Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk’u kaybettik. Bir süredir Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavi gören Selçuk saat 13.15’de çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi. İlhan Selçuk için Çarşamba günü İstanbul’da veda töreni yapılacak. Selçuk, Hacıbektaş’ta Çilehane bölgesindeki Yıldızlar Mezarlığı’nda defnedilecek.

Cumhuriyet Haber Portalı

İstanbul– Selçuk’un ölümü Cumhuriyet ailesini yasa boğdu. Cumhuriyet çalışanları gruplar halinde Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne gittiler. Yarım asırdır  Cumhuriyet’te köşe yazarlığını sürdüren Selçuk, aynı zamanda gazetenin Yayın Kurulu Başkanı’ydı. Berin Nadi‘nin 2001 yılında  ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz sahipliği görevini üstlenmiş, gazetesinin yaşatılabilmesi için yıllarca mücadele  vermişti.

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ
Cumhuriyet okuru ona “Aydınlanmanın Bilgesi” adını takmıştı. İlhan Selçuk Atatürk ilkelerinin savunucusu bir devrimci ve yurtseverdi. Adı Cumhuriyet Gazetesi’yle özdeşleşen İlhan Selçuk Cumhuriyet okurunun her sabah bir pusula gibi doğru yönü gösterdiği inancıyla izlediği bir yazardı.

İlhan Selçuk 11 Mart 1925’te İzmir’de doğdu (Nüfusunda Aydın yazılı). Babası subaydı. Bu nedenle Aydın’da başlayan, Yıldızeli ve Keskin’de süren, Şişli 43. İlkokul’da tamamlanan ilköğreniminin ardından, ortaokul ve liseyi İstanbul Taksim, Silifke ve Adana’da okudu.

1950’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kısa bir süre avukatlık yaptı. Ardından ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk ve Dolmuş mizah dergilerini yayımladı. İlk yazıları bu dergilerde yayımlandı. 1958’de Karikatür, 1959’da Taş_Karikatür dergilerinin yayıncıları arasına katıldı. Semih Balcıoğlu ile birlikte Ulus’un mizah sayfasını düzenledi.

1961’de Akşam Gazetesi’nde yazarlığa başladı. Aynı yıl Tanin’e oradan da Vatan’a geçti. 1962’de Doğan Avıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu’yla birlikte Yön’ün kurucuları arasında yer aldı ve burada da yazılar yazdı.

1962’de Nadir Nadi’nin çağrısı üzerine Cumhuriyet’te köşe yazarlığına başladı.

12 Mart 1971 öncesinde Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim dergisinde de yazan İlhan Selçuk, bu tarihlerde, geniş bir kesimin büyük ilgi duyarak okuduğu bir yazardı.

12 Mart sonrasında “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısı nedeniyle Cumhuriyet kapatıldı. İlhan Selçuk tutuklandı. Açılan davada aklandı.


Ziverbey’de İşkence

Çok geçmeden sıkıyönetimce yeniden gözaltına alındı. “Ziverbey Köşkü”nde işkence gördü. “Madanoğlu Davası”ndan Sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı ve aklandı. Yazdığı “Ziverbey Köşkü” kitabıyla, Ziverbey’deki işkence iddiaları ilk kez anlatılmış oldu. İlhan Selçuk, Ziverbey’de işkence altındayken verdiği ifadede akrostiş yöntemini kullanmıştı. İfadesinde, her tümcenin sondan ikinci sözcüğünün baş harfi yukarıdan aşağı sıralandığında “işkence altındayım” tümcesi çıkıyordu.

Demokrasi Ödülü

1991’de Nadir Nadi’nin ölümünden sonra gazetenin iflasa sürüklendiği, yazarlarının uzaklaşmak zorunda kaldıkları dönemde İlhan Selçuk, Berin Nadi ile birlikte Cumhuriyet yazarlarının bir arada tutulmasında önemli rol üstlendi. Ardından Berrin Nadi ile birlikte Cumhuriyet Gazetesi’nin bağımsızlığını koruyarak sürdürebilmesi için Cumhuriyet Vakfı’nı kurdu.

Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) kurucu üyesi olan İlhan Selçuk, “Türk basınında demokrasi için verdiği savaşımdan” ötürü 1997’de Sertel Demokrasi Ödülü’ne değer görüldü. 1989’da Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin “Onur Ödülü”ne, 1994’te Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Basın Özgürlüğü Ödülü”nü aldı. Yaklaşık yarım asırdır Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan İlhan Selçuk’un 15 kitabı bulunuyor.

Ergenekon’dan Gözaltı

21 Mart 2008 günü saat sabah 04:30 sıralarında Ergenekon davası operasyonları kapsamında gözaltına alınan Selçuk, iki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

30 Mart akşamı, göğüs ağrısıyla Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne getirildi. 15 Nisan’da yaklaşık 6 saat süren bir by-pass ameliyatı geçirdi. Selçuk’un ameliyatını gerçekleştiren ekibin başı Doç. Dr. Atıf Akçevin, ameliyatın ardından basın mensuplarına yaptığı açıklamada, İlhan Selçuk’un 1978 ve 1984 yıllarında kalp krizi geçirdiği belirterek, hastalığın son seneye kadar tıbbi tedaviyle sabit seyrettiğini söylemişti. İlhan Selçuk’un doktorlarından Oryal Gökdemir ise gazetecilerin “İlhan Selçuk’un şu anki durumunda gözaltına alınmasının bir etkisi var mıdır?” sorusuna “Etkilememiş diyemeyiz, ama ‘tek neden budur’ demek de yanlış olur” karşılığını vermişti.

25 Mayıs’ta hastaneden taburcu olan Selçuk, 14 Ağustos 2009 günü yeniden rahatsızlanarak Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde yoğun bakıma alındı. Selçuk’a ilk müdahaleyi daha önce kalp rahatsızlığı sırasında da tedavisini yapan ekipteki doktorlar Doç. Dr. Atıf Akçevin, Dr. Genco Yücel ve Dr. Zekiye Kural yaptı. İncelemeler sonucunda, Selçuk’un beyninin sağ tarafına bir kan pıhtısı gittiği ve bunun damarlarda beslenme bozukluğuna neden olduğu saptandı.

İlhan Selçuk, hastanede kaldığı süreçte okurlarıyla bağını sürdürdü. Hikmet Çetinkaya, 26 Kasım’dan başlayarak her hafta “Pazar Sohbetleriyle” Selçuk’un görüşlerini Cumhuriyet okurlarına aktardı.

Selçuk’u Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavi gördüğü süreçte kardeşi Ülfet
Ertel hiç yanından ayrılmadı. Ağabeyi Turhan Selçuk ve Cumhuriyet çalışanlarının yanı sıra, aralarında politikacı, gazeteci, yazar, sanatçıların da olduğu pek çok kişi ve sivil toplum örgütü Selçuk’un ziyaretine geldi. Tarık Akan, Rutkay Aziz’in yanı sıra 14 Şubat’ta CHP Eski Genel Başkanı Deniz Baykal da Selçuk’u ziyaret edenler arasında yer
aldı.

Selçuk hastanede kaldığı sürede sıkça gazeteye gelmek istediğini söylüyordu. Hikmet Çetinkaya ile sohbetinde, “Gazetedeki çocuklarımı çok özledim. Tümünün gözlerinden öperim… Türkiye’nin önünde başka bir dönem var. Demokrasi ve temel hak ve özgürlükler mücadelesi. Onun için Deniz Baykal’ı eleştirin ama vurmayın! Bu dönemde yol haritamız demokrasi, temel hak ve özgürlükler olacaktır. Atatürk milliyetçiliği
de budur zaten.”
diyordu.

Selçuk, son olarak 23 Mart Salı günü Cumhuriyet Gazetesi’ni ziyaret etti. Yedişer sekizer kişilik gruplar halinde Selçuk’un odasına gelen Cumhuriyet çalışanlarıyla sohbet etti, şakalaştı. Bu “Aydınlanma Bilgesi”nin Cumhuriyet’i son ziyareti oldu.

Amerikan Hastanesi’nin açıklaması

Vehbi Koç Vakfı (VKV) Amerikan Hastanesi, İlhan Selçuk’un, uygulanan tüm tedavi ve girişimlere karşın ”çoklu organ yetmezliği” nedeniyle vefat ettiğini bildirdi. Amerikan Hastanesinden yapılan yazılı açıklamada, ”24 Ocak tarihinde ‘iskemik beyin hastalığı’ nedeni ile yoğun bakım ünitesine yatırılan gazeteci yazar İlhan Selçuk, uygulanan tüm tedavi ve girişimlere karşın çoklu organ yetmezliği nedeni bugün saat 13.15’te vefat etmiştir” denildi.
 

Hacıbektaş’ta defnedilecek

İlhan Selçuk için Çarşamba günü İstanbul’da veda töreni yapılacak. Cenazesi perşembe günü Hacıbektaş’a götürülecek. Selçuk, Hacıbektaş’ta,  Mahsuni Şerif ve ağabeyi Turhan Selçuk‘un mezarları ile Aşık Veysel, Pir Sultan Abdal ve Yunus Emre‘nin heykellerinin bulunduğu Çilehane bölgesindeki Yıldızlar Mezarlığı’na defnedilecek.

BABALAR..-Bekir COŞKUN
BEN bir yeni yetimim…
Kaç yaşına gelirseniz gelin, babanız yaşadığı sürece, asla büyüyemezsiniz.
Ama bir gün onu kaybettiğinizde… “Baba” diye seslendiğinizde yanıt alamayacağınızı anladığınızda… Bir mezarlıktan çıkarken artık yalnız olduğunuzu hissettiğinizde… Bundan böyle danışacak kimseniz olmadığını bildiğinizde… Babanıza sorulması gereken soruları gelip size sorduklarında. ..
Ve kim bilir kaç gün el ayak çekildiğinde… Aidiyet duygusunu kaybetmiş, merkezini yitirmiş…
Sessiz sessiz ağladığınızda…
Demek ki büyüdünüz…

*

Bu ülkenin babaları, yeryüzünün en şanssız babalarıdır bence…
Ekonomik açıdan diyelim…
Evin başköşesindeki televizyonlar, çocukları tüketimin en çılgınına davet ederken… Yetersiz aylıkların, güvensiz işlerin, belirsiz yarınların, zar zor sağlanmış küçük birikimlerin, ayın sonuna doğru tükenen harçlıkların kahrı içinde bocalar…
Sessizleşir…
Söylemek ister, asla söyleyemez…
İstemek ile yapamamak arasında ezilir baba…

*

Ya da; sosyal yaşamda…
Çocuklarına “iyi insan” olmayı öğretmek gibi en kutsal görevi ile yüz yüze geldiğinde…
Bir yanda kimlikli-kişilikli-onurlu-yürekli-özgür bir birey yetiştirme arzusu… Öte yanda o minik bireyi, kaypaklığın-kimliksizliğin-onursuzluğun-ikiyüzlülüğün hüküm sürdüğü bir dünyaya hazırlamanın kaçınılmazlığı…
Ezilir…
Anlatmak istese anlatamaz…
Baba susar…

Bugün  Babalar Günü…
Boyunlarına sarılın…
Koklayarak öpün babalarınızı…
Onları anlarsınız nasıl olsa, er geç bir gün büyüdüğünüzde…

************ ********* ***
Bekir Coşkun
( Habertürk )

bcoskun@htgazete. com.tr

BİZ ŞİMDİ ÖLDÜK!

Cumartesi sabahı…

Ben şimdi uyandım. 

hurriyet.com.tr

İstanbul‘da güzel bir hava… İzmir‘de pırıl pırıl bir gökyüzü…

Ben şimdi uyandım…

Sen şimdi Ankara‘da bir haftasonu programı yapıyorsun.

Bir cumartesi sabahı uyandık.

Gazeteler, kahve, çay.. Bir gün, bir hayat önünde…

Şimdi uyandık…

Ben aslında şimdi öldüm… Ve şimdi Hakkari’de, Şemdinli’de onlar uyanamadı.

11 şehit haberi Doğan Haber Ajansı’ndan önüme düşünce bende düştüm…

Biz bir cumartesi sabahı şimdi uyandık…

Onlar Hakkari’de şimdi öldüler…

Biz şimdi öldük…

Toprağın altında 35 bin vatan evladı şimdi bir daha öldü.

Zaman öldü…

11 vatan evladı şehit düştü.

Mesela sen şimdi uyanıyorsun…

Ve henüz bilmiyorsun onlar nasıl uyanamadılar…

Dağın başındaki karakolda uykunun en masum derinliğinde roket mermileri kavurdu ranzaları…

Kalkabilen kalktı, nöbetteki Mehmet rastgele ateş etti.

Zaten ihanetle pusunun kol kola gezdiği o coğrafyada düello arayamazsın, şövalye bulamazsın.

Olsa olsa sabaha karşı kahpeliğin tetiğini çeken pusucuları bulursun.

İşte saat 11.00’e geliyor..

Bir cumartesi sabahı..

Sen şimdi kahvaltıdasın…

Belki de hiçbir şeyden haberin yok…

Karadeniz’de bir balıkçı ağlarını çekiyor…

Denizli’de bir dokuma tezgahı henüz işlemeye başlıyor…

Bursa’da bir baba çocuğunu götürmek için sinemaları araştırıyor…

Bir anne ertesi günkü doğuma hazırlanıyor..

Biz şimdi bilmiyoruz… Nasıl öldük farkında değiliz…

Bir ayda 50’ye yakın şehit verdik.

Herkes soruyor: Ne oldu da yeniden başladı?

Bitmedi ki kardeşim… İki yıllık bu sessizlik, iki yıllık beklenti, silahsız çözüm hazırlıkları…

Hatırlayın ABD‘den gelen Bay Koordinatörü..

Hatırlayın bizim koordinatör Edip Başer’in atanmasını..

Televizyon haberleri, manşetler…

‘Bitti, bitiyor, eziyoruz, sıkıştırdık, parasal kaynaklarına giriyoruz’

İşte sınır ötesi harekat..

Gece Kuzey Irak‘ta yürüyen komandolar..

Boş dağları bombalayan jetler…

Genelkurmay‘ın yaptığı ”ABD ile isithbarat paylaşıyoruz. Uyumluyuz” açıklamaları..

Sonra sessizlik.

Demokratik açılım.

İki yıl süren dağdan indirme projesi.

Ama olmadı işte.

Habur’dan giriş yapan teröristleri otobüslerin üstüne alıp terörist kıyafetleri ile selamlattırnca olmadı işte kardeşim…

Sen cumartesi sabahı uyandın..

Soruyorsun: Nasıl bitecek bu? Neden yine başladı?

Böyle bitmiyor işte kardeşim.

Sabah uyanıyoruz…

Aslında uyanamıyoruz…

Çünkü onlar uyanamıyor…

İşte 11 vatan evladı daha uyanamadı.

Ben nasıl uyanırım, sen nasıl uyanırsın.

Biz niye bir türlü uyanamıyoruz.

YORUMLARINIZ İÇİN fcekirge@hurriyet.com.tr

Ben tesadüflere inanmam

Sertab Erener’in yeni albümünün adı ‘Rengârenk’. Bu albüm yeninin peşinden gidiyor. Çünkü Erener bildiğini yapmanın kolay ve güvenilirliğine sığınmıyor. Sürekli değişmenin açlığını dindirdiğini düşünüyor. Bunlar da Rengârenk’i berrak, asude ve ona inat canlı albüm yapmaya yetiyor.

Sertab Erener “Bu Böyle” ve “Açık Adres” parçalarıyla ilkbaharı karşılamıştı. Şimdi yeni albümü “Rengârenk” yayımlandı. Prodüktör Sertab Erener, düzenlemeler ise Mustafa Ceceli’nin. Oscar ödüllü “Slumdog Millionaire” filminin müziği Ringa Ringa şarkısı da Nil Karaibrahimgil’in Türkçe yazdığı sözlerle albüme adını veriyor. Şarkılarda Soner Sarıkabadayı ve Erener’in imzası var. Erener’in derdi kendini tekrar etmenin verdiği sıkıcılıktan kurtulmak. Bunu da başarıyor, zira 20 yıllık bir döneme yayılan şarkılarına baktığımızda akıllarda kalanlar hep farklı tarzlarda. Bu albüm de adı gibi “Rengârenk”

– Sertab Erener şarkılarını hayatımızın her döneminde dinledik. Dile kolay, neredeyse yirmi yılı geride bıraktınız. Ama son dönemde daha farklı biri var sanki karşımızda. Artık zamanı gelmiş miydi değişimin?

– Müziğin içindeki yolculuğumu hiç planlamadım. Çünkü yaşamın onu yönlendireceğini düşündüm. Belki de sağlığını böyle koruyacağına inandım. Hayata bakışım, algılayışım neyse o yansıyor müziğe. Bir kadının hayatı bu, aynı zamanda da bir ayna.

Hayatla didişiyorum

– Müziğin dinlenebilirliği derinin altına geçebilmesiyle orantılı. Müziğinizde bu hep vardı. Nedir derdiniz?

– Sihir, içinden geleni vermekte. Zaten cesaret isteyen de bu. Oluş halin ne kadar gerçek ve berraksa insanlar seni o kadar dinler.

– Sürekli hayatla didişir gibi bir izlenim yaratıyorsunuz bende. Var mı böyle bir kavganız?

– Hayatla didişmek evet, aynen tanımım bu. Oluruna bırakmam, kaderci değilim. İnsan gerçekten kendi kurgusunu yaşıyor, buna eminim. Korkularla yüzleşmek de buna dahil. O yüzdendir ki tesadüflere de pek inanmam. Varoluş dinamiğinde tüm bunların anlamı olduğunu düşünürüm. Çoğu zaman hayatın sağlamasını yaptığım fikrine kapılırım.

– Umutsuzluk size uzak olmalı o zaman.

– Umutsuzluk hissettiğim bir ruh hali değil, zaten kötümser de olamadım hiç. Çok analitik olduğum yerler var, ama az. Çaresiz kaldığım zamanlar en kötüleri. Çünkü benim dışımda ve müdahalemden uzak olaylar beni yoruyor.

– Müziğe dönersek “Rengârenk” albümü ses rengi ve duyum açısından farklı bir yerde.

– İnsan kendini tekrar eden bir yaratık. Çünkü bildiğini yapmak kolay ve güvenli. Yeniyi aramak belirsizlik demek. O da korku veriyor. Sürekli yenilemek, farklılaşmak. Her şey burada gizli. Kimyayı sürekli değiştirmek gerekli. Benim açlığım bu. Aynı olmaktan sıkılıyorum. Mesela, Madonna sürekli değişti. Müziği, sözleri, çalıştığı ekibi, hatta görünüşü… Dinleyiciyi şaşırtmak önemli, elbette onları kaybetmeden.

– “Rengârenk”te “İkimiz Bir Fidanın” gibi bir klasiği yorumluyorsunuz. Var mı hikâyesi?

– Pek çok insanın onunla duygusal bir bağı var. Anlatısı direkt ve net sözünü söylüyor. Zamanının en popüler şarkısı. Bu şarkı bizim evimize de girmişti. Ben de yıllardır konserlerde söylüyordum, Özge Fışkın’la düet yapıyorduk. Baktım ki hissediyorum, bu akış benim gerçeğim oldu ve yola devam ettik.

– Arabesk kanımızda var ama bunu kabullenmekten çekiniyoruz. Nasıl iş bu?

– Arabesk bu toprakların müziği. Sahiplenilmesi ve kabul edilmesi gereken bir olgu. Saçma sapan idealist yaklaşımlarla ona uzak durmayı marifet sayıyoruz. Sonuçta insanlar aidiyet noktasında çok istekliler; popçular, rockçılar, arabeskçiler… Bu da sınırları çok kesin gruplaşmalara neden oluyor. Siyasette, politikada, hayatın her alanında bunu yaşıyoruz.

Çılgın bir konser geliyor

– Demir Demirkan ile uzun yıllardır birliktesiniz. Dışarıdan da her şey yolunda görünüyor. Nedir bu ilişkiyi bu kadar dengede tutan?

– Birbirimizi değiştirmemek. Evet, buna epey çalıştık. Çünkü herkes karşısındakini mükemmel yapmak ister. Bunu bir kenara atmak gerekli. Biri seni ilk nasıl etkilerse onu öyle bırakmak gerektiğini unutuyoruz. Âşık olduğumuz kişinin, âşık olduğumuz haliyle oynuyoruz. Burada izin veren de suçlu diğeri de. İlişkilerde karşında kendini görürsün ve yansımalardan ibarettir ilişkiler. Benim ilişkimde öğrendiğim bunlardı. Bunları başardığımız için bugün buradayız. En önemlisi de değişmek gerekiyorsa gerekiyor diye değil, gerçekten doğru olduğuna inanıldığı için adım atılması gerektiği. Bir de Demir’in dürüstlüğü bu ilişkinin temeli. Yalan söylemez, “miş” gibi yapmaz. En çok âşık olduğum tarafı da dürüstlüğü. Kendine, yaşadığına saygılı. Hesapla, kitapla yürümez, yalnızca yapar, isteyerek yapar. O yüzden müziğinde de samimi ve çoksesli.

– Peki, son olarak “Rengârenk”i ne zaman canlı dinleme fırsatımız olacak?

– Rengârenk’in ilk konseri 30 Haziran’da Kuruçeşme Arena’da. Konsere kadar dinleyiciler de şarkılara alışmış olur diye umuyorum, çünkü müzik iletişimini sağlamak için seyircinin melodiye, sözlere aşina olması çok önemli. Hoş bir de fikrimiz var! Dinleyicilerin konsere rengârenk gelmelerini istiyoruz. Yani bir parti havası yaratmak derdimiz, tüm çılgınlıklara hazırız.

Babam ve BEN

4 yaş  : Babam her şeyi biliyor.
5 yaş  : Babam çok şeyi biliyor.
6 yaş  : Benim babam, senin babandan daha çok şey biliyor.
8 yaş  : Babam galiba bazı şeyleri biliyor.
10 yaş: Babamın gençliğinde, her şey çok farklıymış.
12 yaş: Aslında, babam bu konuda hiçbir şey bilmiyor.
14 yaş: Babama kulak asma! O, artık çağ dışı kaldı.
21 yaş: Babam mı? Aman Tanrım! O, hiçbir şeyden anlamaz.
25 yaş: Babam bu konuda az da olsa bir şeyler biliyor. Ama o yaştaki insanın bu konuda bir şeyler bilmesi normal zaten.
30 yaş: Bu konuda babamın fikrini alsak iyi olur. O kadar deneyimli ki…
35 yaş: Babama sormadan hiçbir şey yapmasam iyi olacak.
40 yaş: Acaba babam bu konunun nasıl üstesinden gelirdi? Ne kadar akıllı ve deneyimli bir insandı.
50 yaş: Babamın yanımda olması ve bu konu hakkında fikir vermesini çok isterdim. Onun ne kadar akıllı olduğunu hiç takdir etmemişim. Oysa, ondan çok şey öğrenebilirdim. Meğer babam her şeyi biliyormuş.                                                  

                                        

ANN Landers

 

  
 2010 Yılında Yaşamak

1. Şifrenizi yanlışlıkla mikro dalga fırınınıza girmeye çalışıyorsanız

2. Gerçek iskambil kâğıtlarıyla yıllardır fal bakmadığınızı fark ettiyseniz

3. 3 kişilik ailenize ait 15 adet telefon numaranız varsa

4. Yan masada çalışan arkadaşınıza e-mail gönderiyorsanı z

5. Arkadaşlarını ve yakınlarını arayamama sebebin e-mail adreslerinin olmamasıysa

6. Alışverişten dönerken evinizde aldıklarınıza taşımaya yardım edecek birinin olup olmadığını anlamak için cep telefonunuzu kullanıyorsanı z

7. Televizyondaki her reklâm, ekranın altında bir web adresi içeriyorsa

8. Hayatınızın ilk 20, 30 belki de 60 yılında sahip olmamanıza karşın, bugün evinizden cep telefonunuzu almadan çıkmak sizde paniğe yol açıyor ve almak için geri döndürüyorsa

10. Sabah uyandığınızda kahvaltıdan önce online oluyorsanız

11. Gülümserken başınızı yana yatırıyorsanız 🙂

12. Bu yazıyı okuyorsanız, başınızı sallıyor ve gülümsüyorsanız

13. Daha da kötüsü, bu maili kimlere forward edeceğinizi şimdiden biliyorsanız

14. Listede 9. maddenin olmadığını fark edemeyecek kadar meşgulseniz

15. Yukarı çıkıp listede 9. madenin olup olmadığını kontrol ettiyseniz
ve şu an kendi kendinize gülüyorsanız

2010 Yılında yaşıyorsunuz….

 
Güzel ve Mutlu Günler Dileklerimle 😉

ÇYDD’den yeni şube

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel, derneklerine ilginin, desteğin azaldığı dedikoduları olduğunu belirterek, ”Bu dedikoduları çıkaranlar üzülsünler. Çünkü ilgi azalmıyor, artıyor” dedi.

ÇYDD’nin Karaman şubesinin açılışına katılan Prof. Dr. Çelikel, burada yaptığı konuşmada, Karaman ile birlikte derneğin şube sayısının 99’a ulaştığını belirtti.

Amaçlarının Atatürk devrimlerinin korunması, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması olduğunu ifade eden Prof. Dr. Çelikel, ”Aradan 21 yıl geçti. Saygınlığı olan bir dernek olduğumuza inanıyorum. Siz de bu dernek çatısı altında faaliyet göstermekten gurur duyun. Çünkü yaptığımız iş insani bir iş. Nerede olursa olsun ister bu dünyada isterseniz öbür dünyada insana verilen destek kadar mukaddes bir iş olamaz” dedi.

Derneğin bugüne kadar 43 bin 700 kız çocuğuna 4 ile 7 yıl arasında eğitim desteği verdiğini anlatan Prof. Dr. Çelikel, şunları kaydetti:
”Bu sayı her geçen yıl artıyor. Derneğe ilginin, desteğin azaldığı dedikoduları var. Bu dedikoduları çıkaranlar üzülsünler. Çünkü ilgi azalmıyor, artıyor. Çünkü projelerimiz destek verdiğimiz çocuklarımız artıyor. Okullar, ana okulları, kütüphaneler yaptırıyoruz. Bizim bu topluma bir borcumuz var. Atatürk’e, Cumhuriyetimize bir borcumuz var. Bu borcu ödeyeceğiz. Şimdi dernek hakkında dedikodular yapılıyor. Merhum Başkanımız Türkan Saylan hakkında kötü konuşuyorlar. Bunlara inanmayın. Türkan Saylan kendini insanlık hizmetlerine adamış bir kişiydi.”

Konuşmasının ardından kurdeleyi keserek derneğin yeni kurulan Karaman şubesinin açılışını gerçekleştiren Prof. Dr. Aysel Çelikel, daha sonra Piri Reis Kültür Merkezi’nde düzenlenen ”Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve Anayasa değişiklikleri” konulu panele katıldı. Prof. Dr. Çelikel’in oturum başkanı olduğu panele, CHP Merkez Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Süheyl Batum ve Doç. Dr. Ümit Kocasakal konuşmacı olarak katıldı.

Prof. Dr. Özge ARDIÇOĞLU
Özge   ARDIÇOĞLU
  Yazı Yorum
  Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi FTR Kliniği Şefi
  

 

Uzmanlarımız, Sayılarımız

Eski ismiyle mütehassıs hekimlerimizin sayıları, branşları ve dağılımları artmış durumda. Geçmiş yılları uzun uzadıya hatırlatmaya gerek yok. Anestezist olmadan uyuyan hastaları, dört ana branştan başka hekim olmayan yerleri, hatta bazen onların da olmadığı dönemleri hatırlamak mümkün. Hekimlerle birlikte hemşire, teknisyen, yardımcı personel gibi alanlarda da sayı azlığı bulunuyordu. Bazılarında halen sıkıntı devam ediyor. Hekim sayısı ile ilgili bilgilere bakacak olursak; objektif ve bilimsel ölçüler rakamlardan geçiyor. Dağılım durumu da sayı kadar önemli. Bir yerde aşırı yığılma kadar, giden uzmanın pratikman hiçbir şey yapamayacağı, ülke kaynağını ve kişiyi israf eden uç noktalar da yarar getirmiyor. Ben, uzmanlarımızın durumunu görünce uzman açığı olduğunu düşünmüyorum. Uzmanlığını bitirip mecburi hizmete gidilen yerlere baktığımızda periferin bile dolu olduğu izleniyor. Mecburi hizmeti bitenlerin ise tayin istedikleri birçok yerin kadrosu dolu görünüyor. Açık olan yerler neredeyse periferin ilçeleri bile değil. Tabii yine de değerlendirmede sayılara bakmak gerekir.

Tıp fakültelerimiz de sayı tartışmasının içinde. Ülkemizde 1 milyon nüfusa düşen tıp fakültesi sayısı 0.94. Dünya ortalaması 0.30. Bazı bölgeler bu sayıyı düşürebilir, onun için bölgesel bakmak daha sağlıklı olabilir. Avrupa’daki sayı 0.54, Kuzey Amerika 0.62, Güney Amerika 0.60, Asya 0.22, Afrika 0.15 şeklinde karşımıza çıkıyor. Tıp fakültesi sayısında demek ki tüm ortalamaların üzerindeyiz.

En fazla uzman bulunan on il sıralaması; İstanbul 3.549, Ankara 2.448, İzmir 1.796, Bursa 877, Antalya 665, Adana 611, Konya 587, Manisa 525, Mersin 524, Samsun 508 olarak tespit edilmiş. En az uzman bulunan 10 il ise şöyle; Ardahan 37, Tunceli 37, Bayburt 40, Kilis 42, Gümüşhane 49, Iğdır 50, Bartın 61, Bilecik 65, Çankırı 70, Artvin 71. Türkiye geneli 2009 yılı toplam uzman sayısı ise 57.266. Bu arada şunu da belirtmek gerekiyor, en alt sıralarda yer alan Bayburt’un nüfusu 72 bin, İstanbul’un 13 milyon. Yani Bayburt’ta bin 800 kişiye bir uzman, İstanbul’da 3 bin 663 kişiye bir uzman düşüyor. Yaklaşık iki katı bir oran mevcut.

Bazı branşlara kısaca göz atarsak; çocuk cerrahisinde Türkiye’de 100 bin kişiye 0.75, Avrupa’da 0.89 uzman düşüyor. Göz hastalıklarında ülkemizde 3.66, Avrupa’da 7.45, ürolojide Türkiye’de 100 bin kişiye 2.73 uzman, Avrupa’da 3.17 uzman düşüyor. Radyolojide 100 bin kişiye düşen uzman sayısı Türkiye’de 3.16, Avrupa’da bu oran 9.87. Kadın hastalıkları uzmanı sayısı bizde 6.43, Avrupa’da 18.17. Çocuk hastalıkları uzmanı 5.52 iken, Avrupa’da 100 bin kişiye 16.32 uzman düşüyor. Detayında ise çocuk uzmanı sayısı Hollanda’da 6.8, Belçika’da 17.4, İrlanda’da 2.1, Danimarka’da 7.3, Slovenya’da 32.7. Bu da bize tek başına sayının ne kadar değeri olduğu hakkında bir fikir veriyor sanıyorum. Herhalde Hollanda’yı Slovenya’dan geri sayamayız.

Ülkelerin sağlık düzeyi diye bir hesaplamaya girildiğinde ise karşımıza şu sonuçlar çıkıyor; Türkiye -11.98 ile 87. sırada, ilk sırada İsviçre var +22 ile. ABD 18, Singapur 16, Hırvatistan 13, Lübnan 0.89, Tunus -2, Bulgaristan -3, İran -3, sıra -118’e kadar devam ediyor.

Sayılar bize, bazen bildiklerimizi vurguluyor, bazen de karşımıza hiç beklemediğimiz tablolar çıkarıyor.

Sağlık camiası anksiyeteden şikâyetçi

Anksiyete, yorgunluk, baş ağrısı, uykusuzluk gibi çalışma ortamına bağlı stres yakınmaları içinde olan sağlık personeli için hastanelerde iş sağlığı biriminin kurulması gerekiyor

Uzm. Hem. Füsun Kılıç, İstanbul Paşabahçe Devlet Hastanesinde çalışan sağlık personelinin çalışma ortamında karşılaştıkları sağlık sorunlarını araştırdı.

Yüz doksan dokuz sağlık personeliyle yapılan araştırmaya göre, sağlık personelinin çalışma ortamına bağlı geçirdiği hastalıkların en fazla üst solunum yolları enfeksiyonu, allerjik rinit, bronşit, hepatit B, allerjik astım ve tüberküloz olduğu belirtiliyor. Yine çalışma ortamında karşılaşılan kazaların başında iğne batması geliyor. Bunu, bistüri, makas, cam kesikleri, hasta bakımı sırasında meydana gelen kazalar ve kimyasal maddelerin uygunsuz kullanımından oluşan kazalar takip ediyor.

Sağlık personelinin çalışma ortamına bağlı stres yakınmalarının mesleklere göre dağılımına bakıldığında doktorların en fazla anksiyeteden şikâyetçi olduğu açıklandı. Bunu yorgunluk, kaslarda gerginlik, baş ağrısı, uykusuzluk ve mide ağrısı izliyor. Hemşirelerde sıralama; anksiyete, kaslarda gerginlik, mide ağrısı, uykusuzluk, baş ağrısı ve yorgunluk şeklinde.

İş sağlığı hizmetleri gerekli
Sağlık personeli, çalışma ortamında en fazla gürültüye maruz kaldığını bildirdi. Sonra gelen faktörler ise radyasyon ve aşırı sıcak. Personelin kullandığı maddeye bağlı gelişen hastalıklarının dağılımına bakıldığında dermatit, lateks allerjisi ve allerji başı çekiyor.

Sağlık personelinin de bir çalışan olarak iş sağlığı hizmetlerine gereksinim duyduğu ve dolayısıyla hastanede iş sağlığı biriminin oluşturulması gerektiği belirtildi. Söz konusu birimde sağlıklarını korumak ve sürdürmek için sağlık personeline yaygın hizmet içi eğitim verilerek uygun davranışlar kazandırılması hedeflenecek. Sağlık personelinin periyodik muayene ve izlemlerle meslek hastalıklarından korunması sağlanacak.

Araştırmaya göre, özellikle hemşirelik meslek grubuna vücut mekanikleri ve sağlık risklerinden korunma konusunda hizmet içi eğitim seminerleri verilmesi ve sürekliliğinin sağlanması gerekiyor.

Sessiz makineler kullanılmalı
Araştırmada ayrıca, sağlık personelini gürültüye karşı korumak için hastanede sessiz makinelerin kullanılması, gürültülü cihazların sese karşı izole edilmiş odalara yerleştirilmesi, gürültülü araç-gerecin sesinin kısılması ve gürültüyü emen bitkilerin kullanılmasının sağlanması gerektiği ifade edildi.

Hastanede kullanılan kimyasal maddelerin, zararsız ya da az zararlı olanlarının seçilmesi, ortamlarda olması gereken konsantrasyonlardan fazla olmamasına dikkat edilmesi ve düzenli ölçümler yapılması gerekiyor.

Kimyasalların özellikleri ve taşıdıkları tehlikelerin bilinmesi, kullanımları ve saklanmaları sırasında yarattıkları tehlikelere karşı korunulması, bu maddelerle ilgilenen çalışanların eğitilmesi ve gerektiğinde kişisel koruyucu donanımlar kullanılması önerildi.

Hastane çalışanlarının, özellikle lateks allerjisi risk grubu personelin eğitiminin zorunlu tutulması, lateks içermeyen eldivenlerin tercih edilmesi; lateks yerine nonlateks veya silikon, “neoprene, tyrenbutadiene, polivinytehloride”li malzemelerin seçilmesi gerekiyor.

Yaptırımcı olunmalı
Araştırma sonuçlarına göre, sağlık çalışanlarına uygulanacak aşılama programlarında hepatit A, hepatit B, influenza, tetanos aşıları yer almalı. Mesleki riskleri önleme ve azaltmaya yönelik güvenli tıbbi malzemeler (iğneyi enjektörden ayırmadan atılabilecek, kutunun tamamen dolmasını/elin atıklara değmesini engelleyen atık kutuları; kullanıldıktan sonra içeri çekilebilir ya da iğnenin üzerine kayan başlık sistemleri olan iğne/enjektörler vb.) kullanılmalı.
Ayrıca, hastane güvenlik önlemleri de artırılmalı ve güvenlik görevlileri taciz yapma eğilimli bireyleri izlemeli, tacize uğramış sağlık personeli için destek grupları oluşturulmalı ve danışmanlık hizmetleri verilmeli. Hastane yöneticilerinin, çalışanların düzenli sağlık taramasından geçirilmesi ve koruyucu önlemlerin alınması için yaptırımcı olmaları gerekiyor.

Nevşehirli bir şarap firmasının ürettiği 4 marka, şarap alanındaki önemli yarışmalar arasında gösterilen Concours Mondial de Bruxelles’de 2 altın, 2 gümüş madalya kazandı.

 Firmanın sahibi Hasan Turasan, Concours Mondial de Bruxelles yarışmasının kalite ve ciddiyet açısından dünyadaki uluslararası şarap yarışmaları içinde ilk üç sırada yer aldığını söyledi.

Kırmızı, beyaz ve rose dallarında yarışmaya katıldıklarını ve yarışmada Turasan Rose’nin altın madalya kazandığını belirten Turasan, şarabın Türkiye’de üretilen rose şarapları içinde uluslararası yarışmalarda ilk altın madalya kazanan ürün olduğunu dile getirdi.

Seneler Cabernet Sauvignon, Merlot ve Syrah karışımından elde ettikleri bir ürünün de aynı yarışmada altın madalya kazandığını ifade eden Turasan, Seneler Narince ve Seneler Öküzgözü şaraplarının ise gümüş madalya kazandığını bildirdi.


“Başarıda kalite sürekliliği önemli”

Kalitelerindeki sürekliliğin kazandıkları başarıda önemli olduğuna dikkati çeken Turasan, doğru zamanda doğru hareketleri yapmanın başarılarına katkı sağladığını dile getirdi.

Yıllık 2 milyon litre üretim kapasitesine sahip olduklarını ifade eden Turasan, toplam olarak 24 çeşit ürüne sahip olduklarını söyledi.

Yarışmayla gelen başarının ardından Avrupa’daki şarap uzmanlarından olumlu tepkiler aldıklarını aktaran Turasan, ”Türkiye’de şarapçılığın ilerleyebilmesi için sektörün önünün açılması lazım” diye konuştu.

Şarabın ülkeler arasında iyi bir reklam aracı olduğunu belirten Turasan, ”Eğer çok iyi bir planlama yapılabilirse Türkiye, 10 sene içerisinde, dünya üzerinde çok iyi bir şarap markası olabilir” dedi.

“Ödüllü şaraplar Çin’e ihraç ediliyor”

Yarışmanın ardından ödül kazanan şarapları Çin’e ihraç etmeye başladıklarını anlatan Turasan, kendi alanında Çin’e ihracat yapan ilk firmalardan olduklarını söyledi.

İhracat oranlarının şu an için çok yüksek boyutta olmadığını belirten Hasan Turasan, ”Bizim için önemli olan ihracat hareketini başlatabilmekti. Çünkü, dünya pazarında Türk şarabı çok az biliniyor” ifadesini kullandı.

Sektörün önünün açılması için önerilerini de anlatan Turasan, şarap üreten ülkelerle ithal eden ülkelerdeki vergilendirme sisteminin çok farklı olduğunu bildirdi.

Şarap üreticisi ülkelerde ürünün üzerinde herhangi bir vergi olmadığını vurgulayan Turasan, Türkiye’deki vergilendirme sisteminin üretici için ağır olduğunu kaydetti.

Şaraba nasıl bakıldığının önemli olduğunu da dile getiren Turasan, ”Şarabın ham maddesi üzümdür. Türkiye, konumu gereği üzüm yetiştirmeye son derece elverişli bir ülkedir. Bana göre, katma değeri son derece yüksek bir üründür” şeklinde konuştu.