Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Oscar törenine yönetmenliğini Cathrine Bigelow’un yaptığı “The Hurt Locker” filmi damgasını vurdu. Kathryn Bigelow ise Oscar tarihinde kazandığı ‘En İyi Yönetmen” ödülüyle ilk kadın yönetmen oldu. Avatar Oscar’dan sadece 3 ödülle ayrıldı.

ABD‘nin Los Angeles kentinde, Kodak Tiyatrosu’nda yapılan tören öncesinde kırmızı halı, renkli görüntülere sahne oldu. Törende de sunuculuğu Steve Martin ve Alec Baldwin üstlendi. İkilinin esprileri ve “iğneleyici” şakalarına sahne olan geceye, dans gösterisi renk kattı.

Bu yıl ilk defa 5 yerine 10 adayın gösterildiği “en iyi film” kategorisinde ödülü “The Hurt Locker” aldı. Ayrıca, bu yıl Oscar ödülünü ilk kez bir kadın yönetmen de aldı. Kathryn Bigelow, “The Hurt Locker” ile “en iyi yönetmen” ödülüne layık görüldü. Oscar’a daha önce Sofia Coppola, Jane Campion ve Lina Wertmuller bu kategoride aday gösterilmişti.

Bigelow’un filmi, “En iyi kurgu”, “En iyi özgün senaryo”, “En iyi ses kurgusu” ve “En iyi ses miksajı” ödüllerini de topladı.
Bigelow, ödül konuşmasında, “Başka türlü tarif edemem, bu hayatta bir kez olur” dedi.

 
 
OSCAR ALAN İLK KADIN YÖNETMEN OLDU
Bu yıl ilk defa 5 yerine 10 adayın gösterildiği “en iyi film” kategorisinde ödülü “The Hurt Locker” aldı.
Ayrıca, bu yıl Oscar ödülünü ilk kez bir kadın yönetmen de aldı. Kathryn Bigelow, “The Hurt Locker” ile “en iyi yönetmen” ödülüne layık görüldü. Oscar’a daha önce Sofia Coppola, Jane Campion ve Lina Wertmuller bu kategoride aday gösterilmişti.
Bigelow’un filmi, “En iyi kurgu”, “En iyi özgün senaryo”, “En iyi ses kurgusu” ve “En iyi ses miksajı” ödüllerini de topladı. Bigelow, ödül konuşmasında, “Başka türlü tarif edemem, bu hayatta bir kez olur” dedi.
“AVATAR” BEKLENEN ÖDÜLLERİ BULAMADI

/_np/1791/10071791.jpgGecede, “En iyi erkek oyuncu” ödülünü, daha önce 4 kez Oscar’a aday gösterilen 61 yaşındaki deneyimli oyuncu Jeff Bridges, “Crazy Heart” filmindeki rolüyle aldı. “The Blind Side”daki başarılı performansıyla, “En iyi kadın oyuncu” ödülü alan Sandra Bullock, ödül konuşması sırasında duygulandı.

9 dalda aday gösterilen James Cameron’un tüm dünyada yoğun ilgi gören “tüm zamanların en çok kazanan” filmi unvanlı “Avatar”, geceden sadece 3 ödülle ayrıldı. Bu ödüller, “En İyi Görüntü Yönetmenliği”, “En iyi sanat yönetmenliği” ve “En iyi görsel efekt” gibi teknik dallar.

Törende, 9 dalda aday gösterilen “Precious” da “En iyi uyarlama senaryo”, “En iyi yardımcı kadın oyuncu” olmak üzere 2 ödül kazandı.
“En iyi animasyon” ödülünü alan “Up”, aynı zamanda “En iyi film müziği” ödülünü de kaptı.

“AVATAR”LI SUNUŞ

Törende, Ben Stiller, “En iyi makyaj” ödülünü açıklamak üzere sahneye “Avatar” görünümüyle geldi. Stiller’in ödülü açıklamadan önce “Avatar kuyruğu”nu sağa sola savurarak espri yaparken, “En iyi Makyaj” ödülünü “Star Trek” aldı.

“En iyi uyarlama senaryo” ödülünü “Precious” filmiyle kazanan Geoffrey Fletcher’ın, ödül konuşmasında duygulandığı görüldü.
Yunusların katledilmesini konu alan “The Cove” ile “En iyi belgesel” ödülünü alan Louise Psihoyos ve Fisher Stevens, ödül konuşmasında yunuslarla ilgili pankart açtı.

Törende ödülleri dağıtan ünlüler arasında Sigourney Weaver, Gerard Butler, Sam Worthington, Jason Bateman, Kathy Bates, Steve Carell, Miley Cyrus, Robert Downey J.R., Zac Efron, Tina Fey, Samuel L. Jackson, Queen Latifah, Kristen Stewart, Barbra Streisand ve Charlize Theron da yer aldı.

ÖDÜLLER

Gecenin, ödül listesi şöyle:
En iyi film:
The Hurt Locker
/_np/1790/10071790.jpgEn iyi yönetmen: Kathryn Bigelow (The Hurt Locker)
En iyi kadın oyuncu: Sandra Bullock (The Blind Side)
En iyi erkek oyuncu: Jeff Bridges (Crazy Heart)
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Mo’Nique (Precious)
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christoph Waltz (Inglourious Basterds)
En iyi özgün senaryo: Mark Boal (The Hurt Locker)
En iyi uyarlama senaryo: Geoffrey Fletcher (Precious)
En iyi animasyon: Up
En iyi yabancı film: The Secret in Their Eyes (Arjantin)
En iyi belgesel: The Cove (Louise Psihoyos ve Fisher Stevens)
En iyi kurgu: The Hurt Locker (Bob Murawski ve Chris Innis)
En iyi sanat yönetmenliği: Rick Carter, Robert Stromberg ve Kim Sinclair (Set dekorasyonu) (Avatar)
En iyi görüntü yönetmenliği: Mauro Fiore (Avatar)
En iyi görsel efekt: Joe Letteri, Stephen Rosenbaum, Richard Baneham ve Andrew Jones (Avatar)
En iyi ses kurgusu: Paul Ottosson (The Hurt Locker)
En iyi ses miksajı: Paul Ottosson ve Ray Beckett (The Hurt Locker)
En iyi film müziği: Michael Giacchino (Up)
En iyi orijinal şarkı: The Weary Kind (Crazy Heart)
En iyi kostüm tasarımı: Sandy Powell (The Young victoria)
En iyi makyaj: Star Trek
En iyi kısa metrajlı film: The New Tenants
En iyi kısa animasyon: Logorama
En iyi kısa metrajlı Belgesel: Rabbit a la Berlin

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜNDE KADIN RUH SAĞLIĞI
Ruhsal hastalıkların yaygınlığı, seyri ve yol açtığı sorunlar cinsiyetler arasında belirgin farklılıklar göstermektedir. Panik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu ve fobiler başta olmak üzere anksiyete bozuklukları ve depresyon gibi toplumda sık görülen bazı ruhsal hastalıklar kadınlarda erkeklerden daha sık görülmektedir. Kadınların ruh sağlığı bedensel sağlıklarının bir parçasıdır. Toplumda ve tıp alanında kadınların sağlığı ve genel olarak yaşamları üzerinde ruhsal sağlığın önemi genellikle göz ardı edilmektedir. 
Kadınların % 8-11’inde gebelik döneminde, %6-13’ünde doğum sonrasında depresyon görülmektedir. Depresyonun 2020 yılında dünyada en çok  hastalık yüküne yol açacak hastalıklar listesinde 2. sırayı alması beklenmektedir. Bu artışın kadınlarda daha yüksek olacağı öngörülmektedir. Kadınlar erkeklerden üç kat daha fazla intihar girişiminde bulunmaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadınlarda depresyon erkeklerden iki kat daha sıktır.
Kadınların ruh sağlığının genel olarak daha kötü olması yalnızca erkeklerle kadınlar arasındaki biyolojik farklılıklar, bireysel ya da yaşam tarzı ile ilişkili faktörler ile yeterince açıklanamaz. Geniş bir yelpazeden bakarsak ekonomik, yasal ve çevresel faktörlerin,  erkeklerle kadınlar arasındaki güç ilişkisinin kadın yaşamını belirgin biçimde etkilediği, bunun sonucu olarak ruhsal hastalıkların sıklığını arttırdığı görülmektedir. Sosyal faktörler farklı ülkelerde, hatta ülke içinde cinsiyet rollerinin gelişmesi ya da geri kalması yönünde etkiler gösterebilir. Kadının ruh sağlığını derinden etkileyen bu sosyal faktörlerin belirlenmesi ve uygun girişimler ve politikalarla değiştirilmesinin bazı ruhsal hastalıkların görülme sıklığının azalttığı gösterilmiştir. Kadın ruh sağlığını etkileyen en temel iki sosyal faktör şiddete maruz kalma ve yoksulluktur.
Günümüzde en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar bütün kadınlar geleneksel kavramların da etkisiyle fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Kadına yönelik şiddet, dünyanın çeşitli ülkelerinde kadınların sünnet edilmesinden çeyiz hazırlamaya zorlanmasına, bekaret kontrollerinden, “ahlaksız” olduğu iddiasıyla öldürülmesine kadar türlü biçimlerde yerleşik toplumsal kültürün doğal bir parçası olarak sürdürülmektedir. Ülkemizde “töre” adı altında her yıl birçok kadın cinayeti işlenmekte ve resmi makamlara ulaşandan çok daha fazlası örtbas edilmektedir. Kadınların ne yapması, nasıl davranması, ne kadar eğitim alacağı, parasını nasıl harcayacağı, nasıl giyineceği hatta kimle evleneceği gibi temel seçimleri kural koyucu, yasa koyucu erkekler tarafından belirlenmektedir. Unutulmamalıdı r ki; kadına yönelik şiddet ciddi bir halk sağlığı problemi ve insan hakları ihlalidir. Kadınların eğitilmemeleri, emekleri karşılığında ücret almamaları ya da erkeklerden daha düşük ücret almaları, daha düşük sosyal konumda yer almaları şiddete uğramalarını arttırmaktadır. Kadınlar en sık eşleri, cinsel partnerleri tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz bırakılmaktadırlar. Kadına yönelik şiddet sonucunda kadınların bedensel, ruhsal, cinsel ve üreme sağlıkları bozulmakta, gebelik ve lohusalık döneminde sağlık problemleri ile karşılaşılmaktadır. Dünyada birçok kadın şiddete uğramasına rağmen, çok az kadın yasal kurumlara başvurmaktadır. Şiddete uğramak kadınlarda birçok ruhsal hastalığın oluşumunu tetiklemektedir.
Yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal adaletsizlik dünyada kadınları erkeklerden daha çok etkilemektedir. Halen tüm toplumlarda kadınlar daha az eğitim almakta, okuma yazma öğrenmeleri engellenmekte, yoksulluğa mahkum kılınmakta, aynı işi yaptıkları halde daha az para kazanmaya devam etmektedirler. Görünmeyen ev içi emekleri karşılıksız ve sosyal güvencesiz kalmaktadır. Dünya üzerinde yaşayan kadınların çok küçük bir kısmı resmi kurumlarda ve sosyal güvenceli olarak çalışmaktadırlar. Kadınlar tarım, ev işleri, gündelik yevmiyeli işler gibi alanlarda erkeklerden çok daha uzun saatler boyunca hiç durmadan çalışsalar da emeklerinin hak ettiği maddi karşılığı ve sosyal güvenceyi alamamaktadırlar. Dünya toplamında kadınlar eşit işe karşılık yaklaşık %20 oranında daha az para kazanmaktadır. Dünyada özel mülkiyetin sadece %1’i kadınlara aittir. Kadınların ve çocukların pek çoğu aynı koşullarda yaşadıkları erkeklerden çoğu zaman daha kötü beslenmektedirler ve sağlık hizmetlerine daha az ulaşabilmektedirler. Pek çok erkek, ailenin finansal kaynaklarını kontrol altında tutmakta, kadının ne kadar para harcayacağına karar vermektedir. Dünya üzerinde çok az kadın kendi kişisel ihtiyaçlarının tamamını karşılayacak kadar para kazanabilmektedir. Yoksulluk ve eşitsizlik, depresyon, şizofreni ve iki uçlu bozukluk gibi bir çok ruhsal hastalığın kadınlarda   daha sık görülmesine yol açmaktadır..
Kadınların ruhsal hastalıklardan etkilenmelerinin bir diğer şekli bakım veren kimlikleri ile ilgilidir. Dünyanın hemen her yerinde bedensel hastalıkları ve ruhsal hastalıkları olan aile bireylerine bakım hizmeti vermek kadınların yükümlülüğü olarak kabul edilmektedir. Genel olarak hastalığı olan bireylere yönelik esenlendirme (rehabilitasyon- iyileştirim) hizmetleri kısıtlıdır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ruhsal esenlendirme hizmetlerinin gelişimi ile kadınların sosyal yükümlülüklerinde azalma sağlanabilir.
Türkiye Psikiyatri Derneği olarak biz;
1.      Kadınlarda ve dolayısıyla toplumda ruhsal hastalıkların sıklığının azaltılması için etkin ruh sağlığı politikaları geliştirmenin başta hükümetlerin görevi olduğunu altını bir kez daha çizmek istiyoruz. Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de bu amaçla kadınlara yönelik yapılandırılmış eylem planları hızla uygulamaya konulmalıdır.
2.      Türkiye’de kadın ruh sağlığını etkileyen sosyal faktörleri belirlemek için kapsamlı çalışmalar yapılmalı ve saptanan sosyal faktörlerle baş etmek için etkin eylem planları tasarlanmalıdı r.
3.      Kadın ve erkeklerde cinsiyet rollerinin ruhsal hastalıkların sıklığı ve oluşturduğu sorunlar üzerine etkilerine dair geniş çaplı epidemiyolojik çalışmalarla desteklenmelidir. Kadının ruh sağlığı üzerinde koruyucu ve iyileştirici etkisi olan faktörler belirlenmelidir.
4.      Kadınların eğitim alma hakkını engelleyen kişiler hakkında hukuki yaptırımlar iyi işletilmeli, tüm kadınların eğitim kurumlarından devlet güvencesi altında erkekler kadar yararlanması sağlanmalıdır.
5.      Kadınların maruz kaldıkları sosyal ve kültürel ayrımcılık ve eşitsizlikle mücadele etmek amacıyla etkin kültürel müdahale programları hazırlanmalıdır. Cinsiyet ayrımcılığına karşı geliştirilen araçlar başta yazılı ve görsel basın organlarında yer almalı, bu konuda duyarlılık geliştirilmelidir.
6.      Kadın, erkek ve çocuk tüm vatandaşların sosyal güvenceleri olmalı, sağlık hizmetlerine engelsiz ulaşmalı ve ücretsiz, herhangi bir katkı payı ödemeksizin bu hizmetlerden yararlanabilmelidir .
7.      Kadınların ekonomik durumlarını iyileştirmek için etkin çalışmalar yapılmalı, ev içi karşılıksız emeğin karşılıksız ve güvencesiz bırakılmaması için uğraşılmalıdır. Kadına yönelik istihdam programları arttırılmalı ve teşvik edilmelidir. Tüm kadınların ekonomik alanlarda yaşadığı adaletsizliklerin giderilmesi için zorlayıcı yasal düzenlemeler getirilmelidir.
8. Kadına yönelik travma, kötüye kullanım ve şiddete karşı ciddi ve kapsamlı bir eylem planı beklenmeden hayata geçirilmelidir. Kadına yönelik şiddetle, özellikle aile üyelerinden gelen şiddetle mücadele uzun soluklu, sistemli ve ödünsüz olarak gündemde yer almalıdır.
9.      Namus cinayetleri, uluslararası hukuk açısından yargısız infaz olarak kabul edilmektedir. Bu cinayetleri engellemek için farklı düzeylerde stratejiler geliştirilmelidir. Namus cinayetleri ile ilgili olarak konuya duyarlı kadın kuruluşlarının ve sivil toplum örgütlerinin talepleri karşılanmalı, çalışmalarına destek  verilmelidir.
10. Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yazılı ve görsel basına büyük görev düşmektedir. Medya, kadına yönelik şiddet ve tecavüz haberlerini kamuoyuna aktarırken, haber dilini doğru kullanmalı, etik değerlere uymalı, tecavüzün içerdiği şiddeti arka plana itmemeli ve tecavüzü erotize edici tutumlardan uzak durmalıdır. Basının, suçu işleyen erkeğe değil, şiddete uğrayan kadının özelliklerine odaklanması şiddetin sorumlusunun mağdur olduğu biçiminde bir yanılsama yaratabileceğine dikkat edilmelidir. Yazılı, görsel basın ve film ve müziklerin erkek egemen ve kadını aşağılayıcı ifadeler içermemesine dikkat edilmelidir.

Kadınların hayatın birçok alanında yaşadığı ortak ezilmişliğini ve mücadelesini simgeleyen, kadınların insanca yaşam için yola çıkmasının tarihi olduğuna inanılan 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de resmi tatil günü olarak kabul edilmesini talep ediyoruz.

 
Basına ve kamuoyuna duyurulur.
 
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi
Türkiye Psikiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu adına.
 

Yıldız Kenter, önceki gün yönetip oynadığı Kenter Tiyatrosu’nun yeni mevsim oyunu ‘Kraliçe Lear’i sahneledikten sonra Cumhuriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay’n Ergenekon soruşturması kapsamında 365 gündür tutuklu olmasına tepki gösteren bir konuşma yaptı.


Yıldız Kenter, Balbay’ın hâlâ tutuklu olmasını sahnede şu sözlerle eleştirdi: “Mustafa Balbay sorgusuz sualsiz, nedensiz tutuklandı. Beş gün, 25 gün, 90 gün, 200 gün, 300 gün, 365 gün… Nedeni mi? Bilmiyorum, anlayamıyorum. Demokrasiyle, hukukun üstünlüğüyle hiç de bağdaşmayan bir biçimde… Güven duygum yok oluyor, canım acıyor, korkuyorum. Utanıyorum.”

Bu durumda pek çok insanın olduğunu ve Balbay’ın kişiliğinde onları da andığını söyleyen Kenter, “Hep saydım günleri çıkar diye ama 365 gün olunca bir şey kabardı içimde… Neden tutuklu olduklarını anlayamadığımız insanların neden tutuklu olduklarını anlamamız lazım. Anlayamıyorsak, o işte bir bit yeniği var demektir” dedi.

Kadınlar depresyondan kaçamıyor

Türkiye Psikiyatri Derneği’nin yaptığı çalışmada depresyon ve anksiyete bozukluklarının kadınlarda çok daha sık görüldüğüne dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, yaşam boyu depresyon görülme sıklığının kadınlarda yüzde 20, erkeklerde ise yüzde 12 olduğunu belirtti.

Türkiye Psikiyatri Derneği’nin yaptığı çalışmada depresyon ve anksiyete bozukluklarının kadınlarda çok daha sık görüldüğüne dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, yaşam boyu depresyon görülme sıklığının kadınlarda yüzde 20, erkeklerde ise yüzde 12 olduğunu belirtti.

Başterzi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla kadınların ruh sağlığı hakkında yaptığı değerlendirmede, dünyada sık görülen ruhsal hastalıklardan depresyon ve anksiyete bozukluklarının kadınlarda çok daha sık görüldüğüne dikkat çekti. Yaşam boyu depresyon görülme sıklığının kadınlarda yüzde 20, erkeklerde ise yüzde 12 olduğunu belirten Başterzi, major depresyonun yıllık sıklığına bakıldığında kadınlarda yüzde 12, erkeklerde yüzde 7 olduğunu belirtti.

Başterzi, şunları söyledi: “Şiddete uğrayan kadınların yüzde 20’si intihar girişiminde bulunmaktadır. Travma sonrası stres bozukluğu dünya üzerinde sık görülen ruhsal hastalıklardan birisidir. Her 12 erişkinden biri yaşamının bir döneminde travma sonrası stres bozukluğuna yakalanmaktadır ve kadınlarda erkeklerden 2 kat sık görülmektedir. Erkeklerde ise kadınlara göre daha sık alkol ve madde kullanım bozuklukları görülmektedir.” Doğum sonrası depresyon sıklığı artıyor Başterzi, kadınlarda düşük gelir, düşük eğitim seviyesi, evlenmemiş olma ve işsizlik gibi sosyoekonomik faktörlerin doğum sonrası depresyonu artırdığını vurgulayarak, “Bu faktörlerden etkilenen kadınlarda, etkilenmeyen kadınlara göre doğum sonrası depresyon sıklığı 11 kat artmaktadır” dedi.

Başterzi, doğum sonrası depresyonu olan annelerin çocuklarında, çocukluk çağı astımı görüldüğüne dikkat çekerek, şunları dile getirdi: “Hamilelik döneminde depresyonu olan kadınların depresyonu olmayan kadınlara göre çocuklarında büyüme gelişmelerinde duraklama ve düşük kiloda olma sıklığı 4 kat artmaktadır. Özellikle okul öncesi çağdaki çocukların annelerinde ruhsal hastalık varsa, bu çocuklarda da okul döneminde ruhsal hastalık görülme sıklığı artmaktadır.”

Başterzi, annede doğum sonrası görülen depresyonun, çocuğuyla bağ kurmasını zorlaştırdığını anlatarak, “Doğum sonrası erken dönemde depresyonu olan anne, çocukların güvenliği ile ilgili daha az önlem almakta, çocuklarıyla daha az ilgilenmekte, daha az konuşmakta, daha az oynamakta, daha çok TV izletmekte ve daha sert cezalar vermektedir” dedi.

Başterzi, Türkiye Psikiyatri Derneği olarak, kadınların ruh sağlığını etkileyen sosyoekonomik faktörlerde düzenlemeler yapılması gerektiğini vurguladı. Başterzi, kadınların eğitim alma hakkını engelleyen kişiler hakkında hukuki yaptırımların işletilmesi gerektiğini belirterek, tüm kadınların eğitim kurumlarından devlet güvencesi altında yararlanması gerektiğini söyledi.

Başterzi, şunları dile getirdi: “Kadın, erkek ve çocuk tüm vatandaşların sosyal güvencelerinin olması, sağlık hizmetlerine engelsiz ulaşılması, herhangi bir katkı payı ödemeksizin bu hizmetlerden yararlanması sağlanmalıdır. Kadınların ekonomik durumlarını iyileştirmek için etkin çalışmalar yapılmalı, ev içi karşılıksız emeğin karşılıksız ve güvencesiz bırakılmaması için uğraşılmalıdır. Kadına yönelik istihdam programları arttırılmalı ve teşvik edilmelidir. Tüm kadınların ekonomik alanlarda yaşadığı adaletsizliklerin giderilmesi için zorlayıcı yasal düzenlemeler getirilmelidir.”

> > Iki sey ‘Kalitesiz Insan’in ozelligidir :
> > 1- Sikayetcilik
> > 2- Dedikodu
> >
> > Iki sey cozumsuz gurunen problemleri bile cozer :
> > 1- Bakis acisini degistirmek
> > 2- Karsindakinin yerine kendini koyabilmek
> >
> > Iki sey yanlis yapmani engeller:
> > 1- Şahıs ve olaylari akil ve kalp suzgecinden gecirmek
> > 2- Hak yememek
> >
> > Iki sey kisiyi gozden dusurur :…
> > 1- Demagoji (Laf kalabaligi)
> > 2- Kendini agira satmak (ovmek, vazgecilmez gostermek)
> >
> > Iki sey insani ‘Nitelikli Insan’ yapar :
> > 1- Iradeye hakim Olmak
> > 2- Uyumlu Olmak
> >
> > Iki sey ‘Ekstra Deger’ katar :
> > 1- Hitabet ve diksiyon egitimi almak
> > 2- Anlayarak hizli okumayi ogrenmek
> >
> > Iki sey geri birakir :
> > 1- Kararsizlik
> > 2- Cesaretsizlik
> >
> > Iki sey kasif yapar :
> > 1- Nitelikli cevre
> > 2- Biraz delilik
> >
> > Iki sey omur boyu bosa kurek cekmemeni saglar :
> > 1- Baskin yetenegi bulmak
> > 2- Sevdigin isi yapmak
> >
> > Iki sey basarinin sirridir :
> > 1- Ustalardan ustaligi ogrenmek
> > 2- Kendini guncellemek
> >
> > Iki sey basariyi mutlulukla beraber yakalamanin sirridir :
> > 1- Niyetin saf olmasi
> > 2- Ruhsal farkindalik
> >
> > Iki sey milyonlarca insandan ayirir :
> > 1- Sorunun degil, cozumun parcasi olmak
> > 2- Hayata ve her seye yeni (ozgun, orijinal, farkli) bakis acisiyla yaklasabilmek
> >
> > Iki sey gelismeyi engeller :
> > 1- Asirilik (mubalaga, abarti, ifrat, tefrit)
> > 2- Felakete odaklanmis olmak
> >
> > Iki sey cozum getirir :
> > 1- Tebessum (gulumseme)
> > 2- Sukut (susmak)
> >
> > Iki seyin degeri kaybedilince anlasilir:
> > 1- Anne
> > 2- Baba
> >
> > Iki sey geri alinmaz:
> > 1- Gecen zaman
> > 2- Soylenen soz
> >
> > Iki sey gercek sondur:
> > 1- Cennet
> > 2- Cehennem
> >
> > Iki sey ulasmaya degerdir:
> > 1- Sevgi
> > 2- Bilgi
> >
> > Iki sey “hayatta onemli olan her sey” icindir :
> > 1- Nefes alabilmek
> > 2- Nefes verebilmek

Asırlık yaşamların adası Okinawa’da, insanlar her gün 2-4 porsiyon meyve yiyor. Ancak meyveyi de limitsiz tüketmiyorlar. Onlar için bir porsiyon meyve; iki kiraz veya bir dilim anastan oluşuyor.

Okinawa’da insanlar, bol bol meyve yiyor. Mümkünse kabuklarıyla birlikte tüketilen meyveler, vücut sağlığının en önemli yapı taşları olan vitamin, mineral, lif içeriyorlar. e-kolay’ın haberine göre Fransız gazeteciler Anne Dufour ve Laurence Wittner, ‘Okinawa Rejimi’ adlı kitapta Okinawalı asırlıkların her gün 2-4 porsiyon meyve yediğini söylüyor: Bir porsiyon meyve, bir elma ya da iki kirazdır. Birinden ya da diğerinden birer kilo demek değildir. Peki bir porsiyon meyve ne kadardır? Orada bir meyve (elma, armut, portakal) veya iki küçük meyve (çilek, erik) ya da 100 gram kızıl meyve, 100 gram üzüm, bir dilim ananas veya bir dilim karpuz da bir porsiyondur.
 

Portakal

Okinawa’da en fazla tüketilen meyveler arasındadır. Portakalı C vitamini ile dolu olmasından bilirsiniz ama hepsi bu değil. Bütün turunçgiller gibi yeterli oranda kalsiyum taşır ve aynı zamanda anti-kolesterol lifler taşır. Ve unutmayın, meyve en iyi tatlıdır.

Ananas

Egzotik meyvelerin başında gelir. Düşük kalori yoğunluğuyla ilgi çeker. Sindirim proteinlerini üreten, özellikle balık ve ette bulunan ‘bromelain’ adında bir enzim içerir. Bu enzim kan pıhtılaşmasını dengeler ve kalbi korur. Bundan başka midede kanserojen maddelerin birleşmesine engel olan enzimleri içerir ve mideyi korur.

Avokado

Kalori yoğunluğu çok yüksektir fakat günlük mönüde yer alacak iyi bir adaydır. Çünkü, yağları çok yararlıdır (zeytinyağı kadar iyidir) ve diğer yandan kalp için iyi bir kozdur. Örneğin, lifleri, E vitamini anti-kolesteroldür ve çok iyi bir antioksidandır.
 

Elma

Kolesterolü ve tansiyonu düşürür. Düzenli olarak belli oranda tüketmek anti-aging etkinlik sağlar, kandaki şeker oranını düzenler ve diyabetin hızlandırdığı erken yaşlanmayı engeller. Bağışıklık sistemini güçlendirir, her gün yemek çok iyidir. Eklem ve romatizma ağrılarını keser. Kabızlığı engeller ve ishali keser.

Erik

Okinawa’da, genellikle salamurası yapılır ve macun kıvamında kullanılır. Sade bir şekilde pirinç ya da çaya eşlik eder. C vitamini konusunda alçakgönüllüdür ama kan damarlarını güçlendiren, etkililiğini artıran ilgi çekici unsurlarca zengindir. İdrar sökücüdür, bağırsakları yumuşatıcı etkisi vardır. Mineralden zengindir ve iyi bir anti-aging kaynağıdır!

Karpuz

Serinletici etkisi dışında, su içeriğiyle rekor kırar, ama diğer nitelikleriyle de bilimsel olarak ilgi çeker. Yüksek oranda keratin içerir, (portakal renginde bir kavun seçin), lif olarak zengindir ve anti-aging’dir. Diğer meyve ve sebzeler gibi sayısız kanser ve kardiyolojik hastalıklardan korunmada etkilidir.

Goya

Acı karpuz, goo-fo olarak da adlandırılır. Bizdeki sakız kabağına benzer. Kalori yoğunluğu düşük, vitamin ve lifler açısından zengin olduğu için çok sık tüketilir. Yemeklerin şeker verimlerini yavaşlatır ve kandaki şeker oranını düşürür. Acılığı sindirim sistemini yatıştırmaya yardımcı olur, özellikle de karaciğeri. Sağlık ve güzellik için mükemmeldir.

Japon armudu

Bir nevi elmadır ama ağızda armut etkisi yapar. Japon armudu, bizim armudumuza çok yakındır, yararları ve taşıdığı besin değerleri açısından da. Bileşimi çok dengelidir, nitelik ve makul bir mineral yelpazesine sahiptir, kalori olarak kusursuzdur.

Kiraz

Kiraz zamanı, Okinawa’da en güzel mevsimdir. Kiraz, pigment olarak güçlü koruyucuları sayesinde kılcal kan damarlarını korur. Vücudun diğer bölümlerine dağılan (ayaklar, eller, gözler) flavonoid’ler olarak adlandırılan bu pigmentler, kan dolaşımını destekler ve organların düzenlenmesini sağlar. Bu, yaşlılıkla savaşmada önemlidir.

Limon

Bütün turunçgiller gibi limon da sağlığa olan çok büyük katkılarıyla tanınır. Vitaminler ve flavonoid’lerle kan damarlarını güçlendirir. Kan dolaşımı yoluyla organlarımıza, hücrelerimize tıpkı benzin gibi güç verir ve vücudun yaşamsal vitamin materyallerini sağlar. Üstelik kanserden korunmada da önemli bir yeri vardır. Bütün yemeklerimize biraz limon suyu katarak onun faydalarından yararlanabiliriz, çünkü limon kandaki şeker oranını ve aynı zamanda kan basıncını düşürür.

Milli Prodüktivite Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre, stres iş verimini büyük oranda düşürürken, kontrol altına alınmayan stres ise kişiyi işten ayrılmaya kadar götürüyor.

MPM’nin yaptığı bir araştırma stresin iş verimini büyük oranda düşürdüğünü ortaya çıkardı. İşe gitmede isteksizlikle başlayan stresin etkileri, ilerleyen safhalarda iş hastalıklarının artması, işle ilgili yetersizlik duygusu, kararlarda isabetsizlik ve sinirliliğe yol açtığı belirlendi. Ayrıca, kontrol altına alınmayan stres ise kişinin işten ayrılmasına neden oluyor.
 

“Stres sinsi tehlike”

Araştırmada, insanın aile hayatını ve kişisel sağlığını olumsuz etkileyen stresin oldukça sinsi ve tehlikeli olduğuna vurgulanarak, bu rahatsızlığın her geçen gün daha büyük sorunlara neden olduğuna dikkat çekti. Stresin hayatın her alanında büyük sorunlara yol açtığı kaydedilen araştırmada, kurum büyüdükçe ve karmaşıklaştıkça, stres kaynaklarının da arttığına, bunun sonucunda da stresli kişilerin, diğer çalışanları ve kurumu da olumsuz yönde etkilediğine dikkat çekildi.
 

Stres sınırlanmalı

Kişinin kendisini ve çevresini olumsuz etkilememesi için stresini sınırlaması gerektiği ifade edilen araştırmada, kontrol edilebilen bir stresin kişinin başarısını kamçılayabileceği belirtildi. Araştırmada, “Stres, normal düzeyde görünmesi halinde, bireyi uyaran, motive eden bir unsur olabilir. Herhangi bir işte iyi bir sonuç elde etmek için, belli bir heyecan düzeyine gereksinim bulunmaktadır. Bu düzey aşıldığında işte başarı azalmakta, endişeli, yorgun ve yanılmaya daha yatkın olunmaktadır” denildi.

Çocuk kitapları yazarı Sevgi Tanrısever, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğraflarında gördüğü çocuktan çok etkilendiğini, günümüz çocuklarına Atatürk’ün bu yönünü anlatmak için öyküler yazdığını söyledi.

Çocuk kitapları yazarı Sevgi Tanrısever, dedesi ile babasının 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı gazileri olduğunu, çocukluğunu, büyüklerinin anılarını dinleyerek geçirdiğini anlatı.

Ulu Önder Atatürk’ü babasından sürekli dinlediğini ifade eden Tanrısever, ”Bana hep Atatürk’ü anlattılar. Savaşları, vatanımızın kıymetini bilmeyi anlattılar. Gerçek bir Türk kadını olarak yetiştirdiler. Bu vatana borcum olduğunu öğrettiler. Yazdığım kitaplarla Atatürk’e borcumu ödemek istiyorum” dedi.

Yazdığı masal kitaplarıyla adım attığı çocukların dünyasındaki yolculuğunu, Atatürk’ü anlatarak sürdürdüğünü vurgulayan Tanrısever, şöyle konuştu:
”Masallar yazarken eşim beni tarihe yönlendirdi. ‘Atatürk’ü çocuklara yaz’ diyen eşimdir. Önceleri yapamadım, ancak eşimin büyük destekleri sayesinde cesaretle yazmaya başladım. Türkiye’de Atatürk’ü yazan çocuk yazarı olmadığını bilmeden başladım. Ben yetişirken babam ve dedem şansım oldu, ancak çocuklarımı yetiştirirken Atatürk’e ilişkin çocukların düzeyinde bir kaynak olmamasının büyük eksikliğini duydum. ‘Yazmalıyım’ dedim ve başladım.”

İlköğretim 1 ile 3. sınıf öğrencilerine Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları ile Atatürk’ün yaşamı ve devrimlerinden oluşan seri yazdığını, Atatürk’ün hayatın içindeki yerini anlatmaya çalıştığını dile getiren yazar Sevgi Tanrısever, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Fotoğraflarına baktığımda, Atatürk’ün pırıl pırıl yanan gözlerinde gördüğüm çocuk çok hoşuma gitmişti. Yaptığım araştırmalarda Atatürk’ün içinde gerçek bir çocuk bulunduğunu ve çocukları da çok sevdiğini gördüm. Çocuklara, Atatürk’ün bu yönünü anlatmak istedim. Atatürk’ün çocuk sevgisi, çocukluğu ve gençliğini yazdım. ‘Atatürk diyor ki’ başlıklı öykülerimde, Büyük Önder’in güzel sözleri üzerinden anlatmak istediklerini kaleme aldım. ‘Atatürk’ü Gördüm’ isimli kitabı yazdım. Ardından, ‘Atatürk Bana Dedi Ki’ geldi, şu an serinin üçüncü kitabı ‘Atatürk Çocuk Olmuş’ tamamlanmak üzere.”

Amacının, eserlerinin ulaştığı çocukların Atatürk’ü anlamaları olduğunu vurgulayan Tanrısever, ”Atatürk, bize bu güzel vatanımızı hediye etti. Çocuklarımız büyüsün, birer Atatürk olsun, vatan sevgisiyle yetişsinler. Önce kendilerini tanıyıp bilsinler. Ne yapmak istediklerini bilsinler. Çocuklar, Atatürk’ün gözlerine baksınlar, gözlerindeki o ışık onları hedeflerine götürecektir” diye konuştu.

Eserlerinin geniş kitlelerden olumlu tepkiler aldığına dikkati çeken Tanrısever, imza günleri, kitap fuarları, okul ziyaretlerinde öğrenciler ile öğretmenlerle duygu dolu anlar yaşadığını belirtti.

İki dost bir ülke kuruyor

Salih Bozok’un gözünden Atatürk’ün anlatıldığı Veda filmi vizyona girdi. Bu bir dostluk hikâyesi. Atatürk’ün gençliğini ve orta yaşlı hallerini Sinan Tuzcu canlandırıyor, Salih Bozok’u ise Serhat Mustafa Kılıç. Gerisini onlardan dinleyelim.

Yıl, 1887… Yer, Selanik… Altı yaşında mahalle mektebinde başlayan iki erkek çocuğun dostluğunun ölüm döşeğine kadar süreceğini kimse tahmin etmiyor henüz. O çocukların, bir ülkenin kuruluşunu sağlayacak iki önemli adam olacağını da. Mustafa Kemal Atatürk ve kitaplarda başyaveri diye kısa bir anlatımla geçiştirilen Salih Bozok’un hikâyesi bu. Tabii aynı zamanda, bir ülkenin kurtuluşu için savaşan koca bir kuşağın da. Zülfü Livaneli’nin yönettiği “Veda” filmi vizyona girdi. Biz de Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğini ve orta yaşlı halini canlandıran Sinan Tuzcu ve Salih Bozok’u oynayan Serhat Mustafa Kılıç ile konuştuk…

– Rollere seçilme hikâyenizle başlayalım mı?

Sinan Tuzcu: Sanırım iki ay önceydi, Zülfü Livaneli ile Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin kastı için buluştuk. İkinci görüşmemizden bir ay sonra Atatürk’ü de oynamamı istedi.

– Hiç aklınızdan geçmiş miydi?

S. Tuzcu: Yok… Bütün rolleri çok beğendim. Zaten Zülfü Ağabeye de herhangi bir şekilde içinde olmak istiyorum, dedim. İlk sorduğunda çok heyecanlandım. Yapabilir miyim, diye sordum. O da yapamayacağını düşünsem teklif etmezdim, dedi. Tabii hemen Salih Bozok’u kimin oynadığını sordum. Serhat olduğunu duyunca güzel bir sürpriz oldu. Çünkü zaten sevdiğim, beraber çalışmaktan keyif aldığım bir arkadaşım.

Serhat Mustafa Kılıç:
Ben tesadüfen böyle bir film çekileceğini öğrendikten bir saat sonra video çekimine girdim. Ertesi gün, Zülfü Livaneli çağırdı. Salih Bozok’un sadece 30 yaşını oynayacağımı düşünüyordum, bütün yaşlarını oynayacağımı duyunca çok heyecanlandım. Bence bu film, Atatürk, Salih Bozok, üç kadın rolü, bir oyuncunun başına gelebilecek en iyi şeylerden biri.

Atatürk, Salih Bozok hakkında çok konuşulsa da, bu daha çok “bilgi”de kalan bir konuşmadan öteye geçmiyor pek. Siz karakterleri üzerinize oturtabilmek için nasıl bir hazırlık, araştırma yaptınız?

S. Tuzcu: Önemsediğim kaynaklardan biri Tek Adam’dı, onu tekrar taradım. Salih Bozok’un anıları zaten senaryonun da yön noktası olduğu için önemli bir kaynaktı. Bir de fotoğraflardan çok yararlandım, bütün Atatürk fotoğraflarını topladım diyebilirim. Genelde fotoshop’lular ama el değmemiş olanlardan fiziksel ve duygusal bir motif yaratmaya çalıştım. Yine de en çok senaryonun yardımı oldu, Zülfü Livaneli kaynak bir senaryo oluşturmuştu.

S. M. Kılıç:
Hem bilgi toplama, hem oyunculuk anlamında Zülfü Ağabey çok yardımcı oldu. Bulabildiğimiz kaynakları toplamamızı söylerken, belgesel çekmediğimizi, amacımızın saat saat tarihi anlatmak değil, Salih Bozok’un gözünden olayları yorumlamak olduğunu da hatırlattı. Bozok’un Atatürk’ün vefa ettiği gün, sıktığı kurşunun iki milimle kalbini sıyırması ve üç yıl daha yaşaması büyük şans. Anılarını o üç yılda yazmış. O kaynaklar çok önemli. Ben de fotoğraf bulmaya çalıştım, ancak Bozok’un fotoğrafları çok az.

En çok ne zorladı sizi?

S. Tuzcu: Fiziksel olarak Atatürk’ün canlandırılmasını kişisel gözlemimde oturtmakta zorlandım. Çünkü hep poz vermiş halini, fotoğraflarını gördük. BBC’nin görüntüsü, Onuncu Yıl Nutku’ndaki görüntüsü var, ancak bunlar da hep önceden hazırlanmış duruşlar, hareketler. Onlardan yola çıkarak, “Hareket halinde olsa nasıl olur”u yaratmaya çalıştım. Göstermemeye çalıştığı duygusal yoğunluğu da beni zorlayan noktalardandı. İzmir’in yanışını seyredip Latife ile konuştuğu ve Serhat’la karşılıklı oynadığımız, annesini bulamadığı, Bozok’un kendi ailesini getirdiğini öğrenince, “Her şeye rağmen sevindim kardeşim” dediği sahne de zordu.

S. M. Kılıç: Salih Bozok, mektubuna “Oğlum herhalde dünya üzerinde hiçbir babanın hiçbir oğula yapmadığı bir hareketle seni derinden yaralamış bulunuyorum. Ölen Atatürk bile olsa bir insan ailesine bu fenalığı yapmaz, diyorsundur. Bu yüzden sana bu mektubu yazıyorum” diyerek başlıyor ya, en zoru buydu. Bir babanın oğluna kendini öldüreceğini söylemesi şu anda anlatırken bile etkiliyor beni. İntihara teşebbüs ettiği sahneyi, Atatürk’ün odasından çıktığındaki halini uzun uzun konuştuk Zülfü Ağabeyle. Daha çok Salih Bozok‘un hayatında yaptığı şeyi yapmaya, film boyunca bir adım geride durup seyirciye anlatmaya çalıştım.

– Yarım asırlık bir dostluğun anlatısı film. Peki, neler almışlar birbirlerinden?

S. Tuzcu: Atatürk gülümsemesinden, pozitifliğinden, iyi insan ilişkilerinden, iyi ara bulucu olduğundan bahseder Salih’in. Çakıştıkları, zıt düştükleri noktalar olmuş, ama dostluklarından hiç vazgeçmemişler.

S. M. Kılıç: Bu davanın bu kadar savunulmasını sağlayan da bu dostluklar aynı zamanda. Filmde, bizi çok etkileyen, seyirciyi de etkileyeceğini düşündüğüm Salih Bozok’un oğluna yazdığı mektup aslında hepimize, özellikle 2010 Türkiye’sindeki gençlere yazılmış bence. Dört bir yandan kapitalizmle çevriliyiz, bir katliam, soykırım, bir ülke işgali bizim için artık sadece televizyon haberi. Öyle bir hale geldik ki, akşam bu haberleri izlerken ağlıyoruz, ancak beş dakikada yine eğlencemize dönebiliyoruz. O yüzden gençlerin bu filmi izlemesi, bu dostluğu görmesi, bir davaya inanmanın ne olduğunu öğrenmesi önemli. Her şeyi o kadar ezbere konuşuyoruz ki.

Peki, film alışılageldik ezberleri bozabilecek mi?

S. M. Kılıç: Genç kuşakla Atatürk arasındaki mesafeyi kısaltacağını düşünüyorum.

– Sizin için ne gibi ezberleri bozdu?

S. Tuzcu: Daha didaktik, siyasi, komutan dehası üzerinden değerlendiriyordum Atatürk’ü. Zekâsının duygusal yoğunluktan çıktığını fark etmemiştim. Artık onu duygularının tetiklediği, domino taşı etkisi yaratan meselenin de Balkan Göçü olduğu kanaatindeyim. Anadolu’yu şahlandıran da o göç, onları görünce biz nereye gideceğiz, diye sormaya başlıyorlar.

S. M. Kılıç: Kitaplarda, Salih Bozok, Atatürk’ün başyaveri diye geçer. Benim için de filmden önce Atatürk’ün silah arkadaşlarından biriydi sadece. Birçok insan için Bozok filmle biraz daha anlaşılacak. Altı yaşından beri aynı mahallede büyüdüklerini, İdadiye birlikte gittiklerini hiç bilmiyoruz. Atatürk’ün en yakın dostu, sırdaşı, bazen doktoru, psikoloğu… Bulduğum Bozok fotoğraflarında beni çok etkileyen bir şey vardı, hep bir adım geride duruyordu. Çok mütevazı, o kadar egolarından sıyrılmış ki, bir kere bile ön plana çıkmamış. Anılarını yazarken bile…

– En çok korktuğunuz eleştiri ne ya da nasıl bir eleştiri alsanız haksızlığa uğradığınızı düşünürsünüz?

S. M. Kılıç: Üzerimizde ağır sorumluluk var. İstiklal Savaşı’nın kahramanlarını oynuyoruz. 70 milyonun gözünde 70 milyon Atatürk, Salih Bozok var. Herkesi tatmin etmek elbette ki mümkün değil, eleştiriler de olacak… Diğer yandan rolümle ilgili ben en çok yaştan korktum, Bozok’un 57 yaşını oynadığım sahnelerde daha şişman gösteren bir kalıp giydim. İlk bir iki gün biraz zorlandım. İnandırıcı olacak mı, diye kaygılandım. Neyse ki, tiyatrocu olduğum için yaşlı rolü oynama konusunda deneyimliydim. Sanırım filmde de fena görünmüyorum.

S. Tuzcu: Ekibin çok yoğun çalıştığını, arkasında kuvvetli bir tasarımın olduğunu bildiğim için, sanırım en istemediğim eleştiri, tasarlanmamış ve bazı şeyler öngörülmemiş denmesi olur. İşini iyi yapan, zeki 130 insanın emeğinin küçük görülmemesi tek isteğim. Onun dışında bir oyuncu olarak her şeye açığım. Sonuçta ben kendimi göstermek için oynuyorum. Sunduğum, yaptığım iş beğenilip beğenilmemek üzerine. Gelecek eleştirilerden öğreneceğim çok şey var. İş bizden çıktı artık, seyircinin.

 

Prof. Dr. Erkan Topuz, bilim insanları tarafından kanıtlanmış gerçeklerden yola çıkarak hazırladığı kitabında kanserden korunma yollarını anlatıyor.

Çağımızın hastalığı kanser adeta çığ gibi büyüyor. Kanser hastası sayısındaki hızla artışa karşın, tıptaki yeni gelişmeler sonucunda hastaların tedavi başarısı da gün geçtikçe artıyor.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Onkoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Erkan Topuz, kanserden korunmanın önemine dikkat çekerek “Dünyada yılda yaklaşık 300 milyar dolar kanser ilaçlarına ve tedavisine harcanıyor. Bu rakam silah sanayisine ayrılan paradan sonra ikinci sırada yer alıyor. Oysa kanserden korunmak için bu paraların yüzde 10’unu kullansak bile kanserde büyük düşüşler yaşanır” dedi.

 Prof. Dr. Topuz, kanserin bu denli hızla artmasının devam etmesi durumunda devletin ve özel sağlık sigortalarının büyük yıkımla karşı karşıya kalacağını da vurguladı.

Prof. Dr. Erkan Topuz, kanserle mücadelenin anne karnında başladığını belirterek, kanserden korunmanın önemine değindi ve alınması gereken önlemleri gazetemize anlattı. Topuz, çeviri editörlüğünü kendisinin yaptığı, Liz Armstrong, Guy Dauncey, Anne Wordsworth adlı üç bilim insanı tarafından kanıtlanmış gerçeklerden yola çıkılarak hazırlanan, “Kanser; Salgını Önlemek İçin 101 Çözüm Önerisi” adlı kitaptan da örneklere yer vererek, “Kanserden korunmada beslenme önemli rol oynuyor” dedi.

 İnsan vücudunda 50 ila 75 trilyon hücre bulunduğunu, her hücre çekirdeğinde 25 bine yakın gen taşındığını anımsatan Prof. Dr. Topuz, kanserin Anormal dışı bir hücre bölünmesi ile tanımlanan 200’ün üzerindeki hastalık için kullanılan genel bir terim olduğunu söyledi. Topuz, “Çoğu kanser bir sağlıklı hücrenin hasara uğramasıyla başlıyor. Hasarlar ise sigara dumanındaki 69 kanserojenden biri ya da 80 binin üzerindeki güncel kimyasallar nedeniyle oluşabiliyor” dedi. Kanser tedavisinde çok büyük ilerlemelerin olduğunu ifade eden Topuz, 2020’de dünyada 25 milyon yeni kanserli hastanın ortaya çıkacağını vurgulayarak “Bu da dünyada 1 milyar kanserli insanın olması anlamına gelir. Günümüzde kalp-damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer alan ölüm olan kanser, artış hızı devam ederse 2030’larda birinci sıraya çıkacak” açıklamasını yaptı. Kanserin artmasının en önemli nedenleri arasında “hava-toprak-su”yun kirlenmesi, sağlıksız beslenme ve stres faktörlerinin de etkili olduğunu anımsatan Topuz, yapılan çok sayıda araştırmada hayvansal gıdalarla beslenenlerde kanser görülme sıklığının fazla olduğu sonucunun çıktığını anlattı. Topuz şöyle devam etti: Bitkisel beslenme önemli “Bitkisel beslenme, çeşit kalite ve miktarda yeterli olduğu takdirde, hiçbir hayvani gıdaya gerek olmadan sağlıklı ve tamamen besleyici olabilmektedir. Gıdaları az pişirerek ve az tuzlayarak tüketmeliyiz. Bol meyve ve sebze tüketmek kanserden korumada önemlidir. Yapılan araştırmalar Alman vejetaryenlerde kolon kanseri yaygınlığının yüzde 56 daha düşük olduğunu, her gün et tüketen Japon kadınlarda meme kanseri riskinin çok nadir tüketenlere oranla 8.5 kat daha yüksek olduğunu göstermiştir. Günde 90 gram yağ tüketen İngiliz kadınlarının meme kanseri riskinin 37 gram tüketen kadınlara göre 2 kat daha fazla olması da beslenme faktörünün önemini bir kez daha ortaya koymuştur.”

 Az et ye sağlıklı kal

• Yaşam biçimi ve beslenme faktörleri: Beslenmede çok fazla et tüketilmesi, yetersiz meyve ve sebze, güneşlenme, obezite ve egzersiz yokluğu. • Mesleki faktörler • Beslenme ile ilgili diğer faktörler: İşleme tabi tutulmuş yiyecekler, şeker ve alkol tüketimi, sütteki büyükbaş hayvan büyüme hormonu, bazı tuzlanmış, salamura edilmiş gıdalar, organik olarak yetiştirilmeyen gıdalarda kanserden koruyan bileşenlerin olmaması, tarım ilaçları ile kirletilmiş yiyecekler ile bitki öldürücülerle kirletilmiş yiyecekler. • Radyasyon: Ozon azalmasının delinmesi ile cilt kanserlerinin artması, röntgenler, bilgisayarlı tomografi, iyonize radyasyon, nükleer tıp, radyoterapi, enerji hatları, baz istasyonları, cep telefonları, elektromanyetik radyasyon, uranyum serpintisi, nükleer enerji tesisleri, atom bombası testleri. • Hava ve su kirliliği • Toksik ürünler • Doğal kanserojenler • Bulaşıcı ajanlar: Hepatit B ve C, HIV, insan papilloma virüsü (HPV) gibi ajanları. • Bağışıklığın azalması: Bağışıklık sisteminin kanserle savaşma yeteneğini zayıflatan toksit maddeler. • Endokrin/hormon bozucular: Bir kadının kendi östrojenine maruz kalmasında artış, kanserden koruyucu hormon melatoninin azalmasına yol açan, vardiya çalışmasına bağlı karanlık kaybı. Ailede kanser öyküsü bulunması, ebeveynlerin büyük kirleticilere maruz kalması, genetik değişkenlik, gebelik öncesi ve süresince, bebeklikte, ergenlikte toksitlere maruz kalma. Kanser düşmanı bitkiler • Brokoli • Çörekotu • Isırgan • Keten tohumu • Sarmısak • Vitamin C, E, K • Zencefil • Zerdeçal • Soya • Arı poleni • Devedikeni • Hintyağı • Kara üzüm • Bazı mantarlar • Ökseotu • Yoğurt (pastörize olmayan yoğurt) • Zakkum • Elma • Soğan •Yabanmersini • Ökseotu • Omega-3 Yağ Asitleri • Meyankökü • Huş Ağacı • Vitamin C, E, K • Tahıl, nişasta ve bazı sebzelerde bulunan selenium. Çocuklar daha duyarlı Kitabında çocukların kimyasallara karşı daha duyarlı olduğu, hatta bazı kanserlerin doğumdan önce oluştuğuna dikkat çekildi. Topuz, yapılan bir çalışmada, babaları endrüstride çalışan çocuklarda lösemi gelişme riskinin 6 kat daha fazla olduğunu anımsatarak “Ortalama yeni doğanın doğum sırasında kanında 230 endrüstriyel kimyasal vardır ki bunların 180’inin insan ve hayvanlarda kansere yol açtığı bilinmektedir. Bu kanserli hayata başlamak demek” dedi. ABD Çevresel Korunma Şubesi’nin, bebekler ve küçük çocukların kansere sebep olan maddelere karşı erişkinlerden 10 kat daha duyarlı olduklarının altını çizen Topuz, şöyle devam etti: “Çocuklar plastik ve halı gibi tüketim mamullerinin yanı sıra hava, su ve gıda yoluyla alınarak anne sütüne geçen ve biyolojik süreçleri bozan kimyasallara da maruz kalmaktadır. Bahçelerinde tarım ilacı kullanılan çocuklarda yumuşak doku sarkomu gelişme riski 4 kat artmıştır. Gebelik sırasında ebeveynlerin tarım ilacı kullanımı ile lösemide 3 ila 9 kat arasında artış görülmüştür. Tek bir fetal röntgen çekilmesinin bile çocukluk çağı lösemisini iki kat arttırdığı ortaya çıkmıştır. Doğduklarında yüksek voltajlı enerji hatlarının çevresindeki 200 metrelik alanda oturan çocuklarda, 600 metre veya daha uzağında oturanlara kıyasla 2 kat lösemi riski görülmüştür.” Bunlara dikkat! • Sağlıklı beslenme koşulları yaratılmalı. • Kırmızı et yerine vejetaryen ağırlıklı beslenilmeli. • Spor yapılmalı, kilo almamaya özen gösterilmeliyiz. • Genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünler kullanılmamalı. • Bütün dünyada organik tarıma dönülmeli. • Meme kanseri riskini azaltmak için stresten uzak durmalı, karanlıkta uyumalı, odamızda frekans yayıcı, cep telefonu, elektromanyetik cihaz bulundurmamalı. İyonize radyasyondan, plastiklerden, deterjanlardan kaçınmalı. • Turunçgillerin kabukları ile tüketilmeli, fast food gıdalardan da kaçınılmalıdır. • Günde en az 5 porsiyon sebze-meyve tüketilmeli, hormon tedavisi ve korucu ilaçlar, alkol ve sigaradan kaçınmalıdır. • Kereviz, yer elması, semizotu, buğday filizinin suyu günde bir çay bardağı tüketilmelidir. • Ebegümeci ve yoncaları köküyle birlikte tüketilmeli, karahindiba bütün salatalara konulmalı, kökünden çay yapılmalıdır. • Yeşil çay tüketilmeli, ısırganotu yaprağı, çörekotu, zencefil, açık-kırmızı biber tüketilmelidir. • Zeytinyağı tercih edilmeli. • Esmer ve beyaz şeker, tuz tüketiminden kaçınılmalı. • Sucuk, salam, sosis gibi gıdalar az tüketilmelidir. • Merdivenaltı konserve ve meyve sularından kaçınılmalıdır. • Ev yoğurdunu günde en az yarım litre tüketelim. • Özellikle ilaçlanmamış kurtlu köy elmasını tercih edelim. • Günde mutlaka bir bardak nar suyu ya da 2 tane nar yemeye özen gösterelim. • Soğan, pırasa ve elma kanserin en önemli 3 büyük savaşçısıdır. • Böğürtlen yaprağı, ısırgan yaprak ve kökü ile yeşil çayı birlikte için. • Kereviz, yer elması, enginarı çok yememizde fayda var. • Baklagilleri haftada en az 2-3 kez tüketmeliyiz. • Pazı, ıspanak çok faydalı gıdalardır. • Maydanozu sofranızdan eksik etmemelisiniz. • Zeytini çok tüketmeliyiz. • Köy yumurtasını çok kaynatmadan her gün bir tane yiyebilirsiniz. • 15 Eylül – 1 Haziran arasında genellikle ilaçlı ve hormonlu olduğundan bu sera domateslerini tercih etmemeliyiz. Mevsiminde domatesi çokça tüketebiliriz. Domates, başta prostat kanseri olmak üzere, mide, meme kanserinden korur. • Spor yapın. Stresten uzak durun, ruh dengesini korumaya çalışın. • Doktorunuza danışarak meyankökü yiyin. • Kara üzüm, kara erik ve kara kayısı yiyebilirsiniz. Üzümü çekirdeği ve kabuğu ile birlikte yiyin. • Telefonu başınıza yakın yerde şarj etmeyin. Konuşmalarınızı kısa tutun.