Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Sinema dergilerinin açılıp açılıp kapandığı Türkiye’de 15 yıldır aralıksız yayımlanan Sinema dergisi, 1500’den fazla okurunun katılımıyla ‘son 15 yılın en iyi 100 filmi’ni belirledi.

Listenin ilk sırasında David Fincher’ın kült eseri ‘Dövüş Kulübü’ var. Frank Darabont’un Tim Robbins’lı filmi ‘Esaretin Bedeli’, ünlü sitesi imdb’nin ‘tüm zamanların en iyileri’ listesinde olduğu gibi ikinci sırada kendine yer bulmuş. Wachowski’lerin tüm dünyada ses getiren filmi ‘Matrix’ün üçüncü olduğu listenin dördüncü sırasında ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinin son filmi ‘Kralın Dönüşü’ var. Sinema dergisine yazan sinema yazarlarının ‘15 yılın en iyi 15 filmi’ listesinin ilk sırasında yer alan Tarantino klasiği ‘Ucuz Roman’, okur listesinin beşinci sırasında.
Christopher Nolan’ın Batman uyarlaması ‘Kara Şövalye’ altıncı, ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinin ikinci filmi ‘Yüzük Kardeşliği’ yedinci, Türkiye’de en çok izlenen yabancı film ‘Braveheart’ sekizinci sırada yer aldı. David Fincher’ın Brad Pitt’li bir başka başyapıtı ‘Se7en’ın dokuzuncu olduğu listenin 10’uncu sırasında Tom Hanks’in rol aldığı ‘Forrest Gump’ var.
Yerli-yabancı ayrımı yapılmayan oylamada ilk 20’ye hiçbir yerli yapım giremedi, 100’lük listede sadece dokuz yerli yapım yer aldı. Çağan Irmak’ın ‘Babam ve Oğlum’u 21’inci sırada kendine yer bulurken Yavuz Turgul’un destansı filmi ‘Eşkıya’ 24’üncü oldu. Zeki Demirkubuz’un başyapıtı ‘Masumiyet’ 60’ıncı, bir başka Demirkubuz filmi ‘Kader’ ise 84’üncü sıradan listeye girdi. Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Uzak’la 70’inci, ‘Üç Maymun’la 88’inci olduğu listede, son yılların çok ses getiren filmi ‘Issız Adam’ 63’üncü, ‘Duvara Karşı’ 93’üncü, ‘Sonbahar’ ise 98’inci sırada yer aldı.
Son 15 yılın en iyi 100 filminin yanı sıra ‘Sinema’ yazarlarının son 15 yılı değerlendirdiği yazılarına yer veren Sinema 15. yıl özel sayısı 10 liradan satılıyor. Ayrıca son 22 sayının yer aldığı arşiv DVD’si de hediye.

TAMGÜN… TAM GÜM…

Lisede şen şakrak yıllar geçirmek varken, gece gündüz çalıştı…

Ailesinin dar olanakları ile hafta sonları da dershaneye gitti.

Tıp Fakültesi’ne gidip doktor olmak istiyordu.

Hem yararlı, geçerli bir işi olacaktı, hem de geçim kaygısı yaşamayacağını umuyordu.

Bir milyon öğrencinin arasından sıyrılarak tıp fakültesine girdi.

Arkadaşları 4 yılda mezun olurken, o 6 yıl gece gündüz yine ders çalıştı. Son 2-3 yılı gece nöbetleri dahil hastanede sabahladı.

Başka fakültedeki arkadaşları gençliğin coşkusu ile üniversitenin keyifli yanlarını yaşarken, o hep hastanede “bedava işçiydi”…

Herkes bir harç öderken, onun ailesi üç ödedi… Kitapları hep pahalıydı. Babası her yıl ev kirası gibi kitap parası ödedi… Ailesinin olanakları olmayanlar gece başka işlerde çalıştı.

6 yıl bitti… ”Doktor oldum” diye sevinemedi… Okumasında devletin hiç maddi katkısı olmamasına rağmen, “mecburi hizmete” gönderildi. Gittiği köyde, kasabada bazen tek üniversite mezunu olarak yoklukla, zorlukla çalıştı.

Mesaisi yoktu… 24 saat görevde olmak zorundaydı. Özel hayatı olamazdı, görev “kutsaldı”… Acıkmaz, hasta olamaz, derdi, tasası kimseyi ırgalamazdı… O dert ve sorun çözen kişi olarak, kusursuz ve mükemmel olmak zorundaydı. Zaten “insan” değil “android” muamelesi yapılıyordu…

Oysa o hem gece-gündüz normal işi dışında gene ders çalışmak zorundaydı. Çünkü uzman olmak için TUS sınavını kazanması gerekliydi. Bu nedenle gittiği mecburi hizmette sosyal hayat ve gündemden habersizdi.

İdealist ise, pratisyen olarak kalmaya karar verirse, yaşam boyu devletin, müdürlerin, özel sektörün her eziyetine katlanacağım demekti… “Angarya anayasaya göre suçtur” ama sağlık sisteminin tüm eksikliklerinden kaynaklanan “angaryası” bir ömür boyu bu isimsiz kahramanların sırtındadır…

40 YAŞINA KADAR ÖZGÜR OLAMAZSIN…

Binlerce kişi arasından uzmanlık sınavını kazandı. Bilmediği, istemediği bir başka kentte tekrar düzen kurmalıydı. Beş ila 7 yıl süren uzmanlık tam bir eziyet olmuştu…. Bir tür mecburi hizmet aslında… Her hocanın ayrı kaprisi, yönetim sıkıntıları, bakanlık mevzuatı, günaşırı nöbet, haftada 90-100 saat çalışma… Hafta sonu, hak getire… Tatil, o da ne? Bayramlar, asıl çalışma zamanı… Yılbaşı gecesi, nöbet…

7 yıl tamamlandı… Sağlığını, saçlarını kaybetti ama artık “uzman” olmuştu…

Bu kez “uzman” olduğu için tekrar “mecburi hizmet”… Tekrar taşın… Tekrar düzen kur… Zavallı annesi- babası hep onunla taşınıyor. Onların da hayatı karardı. Hep soruyorlar “evladım ne zaman kendi başına yaşayacaksın, ne zaman bizden harçlık almayacaksın?”

Tam “özgürüm” derken askere aldılar… Yine “mecburi hizmet” yine taşınma… Askerlik bitti…

37 yaşına geldi… Tayin bekliyor… Devlet bir hastaneye görevlendirirse, artık evini, düzenini kuracak… Evlenmediyse evlenecek… Evliyse hele eşi de doktorsa yandı… Çünkü eşi ile aynı yere tayin olması mucize… Eşi de uzmanlık yapıyorsa en az 5-7 yıl bir araya gelemezler…( zaten çoğunlukla boşanma ile biter bu evlilikler!)

Eğer kadın isen bu zorlukları iki ile çarp… Fırsat bulup arada derede evlenemezsen “evde kalmışlık”  derdi, ”bir çocuk sahibi olmamanın” acısı tarif edilemez… “Kadın doktor olacaksan, hem kariyer yaparım, hem de çocuk” ancak şarkılarda olur…

Tayin oldu… Çok şükür artık kendi kliniğini yönetecek ve hastalarına bakacak… Gerçi evinden çok uzaklara, uzmanlık olanaklarının olmadığı, alet-edevatın olmadığı bir yere atadılar ama olsun idealist…

Şimdi mesleğini, kendini gösterme zamanı… Hala genç, atak…

Heyecanla başladı… Ameliyathane yok, varsa da yeterince alet yok… Alet varsa personel eksik… Ekip oluşturacak diğer dallar ya yok ya da eksik… Olsun çalışacak, yıllardır bekliyor… İdari görevler, ameliyatlar, poliklinik, gece nöbetleri, hafta sonu nöbetleri, tatil çalışması bitmedi…

Maaşı 1500 TL… Nöbet ücreti 16 lira… Ailesinden para almak istemiyor… Kitaplar hala pahalı, mesleki olarak geri kalmamak için kongre ve toplantılara gitmesi gerek… Kira var, çocuklar da büyüdü…

DOKTOR YORULMAZ, UYUMAZ, ACIKMAZ…

Halkın kafasında bir doktor kalıbı var… Temiz olacak, şık giyinecek… Gece acil çağrıldı, arabası olacak… Kanamalı hasta için çağırdılar, belediye otobüsü ile nasıl yetişecek?

Yeni yayınları izleyecek, kongreye gidecek, her şeyden haberdar olacak, 24 saat arandı bulunacak…

O acıkmaz, o yorulmaz, o uyumaz… Düşün… Gece aramışsın annen hasta, eşin kusuyor, çocuğunun ateşi çıkmış… Telefonu kapalı olamaz… “Yorgunum, gelemem diyemez” , “hastayım başkasını ara diyemez” , “benim de çocuğum hasta onun başındayım diyemez”…

Hasta iyileşmez ise “o suçlu”… Hastalık ilerlerse “ o suçlu”… Bir düşün, her şeyin çaresi olsa, onun anası, babası hastalıktan ölmezdi… Onu hep “ilah” olarak gördün, “insan” olduğunu unuttun…

O senin gibi insan… Yorulur, acıkır, hasta olur… Her şeyi bilemez… Her bildiğini tam uygulamak için sağlıklı alt yapıya, teknolojiye, alete-edevata ihtiyacı var… En önemlisi “bilinçli hasta ve hasta yakınlarına”…

Eleştirilecek yanları yok mu? Hiç yanlışları, hataları olmaz mı? Olur… Unutma insan o… Senin gibi…

Ona her şeyi tam olarak sundun, tüm olanakları sağladın da o mu tam yapamadı… Sağlık sistemin “İsveçli de” , doktorun “Bangladeşli mi?”… Halkın ve sen neysen “doktorun” o… Uzaydan gelmediler… Öğretmen, mühendis, mimar, fırıncı, kebapçı işini nasıl yapıyorsa, o da o kadar yapıyor?

Ve dayanamayıp 40 yaşında istifa eder devletten… Memleketine gidip, muayenehane açıp veya bir sağlık kuruluşunda çalışıp sakin bir hayatın hayalini kurar… Lise arkadaşları emekli olurken, o daha kendisi için çalışmaya yeni başlayacak.

Muayene soyut bir iştir… Elle tutulur bir şey vermediğiniz için,  her hastanın gözlerinden okur “ bu doktor şimdi 150 liralık ne yaptı ki? “ sorusunu…

Oysa düşünmez o ücretin içinde 40 yıl var… Yaşanmamış gençlik var… Ailenle yaşayamadığın yıllar, hafta sonları, tatiller var… Hastasının başında nöbette iken gidemediği toplantılar, geziler, misafirlikler var… Çalıştığı yerdeki aletlerin yatırımı, çalışan personelin maaşı, giderler daha da önemlisi duvarlarda kâğıt parçası olarak duran “diplomaları” var…

SAĞLIK HİZMETİ  “LÜKS OLUR” VE “O LÜKSE HERKES LAYIKTIR”…

Diplomasız onca meslek sahibine ücret öderken, teksilticisi, müteahhidi, işadamı kazanırken hiç sorgulamayan bu insanlar, doktor kazanırken rahatsız olurlar. Oysa iyi sağlık hizmeti her zaman, dünyanın her yerinde pahalıdır. Çünkü iyi, çünkü “sağlık en değerli şey ise sağlık lüks olarak sunulması gereken, ama herkesin bu lüksten eşit ve mutlak faydalanması geren bir hizmettir”

Bu toplumun bilenleri, okuyanları sorumludur, sorunludur… Çünkü toplum eğitime, bilgiye gereken saygı ve sevgiyi göstermiyor… Bu nedenle öğretmeni de,  yargıcı da, savcısı da, mimarı da, eczacısı da, mühendisi de, avukatı da, doktoru da dertli, mutsuz…

40 yaşına kadar hayatını yaşayamayan, düzenini kuramayan 1500 lira maaşla çalışan, 24 saat hizmet beklenen doktorlara ve 900-1200 liraya çalışan sağlık personelin bugünlerde saldırmak hem moda oldu, hem de toplumsal psikotik bir hezeyan halini aldı…

“Tamgün Yasası” bahane edilerek sağlık çalışanlarının hayat tarzları, seçimleri dayatılıyor… Sosyal adalete inanan tüm hekimler,  TTB, “Tamgün Yasası”na karşı değildir.  Aklı başında hiçbir hekim de bu yasaya karşı çıkmaz… Ama bu yasa “tamgün “ adı ve gölgesinde, bir mesleğe devlet eliyle “zorbalıktır”…

Başka hiçbir meslek grubuna veya profesyonel iş koluna bu kadar dayatma yoktur. Devlet, eğitim masraflarını kendisi veya ailesi tarafından karşılayan doktorlara zorunlu eğitimleri, yasaları, mecburi hizmeti, yasal kısıtlamaları, özel sektörde de çalışma koşullarını dayatmaktadır…

Hükümet halkı “muayenehaneleri kapatıyoruz” teranesi ile yanıltmaktadır. Bugün zaten doktorların yüzde 80-90’ı tamgün çalışmaktadır…

Sağlık kamusal bir hizmettir… Herkesin eşit ve tam olarak alması gereken bir hizmettir. Yıllarca sağlığa “güdük” bütçeler ayıran devlet, bir uçak parası ile tüm ülkedeki hastanelere bir ultrason ve tomografi alabilecekken, tercihini “sağlıkta ve barıştan” yana değil “savaştan ve silahtan” yana kullandı…

ELEŞTİRİN AMA VİCDANLI OLUN…

Hastalara, hastanelere, doktorlara, sağlığa yatırım yapılmazken hiç sesini çıkarmayan halk, doktorlar ve sağlık çalışanlarına fatura edilen tüm eksiklik ve çarpıklıklarda acımasızca saldırıyor… Bunca yıl gece-gündüz, şehirde, köyde, mezrada size ve yakınlarına koşan bu 100 bin doktor tüm yokluk ve olanaksızlara karşın elinden geldiğince, yetebildiğince hizmet etmeye çalışmıştır… Memnun olmayabilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz…

Ama vicdanlı olun… Art niyetli, isteyerek ve bilerek zarar vermeye çalışan kaç sağlık çalışanı ile karşılaştınız? Bu sayı öğretmen, esnaf, memur, işçi, mühendis veya siyasetçiden daha yüksek bir oranda mı ?

Adalette, eğitimde, emniyette, gümrükte, belediyede karşılaştığın muamele, aldığın hizmeti, yaşanan aksaklıkları hatırla… Sağlıkta yaşadıklarından daha mı farklı?

Bugün sağlık çalışanlarına reva görülen bu dayatma ve sıkıntıların faturası kısa vadede yine halka çıkacaktır.

Geçim derdine düşmüş, gelecek kaygısı yaşayan, aklı sizde değil kendi derdinde olan, sizin ameliyatınızı değil de ay sonunu düşünen sağlık çalışanlarının ne kadar tehlikeli olduğunu zaman gösterecek…

Sağlık çalışanlarının mutlu olmadığı bir sistemde, hastaların asla mutlu olmayacağına emin olabilirsiniz.

Doktor ve sağlık sistemi hasta olursa, hastalara kim bakacak?

Doktor

Kız verirken…

Kocaya varırken…

Otomobil alırken…
“Doktor civanım.”
Muayene ücretine gelince…
“Hepsi şerefsiz!”

*

(Harala gürele yüzünden yazmaya fırsat bulamadık, şu tam gün yasasını… Hazır, yeni bir darbe planı çıkmadan, fırsat bu fırsat, aradan çıkarıvereyim bari.)

*

Deniyor ki:
“Başbakan kadar maaş alacaklar.”

*

Safra kesesi ameliyatı yapabilir mi başbakan? Böbrek nakli? Pansuman bile yapamaz… Ama, çok sıradan bademcik ameliyatını yapabilen bir hekim, gayet güzel başbakanlık yapabilir.
Refik Saydam mesela, hekimdi…
O halde, hekimlerin maaşını siyasilerin maaşıyla niye kıyaslayalım ki?

*

Komada geliyorsun, bacağını kesiyor, damar çıkarıp, kalbine bağlıyor, gebermekten kurtuluyorsun. Sonra da “Çok para aldı” diyorsun. Kaç para ki senin hayat? O kadar etmez mi?

*

Gece yarısı ateşi 40’a vuran evladını Azrail’in elinden almanın, hızara kaptırdığın parmağını yerine dikmenin, görmeyen gözünü gördürmenin, kanserini erken yakalamanın fiyatı nedir?

*

12 sene üniversite okuyor. Boru değil. 18 yaşında girdi, geldi 30’una, hâlâ kafa patlatıyor. İki kapılı handa, yolun yarısı eder… Lütfedip, müsaade edelim de,
biraz para kazansın bu ülkede.

*

Karaktersiz hekim yok mu? Var elbette… Ne kadar karaktersiz gazeteci, ne kadar karaktersiz avukat, ne kadar karaktersiz esnaf varsa, o kadar karaktersiz hekim var… Ama, Rabbim herkese “Cleveland” demiyor… Parası olmayana bakan vicdanlı hekim de var bu ülkede.

*

Tahmininizden çok.

*

Üstelik, silah zoruyla ameliyata alınan hastayı hiç duymadım ben… Yeşil kartlı bile olsan, seçme şansın var. Paragöze gitme, öbürüne git. Diyeceksiniz ki, “Kuyruk oluyor, yeterli hastane yok…” Müteahhit midir hekim?

*

Peki nedir? Aslanı kediye, eğitimliyi cahile kırdırma projesidir bu…

*

Hakkını alamayanlar kendisinden hesap sormasın diye, “Bak şunlar senden fazla alıyor” diye hedef göstermektir. “Sen az kazandığına itiraz etme, onunkini de indirelim” demektir. Refahı paylaştıracağına, yoksulluğu paylaşmayı doğruymuş gibi göstermektir.

*

Kendi suçunu örtbas etmek için, suçlu yaratma projesidir.. . Hekimlerin durup dururken başına gelen budur.

Kaynana olmak sanattır…

Genç bir çocuk heyecanla annesine gelir ve aşık olduğunu, evlenmek istedigini ve tanıştırmak istedigini söyler.

Ama sadece eglence olsun diye eve 3 kız getirecegini ve annesinin evleneceği kızı tahmin etmesini ister.

Ertesi gün 3 güzel kızla eve gelir.

Otururlar, bir süre sohbet ederler. Bir süre sonra çocuk heyecanla annesine sorar:

‘- Tahmin ettin mi’ diye.

Anne duraksamadan cevap verir:

‘- Ortadaki kızılsaçlı.’

Oğlan hayretle annesine sorar: ‘- İnanılmaz, nasıl bildin?..’

Anne cevap verir:

‘- Bir tek ondan hoşlanmadım…’

*****

Kadınlara şaka yapmaya gelmez…

Kadının bir süreliğine iş seyahati için İngiltere’ye gitmesi gerekmektedir.

Kocası eşini havaalanına kadar götürür.

Kadın:
‘- Teşekkür ederim kocacığım, senin için İngiltere’den ne getirmemi istersin?’ diye sorar.

Adam güler ve yanıtlar:
‘- Bir İngiliz kızı istiyorum hayatım…’

Kadın sessiz bir şekilde kocasından ayrılır ve yola çıkar.

2 hafta sonra adam karısını tekrar havaalanından almaya gider ve sorar:
‘- Hayatım gezin nasıldı?’

Kadın:
-‘Teşekkur ederim hayatım çok güzeldi.’

Adam:
-‘Peki hediyem nerede?’

Kadın:
-‘Ne hediyesi?’

Adam:
-‘Hani bir İngiliz kız istemiştim ya…’

Kadın:
-‘Haa hatırladım, evet elimden geleni yaptım, şimdi biraz beklememiz lazım kız olup olmayacağını görmek için!!!’

*****

Boşanma sebebi

Adam, boşanma davası için yargıcın karşısına çıkmış ve şikayetlerini
anlatmaya başlamıştır:

– ‘Karım üç yıldan beri ne bulursa bana fırlatıyor hakim bey!..’

Hakim adamın bu şikayetinden sonra hemen sözünü kesip merakla sorar:

– ‘Be adam, o zaman bu davayı açmak için niye üç yıl bekledin?’

Adam büyük bir saflık içinde cevap verir:

– ‘Hakim bey, çünkü a rtık isabet ettirmeye başladı.’

*****

Bush ve Powell

Başkan Bush ve Colin Powell bir barda oturuyorlarmis. İçeri bir adam girmis; onları görünce yanlarına gitmiş:

‘- Sizi görmek büyük bir onur. Ne yapıyorsunuz burada?’

‘- İran operasyonunu planlıyoruz’ demiş Bush.

‘- Gerçekten mi? Peki neler olacak İran’da?’

Bush: ‘- Bu kez birkaç milyon İranlı ve iri göğüsleri olan bir sarışın öldüreceğiz’ diye cevap vermiş.
< BR>’Bir sarışın mı? Öldürmek mi? Neden büyük göğüslü bir sarışın öldüreceksiniz? ‘ diye bağırmış adam şaşkınlıkla…

Bush, Powell’a dönmüş:

‘- Gördün mü bak, ben sana söylemiştim, 17 milyon İranlı kimsenin umurunda değil diye.’

*****

Berber ve Adam

Adam en yoğun saattte berbere girip sorar:

‘- Ne zaman bana sıra gelir?’

Berber, ‘- İki saat sonra’ der.

Adam çıkar, gider. Üç gün sonra aynı adam berbere girip sorar:

‘- Ne zaman bana sıra gelir?’

Berber, ‘- Bir buçuk saat kadar’ der…

Adam çıkar, gider. Bir hafta sonra yine aynı manzara:

‘- Ne zaman bana sıra gelir?’

Berber: ‘- En az bir saat.’

Adam çıkar, gider. Son seferinde berber dayanamaz. Adamın ardından çırağını gönderir:

‘- Bak bakalım bu herif nereye gidiyor?’

Bir süre sonra çırak döner:

‘- Adamı izledim usta.’

Berber merakla sorar: ‘- Eeee, nereye gidiyor buradan çıkınca?..’

Çırak Ali, yanıt verir:

‘- Sizin eve usta!..’

Benzerlik

İki emekli parkta güvercinlere yem atıyorlarmış.

Birincisi: ‘- Şu güvercinlere ne zaman yem atsam siyaset adamlarımızı hatırlıyorum’ demiş.

Diğeri ‘- Neden?’ diye sorunca eklemiş:

‘- Yerde dolaşırlarken elimizden yiyorlar. Havalanınca da kafamıza ediyorlar… ‘

 
Yazar / Nedim Atilla

Beni niye sevmiyorsunuz? Evet ya… Beni niye sevmiyorsunuz? Hiç sevmediniz, ama niye? Bu sorum siyasetçilere, medyaya, acil > servisteki hasta yakınları na, belki de size… Eğer cevap verebiliyorsanı z evet bu sorum size de.

Ben kim miyim? Ben sade bir vatandaş ve basit bir doktorum. Ne sağlıklı yaşam kitabı yazdım. Ne Uzakdoğu’dan tamamlayıcı tıp yöntemleri getirdim. Ne de medyatik birinin özel doktoruyum. Bu yüzden mi sevmiyorsunuz beni? Ama ben on yıl üniversite düzeyinde okudum. O yıllarla birlikte, otuz yıldır mikroplarla, balgamla, kötü kokularla sağlı ksız ve havasız ortamlarda yemek ve uyku zamanları m size hiç benzemeden yaşı yorum. Her an sizler ızdırap içinde kapımı çalacaksınız diye bekliyorum. Benim işim bu.

Nasıl anlamadım? Kapımı hiç çalmayacak mısınız?
Siyasetçi, kabadayı, basın  mensubu, bankacı, işadamı olduğunuz için bana hiç ihtiyaç duymayacak mısı nız? Emin misiniz?
Ben ne Doğu’ya gitmem dedim ne Boğaz’da villalar istedim ne de size saldırdım, yumruk attım. Bu kadar zor, pis, sorumluluk taşıyan işim için, sizlerin ağrılarını gidermenin karşılığında, ben sadece; bir evim bir arabam olsun, beni okutan anama babama bayramlarda güzel bir hediye alabileyim,  ben de çocuklarıma bana verilen imkanları verebileyim,  eşimin yanında gururla  dolaşabileyim istedim. Ben Doğu’ya pratisyen olarak gidip daha da zor
koşullarda, yokluk içinde çalışayım ama iki sene sonra istediğim ihtisasa  girip uzman olmak istedim. Uzman olduktan sonra da Doğu’ya gideyim ama iki sene sonra kendim ve ailem için istediğim yerlerde çalışacak bir hastane istedim.
Üniversitelerde kariyer yapmak için öğretim üyelerinin çantasını taşımak istemedi m. Çalıştığım hastanede hastalarıma en az 15 dakika ayırmak ve başarılı olmak istedim. Sizlerden hastane istedim. Muayenehane açmak ve ille de bana muayene olmak’ isteyenlere meslek odamın asgari ücretlerinden  hizmet vermek istedim. Bu değerler üzerinden vergi vermek istedim.

Hastalarımla aramda para olmasın, ben paramı hastamın kurumundan,sigortası ndan almak istedim. Benden günde yüz hasta bakmamı istemeyen başhekimler ya da özel hastane sahipleri istedim. Kapasiteme ve görevime göre bana işimi istekle yapabilmem  için huzur vermenizi, güvenliğimi sağlamanızı,mesleğ im için gerekli alet edevatları istedim sadece. Çoğunuz benim ellerimde hayata veda edeceksiniz.
Ben tüm mesleğim boyunca sayısız hata yapacağım, yapacağım ki sizler öleceksiniz. Belki benim elimde öleceksiniz ama hiç düşündünüz mü bir elimde sizin başınız varken diğer elimin boş ve imkansızlılarla dolu olduğunu..
Ben Tanrı değilim, ölümsüzlük sırrını bulamadım daha. Ama benim ellerimde doğanlar ve şifa bulup sevdiklerine kavuşanları hiç görmediniz,  yazmadınız. Hep son nefesini verenleri gördünüz. Bana yumruk attınız. Hiç mi hatam olmadı? Elbette oldu. Sizlerin hiç hatanız yok mu?
Benim her hatamda yüzüm kızarır yere bakarım. Ya siz? Siz pişkin bir doktorun sokaklarda
yürüyebildiğini gördünüz mü? Sahi siz beni neden  sevmiyorsunuz? Kim olursanız olun sokakta başınıza düşen bir saksı, bir milimetrelik bir yağ zerresi sizi bir takside bana getirecek. O zaman sevdiğiniz birini görmek istemez misiniz karşınızda. O zaman sevdiğiniz birini seçme şansınız olacak mı ?

Sevin beni… Ben sizi seviyorum.
Benim işim bu…

Bir insan neden gazeteci olur? Bu sorunun kişiye göre değişen birçok cevabı vardır elbette. Uğur Mumcu çalışma yaşamına Ankara Hukuk Fakültesi’nde idare hukuku kürsüsünde asistan olarak başladı.

Güldal Mumcu

Neden Cumhuriyet?

12 Mart dönemi… Yazdığı bir yazı nedeniyle tutuklandı, yargılandı; bu süreç içinde askere alındı, sakıncalı piyade er çıkarıldı. Sonuçta beraat etti. Üniversiteye dönebilir akademik kariyerine devam edebilirdi. Dönmedi. Yaşadığı olaylar ona, gerçekleri en iyi şekilde halka ileteceği yerin gazete olacağını düşündürdü ve bu duyguyla gazeteci olmaya karar verdi. Türk Solu, Devrim, Yeni Ortam gibi gazetelerde kısa sürelerle yazdıktan sonra 1975 yılından öldürüldüğü 24 Ocak 1993 gününe kadar -Milliyet gazetesinde zorunlu olarak yazması dışında- hep Cumhuriyet gazetesinde yazdı. Akademik anlamda hukukçuluğu, araştırıcı yanı; gazetecilik yaşamı boyunca kendisini izledi.

‘Bütün teklifleri reddetti’

Yıllar boyunca kendisine yapılan teklifleri reddederek Cumhuriyet gazetesinde yazmayı sürdürdü. Neden Cumhuriyet gazetesinde yazmayı seçtiğini 8 Mayıs 1984 tarihli yazısında Uğur Mumcu şöyle anlatır:

“Gazetelerin varlık nedenlerini ve amaçlarını bu gazetelerin doğuş koşulları belirler. Cumhuriyet; Kurtuluş Savaşımızın kan ve barut kokan o kutsal kavgaları içinde doğmuş, o günden bugüne ulusal kurtuluş bilincini, Atatürk devrimlerini ve çağdaş özgürlükleri savunagelmiştir. Gazetemizin kökeninde soylu duyguların, özverilerin ve yurtseverlik bilincinin o görkemli harcı yatmaktadır.

…Yunus Nadi’nin Cumhuriyet gazetesindeki ilk başyazısında koyduğu ilkeler bugün de geçerli değil midir?

Cumhuriyet, ne hükümet ne parti gazetesidir. Cumhuriyet, yalnızca cumhuriyetin, daha bilimsel ve yaygın tanımı ile demokrasinin savunucusudur. Cumhuriyet ve demokrasi düşüncesi ve esaslarını çiğneyen ve yıkan, yıkmaya çalışan her kuvvetle mücadele edecektir.” (Cumhuriyet, 8 Mayıs 1984 )

Cumhuriyet gazetesinin kuruluş ilkeleri onun gazetecilik yaşamı boyunca önem verdiği değerler olmuştur.

Uğur Mumcu gazeteciliği, 1961 Anayasası’nın tanıdığı özgürlük ortamında benliğini bulmuştur. Devrim dergisi ile olgunlaşmaya başlayan, anti-emperyalist, bağımsızlıkçı, devrimci ve toplumcu bir gazeteci benliğidir bu. Bu açıdan bakıldığında, Uğur Mumcu gazeteciliği işlevselcidir, toplumu bilgilendirme ve aydınlatma sorumluluğu üzerinde temellenir. Ona göre, bir gazeteci varsayımlarla uğraşmamalı ve ideolojik ya da siyasal saplantılarla gerçekleri ve olayları çarptırmamalıdır. Böyle bir yolu bir gazeteci için hiç de güvenli bulmaz. Bir gazetecinin her şeyi bilemeyeceğini; bilgi ve haber kaynaklarına ulaşıp bu kaynaklardan topladığı bilgi ve haberleri okurlarına sunması gerektiğini ve yorumlarını da gerçeklere, olaylara, olgulara dayandırırsa, inandırıcı olacağını söyler.


Belgesiz yazmadı

Uğur Mumcu, İpekçi cinayetinin yaklaşık beş bin sayfayı bulan dava dosyasının silik kopyalarını gözünün bir numara artması pahasına defalarca okuyarak cinayetin işlendiği olay yerinde Ağca’nın yalnız olmadığını, İpekçi’ye çapraz ateş edildiğinin bilgisini elde etmiş ve bu bulgularını kamuoyu ile paylaşmıştır. Belgelere dayalı yazdığı bu yazılar sonucu, İpekçi cinayetinin ikinci davası açılmıştır. Bu konuyla ilgili Ağca Dosyası ve Papa Mafya Ağca adıyla iki araştırma kitabı yayımlamıştı. Papa Mafya Ağca kitabında, Ağca’nın olay yerinde Oral Çelik’le beraber bulunduğunu, cinayeti Oral Çelik ve Mehmet Şener’in birlikte planladığını, Ağca’nın bu ikilinin emrinde görev yapan bir militan olduğunu yazmıştır.

Tüm bu çalışmaları yaparken üzerinde araştırma yaptığı birçok konuda olduğu gibi, İpekçi konusunu sıkça gündeme getirince, “başka konu yok mu” diye eleştirilerle karşılaşmıştı.

Oysa “fikri takip”in gazeteciliğin önemli bir yöntemi olduğunu biliyordu:

“Eskilerin ‘fikri takip’ dedikleri, olayları izleme yöntemi vardır. Bir olayı yazdınız, sonra ne oldu? Olay nasıl sonuçlandı? Olaya kimler, ne ölçüde karıştı?

Bu soruları sormaya ve ipuçlarını bu soruları sorup ele geçirmeye başladınız mı, olaylar yavaş yavaş aydınlanır. Olay aydınlanınca da birçok kişi tedirgin olur.

Bu konuları köşenizde sık sık yazarsanız okuyucu sıkılır. Ve haklı olarak ‘Başka konu yok mu?’ diye söylenir. Köşe yazarı bu durumda peşine düştüğü olayı bir yana bırakacak mıdır? Hayır bırakmayacaktı r.” (Cumhuriyet, 20 Kasım 1985)


Mumcu gazeteciliği

12 Mart döneminde bizzat kendisinin de yaşadığı gözaltına alınma, tutuklanma, yargılanma ve sakıncalı askerlik gibi baskıcı uygulamalar Mumcu gazeteciliğinde var olan sorgulayıcılığı, araştırıcılığı kamçılamış ve ince eleştirel zekâsını da beceriyle kullanmasına yol açmıştır. Zaman zaman çok sert ve ödünsüz yazılar, kimi kez alayla karışık kara mizaha dönüşüverir. Ancak her tür yazı biçeminin amacı tektir: İvedilikle demokratik yönetime ve basın özgürlüğüne kavuşmak. Uğur Mumcu şöyle der: “Basın özgürlüğü, demokrasinin temellerinden biridir. Kamuoyunu oluşturan ve ifade eden basın, tarihin her devrinde tartışma konusu olmuştur. Basın özgürlüğünün kısıtlandığı dönemlerde demok-ratik gelişim durmuş, totaliter eğilimler güçlenmiştir. Basın özgürlüğünün gelişimi ile demokratik ilkelerin yerleşmesi arasında zorunlu bir bağ vardır.” (Cumhuriyet, 16 Mart 1980)

1970’li yılların ortasından başlayarak giderek yoğunlaşan kanlı ortam, Uğur Mumcu gazeteciliğinin işlevselci, araştırmacı yanının güçlenmesine yol açar. 1 Mayıs gibi, Kahramanmaraş gibi katliam boyutuna ulaşan olaylar, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi gibi toplumu sarsan olaylar da bu cinayetlerin derinlemesine araştırılmasını getirir. Mumcu gazeteciliği o dönemi söyle sorgular: “Bir yanda binlerce silah ve milyonlarca mermi, öte yanda ‘sıkıyönetim, silah kaçakçılığı davalarına bakamaz’ diyen yüksek yargı kararları… Bir yanda sosyete cinayetlerinde konuşturulan hünerli gazetecilik, öte yanda silah kaçakçılığı karşısında susan, ağzını açmayan basın ahlakı…” (Cumhuriyet, 4 Temmuz 1980)

Bombalı saldırı sonucu, 24 Ocak 1993’te yitirdiğimiz Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu’yu, katledilişinin 17. yıldönümü olan bugün, çeşitli etkinliklerle anılıyor.

Mumcu’yu anma etkinlikleri, Ankara’da bugün saat 11.00’de Batıkent Uğur Mumcu Parkı’ndaki Uğur Mumcu anıtına çelenk konulmasıyla başlayacak. Saat 12.00’de sevenleri ve yakınları karanfillerle ve mumlarla, Gaziosmanpaşa semtindeki Uğur Mumcu Sokağı’ndaki evinin önünde olacak. Burada, Mumcu anısına Buradaydık adlı sinevizyon gösterisi gerçekleştirilecek. Sinevizyon gösterisinin ardından da Türk halk müziği sanatçısı Ufuk Karakoç, dinleti sunacak.
Daha sonra, saat 14.30’da Mumcu’nun Cebeci Asri Mezarlığı’ndaki gömütü ziyaret edilecek. Saat 19.00’da ise Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde, Uğur Mumcu Sesleniyor 2009: Güdümlü Hukuk, Peşin Yargı, Siyasal Kin başlıklı sinevizyon gösteriminin ardından, Uğur Mumcu Korosu konser verecek. Serkan Kırmızı da perküsyon gösterisi sunacak. Aynı gün Batıkent Ahmet Taner Kışlalı Konferans Salonu’nda da Gürsel Gökçe’nin hazırladığı Uğur Mumcunun Ardından başlıklı fotoğraf gösterisi gerçekleştirilecek. Saat 19.45’te ise Günel Çantak’ın hazırladığı Uğur Mumcu isimli belgesel filmin gösterimi yapılacak.
Ayrıca, Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu ile evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yitirdiğimiz, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucusu, Türk Hukuk Kurumu ve Ankara Barosu başkanlarından, Cumhuriyet gazetesi yazarı Prof. Dr. Muammer Aksoy’un ölüm yıldönümleri olan, 24-31 Ocak günleri arasında, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) öncülüğünde, çeşitli sivil toplum örgütlerinin katılımıyla düzenlenen 17. Adalet ve Demokrasi Haftası da bugün başlıyor. Etkinlikte suikastlara kurban giden tüm aydınlar, söyleşiler, konserler ve tiyatro ile belgesel film gösterimleri ile anılacak. Etkinlikler çerçevesinde yarın, Günel Cantak’ın hazırladığı, gazeteci-yazar Abdi İpekçi anısına belgesel film gösterimi saat 13.00’te, Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gerçekleştirilecek.
Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde ayrıca, Prof. Dr. Sedat Sever’in yöneteceği, Prof. Dr. Cahit Kavcar, Prof. Dr. Aydın Köksal ve Prof. Dr. Mümin Köksal’ın konuşmacı olarak yer alacağı Yabancı Dille Öğretim konulu bir açıkoturum yapılacak. Açıkoturumun ardından Ankara Cumhuriyet Okurları (CUMOK) Dönem Sözcüsü Haluk Yalvaç’ın yöneteceği, gazeteci-yazar Faruk Bildirici, Prof. Dr. Yahya Kazım Zabunoğlu ve Cumhuriyet gazetesi yargı muhabiri İlhan Taşcı’nın konuşmacı olarak yer alacağı Dinlenen, İzlenen, Susturulan Gazetecilikkonulu başka bir açıkoturum gerçekleştirilecek. Açıkoturumların ardından Karşı Atölye’nin hazırladığı Cesaret Tek Bir Sözcükle Başlaradlı tiyatro oyunu sahnelenecek.
Suavi ve Moğollar’dan konser
Etkinliklerin 3. günü olan salı, Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde, saat 13.00’te, Gürsel Gökçe’nin hazırladığı Uğur Mumcunun Ardındanbaşlıklı fotoğraf gösterisi, başkentlilerin beğenisine sunulacak. Fotoğraf gösterisinin hemen ardından da Uğur Mumcubaşlıklı belgesel film gösterimi yapılacak. Aynı gün saat 15.00’te aynı yerde Mustafa Yumurtacı, Ferruh Atbaşoğlu ve Doç.Dr. Aynur Aydın’ın konuşmacı olarak yer alacağı Ormancılığımızda Yaşananlar ve Anayasal Hukuksuzlukbaşlıklı söyleşi gerçekleştirilecek. Ardından da Ülkü Günay’ın yönettiği, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Emine Ülker Tarhan, eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkanı Şenal Sarıhan ve Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel’in konuşmacı olarak yer alacağı Hukuk Dili Değişiyor mu? adlı açıkoturum düzenlenecek. Üç Anadolu müzik grubu aynı gün saat 19.00’da dinleti gerçekleştirecek. 19 Ocak 2007’de uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren gazeteci Hrant Dink anısına da Batıkent Ahmet Taner Kışlalı Konferans Salonu’nda, saat 19.30’da, Hrant Dink belgeseli gösterilecek. Bir hafta sürecek etkinliklerin son günü olan 31 Ocak’ta, Cumhuriyet gazetesi yazarı Prof. Dr. Muammer Aksoy gömütü başında anılacak. Anma töreni Aksoy’un Cebeci Asri Mezarlığı’ndaki gömütü başında saat 12.30’da başlayacak. Aynı gün akşam da Suavi ve Moğollar, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Farabi Salonu’nda, saat 19.30’da, konser verecek.
Uğur Mumcu’yu özlüyoruz
Bombalı suikast sonucu katledilen Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu’ya olan özlem 17 yılda hiç bitmedi. Mumcu’nun sevenleri her yıl olduğu gibi bu yıl da düzenledikleri etkinliklerle “ışığının’ sönmeyeceğini kanıtladı. Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Dursun Atılgan yaptığı yazılı açıklamada, Mumcu’nun yaşamı boyunca Türk Aydınlanması’nın önündeki engelleri yıkmak için çalıştığını belirtti.
İstanbul ve Ege’de yapılacak etkinliklerden bazıları şöyle:
* CHP İstanbul İl Örgütü, Harbiye’deki Uğur Mumcu Anıtı önünde anma töreni düzenleyecek.
* CHP Bahçelievler saat 14.00-16.00 arasında Şirin-evler Meydanı’nda karanfil dağıtacak.
* Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve ADD Sarıyer Şubesi Sarıyer Belediyesi Kültür Merkezi’nde bugün saat 14.00’de Kemalizm ve Uğur Mumcu paneli yapılacak.
* Kadıköy Belediyesi’nce yarın saat 20.00’de Caddebostan Kültür Merkezi’nde düzenlenecek etkinliklere Mumcu’nun gazeteci dostu Uluç Gürkan konuşmacı olarak katılacak. Melike Demirağ da sahne alacak.
* Kartal Belediyesi’nce yapılan program bugün saat 20.00’de Uğur Mumcu Yaşam Kalitesini Yükseltme Merkezi’ndeki Tolga Çandar konseriyle başlayacak. 30 Ocak Cumartesi günü ise Uğur Mumcu’nun aynı adlı eserinden yorumlanan Bir Pulsuz Dilekçeadlı tiyatro oyunu saat 19.30’da gösterilecek.
* Maltepe Belediyesi, ADD, ÇYDD, Türkiye Gençlik Birliği ve Cumhuriyet Kadınları Derneği işbirliğiyle bugün saat 13.30’da Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde Uğur Mumcu Aydınlığında Tam Bağımsız Türkiye paneli yapılacak. Panele yazarımız Ali Sirmen, Berhan Şimşek, Erol Bilbilik, Sunay Karaman ve Şanal Sarıhan katılacak.
* İstanbul CUMOK’un gerçekleştirdiği 21. Yüzyılda Adalet ve Demokrasi konulu panel ise bugün saat 15.30’da Kartal Belediyesi Yaşam Kalitesini Yükseltme Merkezi’nde başlayacak. Etkinliğe Ali Sirmen ve İstanbul Barosu eski Başkanı Kazım Kolcuoğlu katılacak.
4 İzmir Narlıdere Belediyesi tarafından saat 12.00’de Limanreis Mahallesi’ndeki büstü başında anılacak. Anma programına TGF ve İGC Başkanı Atilla Sertel, Cumhuriyet gazetesi Ege Bölge Temsilcisi Serdar Kızık, CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol ve Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur katılacak.
* Bodrum Belediyesi, CUMOK, ADD, ÇYDD, CHP, DTO, CKK şubelerinin yanı sıra Muğla Barosu ve Mavi Yol Girişimi’nin düzenlediği program kapsamında saat 13.00’te Atatürk Anıtı’na çelenk konulacak. Saat 14.00’te yazarlarımız Hikmet Çetinkaya ve Şükran Soner’in konuşacağı Adalet ve Demokrasi başlıklı panel gerçekleştirilecek.
* Balçova Belediyesi tarafından düzenlenen Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizipaneli saat 16.00’da başlayacak.
* İzmir Ekonomi Üniversitesi’ndeki panele Cumhuriyet gazetesi Vakfı 2. Başkanı ve yazarı Alev Coşkun, Cumhuriyet gazetesi yazarı Şair Ataol Berhamoğlu, CHP Grup Başkenvekili Kemal Anadol ve gazeteci yazar Metin Uca katılacak.
* İzmir Büyükşehir Belediyesi, Devlet Tiyatrosu Opera ve Bale Çalışanları Vakfı (TOBAV) işbirliğiyle gerçekleştirilecek etkinlik, İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde saat 20.00’de başlayacak. Prof. Dr. Murat Tuncay tarafından sahneye konan Mumcu’nun Bir zamanlar büyüklerimiz eseri sunulacak. Etkinlikte Cumhuriyet  gazetesi İzmir Temsilcisi Serdar Kızık, İzmir Tabip Odası Başkanı Suat Kaptaner, İzmir Barosu Başkanı Özdemir Sökmen ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu konuşacak. Saat 16.00’da Tarihi Havagazı Fabrikası’nda,Uğur Mumcu Sesleniyor 2010adlı sergi açılacak.
* Karşıya Belediyesi’nin ADD şubesiyle birlikte düzenlediği etkinlik, saat 18.00’de Karşıyaka Nikâh Sarayı’nda gerçekleştirilecek.
* Çiğli Belediyesi’nce saat 11.00’de Uğur Mumcu Parkı’nda tören düzenlenecek. 26 Ocak Salı günü saat 18.00’de Sakıncalı Piyadeoyununu sahnelenecek.
* Gaziemir Belediyesi’nce saat 12.00’de Niçin Öldürüldüler adlı resim sergisi, Atatürk Kültür Merkezi’nde açılacak. Saat 13.00’teki avukat Fikret İlkiz’in yöneteceği anma programına, Prof. Uğur Alacakaptan, TGF-İGC Başkanı Atilla Sertel’le gazeteci yazar Celal Başlangıç, Yalçın Bayer, Gönül Soyoğul ve Erbil Tuşalp katılacak.
* Buca Belediyesi’nde 18.00’de Anadolu Yaylı Çalgılar Dörtlüsü ve şiir dinletisinin yer alacağı program gerçekleştirilecek.
* Bornova Belediyesi nikâh/meclis salonunda saat 19.00’da Atilla Er, Mumcu’nun Seslenişini okuyacak. Dil Derneği Genel Başkanı Sevgi Özel’in Uğurlar Olsun konulu söyleşisinin ardından Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu, Sakıncalı Piyade Okuma Tiyatrosu’nu sergileyecek.
* Bergama’da saat 13.00’te ilçe merkezindeki Atatürk Anıtı’na çelenk konulacak. saat 13.30’da da Prof. Ergün Aybars Uğur Mumcu ve Kemalizm konulu konferans verecek.
Altan Öymen arkadaşını anlattı
ADANA (Cumhuriyet Bürosu) – 17 yıl önce öldürülen yazarımız Uğur Mumcu Adana’da anıldı. CUMOK’un Mumcu anısına düzenlediği konferansta konuşan Altan Öymen, Uğur Mumcuyu öldürdüler ama onun izinden giden binlerce insan var. Türkiye bu karanlıktan kurtulacaktır dedi.
Mavi Sürmeli Oteli’nde gerçekleştirilen etkinliğe sendika, meslek odası, siyasi parti ve demokratik kitle örgütü temsilcisiyle Cumhuriyet okurları katıldı. Etkinlikte Uğur Mumcu’nun yaşamını yansıtan sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi. Adana CUMOK Temsilcisi Okan Toygar, Uğur Mumcu’nun fikirlerinin hâlâ yaşadığına dikkat çekti. Adana CUMOK’un Çukurova Aydınlanma Toplantıları kapsamında Uğur Mumcu anısına düzenlediği Öfkeli Yıllarkonulu konferansta konuşan eski CHP Genel Başkanı, gazeteci-yazar Altan Öymen, yakın bir arkadaşını yitirmiş olmanın üzüntüsünü yaşadığını belirterek suikastın iç yüzünün hâlâ aydınlatılamadığını vurguladı. Öymen, “Aradan geçen zamanda 11 hükümet, 7 başbakan, 14 İçişleri bakanı değişti. Yargılamada 3 kişi mahkûm edildi ama bunları kimin yönlendirdiği hâlâ belli değil. Abdi İpekçi de katledilmişti. Onun katili kahraman gibi karşılanıyor. Mumcu yaşarken Ağca’nın ilişkilerini sorgulamış, kitaplar yazmıştı. O da birçok aydın gibi öldürüldü. Ocak ayı kötü bir ay. Mumcuyu öldürdüler ama onun izinden giden binlerce insan vardedi.
Adaletini 17 yıldır arayan dava
Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu’nun katledilişinin üzerinden geçen 17 yıl boyunca adalete de, kıyımın ve tetikçilerin ardındaki asıl güce de ulaşılamadı. Mumcu’nun aracına bomba konulmasına gözcülük ettiği belirtilen Oğuz Demir ise 17 yıldır firari ve bulunamadı.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu’nun katledilişinin üzerinden 17 yıl geçti. Bu süreçte, 13 hükümet, 15 İçişleri Bakanı, 13 Adalet Bakanı değişti ancak olay tüm boyutlarıyla aydınlatılamadı . 7 yıl boyunca faili meçhul dosya olarak tozlu raflarda bekleyen Mumcu suikastı dosyası, İstanbul’da terör örgütü Hizbullah’ın İlim grubuna yönelik 17 Ocak 2000’deki operasyonda elde edilen CD ve disketlerdeki bilgiler üzerine yeniden açılabildi. Elde edilen bilgiler ışığında Mumcu suikastının faillerini yakalamak amacıyla 21 Şubat 2000 tarihinde UMUT(Uğur Mumcu Uzun Takip) operasyonuna başlandı.
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı suikastının faili olarak 14 Mayıs 2000’de Ankara’da gözaltına alınan Necdet Yükselin yer göstermesi sonucu, Sincan’da çok sayıda patlayıcı ve mühimmat bulundu. Dönemin DGM Savcısı Hamza Keleş, 11 Temmuz 2000’de, 9 kişi hakkında idam istemiyle olmak üzere 17 sanık hakkında dava açtı, 111 kişi hakkında takipsizlik kararı verdi.
Mumcu’nun aracına bombayı yerleştiren Ferhan Özmen, Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan’ın da aralarında bulunduğu sanıklar, 14 Ağustos 2000’de yargılanmaya başlandı. Sanıklar Özmen, Yüksel ve Aytufan,mevcut anayasal düzeni silah zoruyla yıkıp, yerine din kurallarına dayalı devlet kurmak için oluşturulan silahlı çeteye üye olup, anayasal düzeni değiştirmeye cebren teşebbüs ettiklerigerekçesiyle ölüm cezasına çarptırıldı.
Dosyanın temyiz için gittiği Yargıtay 9. Ceza Dairesi, idama mahkûm edilen Yüksel ve Aytufan’ın cezasını müebbete dönüştürerek onadı, ölüm cezasına çarptırılan Özmen’in de aralarında bulunduğu 8 sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararlarını ise eksik soruşturma gerekçesiyle bozdu. DGM’lerin kapatılması üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne devredilen davada, Özmen, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Dosyanın temyiz için ikinci kez gönderildiği Yargıtay 9. Ceza Dairesi, sanık Özmen’in ağırlaştırılmış müebbete çarptırılması kararını onadı. Böylece Mumcu suikastı yönünden dosya kesinleşmiş oldu. Ancak dosya kapsamında Ferhan Özmen dışında da tutuklu hiç kimse kalmadı.
17 yıl süren firar
Mumcu’nun aracına bomba konulmasına gözcülük ettiği belirtilen Oğuz Demir ise 17 yıldır firari ve bulunamadı. Demir’in İran’a kaçtığı yönünde belirlemeler yapıldı. Ancak bugüne değin Demir’in bu ülkede olup olmadığının kesinleştirilmesi ve iadesi konusunda adım atılmadı. Cinayetin hükümlülerinden olan ve 2005 yılında tahliye edilen Mehmet Ali Tekin’e Küçükçekmece Kaymakamlığı’ndan 2 bin TL’lik yardım yapıldığı ortaya çıktı. Davada 12 yıl hapse mahkûm olan Muzaffer Dağdeviren ise alacak-verecek meselesi yüzünden çıkan silahlı çatışmada öldürülmüştü.
 
Hasan Pulur Milliyet, 18.01.2010
 
Bazı olaylar ve bazı haberler vardır ki, sanki kutlanacak anılacak gün gibidirler.
“Doktorlar” da bunlardan biridir.
Her yıl, hatta yılda bir kere ya da daha çok, sağlık personeli, tabii başta doktorlarla ilgili haberler iletişim araçlarında yer alır. Doktorlar şikâyetçidir, eczacılar şikâyetçidir, hemşireler, hastabakıcılar, başta hastalar, herkes şikâyetçidir. Hükümet yasa hazırlar doktorlar beğenmez, doktorlar isteklerini sıralar, hükümet kabul etmez.
* * *
Bu yıl da alışılmışın dışına çıkılamadı, hükümet “tam gün” yasası hazırlamış, doktorlar karşı…
Şimdi size bir yazı göstereceğiz, okuyun sonra konuşalım.
“Doktorların ‘Emeğimizin hakkını istiyoruz’ pankartlarıyla yürüyüşünü gösteren gazete fotoğraflarını burnumuza sokan bir dostumuz ‘Şimdi bunun sırası mı?’ dedi:
‘Memlekette kan gövdeyi götürüyor, şunların yaptıklarına bak!’
* * *
Biz de kendisine, önümüzdeki gazetelerin birindeki ‘Vur patlasın, çal oynasın!’ sayfasındaki fotoğrafları gösterdik, yarı üryan kadınlar, kadın kılıklı oğlanlar, sarmaş dolaş karılar, kızlar:
Memlekette kan gövdeyi götürüyor, şunların yaptıklarına bak!” Birden afalladı, biz bu defa başka bir gazeteyi alıp, birinci sayfasını gösterdik… Baştan aşağı yolsuzluk, hırsızlık, devlet soygunu haberleriydi: ‘Memlekette kan gövdeyi götürüyor, şunların yaptıklarına bak!’
Sonra ekledik: ‘Ahlaksızlık, hırsızlık, devlet soygunu ayıp olmuyor da, doktorlar emeğimizin hakkını istiyoruz, diye yürüyünce mi ayıp oluyor?’
* * *
Dostumuz, ‘Ama canım!’ diye itiraz edecek olunca biz lafımızı sürdürdük: ‘Doktorların yürüyüşünü yasaklarsın fakat, hırsızların soygununu durduramazsın. .. Hırsızların soygununu durdurabilirsen, doktorların yürümesine de gerek kalmaz… 30 yıllık bir doktor, 10 milyon lira aylık alamıyorsa, doktorlar yürür. Vergi kaçırandan kaçırdığı vergiyi almak şöyle dursun, adını bile saklarsan, doktorun yürüyüşüne nasıl engel olacaksın?’
* * *
Durdu, düşündü; kendisine bir doktorun yazdıklarını okuduk, yanlış tedavi yüzünden insanların başına gelenleri anlatan bir habere ‘Tıpta terör’ başlığının atılmasına kızmıştı… O haberde sözü edilen insanların başına gelen olayları ne küçümsüyor, ne de örtülü kalmasını istiyordu…
* * *
Ya ne istiyordu? Ona göre tıpta terör şunlara denilirdi… Tıpta terör; 3-4 tane Tıp Fakültesi varken ve daha bunlara bile yeterli eğitim sağlayacak düzenlemeler yapılmadan 27 tane daha Tıp Fakültesi açmaktır. Tıpta terör; 100-200 kişilik olması gereken sınıflarda 500 kişinin okutularak mezun edilmeye çalışılmasıdır. Tıpta terör; yüzde 2,5 oranında bütçe payı ayırarak sağlık hizmetlerinin yürütülmeye çalışılmasıdır. Tıpta terör; ilkokul mezunu bile olmayan belediye temizlik işçisinin yarısı kadar maaş vererek doktorları ve sağlık personelini 24 saat çalışmaya zorlamaktır.
* * *
Tıpta terör; modernleşme ve yenileşme sağlanmadan, gerekli aletleri alıp alt yapıyı hazırlamadan insanlardan en üst düzeyde hizmeti beklemektir. Tıpta terör; şartları muayenehane olarak bile hizmet vermeye uygun olmayan yerlere, poliklinik ve hastane ruhsatı vererek hızla çoğalmalarını sağlamaktır. Tıpta terör; yasal olarak, Türkiye’de doktorluk yapması mümkün olmayan insanların doktor olarak çalışmasına izin vermektir. Tıpta terör; dört duvar inşa edip, içine bir muayene masası ve tansiyon aleti koyarak ve bir doktorla hemşireyi burada çalışmaya zorlayarak, halkı sağlık merkezi açtık diye kandırmaktır.
* * *
Tıpta terör; sorunları ilgililere anlatmaya çalışan, fikrini açıklayan meslek kuruluşu mensuplarını sürgüne göndermektir. Tıpta terör; sağlık sektörü ve sağlık sorunları hakkında hiçbir bilgi ve eğitime sahip olmayan insanların, bu konuda karar verecek danışmanlar olarak atanmalarıdır. Tıpta terör; sadece bazı reklam meraklılarını memnun etmek için herkesin bildiği ve uyguladığı tedavi yöntemlerini yeni ve tek kişi tarafından uygulanıyor gibi yayımlayarak halkı kandırmaktır.”
* * *
Bu yazı 17 yıl önce bu köşede yayımlanan bizim yazımızdır.
Ankara’da Tabip Odası’nın yürüyüşünde, yazı büyütülmüş, çerçevelenmiş ve en önde taşınmıştır: 25.10.1993.. .
17 yıl önce…
Bugün hâlâ geçerliyse, kabahat yazıda mı?

ABD’nin Cincinnati Üniversitesi Öğretim üyesi Prof Dr. Henry A. Nasrallah, her ülkenin toplam nüfusunun yüzde 20-25’ide hafif ya da ağır şiddette teşhisi konulabilen ruhsal sorun olduğunu ve bunların hemen hemen tamamının tedavi edilebilir özelliğine rağmen ön yargıların bu süreci geciktirdiğini söyledi.

Adana– Adana Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Bülent Demirbek‘i ziyaret eden ABD’nin Cincinnati Üniversitesi Öğretim üyesi Prof Dr. Henry A. Nasrallah, yüzyıllar boyunca akıl hastalıkların tedavisinin olmadığını, oysa günümüzde en ciddi psikiyatrik hastalıklarda bile erken tanı halinde tedavinin gerçekleştirilebileceğini bildirdi. Nasrallah, ruhsal hastalıkların görülme sıklığının ülkeler arasında önemli değişim göstermediğini, her ülkenin toplam nüfusunun yüzde 20-25’inde tanısı konabilen bir ruhsal sorun olduğunu ifade ederek, ”Bir başka ifadeyle dünyada her 4 kişiden biri ruhsal sorun yaşıyor” dedi.

Sadece gelir düzeyi düşük toplumlarda anksiyete (kaygı) bozukluklarının daha yaygın olduğuna dikkati çeken Nasrallah, şunları söyledi: ”Örneğin, şizofrenlerin oranı ABD’de de Türkiye’de de Bangladeş’te de yüzde bir oranında. Yine dünyada her 100 kişiden 4’ünde bipolar (iki uçlu) bozukluk var. Her 100 kişiden 15’i depresyonda. Anksiyete bozuklukları ise yüzde 20’leri buluyor. Ancak, ruhsal hastalıklarda ön yargılar, ‘deli’ damgası korkusu halen yaygın. Bu durum batıl inançlarla da özdeşleştiriliyor.” Nasrallah, dünyadaki yaygın ön yargılara rağmen ABD’de bu konuda önemli mesafe alındığına da işaret ederek, ”ABD’de meşhur kişilerin bile ruhsal sorunlarını açıkça dile getirmeleri model oluyor. Bu yüzden de artık bu tür sorunu olanlar dışlanmıyor, yadırganmıyor, utanç kaynağı da olmuyor” dedi.

‘Şizofrenler, bir günlük bebekken belirti veriyor’

Ruhsal hastalıkların en ağır olanları arasındaki şizofreninin güncel tedavi yöntemleriyle ilgili yaptığı çalışmalarla da dikkati çeken Prof. Nasrallah, bu konuda önemli mesafe alındığını söyledi. Düşünüş, duyuş ve davranışlarda önemli bozukluklar görülen beyin hastalığı olan şizofrenide, kişinin ilişkilerden ve gerçeklerden uzaklaşarak kendi dünyasında yaşadığını belirten Nasrallah, şunları kaydetti: ”Bu hastalık çoğunlukla buluğ çağının erken safhalarında ya da adölesan çağda kendini gösterse de yapılan son çalışmalara göre, şizofrenler, daha bir günlük bebekken belirti veriyor. Bu bebeklerde bulgular doğar doğmaz mevcuttur. Mesela şizofreni geni taşıyan bebek fazla uyumaz. Normal bebeklere göre daha az uyur, bu bebekler önemli gelişim safhalarına erişmekte de zorlanır. Yaşıtları gibi oturmakta, yürümekte, konuşmakta da geç kalıyor. Yani, bebeklik döneminin belli başlı dönüm noktalarına ulaşmakta zorlanıyorlar. Okul çağında ise çok tedirgin oluyorlar, diğer çocuklarla arkadaşlık edemiyor, tek başlarına kalmayı tercih ediyorlar. Fizyolojik ve nörolojik muayenelerde de bu durum tespit ediliyor.” Nasrallah, dünyada ruhsal hastalıkların azalmadığını ancak tanı yöntemleriyle tedavi seçeneklerinin arttığını sözlerine ekledi.

Oscar’dan sonra en prestijli ödüllerden biri olan Altın Küre’de, son haftalarda listeleri alt üst eden “Avatar” en iyi film, filmin yaratıcısı James Cameron da en iyi yönetmen ödülüne layık görüldü. Yaşam boyu başarı ödülü ise, usta yönetmen Martin Scorsese’nin oldu.

Washington– Altın Küre, Beverly Hills’te düzenlenen görkemli törenle sahiplerini buldu. Törende, yaşayan en büyük yönetmenlerden biri olan Martin Scorsese, “Cecil B. DeMille Hayat Boyu Başarı Ödülü”yle onurlandırıldı. En iyi film ödülünü, tüm dünyada büyük ilgiyle izlenen ve tüm zamanların en çok kazanan ikinci filmi haline gelen “Avatar” aldı. Yönetmen James Cameron da “Avatar” filmiyle, en iyi yönetmen ödülünü kazandı. Altın Küre’de, Sandra Bullock “The Blind Side”daki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görülürken, en iyi erkek oyuncu ödülünü de “Crazy Heart”taki başarılı performansıyla Jeff Bridges kazandı.

Altın Küre’de drama dalında diğer ödüller ise şöyle: En iyi yardımcı kadın oyuncu “Precious” filmindeki performansıyla Mo’Nique, en iyi yardımcı erkek oyuncu “Inglourious Basterds”daki oyunculuğuyla Christoph Waltz. En iyi senaryo ödülünü “Up in The Air” ile Jason Reitman ve Sheldon Turner aldı. Gecede, en iyi animasyon ödülüne layık görülen “Up” filmi, besteci Michael Giacchio‘ya da en iyi müzik ödülünü kazandırdı. Müzikal veya komedi dalında en iyi film “The Hangover”, en iyi kadın oyuncu Meryl Streep (Julie&Julia) ve en iyi erkek oyuncu Robert Downey Jr. (Sherlock Holmes) seçildi.

Öte yandan, en iyi şarkı ödülü Ryan Bingham ve Bone Burnett‘ın “Crazy Hard” filmi için yazdığı “The Weary Kind”a giderken, yabancı dilde en iyi film ise Alman yapımı “White Ribbon” oldu.
 

Televizyon ödülleri

Televizyonda drama dalında ise ödüllere doymayan “Mad Men” Altın Küre’de de en iyi drama dizisi seçildi. Drama dalında, en iyi kadın oyuncu ödülü “The Good Wife” dizisindeki Julianne Margulies‘e, en iyi erkek oyuncu ödülü de “Dexter”daki katili canlandıran Michael C. Hall‘a gitti. Televizyonda komedi ve müzikal daldaki yapımlar arasında en iyi dizi “Glee” oldu. Bu dalda, en iyi kadın oyuncu Toni Collette (United States of Tara), en iyi erkek oyuncu da Alec Baldwin (30 Rock).

Öte yandan “Mini dizi veya filmi” dalındaki ödüller de şöyle:

– En iyi mini dizi veya film: “Grey Gardens”

– En iyi kadın oyuncu: Drew Barrymore (Grey Gardens)

– En iyi erkek oyuncu: Kevin Bacon (Taking Chance)

– En iyi yardımcı kadın oyuncu: Chloe Sevigny (Big Love)

– En iyi yardımcı erkek oyuncu: John Lithgow (Dexter)

Kırmızı halıda Haiti’ye destek

Dünyada 10 milyonlarca kişi tarafından izlenen törende, kırmızı halıdan geçen Nicole Kidman, Penelope Cruz, Ricky Gervais, Jon Hamm, Adrian Grenier ve Lisa Edelstein gibi birçok yıldız, Haiti’deki depremde hayatlarını kaybedenlere destek için elbise, smokin veya aksesuarlarına sarı, mavi ve kırmızı kurdeleler taktı. Kırmızı halı geçişleri sırasında yağmur görülmesine rağmen, yıldızlar şemsiye altında da göz kamaştırdı. Moda yorumcuları, siyahın yanı sıra pembe ve mor gibi çok renkli kıyafetlerin de tercih edildiği ve mücevherlerin giysileri süslediği gecede, yıldızları yine de aşırı süslü bulmadı.

Sandra Bullock, Emily Blunt, Fergie, Diane Kruger ve Maggie Gyllenhaal mor veya pembe giyenler, Penelope Cruz, Marion Cotillard, Lea Michele ve Heather Graham ise siyah renkli omzu açık ya da askısız elbiseleri tercih edenler arasında yer aldı. Şarkıcı Mariah Carey ise beli sıkan dar siyah elbisesiyle çok göz alıcı bulundu. Ancak kıyafetlerdeki bu çok renklilikle Hollywood’un izleyicilere ekonomik kriz, artan güvenlik korkuları ve deprem gibi üzücü gerçekliklerden “Hollywood tarzı kaçış” imkanı yarattığı yorumları yapıldı.