Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Maymunların hatalarından ders çıkarabildiği bildirildi. “Science” dergisinde yayımlanan araştırmanın, insanlar gibi maymunların da ne yapabilecekleri, ne yapmak istedikleri ve ne yapmaları gerektiği duygusuna sahip olduklarının ilk kanıtı olduğu belirtiliyor.

ABD’nin Duke Üniversitesi’nden Ben Hayder ve ekibi, maymunları, bilgisayar ekranında yeşil bir kare gördüklerinde büyük ödül alacakları konusunda eğitti. 8 beyaz kareden hangisinin arkasında yeşil karenin gizlendiğini bulmaları gereken maymunlara başarılı olduklarında büyük bardakta meyve suyu verildi.

Maymunların, eylemlerin olası sonuçlarını ele almayı sağlayan insanlardaki soyut düşünce yeteneğine sahip olup olmadıklarını anlamak için araştırmacılar, başarısız olduklarında hayvanlara kaçırdıkları ödülleri gösterdi.

Maymunların beyninin, karar alma sürecinde önemli rol oynayan bölümündeki sinirleri inceleyen bilim adamları, sinirlerin ödülün değerine göre tepki verdiğini, ödül ne kadar büyükse tepkinin de o kadar fazla olduğunu belirledi.
Bilim adamları, maymunlara kaçırdıkları ödül gösterildiğinde sinirlerin aynı şekilde tepki verdiğini de gördü.

Araştırmaya imza atanlardan Michael Platt, sinirlerin iki rolünün olduğunu öğrenmenin önemli olduğunu çünkü maymunun her iki durumda aldığı bilgileri eylemine uyarlayabildiğini, bunun da maymunların daha iyi seçimler yapmalarını sağlayabildiğini ifade etti.

Platt, böyle bir mekanizmanın, başkalarının yeni birçok soyut bilgi yaydığı karmaşık sosyal çevrelerde son derece önemli olabileceğini kaydetti.

“Science” dergisinde yayımlanan araştırmanın, insanlar gibi maymunların da ne yapabilecekleri, ne yapmak istedikleri ve ne yapmaları gerektiği duygusuna sahip olduklarının ilk kanıtı olduğu belirtiliyor.

The Telegraph gazetesince Türkiye’deki “saklı hazineler”e ilişkin geniş haberinde Safranbolu için “amatör fotografçının rüyası” ifadesi kullanıldı. Haberde, “Eğer Dünyanın En Şirin Kenti için bir ödül olsa, Safranbolu aday olurdu” denildi

Türkiye’yi ziyaret etmenin tam zamanında olduğu belirtilirken Türkiye’de turistlerin genellikle gezmediği harika bir çok yerinin bulunduğuna dikkat çekildi. İngiliz The Telegraph gazetesi, Türkiye’deki “saklı hazineler”e vurgu yapıldığı geniş haberinde Safranbolu için “Eğer dünyanın en şirin kenti için bir ödül olsa, Safranbolu aday olurdu” denildi.

The Telegraph gazetesi, euro bölgesinin İngiliz turistleri için çok pahalı hale geldiği için Türkiye’nin çekici bir tatil yeri hale geldiğini belirtirken “Türkiye’nin saklı hazineleri”ne dikkat çekti. Bu çerçevede Edirne ve Ankara gibi çeşitli bölgelerin turistlerin hoşuna gidecek tarihi ve turistlik yerleri üzerinde durulduğu haberde UNESCO tarafından Dünya Mirası’nın bir parcası ilan edilen Safranbolu’ya dikkat çekti.

“Safranbolu, Türklerin beton tutkusu olmasa Türkiye’nin nasıl görüneceğini gösteren yerdir” diyen gazete, “1970 yıllarında ülkenin Osmanlı mirasının önemli bir bölümü yıkılarak blokların insa edildiği sıralarda Safranbolu, mimari vandalizm çılgınlığından uzak kalmayı tercih etti ve kendisini korumaya yöneldi. Otuz yıl sonra sonuç bir amatör fotografçının rüyasıdır: taşlı sokaklar, şahane Osmanlı konakları, 17. yüzyıldan kalan bir hamam, kökne ahşap evler, demirciler sokağı.. Eğer dünya’nın en şirin kenti için bir ödül olsa, Safranbolu aday olurdu” dedi.

Depresyon çağımızın hastalığı; hayatımızdaki her şeyi kötü etkilediği gibi cinsel hayatı da olumsuz etkiliyor. Kötü cinsel hayat ise depresyon sebeplerinden biri! Peki, bu kısır döngüden nasıl kurtulmalı?

Herkes yaşamının bir döneminde umutsuzluk, hüzün, keder, mutsuzluk gibi olumsuz duygular yaşayabilir. Bunlar, genellikle yaşanan olaylarla ilişkili ve geçicidir. Bazen bu duygulanımlar daha aşırı boyutlarda ve daha uzun süre yaşanabilir. İşte bu durumda, kendine özgü belirtileri olan, çok iyi tanımlanmış ve ciddiye alınması gereken bir hastalık olan depresyondan bahsedilebilir.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği; toplumda en sık rastlanan ruhsal bozuklukların başında gelen depresyon ve cinsellik konularındaki tartışmalara açıklık getirdi ve depresyonun cinsel hayatı bitirdiğine dair bir araştırma ortaya koydu.

Depresyon bir çökkünlük halidir

Depresyonun, kişide ilişkisel, kalıtımsal, çevresel ya da hormonsal bozukluklar sonrasında gelişen çökkünlük hali olduğunu ifade eden uzmanlar; “Depresyon tıpkı diğer hastalıklar gibi, örneğin kalp ya da mide ülseri gibi tıbbî bir durumdur ve kişiden kişiye değişiklikler gösteren bir grup belirti ve bulgulardan oluşur.” diyorlar.

— Kendinizi, bir süredir hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren bir biçimde ağlamaklı, üzgün, kederli, morali bozuk, mutsuz, dertli, çaresiz, sıkıntılı, zavallı, neşesiz, sinirli, çökkün, boşluktaymış gibi v.b. olarak tanımlıyor ve hissediyorsanız,

— Eskiden zevk aldığınız etkinliklerin çoğuna karşı ilginizde azalma varsa veya artık bunlardan eskisi gibi zevk almıyorsanız,

— İştahınızda azalma veya artma varsa ve istemediğiniz halde kilo veriyor veya alıyorsanız,

— Hemen her gün uykusuzluk çekiyorsanız ya da aşırı uyuyorsanız,

— Uykuya dalmakta güçlük çekiyor veya sabahları istemediğiniz halde erken uyanıyor veya gece sık sık uyanıyorsanız,

— Eskiye göre çok daha uzun süre uyumanıza rağmen kendinizi yorgun hissediyorsanız,

— Hemen her gün yakınlarınızın da fark ettiği şekilde konuşmanızda, düşüncelerinizde ve davranışlarınızda bir yavaşlamadan yakınıyorsanız,

— Karar vermekte, etkinliklere başlamakta ve sürdürmekte güçlük çekiyorsanız,

— Yorgunluk, bitkinlik ve enerji kaybınız olduğunu hissediyorsanız,

— Cinsel isteğiniz azalmışsa veya sertleşme sorunları yaşıyorsanız,

— Bedeninizde nedeni bulunamayan ağrılar, nefes darlığı, yorgunluk, baş dönmesi, mide ve bağırsaklarda gaz, ishal-kabızlık dönemleri gibi yakınmalarınız varsa,

— Değersizlik, kendini beğenmeme veya küçük görme, kendini kınama, suçlama ya da suçluluk duyguları sizi rahatsız ediyorsa,

— Düşüncelerinizi belli bir konuya yoğunlaştırmakta güçlük çekiyor veya zihninizin karmakarışık olduğunu hissediyorsanız, en basit konuda bile karar vermekte güçlük çekiyorsanız,

—Yineleyen biçimde “ölsem de kurtulsam” diye düşünüyorsanız veya aklınıza intihar düşünceleri takılıyor veya intihar planları yapıyorsanız…

Bunlardan birkaçı sizde varsa depresyonda olma olasılığınız çok yüksektir.

İşsizlik kişiyi depresyona sokabiliyor

Depresyonun her yaşta görülebileceğine dikkat Psk. Gülüm Bacanak; “Depresyon kadınlarda en sık 35–45 yaşları arasında, erkeklerde ise; 45–55 yaşları arasında ortaya çıkar. Depresyon bekâr ya da evlilere göre, ayrılmış ve boşanmış kişilerde daha çok görülür. Bekâr kadınlarda evlilere göre daha az oranda depresyona rastlanabilir. Erkeklerde ise evlilik, depresyon riskini bekârlığa göre azaltmaktadır. Bu kişilerin ailelerinde intihar ve alkolizm yüksek oranda görülmektedir. En az 6 ay süre ile işsiz kalan kişilerde de depresyon daha çok görülür.” dedi.

Depresyon cinsel hayatı nasıl etkiliyor? Kötü cinsel yaşam depresyona nasıl sebep oluyor?

Depresyon belirtilerini ciddiye almayan birçok hastanın tedavi olma gereği bile duymadığını söyleyen Uzman Psikolojik Danışman Dr. Cem Keçe, “Bir tükenmişlik hissi yaratan, uyku ve iştah sorunları yaşatan, hatta kişi intiharın eşiğine götürebilen depresyon; cinsel problemlere de yol açabilir, hatta cinsel hayatı bitirebilir.” dedi.

Depresyona girmiş erkeklerde başta cinsel isteksizlik, erken boşalma ve sertleşme sorunları görülürken, kadınlarda ise daha çok cinsel isteksizlik ortaya çıkar.

Çünkü cinselliğin; cinsel istek, uyarılma ve orgazm olmak üzere 3 aşaması vardır. Depresyonda başta cinsel istek (libido) azalır. Buna bağlı olarak uyarılma ve orgazm sorunları da ortaya çıkabilir. Ancak tüm bu sorunlar depresyonun tedavi edilmesiyle birlikte kendiliğinden düzelmektedir.

Cinsel sorunlar depresyonu ağırlaştırabiliyor

Depresyonda negatif bir kısır döngü yaşandığını söyleyen Cinsel Terapist Psk. Gülüm Bacanak; konuyu şöyle özetliyor: “Bu kısır döngü ‘yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar’ bilmecesi gibidir. Depresyon cinsel sorunlara yol açabilirken, cinsel sorunlar da mevcut depresyonu ağırlaştırabilir.” dedi.

Cinsel sorunlara depresyonun yol açtığını bilmeyen hastalar, genellikle bu sorunların kendi yetersizliklerinden kaynaklandığını düşünürler, bu da mevcut tabloyu ağırlaştırır. Ağırlaşan umutsuzluk ve karamsarlıkta daha önce var olmayan cinsel sorunların ortaya çıkmasına yol açabilir.

Hasta cinsel hayatının tamamen sona erdiğini düşünerek depresyonunu daha ağır yaşamaya başlar. Bu durumda ‘yine başarılı olamazsam’ düşüncesiyle başaramama korkusuna (performans anksiyetesi) kapılan hastada, depresyon tedavi edilse bile cinsel işlev bozukluğu kalıcı olabilir.

Depresyon tedavi edilebilir bir hastalıktır

Depresyonda olan kişilerin çoğu tıbbi yardım almayı düşünemezler ve bunun sonucunda da büyük acılar çekerler. Bu nedenle, depresif yakınmalarınız varsa; kendiniz, çevreniz ve geleceğiniz için bir terapiste başvurun ve yardım isteme hakkınızı kullanın. Çünkü umutsuzluk, mutsuzluk ve çaresizlik durumu olan depresyonda, umutsuzluğunuzu paylaşmak ruhsal iyileşmeye giden yolun ilk adımı olacaktır. Cinsel problemlerin de geçici olduğunu bilmek ve bu konuda kendini telkin edebilmek çok önemli bir başlangıçtır.

Bugün 19 Mayıs… Atatürk’ün tüm mazlum uluslara örnek olacak Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için Samsun’a ayak bastığı gün. Ve bu güzel günde kendi deyimiyle, “Atatürk’ün kızı” Türkan Saylan Hoca’yı ebediyete uğurluyoruz. Bu anlamlı günde veda etmek Türkan Hoca’ya yakıştı. Geride binlerce, on binlerce “Atatürk kızı” bırakarak, gönül huzuru içinde ayrıldı aramızdan. Mekânı cennet olsun, bütün Türkiye’nin başı sağ olsun.

Biraz daha yaşadı
Ne kadar sakin sakin söylemişti televizyonda:
“Benim biraz daha yaşamam gerekiyor” diye.
“Biraz daha” yaşaması gerekiyordu gerçekten ve biraz daha yaşadı.
Ölüme hazırlanırken, “kuvvetli şüphe” ile evinde, LAW silahı, suikast silahları, darbe planları aranınca, biraz daha yaşaması gerekiyordu. Gerekiyordu ki, son dersini verebilsin. O dersi de verdi. Gözaltına alınan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin yöneticilerinin hepsi serbest kaldıktan, Türkan Hoca’nın evinde silah, patlayıcı madde arayanlar mahcup olduktan sonra ölebilirdi. Öyle yaptı.
“Ben üzerime düşen görevleri yaptım, artık ölüme hazırım” dedi ve öldü!

Son ödülü: Ergenekon
Türkan Saylan Hoca’ya güzel ömrü için verilen ödülleri saysak bu yazıya sığmaz.
Ne yazık ki devletin verdiği son ödül, Ergenekon oldu. Ölümüne 5 kala terör örgütüne üye olmak “kuvvetli şüphesi”yle evi arandı. Ergenekoncu, terörist, darbeci, PKK destekçisi, Hıristiyan misyoneri ilan edildi!
Ergenekon soruşturmasında birçok uygulama eleştirildi. Ama herhalde, varıyla yokuyla kendini Ergenekon soruşturmasına adamışlara bile “Bu kadar da olmaz” dedirten Türkan Saylan Hoca’ya yapılan muameledir. Kamu vicdanında en küçük bir yer bulamayan bu muamele Türk halkı tarafından iade edilmiştir.

Bir çınar gibi
Türkan Saylan Hoca bir çınar gibiydi. Bir çınar gibi ayakta öldü. En büyük teselli, okulla buluşturduğu on binlerce kızımızdır.
Nerede bir insanlık varsa, nereye bir insanlık lazımsa orada mutlaka Türkan Hoca vardı. Onu cüzzam hastalarından sormak gerekir. Onu Posof’un mezrasından, Edirne’nin köyünden alıp okula, yurda yerleştirdiği kız çocuklarından sormak gerekir. Onu Cüzzamla Savaş Derneği’nden, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ndeki mücadele arkadaşlarından sorup öğrenmek gerekir.
Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık hedeflerine, ancak Türkan Saylan Hoca gibi değerlerle ulaşabiliriz. Özellikle kız çocuklarının eğitimden geçtiğini görmekle kalmayıp, ömrünü bu hedefe bahşedebilen Türkan Hoca’larla başarabiliriz.
Türkan Saylan, insan olmanın, hekim olmanın, eğitimci olmanın ne demek olduğunu bir ömür vererek kanıtladı. Abideleşmesi bundandır.

Ayıbı bile güzelleştirdi
Türkan Hoca, kendisine yapılan ayıpları bile güzelleştirecek kadar sağlam bir kişiliğe sahipti. Pencereden el sallarken, kapıda biriken sevenlerini sakinleştirirken, “Benim biraz daha yaşamam gerekiyor” derken yaptı bunu.
“Hıristiyan misyoneri” diyenlere, “Evet. Ben bir misyonerim. Cumhuriyet misyoneriyim” diye sakin sakin cevap verirken yaptı.
19 Mayıs’ta veda etmek yakıştı Türkan Hoca’ya…

Utanıyorlar mıdır acaba şimdi? Hani o, ziyaretine gelenleri selamlamak için başını, boynunu sarıp cama çıktığında, “Hayatını örtü düşmanlığına adadı. Ömrünün son döneminde başörtü takmaya mecbur kaldı” diye yazanlar…
“Evi basıldığında ağır hasta görüntüsü vermişti, tarikatlara söverken ise turp gibiydi” diye yalan düzenler…
“Konu Müslümanlık olunca hastalığını unutuyor” diyerek onu hedef gösterenler…
“Battaniyesini atıp konsere koştu” başlığıyla onu kendileriyle karıştırıp takiyeci ilan edenler…
Evini basıp 20 yıllık ajandalarını götürenler…
Din, her şeyden önce vicdansa…
Yürekleri hepten çöl olmadıysa…
Şeytan ruhlarını esir almadıysa…
Vicdan azabı çekerler mi?
Bir özür dilerler mi?
* * *
Türkan Saylan, bu ülkenin yüz akıydı.
Ancak samimiyetle inanmış insanlarda rastlanabilecek bir feda kültürünün son temsilcisi…
İnsanların yardımına koşmak, cehaletle savaşmak uğruna koşulsuz kendinden vazgeçecek bir örnek insan…
İçi boşaltılmış “ahlak” kavramının etten, kemikten hali… Demokrasiden taviz vermeyen laiklik hassasiyetinin sesi…
Bir eğitim mücahidi…
“Annesi Hıristiyan, kendisi misyonerdir” diyenler annesinin Müslümanlığa geçiş belgesi karşısında başlarını öne eğmişler midir acaba?
“Kendini acındırmak için hasta taklidi yaptığını” söyleyenler ölümü karşısında günaha girdiklerini fark edip hicap duymuşlar mıdır?
* * *
Tek başına bir toplumun kaderini değiştiren insanlar vardır; Türkan Saylan, onların başında anılacaktır.
Onunla ilk görüşmemiz, 15 yıl önceydi. “Sarı Zeybek”e Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin verdiği ödülü onun elinden almıştım.
Son görüşmemizde “Kardelenler” için bir kampanya filmi planlıyorduk birlikte… Ve o yine, hepimizi hayranlığa sürükleyen bir enerjiyle, Anadolu’daki kızların durumunu anlatıyordu.
“Anadolu’yu küçücük katkılarla değiştirmek mümkün” diyordu.
“Bir kızın özgürlüğünün bedeli 200 YTL” idi.
Bulabildiği her kuruş, onun için kurtarılmış kızlar demekti.
* * *
Hasta halinde evinin basılması ve derneğinin yöneticilerinin, arşivinin götürülmesi, Ergenekon’un dönüm noktası oldu; soruşturmanın zihni arka planını ortaya koydu.
“Çağdaş Yaşam”, cami duvarıydı soruşturmanın…
Saylan’a dokunulmasını kimse onaylamadı; birkaç vicdansız hariç… Onlar da bir süre insafsızlıklarıyla hatırlanacak, sonra unutulup gideceklerdir.
Radyoaktiviteyi keşfeden, iki Nobelli Marie Curie, 1911’de Fransız Bilimler Akademisi’ne üyelik için davet edildiğinde bir gazete “O Fransız değil, Yahudidir” diye yazmıştı. Yayın etkili olmuş, Madam Curie Akademi’ye alınmamıştı.
Ne oldu?
Fransız Bilimler Akademisi’ne ilk kadın üye, ancak 68 yıl sonra, 1979’da seçilebildi.
Yalan kampanya yürüten gazete, halen tarihin çöplüğünde serili…
“Madam Curie” adı ise tarihi ışıtıyor. Türkan Saylan için de öyle olacak.
Adı, imdadına yetiştiği kızların yüreğinde ve hayatını adadığı ülkenin vicdanında yaşayacak.
Ruhu ise, ancak cehalete karşı açtığı savaş sonuçlandığında huzura kavuşacak…

O Bu yazıyı yazarken aşağıda gazetenin önünden binlerce insan oluk oluk Zincirlikuyu’ya doğru akıyor…

Bazıları ellerinde Mustafa Kemal’in fotoğrafıyla işlenmiş Türk bayrakları taşıyorlar…

Bazıları bayrak işlemeli kırmızı şapkalar giymişler, bazıları beyaz tişört…

Dün 19 Mayıs’tı…

Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmak üzere, Bandırma Vapuru’na bindiği gün…

Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç tarihi…

Türkan Saylan’ın cenazesinin böyle bir güne denk düşmesi bir tesadüf müdür acaba?..

Yoksa Tanrı muhteşem gücünü ve varlığını bu olayda göstermekte midir?..

Mustafa Kemal’e adanmış, onun eğitim gönüllüsü olmuş, cüzzamla savaşmış, kardelenler yaratmış, bir Cumhuriyet kadınının cenazesi 19 Mayıs’a denk düşüyor…

Onbinler aşağıda caddeden slogonlar atarak geçiyor…

***

Emin olabilir ki o onbinler…

Türkan Saylan’ın en çok görmek isteyeceği şey, cenazesinin böyle kalkmasıydı…

Sivil, demokrat, Cumhuriyetçi, laik kitleler tarafından Mustafa Kemal ve Türkan Saylan fotoğrafları beraberce taşınarak…

“Yiğidim aslanım burda yatıyor” türküsü söylenerek…

Modernliğin, Cumhuriyet’in, birey olmanın ve okuyan Türk kadınının alkışlarıyla, kilometrelerce yürünerek…

***

Bir şey çok önemlidir;

Benimle katıldığı televizyon programında kendisine karşı yapılan haksızlıklardan hesap soracağını söylerken, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gideceğim…” demişti…

Daha bir ay önce, 16 Nisan’da…

Laik, Cumhuriyetçi, sivil ve demokrat bir önder kadın, “Haksızlıklara karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne” gideceğini söylüyor…

Dünya demokrasisinin geldiği noktayı, müktesebatı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kimliğinde öne çıkartıyor…

“Biz Avrupa’ya girmeye çalışıyoruz” diyen AKP’nin de, “Atatürk’ün ulusalcılığı Batı karşıtıdır…” diyen bir bölüm ulusalcanın da dikkatle okuması gereken bir tutum Saylan’ın pozisyonu…

Sivil ve demokrat olabilmek…

Ve başkalarına sivil ve demokrat davranırken, Mustafa Kemal’den kendi içinde vazgeçmemek…

Kazandığın birçok şeyde onun imzası olduğu bilmek ve hissetmek…

Ona duyduğun şükranı, ipe sapa gelmez birkaç dönekçe lafa kurban etmemek… Hepsi hepsi bu değil miydi Türkan Saylan?..

Hepsi hepsi bu değil midir söylediklerimiz ve mücadelisini verdiğimiz?..

***

DÜNKÜ CENAZEYİ İYİ OKUMASI GEREKENLER…

1) Her mitingi, her eylemi darbe tezgâhçılarının yaptığını sananlar…

Her olayda muvazzaf ya da emekli subay parmağı arayıp, “Yine bir darbe ihtimali var” çığırtkanlığına düşenler…

2) Geniş katılımlı cenazelerin ve sokaktaki mitinglerin “demokrasiye hizmet etmediğini söyleyen” zevat…

Miting kültürü almamış, sokağın sesinini haykırmasındaki demokrasiyi keşfetmemiş, mitingi anarşi, yürüyenleri “yürümekle yolları aşındıramayacak bir anarşist” potansiyeli olarak görenler…

***

3) Türkiye’de, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal’le başlayan her şeyi, “Toplumu yukarıdan aşağı tek tip elbiyese sokmaya çalışan bir asker-sivil bürokrat komplosu” olduğuna inananlar…

Sorun onlara bakalım?..

Ölümü de onlar organize etti?..

4) Türkiye’de yaşayan insanların, Mustafa Kemal’e, kendi laik ve özgür hayat biçimine sahip çıkamayacaklarını düşünen gafiller…

Onların tek bir merkezden idare edileceğini düşenecek kadar saflaşabilen yaratıklar…

Onlar bilmezler ki, “Bir insan kolay kolay kendi yaşam biçiminden ve inançlarından vazgeçemez ve dönekleşemez…”

İnanç inançsa, yaşam biçimi okkalıysa insanın, baskı altında tırsması için kendinden vazgeçmesi gerekir…

Dün yürüyen onbinler, kimsenin kendinden vazgeçmeye niyeti olmadığını gösterdiler…

Teşekkürler…

***

Türkan Saylan ölümsüzlüğe vardı.. Ardında ona minnet, ona şükran dolu on binler, sevgi, saygı dolu milyonlar bırakarak..
Türkan Saylan ölümsüzlüğe vardı.. Yenilmeden.. Eğilmeden.. Dimdik..
Türkan Saylan ölümsüzlüğe vardı.. Ölümüyle bir takım alçakların canına okuyarak..
Bugün, 19 Mayıs’ta, Atatürk’ün Cumhuriyeti kurmak için Samsun’a ayak bastığı günün yıldönümünde, Cumhuriyet tarihinin gördüğü en büyük törenlerinden birine hazır olun.. Yüz binler gidecek.. Milyonlar ekran başında izleyecek..
Türkan Saylan’ın şahsında Atatürk’ün ilkelerine, çağdaşlığa ve cumhuriyete saldıran alçaklar ise sinecek, saklanacak delik arayacak, insan içine çıkmaya cesaret edemeyecekler..
O alçaklar ki, bütün dünyanın sevdiği, saydığı bir bilim kadını, insanlığa, insana, özellikle de bu ülkenin ezilmiş, silinmiş kadınlarına, kızlarına adanmış bir hayat için utanmadan, sıkılmadan, yüzleri kızarmadan “Darbeci” dediler.. Onu öldüren darbeyi, ölümle savaşırken acımasızca, haince vurdular..
Bu ithamı hiç anlayamadı, sindiremedi.. Zaten çok hassas giden sağlığı, evine yapılan baskın ve bu baskını bahane ederek yapılan alçakça, haince saldırılar yüzünden iyice sarsıldı ve bir daha kendisini toparlayamadı..
Nasıl toparlardı ki..
Nasıl toparlasın, nasıl dayansın, böylesi bir alçaklığa, o zayıf, o naif bünye..
Bütün dünyanın önünde eğildiği bilim adamlığı, cüzamla savaşta yaptığı dünya çapında önderliğin yanında, ikinci bir hedefte daha odaklandı.. Okutulmayan, okuyamayan kız çocuklarını sahiplenmek.. Onların çağdaş eğitim yapmalarını sağlamak..
Onu da başardı.. Şu an tam 29 bin kız öğrenci, Saylan’ın önderlik ettiği sivil toplum örgütünün sağladığı bursla okuyor..
Gerek bilim kadını, gerek sivil toplum örgütü yöneticisi olarak ulaştığı başarılar, ona yığınla, ulusal ve uluslararası ödüller kazandırdı.. En son geçen hafta Boğaziçi Üniversitesi ona iki Onursal Doktorluk Ünvanı birden verdi.. Saylan hastalığı çok ağırlaştığı için, törene katılamazken, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları hâlâ ona ve onurlandıran Boğaziçi Üniversitesi’ne sövmekle meşguldüler.
Bu muhteşem kadının, bu anıt insanın iki büyük günahı vardı..
Atatürkçüydü ve laikti.. Atatürk düşmanları, laiklik denince tüyleri ürperenlerle ve de onlara yaranmak için düşüncelerini satan dönekler, açık seçik Atatürk’e sövemedikleri, laikliği lanetleyemedikleri için bir hain formül buldular..
Bu ülkede ne kadar Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve laik varsa, onlara “Darbeci” demeğe başladılar.. Türkan Saylan’ı listelerinin başına koydular.
Saylan bir eşsiz toplum lideri olduğu için, en ağır saldırılara da o uğradı.. Hiç utanmadan, hiç sıkılmadan sövdüler Saylan’a.. Ne iğrenç şeyler yazdılar, söylediler hakkında..
Utanmadan..
Ama o eşsiz kadını yürekten vuran “Darbeci” ithamı oldu.
Darbeci, bir ömrü, pek çoğunun yanına bile yaklaşmadığı cüzamlılara adar mı?..
Darbeci, bir ömrü, bu ülkenin genç kızları çağdaş eğitim alsınlar, okusunlar, uygar Türk kadını olarak ülkeye hizmet etsinler diye tüketir mi?.
Darbeci öldüğü ana kadar, insan için, insanlık için, bilim, çağdaşlık için savaşır mı?.
Türkan Saylan doktordu. Hastalığını biliyordu. Sonunu da.. “Ölüme hazırım” diyecek kadar biliyordu..
Yılları değil, günleri sayılı insan “Darbeci” olabilir mi?. Darbeyi düşünebilir mi?.
Ama alçaklığın, ama hainliğin, ama utanmazlığın sonu yok.. Dediler..
Aslında diyerek kendi kuyularını kazdılar..
Nasıl kazdıklarını bugün sindikleri delikten, canlı yayın yapan televizyonları izlerken görecekler..
Bu hainliklerinin, bu alçaklıklarının, bu utanmazlıklarının, Atatürk Cumhuriyeti’nin yılmaz ve yenilmez sahiplerini nasıl birleştirdiğini, nasıl bir araya getirdiğini görecekler..
Türkan Saylan’ın ölüsü, yaşayanından çok daha ağır, çok daha müthiş, çok daha unutulmaz bir tokat atacak onlara..
Ölümsüz Türkan Saylan!..
Sana selam.. Sana saygı.. Sana şükran!..
Yaşarken ve ölürken yaptıkların için!.

Ebeveynlerin sık sık intihar etmekten söz eden çocukları ile yakından ilgilenmesi ve bu konuda profesyonel destek alması çocukların hayata tutunması için çok önemli.

Dicle Üniversitesi (DÜ) Rektör Yardımcısı ve Psikiyatri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aytekin Sır, ebeveynlerin sık sık intihar etmekten söz eden çocukları ile yakından ilgilenmesi ve bu konuda profesyonel destek alması gerektiğini söyledi.

Prof. Dr. Sır, intihar düşüncesinin ciddiyetle ele alınması gerektiğini belirterek, anne babaların çocuklarında intihara eğilim olduğunu fark ettikleri zaman hiç vakit kaybetmeden bir uzmana başvurması gerektiğini bildirdi.

Belirgin bedensel ruhsal ve toplumsal gelişmelerin görüldüğü çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olan ergenlik çağındaki gençlerin mutluluğu yakalayabilmek için farklı arayış ve beklentilere girebildiğine dikkati çeken Prof. Dr. Sır, şöyle dedi:

”Günümüzde hayat standartları değişti. Gelir seviyesindeki artış nedeniyle insanların alım gücü de arttı. Buna bağlı olarak eskiden yılda bir veya iki kere alınabilen giysi veya oyuncaklara artık çocuklar ve gençler yılın her döneminde kolaylıkla ulaşabiliyor. Yılda bir veya iki kez kıyafet satın alınabilirdi. Alındığında da çocuklar sevinirdi. İnsanların artık istedikleri ürüne kolayca ulaşabiliyor olması, o eşyaları; eskiden alındığı zaman sevinilen, mutlu olunan bir obje olmaktan çıkardı.”

Prof. Dr. Sır, gençlerin mutluluğu yakalayabilmek için farklı arayış ve beklentilere girebildiğini kaydederek, gençlerin kimi zaman uyuşturucuya ve marjinal arkadaş gruplarının içerisine dahil olduğunu, kimi zaman da günü birlik yaşantılarla mutlu olmaya çalıştığını bildirdi.

”Değişimler dikkate alınmalı”

Prof. Dr. Sır, gençlerin sıkıntılı ruh halinin çoğu zaman depresyona dönüşebildiğine de dikkati çekerek, bu durumun erken dönemlerde saptanmasının tedaviyi kolaylaştırdığını söyledi.

İnsanın duyguları ile yaşayan bir varlık olduğunu, bu nedenle de çevreden, hayattan ve olaylardan çabuk etkilendiğini vurgulayan Prof. Dr. Sır, şunları söyledi:

”Gençler çevrelerindeki olaylardan çabuk etkileniyor. Bu etkileşime bağlı olarak meydana gelen sıkıntılı ruh hali ile çocuklar ve gençler sık sık intihardan söz ediyorsa bu düşünce hafife alınmamalıdır. Çocuğunuzun sizinle iletişimi, arkadaş çevresi değişmişse ve çocuk farklı gruplarla arkadaşlık yapmaya başlamışsa, gece gözleri kızarmış bir şekilde eve geliyorsa, daha çok para harcıyorsa, en küçük bir sıkıntı yaşaması halinde intihardan söz ediyorsa, bu değişimler dikkate alınmalıdır. Ebeveynler sık sık intihar etmekten söz eden çocukları ile yakından ilgilenmeli ve bu konuda profesyonel destek almalıdır. Anne babalara önerimiz çocuklarına arkadaşça yaklaşmaları, çocuklarını yargılamadan ve suçlamadan iletişim kurmalarıdır. Çocuk böylece ailesini arkadaşı gibi görmeye başlar ve yaşadığı her sıkıntıyı büyük boyutlara ulaşmadan rahatlıkla ailesi ile paylaşır.”

Bugün Anneler Günü… Sevginin, fedakarlığın sembolü olan anneler, bugün çocuklarının kendilerini hatırlamasını bekliyor. Öyle ki Türkiye’nin her yerinden bugüne dair mutlu manzaralar gözümüze çarpmıyor. 44 kişinin katliamına sahne olan Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyündeki çocuklar, bugün annelerinin yanında olamıyor.

Bugün Anneler Günü! Oğlu şehit olan, yoklukla mücadele ederken çocuklarına sahip çıkan, Mardin’de geçen hafta yaşanan ve 44 kişinin hayatını kaybettiği katliamda çocuklarını kaybeden annelerin günü bugün. O anneler diğerleri gibi şanslı değil, tıpkı çocukları gibi… Buruk kutlanan Anneler Günü’nden işte Türkiye manzaraları…

Mardin’de anne olmak

Mardin’in Mazıdağı ilçesinde 44 kişinin ölümüne neden olan saldırının yaşandığı Bilge köyünde en buruk Anneler Günü yaşanıyor. Bilge köyünde bir hafta önce mutlu bir olay için akşam bir araya gelen köy sakinleri, tarif edilmez bir öfkenin etkisiyle silahlı saldırıya uğradı.

Saldırıda, henüz yaşamlarının baharında olanlar, çocukluklarını yaşayamayanlar ile anne karnında yaşama “merhaba” diyemeyenlerin de bulunduğu 6’sı çocuk, 16’sı kadın toplam 44 kişi öldürüldü.

Kadınlardan 3’ünün hamile olması, acının biraz daha artmasına neden oldu.
Kamuoyunda gerek güvenlik gerekse sosyolojik nedenleri üzerinde tartışılan saldırının ardından geriye, saflıklarıyla büyüklerinin ne yaptıklarını kavramaya çalışan bir avuç çocuk kaldı.

Hem annesi hem babası öldürülen 0-12 yaş arasında 15, 13-18 yaş arasında 16, annesini yitiren 10, babasını kaybeden 7 çocuk olmak üzere toplam 48 çocuk, Mardin Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfınca köyün dışında kurulan çadırda uzmanların nezaretinde yaşadıkları acı olayın izlerini silmeye çalışırken, Anneler Günü’ne de anne kokusundan yoksun girdi.
Sabah saatlerinde köydeki sessizlik dikkat çekerken, köyden gelen bir grup çocuk kırlardan papatya topladı.

Köye girişlerine izin verilmemesi nedeniyle köy dışındaki gazetecilerin yanına gelip sohbet eden çocuklar, bugünün Anneler Günü olduğunu gazetecilerden öğrendi.
Yakınlarını kaybeden Devran (6), Baran (9), Abdullah (10) ve Vesile (8), papatyaları yakınlarının mezarlarına bırakmak için topladıklarını söyledi.

Basın mensuplarının çocuklara ilgisini gören köylüler, çocukları gazetecilerin yanından uzaklaştırdı. Çocukların daha sonra mezarlara çiçekleri bıraktığı görüldü.
Bu arada, köyde jandarma tarafından olaydan bu yana alınan geniş güvenlik önlemi sürüyor.
Bilge köyündeki silahlı saldırı sonrasında eşi ve oğlunu bırakmak zorunda kalan Asuman Çelebi de eşiyle severek evlendiklerini, saldırı sonrasında da isteyerek ayrıldıklarını söyledi.

Eşinin saldırıyı gerçekleştiren aileye mensup olması nedeniyle yavrusundan ayrılmak zorunda kaldığını belirten Çelebi, ”Benim kocam karşı taraftandır. Biz severek evlendik. Bu durumdan dolayı da isteyerek ayrıldık. Seçimimi kendim yaptım. Oğlumu, kendi isteğimle bıraktım. Karnımdaki bebeğe de babam bakacak” dedi.

Saldırıda başta eşi ve 4 yaşındaki oğlu Kenan olmak üzere ailesinden 7 kişiyi kaybeden Ayşe Çelebi, nasırlı elleri arasına sızmış kan izlerini yıkamaya kıyamamıştı. Kundakta bebeği olduğu için nişan töreni yapılan eve gidemediğini belirten Çelebi, şöyle konuşmuştu:
”Odaya gittiğimde korkunç bir manzarayla karşılaştım. Herkes yerde ve kanlar içindeydi. Hepsi ölmüştü. Kocamı ve oğlumu kucağıma alarak, dışarı çıkardım. Daha sonra diğerlerini çıkarmaya çalıştım. Ama hepsi ölmüştü. Ellerim kan içindeydi. Ellerimi yıkayamadım. Halen kocamın ve oğlumun kanı ellerimde duruyor. Olayda bizim ailemizden 7 kişi öldü. Benim 3 çocuğum yetim kaldı. Şimdi bunlara kim bakacak, biz ne yapacağız. Sahipsiz kaldık. Büyük bir şok yaşıyorum. Bunun üstesinden nasıl geleceğimi bilemiyorum.”

Anneler, şehit evlatlarını ziyaret etti

Kayseri Kartal Şehitliği’nde çocuklarının mezarlarındaki çiçekleri sulayan gözü yaşlı anneler, kendilerini ziyarete gelemeyen çocuklarıyla Anneler Günü’nü kutlamanın burukluğunu ve hüznünü yaşadı.

Şehit annesi Behiye Yılmaz, oğlu Osman Yılmaz‘ın 10 yıl önce Güneydoğu’da şehit olduğunu belirterek ”Oğlumla anneler gününü kutlamak için buraya geldim. O gelemedi, ben ona geldim” diye gözyaşı döktü.

Oğlunun acısının dinmediğini ifade eden Behiye Yılmaz ”Ateş düştüğü yeri yakar. Bu acıyı Allah kimsenin başına vermesin. Ben sadece oğlumun değil, tüm şehitlerin anasıyım” diye konuştu.

Yılmaz, ”Şehitliğe geldiğimde hem ağlıyor hem de huzur buluyorum. Oğlumla dertleşip konuşuyoruz. Anneler gününde yine beraberiz. Bayramlarda ve fırsat buldukça buraya mutlaka gelirim. Oğlum bu vatan için şehit düştü. Şehit anası olduğum için gurur duyuyorum” dedi.

Oğlu Necmettin Kabak’ın 8 yıl önce şehit düştüğünü bildiren Güllü Kabak da Anneler Günü’nü buruk kutlayan annelerdendi.

Güllü Kabak ”Oğlum, yerinde rahat uyu. Sen gelemedin ama bak ben geldim” diye gözyaşı dökerek mezarın üzerindeki çiçekleri suladı.

Hayatını çocuklarına adadı

Ağrı’da kemik erimesi hastalığı nedeniyle yürüyemeyen 4 çocuğuyla yaşam mücadelesi veren anne, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak için adeta kendi yaşamını feda ediyor.
Kurtuluş Mahallesi’nde yaşayan Şükran Çetin, kemik erimesi hastalığı nedeniyle yürüyemeyen çocukları Sezer (17), Cennet (12), Demet (11) ve Ramazan’ın (9) ihtiyaçlarını karşılıyor.

Engelli çocuklarının her birinin ihtiyacını ayrı ayrı gören anne Şükran Çetin’e yardımcı olan baba Tufan Çetin, bu nedenle herhangi bir işte çalışamıyor.

Şükran Çetin, 5 yıl boyunca en büyük çocuğu Sezer’i sırtına alarak okula götürüp getirdiğini belirterek, ”Bel fıtığı olduğum için artık çocuklarımı kucağıma alırken zorlanıyorum. Bu yüzden eşim yardımcı oluyor. Çocukların tuvalet ihtiyacından yemeklerine kadar her şeye yardımcı oluyoruz. Haftanın 2 günü ise rehabilitasyon merkezinde eğitimlerine devam ediyorlar” dedi.

Baba Tufan Çetin ise çocuklarının 8 yaşına kadar sağlıklı olduğunu, bu yaştan sonra kemik erimesinin başladığını ifade ederek, bu duruma çok üzüldüklerini söyledi.
Eşiyle günün tamamını çocuklarla geçirmek zorunda kaldıklarını anlatan Tufan Çetin, şöyle konuştu:
”Çocuklarım günden güne eriyor. Evden dışarı çıkamıyoruz. Bu yüzden çalışamıyorum. Gelen yardımlarla ayakta durmaya çalışıyoruz. Sadece Melek adlı çocuğum özürlü değil, diğer 4’ü hastalıkları nedeniyle yürüyemiyor.”

Çocuklardan Sezer Çetin ise maddi imkanları olmadığından annelerine yıllardır hediye alamadıklarını belirtti.

Sezer Çetin, ”Sağlıklı olmayı çok istiyoruz. Diğer çocuklar gibi koşmayı, annemize sarılmayı çok istiyoruz. Keşke bu Anneler Günü’nde sağlıklı olup anneme hediye alsaydım. En büyük isteğim anneme sarılarak elini öpmekti, bunu bile yapamıyorum ve çok üzülüyorum” dedi.

62. Cannes Film Festivali’nde bu yıl “Altın Palmiye” için yarışan Türk filmi bulunmamasına rağmen, Türkiye’ye yönelen ilgi oldukça yoğun. Dünya sinema pazarının en önemli etkinliği olan festivalde yer alan Türkiye standı, bu yıl geçen yıllara oranla iki misli büyüklükte ve daha çok ziyaretçiye sahip.62. Cannes Film Festivali’nde bu yıl “Altın Palmiye” için yarışan Türk filmi bulunmamasına rağmen, dünya sinema pazarının bu en önemli etkinliği olan festivalde yabancı yapımcıların ve dağıtım şirketlerinin Türk sinemasına ilgisi dikkat çekiyor.

Festivalde bu yıl Türkiye’nin standının yer aldığı çadırın, daha önceki yıllara oranla iki misli büyüklükte ve yer olarak daha iyi bir konumda olduğu gözleniyor.

ABD’nin resmi standının hemen yanında ve festivalin sarayının tam karşısında bulunan Türk çadırını, daha önceki yıllara oranla daha çok ziyaretçi geziyor.

Türk standının sorumlusu Mine Vargı, yaptığı açıklamada, özellikle yabancı sinema yapımcıların, ortak projeler için, dağıtım şirketlerinin ise filmlerini pazarlamak için Türk çadırına yoğun ilgi gösterdiğini söyledi.

Kültür Bakanlığı ve Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun desteğiyle açılan çadırda, Türk sinema meslek örgütleri temsilcileriyle uyumlu bir biçimde çalıştıklarını belirten Vargı, Türk sinemasına ilginin her geçen gün artmasının sevindirici olduğunu vurguladı.

Geçen yılki festivalde “en iyi yönetmen” ödülünü alan Nuri Bilge Ceylan’ın jüride bulunmasının büyük gurur kaynadığı olduğunu kaydeden Vargı, yine kısa metrajlı filmler bölümünde 13 genç Türk yönetmeninin filmleriyle katılmasını yine sevindirici olduğunu belirti.

Türkiye için diğer önemli bir gelişmenin ise Türk oyuncular Hatice Aslan, Saadet Işıl Atasoy ve Kerem Atabeyoğlu’nun, Bulgar yönetmen Kamen Kalev‘in çektiği ve festivalde yarışma dışı gösterilecek “Eastren Plays” isimli filminde yer alması olduğunu hatırlatan Vargı, bunun da Türk sineması için gurur verici olduğunu belirtti.

Vargı, bu yıl festival sırasında 18 Mayıs Pazartesi akşamı festivaldeki Türk çadırında yabancı konuklara bir davet verileceğini ve bu davette zengin Türk yemeklerinden örnekler sunulacağını sözlerine ekledi.

Ceylan, Türk pavyonunu ziyaret etti

62. Cannes Film Festivali’nde bu yıl jüri üyesi olarak görev yapan yönetmen Nuri Bilge Ceylan, festivalde kurulan Türk pavyonunu ziyaret etti.

Ceylan, ziyareti sırasında genç Türk yönetmen adaylarıyla bir süre sohbet etti ve genç sinemacıların sorularını yanıtladı.

Nuri Bilge Ceylan, yaptığı açıklamada, daha önce yönetmen olarak katıldığı festivalde bu yıl “Altın Palmiye” için yarışan filmleri değerlendiren jüride olmaktan memnuniyet duyduğunu söyledi.

Jüri üyeleri olarak yoğun bir tempoda çalıştıklarını belirten Ceylan, bir yönetmen olarak yarışmaya katılan filmleri seyretmekten keyif aldığını ifade etti.

Ceylan, geçen yıl festivalde “Üç Maymun” filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştı.
Festival, 24 Mayıs’ta, Jan Kouhehe’nin yine yarışma dışı gösterilecek “Coco Chanel et Igor Stravinsky” filmiyle sona erecek. Festivalde bu yıl 20 film “Altın Palmiye” için yarışacak.

Cannes Film Festivalinde “Altın Palmiye” ödülünü geçen yıl, Fransız Laurent Cantet’in yönetmenliğini yaptığı “Entre les murs” filmi kazanmıştı.