tehlikeye davetiye çıkarıyor. Size özel olan internet hizmetinizle, bir başkasının işleyeceği bilişim suçunun sizin üzerinize kalması tehlikesinden korunursunuz.

– Güncel ve yasal yazılımlar kullanın; Antiviral yazılımlar (Antivirüs, Antispyware vs.) ve Güvenlik Duvarı muhakkak kullanılmalı ve güncelleştirilmeli. Bilişim suçluları her geçen gün yeni yöntemler bulurken, yazılımlarınız bu yöntemleri çözebilecek yenilikte olmalı.

– Bilgilerinizi gizleyin; Bilgiler önem derecelerine göre sınıflandırılmalı. Gerekiyorsa önemli belgeler farklı dosya formatlarında saklanmalı. Hatta önemli bir Word belgenizi müzik dosyası biçiminde saklayabilirsiniz. Ya da belgelerinizi şifrelerle koruyabilirsiniz.

– 4 TL’ye birikimlerinizi koruyun; Özellikle finansal işlemler için muhakkak elektronik imza veya mobil imza kullanılmalı. Bankalar bu işlemi zaruri tutmuyor. Maliyeti en fazla 4 TL olan bu yöntemle birikimlerinizi koruyabilirsiniz.

– Download ederken dikkat; İnternetten dosya indirirken dikkatli olun. Güvenmediğiniz sitelerden ya da kişilerden yönlendirilen dosyaları indirmeyin. İndirdiğiniz dosyaları da açmadan önce Antivirüs programları ile kontrol edin.

– Sosyal ağlara dikkat edin; Üye olduğunuz ve pek çok bilginizi paylaştığınız sosyal ağlara dikkat edin. Bu tarz sitelerin kendi otokontrol sistemleri güncel olmayabiliyor. “Sizi kim takip ediyor” uygulamaları sizi ve arkadaş listelerinizi üçüncü şahıslara açık hale getiriyor.

Liderler siyah giyer

İlhan Selçuk’un gömlekleri bir ara çalışma arkadaşlarını da etkisi altına almıştı. Gerçi onlarınki hevesti ve kısa sürdü. Modacı Faruk Saraç’ın “zıbın yaka” olarak adlandırdığı, rahatlığı ön plana çıkaran bu gömlekler önümüzdeki sezon dünyayı saracak. Biz de Faruk Saraç’la İlhan Abi’nin hafızalara kazınan şıklığını konuşup, onu başka bir yönüyle analım istedik.

Kravatın hikâyesini bilirsiniz; Hırvat kadınların erkekleri askere gönderirken kötülüklerden korusun diye boyunlarına bağladıkları atkı daha sonra Fransızların elinde kravata dönüştü. Bu süreç gömleklerin yakalarını da etkiledi. Kravata uygun olarak çift yakalı oldular.

İlhan Selçuk, kravat takmazdı. Onun için de “Eğer kravat takmıyorsan ikinci yakanın anlamı yok” derdi. Her zaman şık ve bakımlı İlhan Selçuk’un giyimindeki en belirgin özellik işte bu çift yakasız gömlekleriydi. “Atatürk yaka”, “hâkim yaka” olarak da adlandırılan bu gömleklerin aslında “zıbın yaka” olduğunu Faruk Saraç’tan öğrendik. Faruk Saraç, uzun bir dönem İlhan Selçuk’un giysilerini de hazırlamıştı. Faruk Saraç’ın da dediği gibi İlhan Selçuk “tarzı olan” biriydi. Faruk Saraç’ın Levent’teki moda atölyesine gittiğinde de ilk söylediği şey “Ne olur bana hiçbir şey değil de hâkim yaka gömlek” yapın olmuş. 90’ların sonuydu, Faruk Saraç 4-5 yıl boyunca İlhan Selçuk’un pantolonlarını, ceketlerini ama en çok da gömleklerini hazırladı. “İlhan Selçuk yarım astar ve dökümlü ceketleri seviyordu” diyor, “keyjıl (rahat, şık) giyinmeyi seven bir insandı.”

Gömleklerde tercihi siyahın yanında beyaz ve boyuna ince çizgiliydi. Yakalarının hepsi de aynıydı. Faruk Saraç, “Hâkim değil de zıbın yaka demek daha doğru olur” diye anlatıyor: “Eski zıbınlarımızı düşünün, hâkim yaka onun biraz daha yükseğidir. Bizim İlhan Abi’ye çıkardığımız kalıp ise tamamıyla hâkim yaka ile zıbın yakanın ortasıydı. Yani 1.5-2 santim civarında yaka boyu. Hâkim yakada ise 3.5-4 santim olur boy. Yani cübbedeki yakayı düşünmeyin, hâkim yaka odur esasında, zıbın yakadan biraz daha yüksektir.”

Peki özelliği nedir o yakanın, neden tercih edilir? Faruk Saraç’a göre yazarlar, sanatla uğraşan insanlar giyside rahatlık ister. Onun için de kravattan uzak dururlar. Masa başında çalışırken kendisini sıkmamasını isterler.

“Normalde zıbın yakada gömleğin boyun kısmı açık giyilir ama İlhan Abi’nin fotoğraflarına da dikkat ederseniz yakası hep kapalıydı. Biz de rahat etsin diye yakayı hep bir santim daha geniş tutardık” diyor Faruk Saraç, “Ne olur benim yakam çok fazla dar olmasın derdi. Zaten biz gömleklerinin kol manşetlerini bile düğmesiz hazırlıyorduk, rahat olsun diye”.

Tarzı dışında hiç mi bir şey önermedi Faruk Saraç, İlhan Abi’ye? Hayır, diyor, ona göre bu tür insanları yönlendirmek çok doğru bir şey değil. Zaten Türkiye’de image-maker sisteminin oturmadığından söz ediyor. Ama şunu da eklemeden edemiyor. “Kendisine hazırladığımız hiçbir gömlekte polyester kullanmadık. Hepsi tamamıyla pamukludan hazırlanmıştı. Çünkü saatlerce çalışan, kalemle işi olan bir insanın rahat olması lazım. Polyester bir kumaş stres yaratır, elektriği dışarı atmayı zorlaştırır oysa pamuklu vücudu daha rahatlatır. Hatta spala deriz biz robalarını da biraz daha geniş bırakırdık, kol evini biraz daha geniş tutardık ki kalemle çalışırken rahat olsun diye. Takım elbiseleri ve ceketlerini de daha çok siyah olarak hazırladıklarını anlatıyor Saraç, zaten lacivertin imajı belli değil mi? Son yerel seçimlere bakın mesela diyor Saraç, “Hepsi lacivert elbise, beyaz gömlek, kırmızı kravatlıydı. Oysa kişinin yapısı, yürüyüşü, konuşması, hareketi, eli, kolu hepsi bir bütündür. Urfa’da bir söz vardır; para insana saymasını öğretir diye. Ben de o söze şunu ekliyorum; güzel bir kıyafet de insana yürümeyi öğretir. Güzel bir kıyafetin içinde insan daha mutlu daha rahat hisseder.”

Provalar sıkıcıdır ya zor biri miydi İlhan Abi? Mütevazılığını orada da sürdürdüğünü öğreniyoruz. Hatta Faruk Saraç, “utangaç ve sıkılgan” olduğunu söylüyor provalar sırasında. Bu sırada 98 yılında Atatürk kıyafetlerini hazırladığı koleksiyonu nedeniyle kendisini takdir edişini anımsıyor. Yaşadığı yüzyıl içersinde hatta şimdi bile Atatürk’ün en şık giyinen liderlerden birisi olduğunu anlatıyor: “Atatürk’ün bütün giysilerini kumaşlarını inceledim, kalıplar çıkarttım. Bir insan bu kadar zevkli olamaz diye düşünüyorum. Atatürk bir stilist ayrıca. Kendi kıyafetlerini çizen bir insan, çok şaşırtıcı. Atatürk’ün hiç lacivert elbisesi yoktu, siyah giysileri çoğunlukta. Siyah, lider rengidir. İlhan Abi de hep siyah kullanırdı.”

Ve bir noktaya daha dikkat çekiyor Faruk Saraç, zıbın ve hâkim yakalar şu anda çok moda, önümüzdeki yıl ise tamamen modayı kuşatacak.

Peki İlhan Selçuk’un giyim tarzını nasıl tarif ediyor bir modacı olarak: “Rahatlığı ön planda tutan, uç noktalardan ve gösterişten kaçınan, sade ve şık giyinen bir insandı. Ceketlerde de rahatlığı tercih eder, kup denilen olayı istemezdi. Ceketleri de hep koyu renkti. Geceler için siyah takım elbiseyi tercih ederdi. Pantolon üzerine bol bol griler giyerdi. Beyaz gömleklerinde çok ince çizgiler olurdu. Sonraki yıllarda da giyim tarzını hiç değiştirmedi.”

İlhan Abi’den bahsederken modayı konuşmanın biraz yersiz olduğunu düşünse de onun şıklığını ve zarafetini anımsatıp “giyim çok farklı, bu konuda da öncü olmak lazım” diyor.

Sağlıklı bir yaşam için spor yapanlarda, yüksek hava sıcaklıklarının gözetilmemesi halinde kas kramplarından ölümle sonuçlanabilecek ısı felcine kadar çeşitli rahatsızlıkların ortaya çıkabileceği bildirildi

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakan Gür, günlük aktiviteler sırasında harcanan enerjinin yüzde 20-30’unun çalışan kas ve organlar tarafından kullanıldığını, yüzde 70-80’inin ısı enerjisine dönüştüğünü söyledi.

Fiziksel aktivite sırasında üretilen ısı miktarının, istirahat şartlarının 15-20 katına ulaştığına işaret eden Gür, şöyle devam etti:
”Vücut iç ısımızı düzenleme mekanizmalarının aktif hale gelmesi, beynimizdeki bir termostat tarafından yapılmaktadır. Termostatın ilk devreye soktuğu sistem ise terlememizi sağlayan mekanizmalardır. Bu mekanizmayla cilt kan akımımız 3-4 kat artar ve kan yoluyla cildimize ulaşan vücut iç ısısı, vücut dışına terleme ve buharlaşma yoluyla aktarılır. Beraberinde de doğal olarak vücuttan sıvı kaybı olur. Bu mekanizma, yeterli sıvı alındığı sürece sağlıklı bir şekilde çalışır.”

Gür, vücut sıvı dengesinin bozulmasına bağlı olarak dolaşan kan miktarının azalmasıyla beyin ve böbrek gibi hayati organların işlevlerini korumak için cilde giden kan akımının azalacağını anlatarak, bunun da terleme yoluyla vücut iç ısısının dışarıya transferinin azalması anlamına geldiğini vurguladı.

Yüksek çevre ısısı, ciltteki buharlaşmayı azaltması nedeniyle yüksek nem, güneş ışınları, rüzgar veya esinti yokluğunun, sıcak çarpmasına neden olabileceğini dile getiren Gür, kusma, ishal, ateşle seyreden hastalıkların varlığı, yorgunluk, güneş yanıkları, çok fazla giyinme, güneş ışınlarını emen koyu renkli ve buharlaşmayı engelleyecek kıyafetler giymenin, yüksek çevre ısısının vücut üstündeki etkisini artıracağına dikkati çekti.

14 yaş altıyla 40 yaş üstünde risk artıyor

Hakan Gür, özellikle 14-15 yaşının altındaki çocuklar ile 40 yaşın üstündekilerde, vücut ısı düzenleme mekanizmalarının 15-40 yaşlarıyla karşılaştırıldığında yeteri etkinlikte çalışmadığını belirterek, ”Bu kişilerin sıcak ortamlarda egzersiz yapması, daha riskli olacaktır. Ayrıca obez (aşırı kilolu) ve zinde olmayan kişiler de daha fazla risk taşır. Alkol de vücut sıvı dengesini bozduğu, vücudu susuz bıraktığı için riski artırır” diye konuştu.

Prof. Dr. Gür, sıcaklık artışıyla birlikte karşılaşılabilen sağlık sorunları hakkında şu bilgiyi verdi:
”Öncelikle kas kramplarıyla karşılaşabiliriz ki bu tür kramplar germe hareketleriyle rahatlamaz. Diğer daha önemli bir sorun ise bitkinliktir. Genellikle baş ağrısı, kollarda bacaklarda ürperme, yorgunluk, kas krampları, üşüme veya titreme, çok terleme, hızlı fakat zayıf nabız, soğuk ve nemli bir cilt ile karakterizedir.

Isı/sıcaklık felci ise çok ciddi, ani gelişen ve yaşamı tehdit eden bir durumdur. Vücut iç sıcaklığı 40 derecenin üstündedir. Baş ağrısı, garip davranışlar, nöbet geçirme, bilinç kaybı, koma, sıcak/kırmızı fakat tersiz bir cilt ile karakterize ölüme kadar varabilecek ciddi bir durumdur.”


Sıvı alımına dikkat

Olumsuz durumlardan korunmak için, sportif aktivitelerin günün serin saatlerinde yapılması, spor öncesi, sırası ve sonrasında sıvı alımına dikkat edilmesini öneren Gür, ayrıca hafif, buharlaştırmayı kolaylaştıracak giysilerin giyilmesinenin önemine dikkati çekti.

Gür, sıcaklık kaynaklı krampları çözmek için yeterli sıvı alınması, ilgili bölgeye buz masajıyla birlikte germe yapmanın yardımcı olacağını belirterek, sıcaklık nedeniyle bitkinlik oluşması halinde öncelikle aktiviteye ara verilmesi, daha ileri belirtiler görüldüğünde duruma müdahale edilmesi gerektiğini dile getirdi.

Hakan Gür, ayrıca, serin ve gölgelik bir yere taşınacak kişinin, üstündeki giysilerin azaltılması, kan dolaşımın yüksek olduğu boyun, koltuk altı, kasık bölgesi, kol ve bacaklara soğuk torbaları ile ıslak havluların konulabileceğini, kol ve bacaklara yumuşak masaj yapılarak cilt dolaşımının artırılabileceğini sözlerine ekledi.

İngiliz The Guardian gazetesinin “Türkiye’nin en iyi 10 plajı” listesinde Kelebekler Vadisi, Ortakent ve Günlüklü de bulunuyor.

The Guardian’ın fotoğraflarına da yer verdiği “Türkiye’nin en iyi 10 plajı” ve özellikleri şöyle:

1.Ovabükü: Çevresindeki küçük lokanta ve pansiyonlarıyla birlikte plajının parlayan çakıl taşlarıyla Ovabükü, Datça yarımadasına gizlenmiş üç koydan en güzeli.

2.Kelebekler Vadisi: İki yüksek kayalığın arasında kalan, çoğu ziyaretçisinin Fethiye ve Ölüdeniz’den kalkan teknelerle ulaştığı vadide elektrik, yol ve inşaat bulunmuyor ancak kamp yapmak serbest.

3.Amos: Bozburun yarımadasındaki iki tatil köyünün arasına gizlenmiş küçük bir koy olan Amos, ahşap şezlonglarının arasına çakıl taşları dağılmış plajıyla, Marmaris’in ışıklarına rağmen koy boyunca uzanan bozulmamış bir güzelliğe sahip.

4.Gemiler: Ölüdeniz’in yakınında bu kadar sessiz bir yer olduğuna inanmanın güç olmasına rağmen Gemiler, etrafı çam ve zeytin ağaçlarıyla çevrili olup taze mezeler ile soğuk bira sunan birkaç güzel restoranıyla sessiz sakin bir koy.

5.Çıralı: Ağaç evleriyle ünlü Olimpos’un hemen ilerisinde bulunan Çıralı’nın, caretta carettalar için 3kmlik koruma alanının bulunduğu plajıyla huzur veren bir atmosferi bulunuyor.

6.Kaputaş: Kalkan-Kaş yolu üstündeki mola duraklarından biri olan Kaputaş, hiçbir tesisin bulunmadığı plajıyla denize girip güneşlenmek için iyi bir seçenek.

7.Hisarönü Koyu: Datça yarımadasına bakan iki küçük plajı, Türkiye’nin 20 sene öncesini hatırlatan restoran ve küçük pansiyonlarıyla Hisarönü Koyu, esintili havasından dolayı rüzgar sörfçülerinin tercihi.

8.Ortakent: Bodrum yolu üzerinde, su kayağından yelkene pek çok su sporunun yapılabildiği plajıyla Ortakent, büyümeyen çocuklar için iyi bir tatil seçeneği.

9.Günlüklü: Fethiye yakınında, hafta sonları koyun sürülerinin plaja indiği, etrafı çam ormanları ve sakız ağaçlarıyla kaplı Günlüklü, büyük bir kaçamak isteyenler için iyi bir seçenek.

10.Kabak: Kelebekler Vadisi’nden çıkılan patika yolla ulaşılan Faralya yakınındaki Kabak, birkaç kamp alanının dışında hiçbir şey bulunmayan plajıyla ve yemyeşil çam ormanlarıyla çevrili tüm dünyayı uzakta bırakıyor.

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi’nde 40 denek üzerinde yapılan bir araştırma, pantolon cebinde taşınan cep telefonunun, spermdeki DNA yapı bütünlüğünü bozduğunu ortaya çıkardı.

Meram Tıp Fakültesi Histoloji-Embriyoloji Bölümü’nde görevli Prof. Dr. Selçuk Duman, Doç. Dr. Murad Aktan ve yüksek lisans öğrencisi Duygu Çoruh, kısırlığa etki eden faktörler içinde yer aldığı düşünülen cep telefonları konusunda, ”cep telefonu ve sperme etkisi”ni araştırdı.
Ekip, radyofrekans ışınım özelikli cihazlar olan, 900-1800 MHz ışınım yayan ikinci nesil cep telefonları kaynaklı radyofrekans ışınımının muhtemel etkileri üzerinde yaptığı çalışmayı tamamladı.

Araştırma ekibinin başkanı Prof. Dr. Selçuk Duman, bilim dünyasında pek çok araştırmayla, cep telefonunu radyofrekans ışınımının biyolojik sistemler üzerindeki olumsuz etkilerinin vurgulandığını, radyofrekans ışınımının biyolojik fonksiyonlar üzerinde bir takım doğrudan ya da dolaylı etkilerinin olduğunun değişik araştırmalarla tespit edildiğini ifade etti.

Cep telefonunu radyofrekans ışınımının testis dokusu üzerindeki etkilerinin halen araştırılan bir konu olduğunu dile getiren Prof. Dr. Duman, ”Çalışmamızda 40 insan semen örneğinde, laboratuvar şartlarında, 900 ve 1800 MHz cep telefonu radyofrekans ışınımına cep telefonunun pantolon cebinde taşınmasını temsilen, 2,5 santimetre ve 10 santimetre mesafelerden 15 dakikalık süreyle (açık konumda) maruz bırakılmıştır. Semen örneğinde sperm DNA yapı bütünlüğü ile hareketliliği değerlendirilmiştir. Yaptığımız çalışma sonucunda radyofrekans ışınımın, spermlerin hareketliliğine herhangi bir olumsuz etkisi bulunmadığı gözlenirken, mesafenin yakınlaşmasıyla, spermdeki DNA yapı bütünlüğünün bozulmaya başladığı, floresan mikroskop düzeyinde gözlenmiştir” dedi.


Cep telefonu testislerden olabildiğince uzak konumlandırılmalı

Günlük hayatta maruz kalınan cep telefonu radyofrekans ışınımının testislere yakın konumlandırılmasının sperm DNA’sının yapı bütünlüğünü olumsuz yönde etkileyeceği görüşünde olduklarını ifade eden Prof. Dr. Duman, şöyle devam etti:
”Sağlıklı erkek üreme hücrelerinin varlığı, sağlıklı nesillerin gelişimi demektir. Araştırma sonucu toplum sağlığı açısından değerlendirildiğinde, cep telefonu konuşma süreleri minimum tutulmalı, konuşma konumunda kulaklık kullanılarak cep telefonu testislerden olabildiğince uzak konumlandırılmalıdır. Bu nedenle cep telefonunun pantolon cebinde taşınması doğru değildir. Batı toplumları Türkiye’deki kadar telefon kullanmıyor, onlar ‘alo’ diyor kapatıyor. Bizde ise saatlerce telefonla görüşülebiliniyor. Şu bilinmelidir ki; cep telefonunu yoğun şekilde kullanmanın bedeli, kısırlığa yavaş yavaş merhaba demektir. Ayrıca cep telefonu ne kadar kompleks olursa o kadar zararlı. Çünkü bluetooth, televizyon, radyo gibi özellikler cep telefonunun ışınım gücü frekansını yükseltiyor, elektro manyetik alan artıyor.”

Testislere yakın konumda kullanılan cep telefonlarının sperm kalitesinde ciddi bir düşüşe neden olduğunu dile getiren Duman, ”Sperm sayıları belirgin noktalarda olan kişilerde, cep telefonunun bu zararı önem taşımayabilir. Ancak spermle ilgili sorunu olan hastalarda sıkıntıya neden olur. Zaten kişinin sperminin özelliklerinde bir olumsuzluk varsa, cep telefonu gibi bir olumsuzluğun da her bir parametresi, sperm sayısı ve hareketliliğini yavaş yavaş dibe vurdurur” diye konuştu.

Meram Tıp Fakültesi Histoloji-Embriyoloji Bölümü’nde görevli Prof. Dr. Selçuk Duman, Doç. Dr. Murad Aktan ve yüksek lisans öğrencisi Duygu Çoruh, kısırlığa etki eden faktörler içinde yer aldığı düşünülen cep telefonları konusunda, ”cep telefonu ve sperme etkisi”ni araştırdı.
Ekip, radyofrekans ışınım özelikli cihazlar olan, 900-1800 MHz ışınım yayan ikinci nesil cep telefonları kaynaklı radyofrekans ışınımının muhtemel etkileri üzerinde yaptığı çalışmayı tamamladı.

Araştırma ekibinin başkanı Prof. Dr. Selçuk Duman, bilim dünyasında pek çok araştırmayla, cep telefonunu radyofrekans ışınımının biyolojik sistemler üzerindeki olumsuz etkilerinin vurgulandığını, radyofrekans ışınımının biyolojik fonksiyonlar üzerinde bir takım doğrudan ya da dolaylı etkilerinin olduğunun değişik araştırmalarla tespit edildiğini ifade etti.

Cep telefonunu radyofrekans ışınımının testis dokusu üzerindeki etkilerinin halen araştırılan bir konu olduğunu dile getiren Prof. Dr. Duman, ”Çalışmamızda 40 insan semen örneğinde, laboratuvar şartlarında, 900 ve 1800 MHz cep telefonu radyofrekans ışınımına cep telefonunun pantolon cebinde taşınmasını temsilen, 2,5 santimetre ve 10 santimetre mesafelerden 15 dakikalık süreyle (açık konumda) maruz bırakılmıştır. Semen örneğinde sperm DNA yapı bütünlüğü ile hareketliliği değerlendirilmiştir. Yaptığımız çalışma sonucunda radyofrekans ışınımın, spermlerin hareketliliğine herhangi bir olumsuz etkisi bulunmadığı gözlenirken, mesafenin yakınlaşmasıyla, spermdeki DNA yapı bütünlüğünün bozulmaya başladığı, floresan mikroskop düzeyinde gözlenmiştir” dedi.


Cep telefonu testislerden olabildiğince uzak konumlandırılmalı

Günlük hayatta maruz kalınan cep telefonu radyofrekans ışınımının testislere yakın konumlandırılmasının sperm DNA’sının yapı bütünlüğünü olumsuz yönde etkileyeceği görüşünde olduklarını ifade eden Prof. Dr. Duman, şöyle devam etti:
”Sağlıklı erkek üreme hücrelerinin varlığı, sağlıklı nesillerin gelişimi demektir. Araştırma sonucu toplum sağlığı açısından değerlendirildiğinde, cep telefonu konuşma süreleri minimum tutulmalı, konuşma konumunda kulaklık kullanılarak cep telefonu testislerden olabildiğince uzak konumlandırılmalıdır. Bu nedenle cep telefonunun pantolon cebinde taşınması doğru değildir. Batı toplumları Türkiye’deki kadar telefon kullanmıyor, onlar ‘alo’ diyor kapatıyor. Bizde ise saatlerce telefonla görüşülebiliniyor. Şu bilinmelidir ki; cep telefonunu yoğun şekilde kullanmanın bedeli, kısırlığa yavaş yavaş merhaba demektir. Ayrıca cep telefonu ne kadar kompleks olursa o kadar zararlı. Çünkü bluetooth, televizyon, radyo gibi özellikler cep telefonunun ışınım gücü frekansını yükseltiyor, elektro manyetik alan artıyor.”

Testislere yakın konumda kullanılan cep telefonlarının sperm kalitesinde ciddi bir düşüşe neden olduğunu dile getiren Duman, ”Sperm sayıları belirgin noktalarda olan kişilerde, cep telefonunun bu zararı önem taşımayabilir. Ancak spermle ilgili sorunu olan hastalarda sıkıntıya neden olur. Zaten kişinin sperminin özelliklerinde bir olumsuzluk varsa, cep telefonu gibi bir olumsuzluğun da her bir parametresi, sperm sayısı ve hareketliliğini yavaş yavaş dibe vurdurur” diye konuştu.

Pek çok dilde şarkı söyleyen Amerikalı caz grubu Pink Martini, yeni albümleri “Splendor in the Grass”ın Avrupa turnesi kapsamında Türkiye’ye de uğrayacak. Pink Martini, 5 Temmuz’da İstanbul’da, 6 Temmuz’da ise Ankara’da konser verecek.

“Sympathique”, “Hang on Little Tomato” ve “Hey Eugene” albümleri ile Türkiye’de büyük bir hayran kitlesine kazanan Pink Martini, yepyeni albümleri “Splendor in the Grass”ın Avrupa turnesi kapsamında 2 özel konser için Türkiye’ye geliyor. Pink Martini, 5 Temmuz gecesi İstanbul Kuruçeşme Arena’da hayranlarını selamlayacak. Grup, 6 Temmuz’da ise Ankara’da ODTÜ Mezunlar Derneği Vişnelik Tesisleri’nde müzikseverler ile buluşacak.

China Forbes’un vokaliyle, Pasion Turca’nın 10.yılı kutlaması kapsamında Türkiye’ye gelen Pink Martini, Samurayların aşk şarkılarından 1930’ların Küba müziğine, Fransızca şansonlardan Brezilya sokak şarkılarına kadar tozlu raflardan bulup çıkardığı şarkıları, dinleyenleri ile buluşturuyor.

Lost finali: Hayal kırıklığı
 
Lost dizisi, 2 saatlik bir final bölümüyle hayranlarına veda etti. İşte Lost’un finalinde yaşananlar!
 

 

     
Yaklaşık 6 yıldır milyonlarca kişi tarafından ilgiyle izlenen; sonu hakkında binlerce teori ortaya atılan “Lost” adlı dizinin son bölümü yayınlandı. Ancak fanatik izleyiciler finali tatmin edici bulmadı!

2004 yılından beri tüm dünyada bir fenomen haline gelen Amerikan yapımı “Lost” dizisinin finali önceki gün sabaha karşı yayınlandı. Milyonları ekrana kilitleyen dizinin Türkiye’deki hayranları da saatlerini 5.00’e kurup, pazarı pazartesiye bağlayan sabah, ekran başına geçti. Geç kalanlar ise dün akşam Dizimax’te yayınlanan finali izledi.
Bölümde, bugüne kadar Lost’ta yer alan tüm karakterlerin bulunduğu görüldü. Ancak karmaşık bir kurgusu bulunan dizide, birçok soru işaretinin yanıtını bulmayı uman izleyicilerin büyük bölümü hayal kırıklığına uğradı. Lost hayranları 2.5 saat süren bölümde yepyeni soru işaretleriyle karşılaştı.

NELER OLUYOR?

“The End” (Son) başlıklı 2 bölümlük finalde, gizemli adanın yeni koruyucusu Jack Shephard ile adayı yok etmeye çalışan John Locke arasında bir mücadele yaşanıyor. Bu mücadelede galip gelen Shephard, batmak üzere olan adayı kendini feda ederek kurtarıyor. Hurley adanın yeni koruyucusu oluyor; Sawyer, Kate, Claire, Miles, Richard ve Lapidus uçakla adadan ayrılıyor. Finalin son sahnesinde dizinin ölenler dahil tüm karakterleri, bir kilise töreninde bir araya geliyor. Burada babası Christian Shephard’la konuşma yapan Jack Shephard, bu konuşma sonunda öldüğünü anlayarak arkadaşlarının yanına, kilisenin diğer tarafına gidiyor.

SİNİR BOZUCU’

Christian Shephard’ın kilisenin kapısını açmasıyla içeri göz kamaştırıcı bir güneş ışığı giriyor ve bölüm sona eriyor. Dünya basını, senaristleri izleyicileri tatmin etmeyen ve soruların tamamını yanıtlamayan “sinir bozucu” bir final hazırlamakla eleştirdi.
İngiliz The Telegraph Gazetesi’nden Michael Deacon, finali heyecan verici ama mantıksız bulurken, eleştirmen Mary McNamara Amerikan Los Angeles Times Gazetesi’ne “Daha kötüsü de olabilirdi” dedi. İnternet bloglarında ise final, duygusal anlamda tatmin edici ancak, mantıksal anlamda yetersiz bulundu.
Lost’un fanatik hayranları da, Türkiye’de hâlâ yasak olan Youtube’a final bölümüyle ilgili videolar yükledi. Görüntülerde, bazı hayranların 6 senedir süren dizi sona erdiği için göz yaşlarına boğuldukları, bazılarının ise finalin tam anlamıyla bir “rezalet” olduğunu söyledikleri görülüyor.

‘Lost takipçileri 6 yıl sonunda daha iyisini hak ediyordu’

FİNALDE her şeye bir açıklama getirilemeyeceği zaten uzun süredir belliydi; 6’ncı sezonun gidişatı da ümit verici değildi.
Ama her şeye rağmen “Lost”u 6 yıldır takip edenler daha iyisini hak ediyordu. Bu final bence Lost takipçilerinin büyük bir bölümünü tatmin etmekten uzak. Bir kere, dizinin en önemli kahramanı olan “Ada”, tarihi ve gizemleriyle tümüyle geri plana itilmiş. İkincisi, bu finalle bilimkurgusal ve fantastik öğelerin değeri düşürülerek vasat ve romantik bir mistisizm tercih edilmiş. 6’ncı sezondaki “sideways” denilen “alternatif dünya”nın bir tür “geçiş ya da öte dünyaya hazırlık” bölgesi çıkması bence bayat ve banal bir fikir. Öyle ki, insanın içinden “6 yıl boyunca biz bu diziyi bunun için mi seyrettik?” demek geliyor.

NEREDE ORİJİNALLİK?

“Boşuna seyretmeyin herkes en başından beri ölü” ya da “Her şey kahramanlardan birinin rüyası çıkacak” diyerek Lost takipçilerini yıllardır kızdıranlar belki haklı çıkmadı ama bu finali seyrettikten sonra “Lost”un da çok orijinal bir dizi olmadığı anlaşıldı.

Hayal kırıklığı yarattı

NBC’de yayınlanan bir eleştiride “Lost’un finali bu mu yani, dalga mı geçiyorsunuz bizimle?” denilirken; Los Angeles Times’ın bir eleştirmeni de finalin, altı yıldır sürüp giden kafalarda soru işareti yaratan efsaneye yakışmadığını söyledi.

İşte Lost hayranlarının isyanı:

* Finali böyle yapanlara var ya, hurley kadar taş düşsün kafalarına.

* Ancak bir Türk dizisinin finali böyle yapılabilirdi (bkz: sağır oda)…
daha sonra lost’u türkler çekmiş diye haberler çıkarsa demedi demeyin.

* Ya şu finali beğenenleri gerçekten anlamıyorum. 5 sezondur bir sürü ilginç sorularla karşılaştık, senaristler son bölümde bazı sorulara cevap vereceklerini söylediler. Ama söyler misin hangi soruya cevap verdiler? Tüm dünya bu adamlara sövüyor şu an.

*Son bölümde Tosun Paşa’dan etkilenmişlerdir. Neydi lan o sawyer-jack-kate-hurley ile flocke-desmond-ben’in karşılaşma sahnesi?! Adeta yeşil vadi için kapışacak görüntüsü verdiler. Küçük eniştenin karısı kate’in silaha davranması ise biraz daha hollywoodvari olmuş.

*İndirip takipçisi olmayı düşündüğüm bir anda sonunu getirdiler. Ben ne diyim şimdi?

*Saçmalayacaklarını biliyordum da bu kadarını beklemiyordum. Onca süre kafa patlattık ama adamlar gitti toteme bağlandı. Pek yorumlanacak bir şey yok bana göre. O kadar bilimsellikten, deneyden sonra her şeyi tek bir ışığa bağlamak yapılabilecek en kötü şeydi.

*İsmi heroes şeklinde değiştirilmesi gereken dizi. Hereos’ta bu kadar kahraman yok. Bu ne ya! Yazmayayım yazmayayım diyorum ama dayanamıyorum. Son ana kadar bekledik, bir şekilde açıklayacaklar, neler gördük şimdiye kadar dedik, hep ertelediler, hep oyaladılar, ağzımıza bir parmak bal çalıp uyuttular ama el insaf bu ne! Dalga mı geçiyorsunuz yahu!!

* Hepsi ölüymüş ne demek! Arkadaş sorarlar adama hurley’i niye janjanlı gösterdiniz madem öyle, ölülerle konuşuyor diye!

*Mutlu son mu şimdi bu? Sonsuza dek mutlu yaşadılar şeklinde bitirmedik, hepsi zaten ölüydü şeklinde bitirip mutlu son anlayışında bir çığır açtık mı demek bu yani! Of burada oturmuş ciddi ciddi soruyoruz biz de ya!

*Çok sinirliyim arkadaş.

*Adadaki hikayenin bitişi şahane ama dizinin bitişi berbat, flashsideways’in manasızlığı olmasa mükemmel bir final olacakmış. Jack’in ölümü ile yaratılan kontras hariç hiç bir manası yoktu flashsideways’in, 6 sezonu tamamen çöpe dönüştürmüş adamlar sırf merak yaratmak adına. Bu ne lan? Herifler “ışığa gel” finali yaptılar höh ya.