Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

The Guest House 

This being human is a guest house. 
Every morning a new arrival. 

A joy, a depression, a meanness, 
some momentary awareness comes 
as an unexpected visitor. 

Welcome and entertain them all! 
Even if they’re a crowd of sorrows, 
who violently sweep your house 
empty of its furniture, 
still, treat each guest honorably. 
He may be clearing you out 
for some new delight. 

The dark thought, the shame, the malice, 
meet them at the door laughing, 
and invite them in. 

Be grateful for whoever comes, 
because each has been sent 
as a guide from beyond. 

Mevlana Celaleddin Rumi
  
SİGARASIZ YAŞAM…
 
Sigara ve tütün dünyada en yaygın kullanılan bağımlılık yapıcı maddedir. Sigara ve tütün kullanımı önlenebilir ölüm nedenlerinin başında gelmektedir. Dünyada ve ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Her yıl yaklaşık 5 milyon kişinin sigara ve tütün kullanımına bağlı hastalıklar nedeniyle hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Dünyada meydana gelen ölüm olaylarının başında yer almaktadır ve giderek ilk sıraya yerleşme eğilimindedir.
Sigara önemli bir halk sağlığı sorunu olarak çeşitli fiziksel, sosyal ve ekonomik olumsuz sonuçlara yol açan ciddi bir bağımlılıktır. Kanser, akciğer hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları gibi birçok hastalığa yol açmaktadır. Sigara kullanımı sadece bireye değil, sigara dumanını soluyan diğer kişilere de ciddi zararlar vermekte, sigara ve diğer tütün ürünlerinin dumanına maruz kalan kişilerde de aynı hastalıklar görülmektedir.
Sigara kullanımı bir bağımlılıktır, diğer bağımlılık yapıcı maddelerde görüldüğü gibi, kişi zarar gördüğü halde kullanmaya devam eder. Kontrol yitimi ön plandadır. Kullanım kesildiği zaman çeşitli yoksunluk belirtileri ortaya çıkar.
Sigara kullanımı gelişmiş ülkelerde alınan önlemler ve toplumun bilinçlenmesi sonucunda giderek azalma eğilimi göstermektedir. Oysa gelişmekte olan ülkelerde sigara tüketimi artmaktadır. Ülkemizde sigara kullanım yaşı düşmekte ve kullanım yaygınlaşmaktadır. Erişkin nüfusun %50 den fazlasının düzenli bir şekilde sigara kullandığı çalışmalarla gösterilmiştir. Sigara kullanımı tüm yaş gruplarında yaşam süresini 16 yıl, 35-69 yaş grubunda ise 22 yıl kısalttığı yapılan çalışmalarla gösterilmiştir.
Sigaraya başlama yaşı ve bağımlılık şiddeti arasında bir ilişki vardır. Sigaraya başlama yaşı düştükçe bağımlılık gelişmesi olasılığı artmaktadır. Ergenlik döneminde sigara kullanmaya başlama, bağımlılık gelişme riskini artırmaktadır. Bu nedenle 18 yaş altındaki kişilere sigara satılmaması, sadece yasal değil, halk sağlığı açısından da uyulması gereken bir zorunluluktur.
Gençler arasında sigara kullanım nedenleri incelendiğinde merak ilk sırada yer almaktadır. Büyüdüğünü kanıtlamak, farklı olmak, stresten kurtulmak gibi nedenler ergen sigara kullanımı için diğer nedenler olarak sayılabilir. Bu nedenle sigara kullanımı ile ilgili merak uyandırıcı, özendirici tutumlar sigara kullanımı açısından risk oluşturmaktadır. Sigaraya kolay ulaşım, fiyat, evde sigara kullanan kişilerin bulunması sigara kullanımını artırmaktadır. Ergenlerde sigara bağımlılığının çok daha kolay ve hızla geliştiği unutulmamalıdır.
Sigara bağımlılığı, diğer bağımlılık tedavileri ile benzer ilkelerle yürütülmelidir. Bu nedenle tedavi bir psikiyatri uzmanı tarafından yürütülmelidir. İlk aşama bırakmaya karar verme aşamasıdır. Sigarayı bırakma, diğer bağımlılıklarda olduğu gibi kişinin gördüğü zararı fark etmesi sonucu bırakmaya karar vermesi ile mümkün olmaktadır. Sigaranın zararları ile ilişkili bilgilendirme, toplumda sigara karşıtı bir duruş geliştirme bu kararın alınmasında yardımcı olmaktadır.
Tedavide ikinci aşama yoksunluk döneminin tedavisidir. Bırakma evresinde kişiyi önemli ölçüde etkileyen yoksunluk belirtileri görülmektedir. Sigara bırakan kişiler arasında da, diğer maddelere olan bağımlılıklarda görüldüğü gibi, nüks yani tekrar kullanmaya başlama görülebilmektedir. Nüks en sık sigaranın yol açtığı yoksunluk döneminde ortaya çıkmaktadır. Nikotin yoksunluğunda huzursuzluk, sıkıntı, çökkün hissetme, uykusuzluk, çabuk öfkelenme, bunaltı, yoğunlaşmada azalma gibi belirtiler görülür. Bu yoksunluk döneminde doğru tedavilerin uygulanması ile nüks oranlarında ciddi azalmalar görülmektedir.
Tedavinin üçüncü aşaması değişim aşamasıdır. Sigarayı bırakmada uzun süreli başarı sağlanabilmesi için, kişinin davranışlarında, alışkanlıklarında değişiklikler yapmasını sağlamaktır. Bu değişimin gerçekleşmesi ve riskli durumların tespiti ile gerekli önlemlerin alınmasını hedefleyen ruhsal eğitimi içeren, bilişsel davranışçı, bireysel veya grup tedavileri eklenmelidir
Yukarıda belirtilen tedavi aşamalarının yürütülmesinde psikiyatri uzmanı hekimlere başvurulmalıdır.
Sigaranın yol açtığı bu sorunları göz önüne alarak birçok ülkede sigara kullanımı kısıtlanma ve yasaklanma eğilimindedir. Burada temel hedef sigara karşıtı duruşu pekiştirmek ve sigara kullanmasa dahi dumanına maruz kalma sonucu ortaya çıkan olumsuz sonuçları azaltmaktır.
Sigara bağımlılığı tedavi edilebilir bir hastalıktır. En iyi tedavi hiç başlamamak, eğer başlandıysa da bırakmak yönünde doğru adımları atmaktır.
Sigara kullanımından sadece sigara üretimi yapan şirketler fayda sağlamaktadır. Kendimize ve geleceğimize zarar vermeyeceğimiz, sağlıklı günler dileği ile…
 
Dr. Defne Tamar Gürol
Türkiye Psikiyatri Derneği
Alkol ve Madde Kullanım Bozuklukları Bilimsel Çalışma Birimi

Eurovision için harıl harıl çalışıyor Manga. Henüz şarkının sözleri ortada yok, müzik aşamasındalar. Türkçe ya da İngilizce, o da henüz belli değil. Kesin olan olan şey, onları yansıtacak bir şarkı olacağı.

Şirin Güven

 Almanya Berlin’de düzenlenen MTV Avrupa Müzik Ödülleri’nde “Avrupa’nın En İyi Sanatçısı” seçilen Manga, şimdi de Eurovision Şarkı Yarışması için hazırlanıyor. Ferman Akgül, Yağmur Sarıgül, Cem Bahtiyar, Özgür Can Öney ve Efe Yılmaz’dan oluşan Manga, bu yıl Norveç’in başkenti Oslo’da düzenlenecek olan 55. Eurovison Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil edecek. Şarkı çalışmalarına hızla başlayan topluluk İngilizce bir şarkıya bir adım daha sıcak baktıklarını söylüyor. Tabii ki hedefleri birincilik. Şimdi bunun için harıl harıl çalışıyorlar. Konuşulanlara ve dış seslere kafa yormadan… “İçimize döndük. Hedefimiz iyi bir Manga parçası yapmak. Manga çıkacak ve her zaman yaptığı gibi iyi müzik yapmaya çalışacak” diyen grup üyeleri, yarışmaya dinleyenin “tam bir Manga şarkısı” diyebileceği kadar kendilerini yansıtan bir parçayla katılacaklarını vurguluyor. Bir de isteği var Manga’nın: Bu süreçte yapıcı olmak, desteklemek ve birlik olmak…

– Eurovision’a seçildiğinizi duyduğunuzda ne hissettiniz?

Ferman: En başından beri ismimiz bir şekilde telaffuz ediliyordu ama biz kafamıza “Eurovision’a biz gideceğiz bu yıl” diye bir şey yazmamaya çalışıyorduk. MTV ödülü gibi önemli bir ödülü almıştık. Ödülün ardından zaten şarkılar yapmaya başladık. O sırada da eurovision için ismimiz söylenmeye başlandı. Ardından TRT’yle görüştük ve anlaştık. Çok gurur duyduk…

– Şarkılar için çalışmalara başladınız mı?

Yağmur: Başladık tabii. Kasım ayındaki MTV ödülünden sonra bizim kafamızda hep bu doğrultuda bir şeyler yapmak vardı. Döndüğümüz gibi ufak ufak, fikir bazında çalışmalara başlamıştık zaten. Üstüne TRT’yle görüşmeler başlayınca çalışmaları hızlandırdık. Şu an kesin şu şarkıdır diyebileceğimiz bir çalışma halen elimizde yok ama farklı birkaç çalışmamız var. Bu son günlerde oturup kafa kafaya vereceğiz, tartacağız. Hangi şarkıyı daha çok istiyorsak, karar verip onunla gideceğiz.

İngilizceye bir adım daha yakınız

– Şarkılar İngilizce mi olacak, Türkçe mi?

Cem: Henüz belli değil o da.

– Çalışmaya başladıklarınız arasında İngilizce var mı?

Ferman: Daha sözler ortada yok ki. Şu an müzikle uğraşıyoruz.

– Ama bu konuda herkesin bir fikri vardır. Ben bile “Katılsaydım İngilizceyle katılırdım şu yüzden” ya da “Kesinlikle Türkçe söylerdim” diyorum. Net olmasa da bir fikriniz olmalı sizin de…

Yağmur: Bu ilk bakış işte. İşin içine girdikten sonra bambaşka şeyler çıkıyor. Mesela yaptığımız şarkının yapısı daha çok Türkçeye uygun olabilir. Ama genel olarak İngilizceye bir adım daha sıcak bakıyoruz. Ağzımızdan çıktı diye kesin İngilizce olacak da değil.

– Mor ve Ötesi’ne eleştiri gelmişti. Siz de “Niye girdiler Eurovision’a” gibi eleştirilerden korkuyor musunuz?

Cem: Şu anda hepsi tam destek veriyor. Tepkiler çoğunlukla olumlu diyebiliriz. Sanat camiasından deneyimli isimlerden de destek aldık. Çoğunlukla güzel şeyler söylüyorlar yani. Bunlar da bizi mutlu ediyor tabii. Ama genel olarak şu anda biz içimize dönmüş durumdayız. İyi bir Manga parçası yapmak hedefindeyiz.

– Yani yarışma için yapacağınız şarkı, bir Manga şarkısı nasılsa öyle mi olacak?

Ferman: Aynen öyle. Onun dışında şu anda dıştan gelen şeylere, konuşulanlara kafamızı yormamaya çalışıyoruz. İşimizi yapıyoruz, işimiz de şarkı yapmak, müzik yapmak. Onun dışında prodüksiyon, organizasyon ve pr çalışmalarıyla ilgilenen bir ekibimiz zaten var. Bu şekilde çalışmalara devam ediyoruz yani.

– Türkiye’yi temsil edecek olmak nasıl bir his? Bir sorumluluk var mı üstünüzde?

Ferman: Tabii ki bir sorumluluk var üstümüzde, olmaması mümkün değil ki zaten. Çünkü Eurovision’a Türk insanının bakış açısı belli, biz çok önemsiyoruz bu yarışmayı. Bu anlamda bir temsil ve onun getirdiği sorumluluk söz konusu. Ama bu bizim üstümüze bir yük, bir baskı oluşturmadı. Önümüzdeki aylarda da oluşturacağını sanmıyorum. Biz bundan keyif alıyoruz. Her şey güzel olacak bizce…

– Nasıl bir sahne şovu düşünüyorsunuz?

Cem: Aramızda “şöyle mi olsun yoksa böyle mi” gibi şeyler tartışıyoruz, düşünüyoruz. Ama şarkı çok önemli olduğu için şimdiki önceliğimiz şarkı. Şarkı yüzde yüz tamamdır dedikten sonra şarkıyla paralel olarak düşüneceğiz görsel şovu, sahne şovunu ve kostümü… Bunlar şarkı bittikten sonra şekillenecek yani. Şimdilik her şey fikir aşamasında.

Efe: Biz genelde parça yaparken parçanın genelini kafamızda canlandırmaya çalışıyoruz. Yani yazdığımız sözler, hissedilen müzik bir görseli çağrıştırıyor. Bunların hepsiyle kafamızda oluşturduğumuz görseli vurgulamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla sahne şovu da şarkının bir parçası gibi. Yani sahne şovu, parçanın teması, gittiği yer belli olduktan sonra üstüne gelecek bir şey. Zaten parça çıkınca o “ben bunu istiyorum” diyecektir.

– Sahnede sizi görünce “Aaa, Manga’dan hiç böyle bir şey beklemiyorduk. Çok şaşırdık” der miyiz?

Özgür: Sanmıyorum öyle bir şey olacağını. Yine Manga müziği olacaktır müziğimiz. Her şeyimizle kendimiz gibi olacağız.

– Umudunuz nedir?

Ferman: Elbette çok iyi dereceler istiyoruz. Hatta birincilikle dönmeyi. Ama olaya şöyle bakıyoruz: Sonuçta bu bir yarışma. Manga çıkacak ve her zaman yaptığı gibi iyi müzik yapmaya çalışacaktır. Yani mutlaka iyi bir parçayla gideceğiz oraya. Sonuç ne olur bilemeyiz ama ne olursa olsun biz yolumuza devam edeceğiz. Ama elbette, iyi bir sonuçla dönmeyi biz de çok istiyoruz.

– Son olarak ne söylemek istersiniz?

Yağmur: Bu süreçte bize destek olacak herkese şimdiden teşekkürler. Son söz olarak “yapıcı olmakta fayda var” diyelim.

Eurovision’a seçilen sanatçıları eleştirmiyoruz

– Bundan önce katılanlar hakkındaki düşünceleriniz nedir? Mesela geçen sene Hadise’yi beğenmiş miydiniz?

Ferman: Hiç öyle yorum yapmayalım. TRT’nin seçtiği her sanatçı o zamanın şartlarında doğru isimlerdir ve onlar da ellerinden geleni yapmışlardır. Bence bir şey söylemeyelim.

– Çok politik bir cevap oldu bu. Mutlaka doğru isimlerdir ve ellerinden geleni yapmışlardır da siz beğendiniz mi onu soruyorum ben.

Yağmur: Zaten çok farklı tarzlarda sanatçılar temsil etti bugüne kadar. Alternatif dallarda olan katılımlar ister istemez biz de aynı kategoride olduğumuz için daha çok ilgimizi çekiyor. Kendimizi daha yakın hissediyoruz.

– Mor ve Ötesi’ni beğenmiş miydiniz?

Ferman: Evet, Mor ve Ötesi çok güzel bir şarkıyla katılmıştı. Athena da… Sertab Erener’i de çok beğenmiştik ve birinciliğiyle gurur duymuştuk. Biz belki de bu konuda biraz duygusalız. Böyle bir organizasyon için Türkiye’den biri seçilip gittiği zaman çok eleştirme yoluna gitmiyoruz. Orada bir temsil söz konusu. Yani bir ülkenin bir sanatçısı orada bir şov yapıyor. Bence o an herkes bir şekilde birlik olmalı ve desteklemeli. O yüzden şu iyiydi, şu kötüydü demek istemiyoruz. Ama tabii ki Yağmur’un da dediği gibi alternatif işlere gönlümüz daha yakın.

Hikmet Çetinkaya

Yine yağmurlu, soğuk ve hüzünlü bir İstanbul sabahı…

Son aylarda en çok tartışılan konu demokrasi ve özgürlük. Kimilerine göre, demokrasi ve özgürlükler genişliyor Türkiye’de.

Oysa her şey yerli yerinde, değişen bir şey yok.

İlhan Selçuk’la birlikteyiz Koç Vakfı Hastanesi’ndeki odasında…

Kız kardeşi Ülfet Ertel, İbrahim Yıldız ve Alev Coşkun da var yanımızda…

Önce Cumhuriyet gazetesini konuşuyoruz… İlhan Ağabey, “Geçen hafta gelecektim gazeteye, olmadı ama yakında gelip arkadaşlarımla sohbet edeceğim” diyor.

İlhan Ağabey’le demokrasiyi ve özgürlükleri konuşuyoruz.
Diyor ki:
“Türkiye’de demokrasinin önündeki engel ne MGK’dir, ne Genelkurmay’dır; ülkemizde demokrasinin önündeki engel, Meclis’i oluşturan ‘seçilmişler’dir.

Hem yalnız bu Meclis değil, 12 Eylül’den bu yana seçilen Meclislerdir. Hepsi de 12 Eylül hukukuna titizlikle sahip çıktılar.

1982 Anayasası’nı tümden değiştirmeye hiçbiri yanaşmadı. İnsan hakları ve özgürlükler yolunda yeterli siyasal değişikliklerin hiçbiri yapılmadı. Sadece bazı maddeleri değiştirildi, o kadar.”

İlhan Ağabey, kimi örnekler verdi dünkü sohbetimiz sırasında…

Dedi ki:
“Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu sayılan genel seçimlerin toplum yapısında demokrasi getirmediği, dünyanın çoğu ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de yaşanarak kanıtlandı.”

İlhan Ağabey sözü TEKEL işçilerinin direnişine getiriyor:
“TEKEL işçileri neredeyse iki aya yakın süredir, Ankara’nın kışına soğuğuna karşın eylemlerini sürdürüyor. Siyasal iktidara bakıyorum umurunda değil. Türkiye’de işçi sınıfı 20 yıldır ilk kez gündeme geliyor TEKEL işçilerinin direnişiyle. Halk destek veriyor. Ama medyamız bu olayı bile pek görmüyor. İşin acı yanı bu.”

***

İlhan Selçuk on yıl önceye gidiyor, yazdığı yazılardan örnekler veriyor. 2000 yılında ekonomide yapısal uyum yasalarının hızla çıktığına değinip bir örnek veriyor:
“O tarihte Başbakan, Bülent Ecevit’ti…
Demokratikleşme ve özgürlüklerin geliştirilmesi konusunda Ecevit’in elini kolunu bağlayan mı vardı? Daha açık söyleyeyim asker baskı mı yapıyordu?

Hayır!

Başbakan yardımcıları Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz’dı.

Bahçeli ve Yılmaz demokrasi istediler de karşılarına asker çıkıp ‘olmaz’ mı dedi?

Çok partili rejimin yasal yapısını Avrupa ölçütlerine göre düzenlemek isteyen Meclis’in önüne topla tüfekle çıkan bir güç mü vardı?

Hayır!

Bugün 2010 Türkiyesi’ni yaşıyoruz. Meclis’te tek parti iktidarda. Demokrasiyi geliştirmek için ne yaptı söyler misiniz.

Hiçbir şey!

Önünde top, tüfek yok!

Engel yok!

Engel Meclis’te!

Kimse kimseyi aldatmasın…”

İlhan Selçuk, liderlerin, seçilmiş milletvekillerinin demokrasiyle başlarının hoş olmadığını söylüyor. Ardından sözü yaşadığımız coğrafyaya getirip ekliyor:
“Türkiye’de seçim coğrafyasıyla demokrasi coğrafyası birbiriyle örtüşmüyor. Bütün sorun burada.

Bir ülkede toplumsal yapı ve ekonomik yapı geriyse, seçim sandığına olduğu gibi yansıyor.
Halkın oylarıyla iktidara gelen partilerin parlamentodaki çoğunluğu, Avrupa’da oluşmuş evrensel demokrasi hukukuna karşı çıkıyor.

Azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdeki bu çelişki Türkiye’de en çarpıcı biçimde yaşanıyor.

Bugün 12 Eylül’ün getirdiği Partiler ve Seçim Yasası’nın değişmesini, yüzde 10’luk seçim barajının kaldırılmasını ne AKP istiyor, ne CHP, ne de MHP.
Bunu sorgulamak gerekmez mi?

1999 seçimlerinde CHP barajın altında kaldı. 2002 seçimlerinde DSP, MHP, ANAP ve DYP.
Yarın AKP de aynı durumla karşı karşıya kalmaz mı?”
***
Sohbetimiz uzayıp gidiyor…
Saatime bakıyorum… Neredeyse 40 dakikadır konuşuyoruz…

Azgelişmiş ya da gelişmiş ülkelerdeki çelişki… Türkiye’de tarikat-cemaat örgütlenmesi…
İlhan Ağabey’in sık sık değindiği, “kul” ve “yurttaş” kavramları…

Tarikat-cemaat örgütlenmesinin ağır bastığı bir toplumda demokrasi ve özgürlükler neden olanaksızdır?

Çünkü demokrasi, yurttaş adı verilen özgür istençli (iradeli) kişilerin toplumunda geçerli olabilir!

Bir devlet içinde “medeni ve siyasal haklara sahip kişidir” yurttaş!

Türkiye’de Yurttaşlar Yasası 1926’da çıktı…

Az gittik uz gittik, bunca yıl ne kadar yol gittik?
Sanırım bir arpa boyu kadar!

İngiliz sinema dergisi “Empire”ın düzenlediği okur anketinde, Amerikalı aktör George Clooney’nin “Batman ve Robin” filmi, tüm zamanların en kötü filmi seçildi.

Ankara– Amerikalı aktör George Clooney‘nin yanı sıra Alicia Silverstone ve Arnold Schwarzenegger’in de rol aldığı 1997 yapımı film, John Travolta‘nın fantastik macera filmi “Battlefield Earth”den 3 kat daha fazla oy alarak ilk sıraya yerleşti.

Mike Myers’ın rol aldığı 2008 yapımı komedi filmi “The Love Guru”nun üçüncü, Clive Cussler’ın aynı adlı kitabından uyarlanan “Raise the Titanic” filminin ise dördüncü sırada yer aldığı listede, ilk 10’a giren filmler şöyle:

  1. Batman ve Robin (1997)
  2. Battaglia per la Terra (Savaşçı) (2000) John
    Travolta, Forest Whitaker
  3. Love guru (Aşk Gurusu) (2008)
  4. Raise the Titanic (1980)
  5. Epic movie (Destansı Bir Film) (2007)
  6. Heaven’s gate (Cennetin Kapısı) (1980)
  7. Sex lives of the potato men (2004)
  8. The happening (Mistik Olay) (2008)
  9. Highlander 2: The Quickening (İskoçyalı-2) (1991)
  10. The room (Oda) (2003)

Bu hafta biri yerli, üç yeni film sinema sevenlerle buluşacak. Filmler arasında Ketche’nin yönettiği ve Cemal Hünal, Engin Altan Düzyatan, Gürgen Öz ile Sedef Avcı’nın oynadığı ”Romantik Komedi” adlı Türk filmi de yer alıyor.

 Ketche’nin yönettiği ve Cemal Hünal, Engin Altan Düzyatan, Gürgen Öz ile Sedef Avcı‘nın oynadığı ”Romantik Komedi”, metropollerde yaşayan kadın ve erkek ilişkilerini anlatan eğlenceli ve samimi bir dile sahip.

Arkadaşlığın ve aşkın hayattaki yerini vurgulayan, hayata ve aşka dair umut dağıtan filmin konusu şöyle: ”Esra, Didem ve Zeynep, üç yakın arkadaştır. Zeynep’in düğünü sürprizlere neden olacaktır. İstemediği bir işte yıllardır çalışan Esra istifa eder, kötü giden ilişkisini sona erdirir. Reklam ajansında çalışmaya başlayan Esra, ajansın kreatif direktörü Mert ile yakınlaşırken, Didem de Mert’in arkadaşı aktör Cem Sezgin’den etkilenir. Üç arkadaşın kararları hayatlarını değiştirecektir.”

”Eli”nin kuralları

Albert Hughes ile Allen Hughes’in yönettiği ve Denzel Washington, Gary Oldman, Mila Kunis ile Ray Stevenson’un oynadığı ”Tanrının Kitabı/The Book of Eli” içerdiği şiddet ve dil unsurlarından dolayı Amerika’da ”R” kategorisinde sınıflandırıldı.

Mahvolmuş insanlığa yardım etmeye çalışan Eli’nin hikayesini anlatan filmin konusu özetle şöyle: ”Seçtiği için değil, öyle gerektiği için savaşçı olmuş Eli, sadece huzur arıyor ama zorlanırsa, yaptıkları ölümcül hatayı anlama fırsatı vermeden rakiplerini alaşağı ediyor. Şiddetle koruduğu şeyse hayatı değil, geleceğe dair umudu. 30 yıldır taşıyıp koruduğu ve gerçekleştirmeye kararlı olduğu bir umut. Bu adanmışlıkla hareket eden Eli’nin, yıkılmış dünyada elinden tutan ve onu ele geçirmeye kararlı olan tek kişi hırsızlar ve silahşörlerden oluşan derme çatma bir kasabada hükümdarlığını ilan eden Carnegie’dir. Bu sırada, Carnegie’nin evlatlık kızı Solara, başka bir nedenden ötürü Eli ile ilgileniyordur. Ama ikisi de onu yolundan döndürmenin kolay olmadığını görür.”

Ailenizi ne kadar tanıyorsunuz?

Kirk Jones’un yönettiği ve Robert Deniro, Drew Barrymore, Kate Beskinsale ile Sam Rockwell’in oynadığı ”Herkesin Keyfi Yerinde/Everybody’s Fine” zengin oyuncu kadrosu ile haftanın öne çıkan yapımlarından.

”Mükemmel aile yoktur” teması üzerine kurulmuş filmin konusu şöyle: ”Frank Goode ailesini ayakta tutabilmek için her saat çalışmış, 60 yaşına geldiğinde, zamanın geçip gittiğini ve çocuklarının büyüdüğünü göremediğini fark etmiştir. Zamanı geri döndürüp çocuklarıyla tekrar bir araya gelme hevesiyle Frank, ani bir yolculuğa çıkar. Ancak kısa sürede karısının ona çocukların durumlarıyla ilgili bilgi verirken, kötü haberleri atladığını ve iyi haberleri abarttığını fark eder.”

Sağlık Bakanlığı, durumları aciliyet gerektirmeyen, hastanelere mesai saatleri dışında başvuracak hastalar için ”mesai dışı poliklinik” uygulaması başlatacak.

Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Nihat Tosun, yayınladığı genelgede, bakanlığa bağlı yataklı tedavi kurumlarında sağlık hizmetlerinin ihtiyaç ve talepler doğrultusunda daha etkin, kaliteli, ulaşılabilir ve zamanında verilmesinin öncelikli hedeflerinden olduğunu bildirdi.

Sağlık Bakanlığına bağlı yataklı tedavi kurumları bünyesindeki acil servislere mesai saatleri haricinde, genel ve resmi tatil günlerinde, acil müdahale gerektirmeyen ve ayaktan tedavisi sağlanabilecek durumdaki hasta başvurusunun yüksek olduğuna dikkati çeken Tosun, bu hastaların ertesi gün tekrar muayene, tetkik ve tahlil için branş polikliniklerine müracaat ettiklerini kaydetti.

Buna bağlı olarak acillerde gereksiz bir yoğunluk yaşandığı için durumları acil olan hastalara zamanında müdahalede aksaklıklar görüldüğünü anlatan Tosun, bunun önlenmesine yönelik yeni düzenlemelere gidileceğini bildirdi.

Buna göre, durumları aciliyet taşımayan, ancak çeşitli sebeplerle mesai harici veya genel ve resmi tatil günlerinde hastanelere başvuran hastaların muayene, tetkik, tahlil ve tedavi taleplerinin karşılanabilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan il ve ilçelerde mesai dışı poliklinik uygulamasına geçilecek.

Bu çerçevede, mesai saatleri dışında hekim ve gerektiğinde uzman hekim düzeyinde poliklinik hizmeti vermek üzere hastanelerin bünyesindeki mevcut poliklinik odaları veya acil servise yakın uygun mekanlar mesai dışı poliklinik hizmetleri için görevlendirilen hekimlerin kullanımına tahsis edilecek.

Mesai dışı poliklinik uygulaması için, aktif olarak çalışan pratisyen hekim sayısının yeterli olması halinde öncelikle bu hekimlerden görevlendirme yapılacak.

Kurumdaki hekim sayısının yetersiz kalması durumunda ise hastanenin bulunduğu belediye mücavir alanı içerisindeki birinci basamak sağlık kuruluşlarından, asli görevlerini aksatmamak kaydıyla görevlendirme yapılacak.

Mesai dışı poliklinik uygulamasına yönelik, hafta içerisinde hasta müracaatının en yoğun olduğu mesai saati bitiminden 24.00’e kadar, hafta sonu ve resmi tatil günlerinde ise 08.00-24.00 saatleri arasında, hasta yoğunluğu ve tabip mevcudu dikkate alınarak yeterli sayıda hekim ve ihtiyaç duyulan diğer sağlık personeli için 8 veya 16 saatlik çalışma süresi düzenlenecek biçimde planlama yapılacak.

Kurum dışından yapılacak görevlendirmeler için ilgili hastane başhekimi ile istişare edilerek il sağlık müdürlüğünce aylık çizelgeler oluşturulup vilayet onayı alınacak.

Mesai dışı poliklinik uygulaması için birinci basamak sağlık kuruluşlarından görevlendirilecek hekimlere ve diğer sağlık personeline, bakanlığın ek ödeme mevzuatı hükümlerine uygun olarak ve ek ödeme miktarları tavanı aşmayacak şekilde, görevlendirildikleri hastane döner sermayesinden ek ödeme yapılabilecek.

Birden fazla müstakil hastane baştabipliği vasıtasıyla sağlık hizmeti sunulan bazı yerleşim yerlerinde, birleştirme yapılarak tek yönetim çatısı altında hizmet sunumu sağlanan il ve ilçelerde de sistem şu şekilde işleyecek:

-Hizmet birleştirmesinin amaç ve esaslarına uygun olarak yoğun bakım, yeni doğan, acil, ameliyathane ve benzeri hayati önemi haiz birimlerin hizmetin ve nitelikli sağlık insan gücünün bölünerek kullanımına mahal verilmeyecek şekilde ana hizmet binalarında planlanma ve yapılandırmaya gidilecek.

-Hizmet birleştirmesi sonrasında mesafe olarak birbirinden uzakta ve birden fazla hizmet binasında hizmet vermek durumunda kalan, birleştirmeye bağlı olarak ek hizmet binası konumuna gelen hastanelerdeki acil servisler kaldırılarak mesai dışı poliklinik yapılacak.

-Bu uygulamalar konusunda vatandaşlar bilgilendirilecek.

-Mesai dışı poliklinik, vardiya uygulamalarından farklı olduğu için, vardiya uygulaması yapan hastanelerdeki mesai dışı poliklinik uygulaması ayrıca planlanarak yürütülecek.
 

Farklı çalışma saatleri uygulanabilecek

Yataklı tedavi kurumlarında mesai başlama ve bitiş saatlerinin hizmetin ve mahallin özelliği, sosyo-ekonomik ve kültürel etkenler, iklim şartları, personel sayısı gibi hususlar göz önüne alınarak valiliklerce belirlenebildiğine dikkati çeken Tosun, hastane başhekimlerince lüzum görüldüğü takdirde, sağlık hizmetlerinin sürekliliği ve kesintiye uğramaması, yoğunluğun azaltılması amacıyla vardiya ve nöbet gibi hizmetler için farklı çalışma saatleri saptanabileceğini hatırlattı.

Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Tosun, bu çerçevede, özellikle polikliniklerde hasta yoğunluğunun yüksek olduğu sabah ve öğle saatlerinde kırsal kesimden gelen hastaların ulaşım sorunları veya diğer bölgesel etkenler göz önünde bulundurularak hastane başhekimliklerince poliklinik muayenesine başlama saatinin 08.00’den önceye çekilmesinin, bitiş saatinin de buna göre ayarlanmasının mümkün olabileceğini belirtti.

Tosun, eğitim ve araştırma hastaneleri dışındaki bakanlık hastanelerinde uygulamanın bu genelgeye uygun olarak yürütülmesini istedi.

82. Oscar ödüllerinin adayları açıklandı. “Avatar” ve “The Hurt Locker” filmleri 9 dalda ödüle aday gösterildi. “En iyi film” dalında bu yıl 5 yerine 10 aday ortaya çıktı.

82. Oscar ödüllerinin adayları açıklandı. Açıklamaya göre,  “Avatar” ve“The Hurt Locker” filmleri 9 dalda ödüle aday gösterildi. “En iyi film” dalında bu yıl 5 yerine 10 aday ortaya çıktı.

Ödüller 7 Mart’ta Los Angeles’taki Kodak Tiyatrosunda Steve Martin ve Alec Baldwin‘in sunuculuğunu yapacağı törenle dağıtılacak.
 

82. Oscar ödülleri adayları:

En iyi film

“Avatar”, “The Blind Side”, “District 9”, “The Hurt Locker”, “Inglourious Basterds”, “Precious: Based on the Novel ‘Push’ By Sapphire”, “Up”, “A Serious Man”, “Up in The Air” ve “An Education”.

Erkek oyuncu

Jeff Bridges (Crazy Heart), George Clooney (Up in the Air), Colin Firth (A Single Man), Morgan Freeman (Invictus), Jeremy Renner (The Hurt Locker).
 

Yardımcı erkek oyuncu

Matt Damon (Invictus), Woody Harrelson (The Messenger), Christopher Plummer (The Last Station), Stanley Tucci (The Lovely Bones), Christoph Waltz (Inglourious Basterds),
 

Kadın oyuncu

Sandra Bullock (The Blind Side), Helen Mirren (The Last Station), Carey Mulligan (An Education), Gabourey Sidibe (Precious: Based on the Novel ‘Push’ by Sapphire), Meryl Streep (Julie & Julia),

Yardımcı kadın oyuncu

Penélope Cruz (Nine), Vera Farmiga (Up in the Air), Maggie Gyllenhaal (Crazy Heart), Anna Kendrick (Up in the Air), Mo’Nique (Precious: Based on the Novel ‘Push’ by Sapphire)
 

Yönetmen

James Cameron (Avatar), Kathryn Bigelow (The Hurt Locker), Quentin Tarantino (Inglourious Basterds), Lee Daniels (Precious: Based on the Novel ‘Push’ By Sapphire) ve Jason Reitman (Up in the Air)
 

Özgün senaryo

“The Hurt Locker” (Mark Boal), “Inglourious Basterds” (Quentin Tarantino), “The Messenger” (Alessandro Camon ve Oren Moverman), “A Serious Man” (Joel Coen ve Ethan Coen), “Up” (Bob Peterson, Pete Docter).
 

Yabancı film

“Ajami” (İsrail), “El Secreto de Sus Ojos” (Arjantin), “The Milk of Sorrow” (Peru), “Un Prophete” (Fransa) ve “The White Ribbon” (Almanya)
 

Animasyon

“Coraline”, “Fantastic Mr. Fox”, “The Princess and the Frog”, “The Secret of Kells”, “Up”.
 

Sanat yönetmeni

“Avatar” (Sanat yönetmenleri Rick Carter ve Robert Stromberg, sahne dekorasyonu Kim Sinclair), “The Imaginarium of Doctor Parnassus” (Sanat yönetmeni Dave Warren ve Anastasia Masaro; sahne dekorasyonu Caroline Smith), “Nine” (Sanat yönetmeni John Myhre, sahne dekorasyonu Gordon Sim), “Sherlock Holmes” (Sanat yönetmeni Sarah Greenwood, sahne dekorasyonu Katie Spencer), “The Young Victoria” (Sanat yönetmeni Patrice Vermette, sahne dekorasyonu Maggie Gray)
 

Görüntü yönetmeni

“Avatar” (Mauro Fiore), “Harry Potter and the Half-Blood Prince” (Bruno Delbonnel), “The Hurt Locker” (Barry Ackroyd), “Inglourious Basterds” (Robert Richardson), “The White Ribbon” (Christian Berger).

Kostüm tasarımı

“Bright Star” (Janet Patterson), “Coco Before Chanel” (Catherine Leterrier), “The Imaginarium of Doctor Parnassus” (Monique Prudhomme), “Nine” (Colleen Atwood), “The Young Victoria” (Sandy Powell).

Uzun metrajlı belgesel

“Burma VJ” (Anders Ostergaard ve Lise Lense-Moller), “The Cove” (aday sonra bildirilecek), “Food, Inc.” (Robert Kenner ve Elise Pearlstein), “The Most Dangerous Man in America: Daniel Ellsberg and the Pentagon Papers” (Judith Ehrlich ve Rick Goldsmith) ve “Which Way Home” (Rebecca Cammisa).

Kısa metrajlı belgesel

“China’s Unnatural Disaster: The Tears of Sichuan Province” (Jon Alpert ve Matthew O’Neill), “The Last Campaign of Governor Booth Gardner” (Daniel Junge ve Henry Ansbacher), “The Last Truck: Closing of a GM Plant” (Steven Bognar ve Julia Reichert), “Music by Prudence” (Roger Ross Williams ve Elinor Burkett), “Rabbit à la Berlin” (Bartek Konopka ve Anna Wydra).

Montaj

“Avatar” (Stephen Rivkin, John Refoua ve James Cameron), “District 9” (Julian Clarke), “The Hurt Locker” (Bob Murawski ve Chris Innis), “Inglourious Basterds” (Sally Menke), “Precious: Based on the Novel ‘Push’ by Sapphire” (Joe Klotz).

Makyaj

“Il Divo” (Aldo Signoretti ve Vittorio Sodano), “Star Trek” (Barney Burman, Mindy Hall ve Joel Harlow), “The Young Victoria” (Jon Henry Gordon ve Jenny Shircore).

Özgün beste

“Avatar” (James Horner), “Fantastic Mr. Fox” (Alexandre Desplat), “The Hurt Locker” (Marco Beltrami ve Buck Sanders), “Sherlock Holmes” (Hans Zimmer), “Up” (Michael Giacchino).

Özgün şarkı

“Almost There” (The Princess and the Frog filmi için yazan ve besteleyen Randy Newman), “Down in New Orleans” (The Princess and the Frog filmi için yazan ve besteleyen Randy Newman), “Loin de Paname” (Paris 36 filmi için besteleyen Reinhardt Wagner, yazan Frank Thomas), “Take It All” (Nine filmi için yazan ve besteleyen Maury Yeston), “The Weary Kind” (Crazy Heart filmi için müzik ve beste Ryan Bingham ve Bone Burnett)

Kısa çizgi film

“French Roast” (Fabrice O. Joubert), “Granny O’Grimm’s Sleeping Beauty” (Nicky Phelan ve Darragh O’Connell), “The Lady and the Reaper” (Javier Recio Gracia), “Logorama” (Nicolas Schmerkin), “A Matter of Loaf and Death” (Nick Park).

Ses

“Avatar”, “The Hurt Locker” (Paul N.J. Ottosson), “Inglourious Basterds” (Wylie Stateman), “Star Trek” (Mark Stoeckinger ve Alan Rankin), “Up” ( Michael Silvers ve Tom Myers).

Görsel efekt

“Avatar” (Joe Letteri, Stephen Rosenbaum, Richard Baneham ve Andrew R. Jones), “District 9” (Dan Kaufman, Peter Muyzers, Robert Habros ve Matt Aitken), “Star Trek” (Roger Guyett, Russell Earl, Paul Kavanagh ve Burt Dalton).

Uyarlama senaryo

“District 9” (Neill Blomkamp ve Terri Tatchell), “An Education” (Nick Hornby), “In the Loop” (Jesse Armstrong, Simon Blackwell, Armando Iannucci, Tony Roche), “Precious: Based on the Novel ‘Push’ by Sapphire” (Geoffrey Fletcher), “Up in the Air” (Jason Reitman ve Sheldon Turner).

Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Hikmet Çetinkaya, gazetenin İmtiyaz Sahibi ve yazarı İlhan Selçuk ile son yaptığı görüşmeyi okuyucularıyla paylaştı…

Hikmet Çetinkaya

Yağmur ve ılık bir İstanbul sabahı…

Gazeteleri okuyup televizyonlarda haberleri izledim.

Günlerdir Balyoz, darbe üzerine konuşuluyor, tartışılıyor. Televizyon ekranlarında 12 Eylül’de Kenan Evren’i alkışlayanlar, darbeci paşalara “imam bayıldı nasıl yapılır” tarifi yapanlar, bugünlerde sapına kadar demokrat ve özgürlükçü.

Her neyse!

Giyinip yola çıktım ve İlhan Selçuk’a uğradım…

Kız kardeşi Ülfet Ertel, İlhan Ağabey ve ben, “Türkiye nereye gidiyor” sorusuna yanıt aradık…

İlhan Ağabey, bir ara “Bu hafta gazeteye geleyim, çünkü çocuklarımı çok özledim” dedi. Ülfet Hanım, “Ağabey doktoruna soralım, izin verirse gidersin” deyip ekledi:
“Yeni bir ilaç veriliyor, fizik tedavinin de hiç aksatmadan yapılması gerekiyor.”
İlhan Ağabey, “fizik tedavi denilince” konuyu hemen değiştiriyor. Gözlerini bakıyorum, hınzırca bir gülümseme.
İlhan Ağabey bir ara şöyle dedi:
“İşin şakası bir yana… Bir iktidar ordunun üzerine bu kadar gitmez. Bu ordu, asker, yani Türk Silahlı Kuvvetleri bizim, işgalci bir yabancı ordu değil. Elbet eleştirelim ama saldırmayalım. Benim gördüğüm, hükümet, askeri ‘darbe yapacak’ gibi gösteriyor kamuoyuna. Bazı çevreler de Türk ordusunu karşı düşmanca davranıyorlar.
Daha önce söyledim, bir kez daha altını çizeyim. Darbeler dönemi artık bitti. Ali Baransel’in söylediği gibi, ABD’siz ve NATO’suz darbe yapılmaz. Darbe geliyor diyerek siyaset yapanlar, önce şu demokratik açılımı yapsınlar, görelim.
Neredeyse 8 aydır bir açılımdır gidiyor. Ortada hiçbir şey yok. 12 Eylül askeri faşist döneminde çıkarılan Siyasi Partiler ve Seçim Yasası neden değiştirilmiyor? Sen de bu konuyu yazıyorsun sık sık. Önce bu yasalar değiştirilsin ve ilk adım atılsın…”
 

***
 

İlhan Ağabey’in keyfi yerindeydi dün pazar günü…
Anlatmaya devam etti:
“Yeryüzünde üç görkemli devrim, insanlık tarihini değiştiren üç büyük olgudur:
1789… 1917… 1923…
1789, içeriğinde aydınlanmayı, laikliği, cumhuriyeti, uluslaşmayı, demokrasiyi, insan haklarını taşıyor; bu kavramlar birbirleriyle hısım akrabadır ve bütün dünyanın gündemini oluşturuyorlar.

1917, kapitalizmin sömürüsüne karşı bir sosyalist deneyimdi; başarı kazanamadı ama sosyalist fikirlerin ve sosyal adalet bilincinin yeryüzüne yayılmasında işlevi azımsanamaz. Ayrıca her sosyalist devrim, yapısında aydınlanmayı da taşıdığından 1917, Orta Asya İslam toplumuna çağ atlatmıştır.”

İlhan Selçuk, “1923’e gelince” dedikten sonra ekliyor:
“1923, aydınlanma felsefesinin tarihte ilk kez bir İslam toplumunda devrime dönüşmesidir. Elbet bir sanayi devrimi değildir. Bugün bir milyarı aşkın Müslüman dünyasında aydınlamacılarla karanlıkçılar çatışmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, bu dünyanın önüne laik demokratik Atatürk Cumhuriyetiyle bir model koydu.
Orta Asya Türklüğü bu modeli benimsiyor.”

İlhan Ağabey, kökü dışarıdan kaynaklanan saldırganlara gönderilen paraların çok büyük olduğunu söyledikten sonra bir saptama yapıyor:
“Kökü dışarıda ‘petrodolar’ların desteğinde palazlanan Cumhuriyet düşmanlığı, ekonomik toplumsal temellerini ülkemizde gün geçtikçe genişletiyor.
1980’lerde devlet ideolojisi Türk-İslam sentezinin faşist odakları, sola karşı İslamcıları beslediğinden, 1990’larda şeriatçılık cumhuriyet tarihimizde görülmemiş biçimde hortladı.
2000’lerde ABD Irak’ı işgal etti, Müslümanları öldürdü. Bizim Müslümanlar ise bu işgali ‘Irak’a demokrasi geliyor’ diyerek destekledi. ABD güdümüne giren bir siyasal iktidar var  bugün karşımızda.”
 

***
 

İlhan Ağabey, “1923 devrimi gülsuyuyla yapılmadı; bir Lavoisier olayı da yaşanmadı” diyor.
İlhan Selçuk, 1789’u benimseyip 1923’ü dışlamanın, çağdaş bir insan için tutarsız ve olanaksız olduğunu söyledikten sonra şöyle diyor:
“2010 yılına girdik. Biz hâlâ demokrasiyi,  temel hak ve özgürlükleri arıyoruz. Faili meçhul cinayetler bu ülkede sürüyor. Nerede Hrant Dink’i öldürenler. Üç-beş tetikçi mi yoksa, devlet içinde yuvalanmış silahlı güçler mi?

Hablemitoğlu cinayetinin arkasındaki güçler kimler? Bakın hâlâ tetikçileri bile bulunamadı.

Lafta demokrasi ve özgürlük olmaz. Demokrasi bir yaşam biçimidir, hayatım boyunca bunu savundum.

Bugün AKP’nin karşısında güçlü, halkla tümleşmiş bir muhalefet olsa AKP ilk seçimde, iktidardan geldiği gibi gider.

Şimdi bir darbedir diye tutturmuşlar. Ekonomi ne âlemde? İşadamları ve sanayiciler suspus olmuş, sesleri solukları çıkmıyor.

Çünkü korkuyorlar. Konuşursak başımıza bir şey gelir mi, diye susuyorlar!

Hani ülkede demokrasi ve özgürlükler olacaktı?”

İlhan Ağabey’le sohbetimiz uzun sürdü…

Bu haftalık bu kadar!

Prof. Dr. Ayşe Yüksel

Ülkemizde lepra hastalığı ve hastalar için yaptıklarınız, başardıklarınız size ulusal ve uluslararası ödüller kazandırdı. Ama sizin için asıl ödül lepra hastalarını iyileştirmeniz, onlara ve ailelerine kazandırdığınız sosyal haklar, güzellikler idi.

Her yıl ocak ayının son pazar günü, özellikle lepra hastalığının görüldüğü ülkelerde Dünya Lepra Günü olarak anılmaktadır. Geçmişte, ülkemizde hastalık yanlış bilindiğinden, olmaması gereken düşünce ve yaklaşımlar yaşanmış, hastalar kendilerini gizlemek durumunda kalmışlardır. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin en uzak köşesindeki 28. serviste kendi kendilerine kalan, arada bir astronot gibi giyinip gelen doktorların ilaçlarını bıraktığı hastaların bu görüntüsü, henüz bir tıp öğrencisi iken Türkan Saylan’ı çok incitmiştir. İnsan haklarına aykırı bu durumu düzeltmek için, yıllar sonra kollarını sıvamasına neden olmuştur.

İlk iş olarak yurtdışında lepra eğitimi almış, 1976 yılında Cüzamla Savaş Derneği’ni kurmuş ve Sağlık Bakanlığı onayı ile lepra konusunda çalışmaya başlamıştır. 1981 yılında 28. servis, Sağlık Bakanlığı, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cüzamla Savaş Derneği arasında yapılan protokol ile özel dal hastanesine dönüştürülmüştür.

Evdeki tedavi

Heyecanla, istekle, gönüllülükle, akılcı, bilimsel yaklaşımlarla çalışan ekibin başarısı ile her geçen yıl tanı konulan yeni vakalar azalmış, tedavisi tamamlanmış lepralı hastalarda fiziksel ve sosyal rehabilitasyonları için Bakırköy’deki bu şirin hastaneye gelmişlerdir. Ne yazık ki Lepra Hastanesi kapatılıp Dr. Sadi Konuk Devlet Hastanesi’ne bağlandı. Burası cildiye servisi olacak, sonrasında da yanına başka başka klinikler açılacak. Lepralı hastaların durumu şimdi ne olacak? Ben de, 1980-2001 yılları arasında, Türkan Hoca ile birlikte çalıştım. Hekimler, hemşireler, gönüllüler onun önderliğinde hem hastanede hem de ülkemizin her yöresinde yaşayan hastalarımızın evlerinde, aileleri ile birlikte muayene edilmesi, tedavi ve rehabilitasyonlarının planlanması için çalıştı.

Yıllar içinde ondan ne çok şey öğrendik; sevgili hocam, sizinle lepra hastanesine gittiğim ilk gün, hastalarla iletişiminiz, onlara dokunmanız, hastanın en güzel yanını görüp onu dile getirmeniz beni çok etkilemişti.

Güven duygusu

Hastalığın erken tedavi edilememesi nedeni ile sakatlıklarının çok fazla olduğu Sinem Hanım’a, elleri sizin avucunuzda iken, ona cildin ne kadar güzel demeniz birdenbire hastanın yüzünde güller açtırmıştı, ben de şaşırmıştım. Bizler genç, yeni mezun, deneyimsiz idik ama siz bizlere o kadar çok güveniyordunuz ki, verdiğiniz görevleri başarı ile gerçekleştirmek istememiz, kendi düşüncemizi, planımızı uygulamamız için yönlendirmeniz, cesaretlendirmeniz sonucu değerlendirmemiz hep sizden öğrendiklerimiz.

Haftada üç gün Lepra Hastanesi’nde çalışıyordunuz, sizin geleceğiniz günleri iple çekiyorduk, sizinle çalışırken her birimiz büyüyor, güçleniyor, başarıyı tadıyorduk.

Kurduğunuz bu ekip, dayanışmayı, kendini geliştirmeyi, öğrenmeyi, üretken ve yararlı olmayı hep istekle, heyecanla gerçekleştirdi.

Lepra konusu ile yalnızca ulusal düzeyde ilgilenmiyordunuz; çalışmalarımıza maddi destek sağlamak, ülkemizde lepranın durumunu ilgili kuruluşlarla paylaşmak, çözümler üretmek, bizlerin lepra konusunda kapsamlı eğitim görmesini sağlamak için başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere uluslararası lepra organizasyonları ile de iletişim kuruyordunuz. Bizler de dünyaya açılıyor, başka ülkelerde lepra konusunda neler olup bittiğini öğreniyorduk.

Sizinle çalışmaya başladığım ilk yıllarda, hastanemizin küçük salonunda Dünya Lepra Gününü anıyorduk. Birden beni de, içimden geldiği gibi konuyla ilgili konuşma yapmam için davet ettiniz. Benim kalabalık önünde ve bir amaca yönelik yaptığım ilk konuşmaydı, ne kadar heyecanlanmıştım. Her yıl bu günü daha da geliştirerek anma etkinlikleri düzenledik.

Bu yıl da 31 Ocak Pazar gününü 57. Dünya Lepra Günü olarak anıyoruz. Ne yazık ki siz fiziksel olarak bizimle değilsiniz. Öğrettikleriniz, gerçekleştirdikleriniz, bıraktıklarınız, sevginiz, güzelliğiniz hep içimizde, hep bizimle. Siz hep bizimlesiniz, bizimle kalacaksınız.

Yaşamın birçok alanında iz bıraktınız, eserler yarattınız. Cüzamla Savaş Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği olarak Merhaba Yaşamak-Türkan Saylanın Yaşama Kattıkları sempozyumunun ilkini hazırladık. Bu yılki konularımız sizin tıbba, lepraya ve hukuka kattıklarınız olacak.

Sizin sayenizde, lepra hastalığı ülkemiz için artık önemli bir sağlık sorunu değil çok şükür. Gerçekleştirdiğiniz korunma, tedavi ve rehabilitasyona yönelik hizmetler ile yeni vakalar yok denecek kadar azaldı. Var olan lepradan etkilenmiş kişilerin yaş ortalamaları epey yüksek, onların gereksinimi yaşamlarının sonuna kadar hem tıbbi hem de sosyal açıdan refah içinde yaşamaları.

Hastalar, sizin varlığınızda hak ettikleri bu yaşama sahip oldular. Şimdi onlar bize emanet, devletimizin güvencesinde, bizlerin desteği ile onlar sağlıklı ve insan haklarına uygun bir şekilde yaşamalılar.

Cüzamla Savaş Derneği, onu destekleyen duyarlı, yürekli dostlarının maddi ve manevi destekleri ile bunu başarabilecektir. Siz dokunulmadık bir hastalığa dokundunuz, öğrencilerinizi, sağlıkçıları dokundurdunuz, bu hastalığın kökünün kazınmasında çok önemli bir rol oynadınız, başardınız. Başka süreğen hastalıklara da örnek olacak bir yol haritası belirlediniz. Eğer ondan yararlanabilirsek birçok hastalığın sosyal tıp anlayışı ile çözümlenmesine yeniden tanık olabiliriz.

Ülkemizde lepra hastalığı ve hastalar için yaptıklarınız, başardıklarınız size ulusal ve uluslararası ödüller kazandırdı. Ama sizin için asıl ödül lepra hastalarını iyileştirmeniz, onlara ve ailelerine kazandırdığınız sosyal haklar, güzellikler idi.

Ufkun ötesini görebilme yetiniz, öngörünüz ile gerçekleştirdikleriniz bugün lepra konusunda sorunlu ülkeler tarafından örnek alınarak hayata geçiriliyor. Bir gün bu çalışmalar meyvelerini verecek, Leprasız bir dünya gerçekleşecek. Size, yaptıklarınıza, çalışmalarınıza yüreklerden kopan sevgi ve saygı gönderiyoruz.

Işık içinde uyuyun bizim sevgili hocamız.

Prof. Dr. Ayşe Yüksel-Cüzamla Savaş Derneği Genel Başkanı