Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Ümraniye Hisar Intercontinental Hospital’dan Prof. Dr. Safiye Bilgin, gerilim tipi baş ağrısının en sık görülen baş ağrısı tipi olduğunu belirterek, ”Hastalar genelde bu ağrılarının migren olduğunu düşünürler. Migren ile gerilim ağrısının bazı farklılıkları vardır. Migrenli hasta sessiz bir yerde yatmak ister, gerilim ağrısı olanlar ise gezmek ve dolaşmak isterler” dedi.

Ümraniye Hisar Intercontinental Hospital’dan Prof. Dr. Safiye Bilgin, yaptığı yazılı açıklamada, baş ağrısı olduğunda mutlaka doktora başvurulması gerektiğini dile getirerek, ağrının bir hastalığın belirtisi olduğunu, bu ağrıların sebebinin ortaya konulması ve tedavi edilmesi gerektiğini kaydetti.

”Gerilim tipi baş ağrısı en sık görülen baş ağrısı tipidir” diyen Bilgin, bunun, kişinin çevresel faktörlerinin değişmesi, ailesel ve ekonomik zorluklar, yoğun çalışma ve sorumluluk artışı gibi yaşamındaki değişiklikler nedeniyle yüz, baş ve boyun kaslarının sürekli gerilmesi sonucu gelişen baş ağrısı olduğunu anlattı.

Ayrıca stres, uzun süre aynı pozisyonda oturmak, depresyon ve darbe almanın da bu tip ağrılara yol açabildiğini dile getiren Bilgin, şöyle devam etti:
”Hastalar genelde bu ağrılarının migren olduğunu düşünürler. Migren ile gerilim ağrısının bazı farklılıkları vardır. Migrenli hasta sessiz bir yerde yatmak ister, gerilim ağrısı olanlar ise gezmek ve dolaşmak isterler. Ağrı, başta yaygındır ve gün içinde artar, saatlerce sürer. Migrende ağrı öncesi hissedilen, görme bozuklukları ve diğer belirtiler gerilim ağrısında görülmez. Baş, boyun ve omuz bölgesi kaslarına basınç uygulandığında yavaşlayan ağrılar gelişir. Baş bölgesinde hissedilen ağrı basınç şeklinde, özellikle boyundan başlayarak başın tepesine doğru yükselerek devam eder. Baş ağrısı dışında başta yanma hissi, keçeleşme, dokunma ile hassasiyet gibi bulgular da gelişir. Uykusuzluk, dikkat azlığı, bulantı veya kusma görülebilir.”

Bazen migren ve gerilim tipi baş ağrısının birlikte görülebileceğini de ifade eden Bilgin, ”Gerilim tipi baş ağrısının tedavisinde ağrı kesiciler, kas gevşeticiler ve antidepresan ilaçlar (depresyon için kullanılan ilaçlar) oldukça etkilidir. İlaç dışı yöntemler de tedavide sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. Bunlar gevşeme eğitimi verilmesi, ilaçlara ve gevşemeye dirençli hastalar da baş, boyun ve omuzda tetikleyici noktalara enjeksiyon yapılarak kasların gevşetilmesi olarak sayılabilir” uyarısında bulundu.

Bilgin, gerilim tipi baş ağrılarından korunmak için yapılması gerekenler arasında, strese yol açan durumların belirlenmesi, bu durumlardan uzak durulması, gerekirse psikolojik danışmanlık hizmeti alarak gevşeme tekniklerinin öğrenilmesi, düzenli egzersiz ve uyuma, düzenli yemek yeme alışkanlığı edinilmesi gibi yöntemlerin sayılabileceğini de anlattı.

‘Sağcılara göre solcu, solculara göre sağcıyım’

Gazeteci Nedim Şener, kaleme aldığı Uğur Dündar-İşte Hayatım adlı kitapta meslek yaşamında 40 yılı geride bırakan Uğur Dündar’ın zorlu koşusunu ilk başladığı günlerden bugüne getirerek anlatıyor.

Gamze Akdemir

Cumhuriyet– Kitapta, Dündar’ın en çok da genç nesil gazetecilere örnek, büyük başarılarla dolu meslek yaşamı odağa alınıyor, onlara bir pusula sunmak amaçlanıyor. Uğur Dündar meslek yaşamında birçok kez iftirayla karşı karşı kaldı ve iftiraların çoğu ne yazık ki meslektaşları tarafından atıldı. Bir dönem siyasi erk tarafından öldürülmek bile istendi. Orgeneral Doğan Güreş divanı harbe vermekle tehdit etti. Başbakan Tayyip Erdoğan ile milyonların önünde hesaplaştı. Melih Gökçek dünyayı ona dar edeceğini açıkladı. Fethullahçıların iftiraları bini aştı. Yılmadı. Müjdat Gezen, Haluk Şahin, Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan gibi kadim dostlarıyla birlikte aynı anlayışla devam ediyor yoluna, hem kitabın satırlarında hem de ekranlara getirdiği programlarında. Nedim Şener, Dündar’ın Fahrettin Aslan’ın gazino teklifini nasıl reddettiği, ilk oyuncağına Marshall Yardımıyla nasıl kavuştuğu, Yeşilköy’de ne canlar kurtardığı, Hülya Koçyiğit’le çektiği filmin kamera arkası gibi hoş anıları da serpiştiriyor kitaba. Uğur Dündar ve Nedim Şener ile İşte Hayatım adlı bu zorlu koşuyu konuştuk.

-Uğur Dündar ile nasıl tanıştınız?

NEDİM ŞENER- Bu sorunun tek cevabı var. Ben Uğur Dündar’ı tıpkı Uğur Mumcu’yu olduğu gibi haberlerinden takip eden bir ölümlü olarak bu meslekte kendini var etmeye çalışan bir adamdım.

UĞUR DÜNDAR- İlk Orhan Aslıtürk getirdi Nedim’i bana; Kanal D binasına ben Mecidiyeköy’deyken. Naylon Holding kitabını yazmıştı.

ŞENER- Böylelikle bir merhabamız başladı. Tam anlamda hukuğumuz Uzanlar: Bir Korku İmparatorluğunun Çöküşü kitabımı hazırlarken başladı. Sonrasında Uzanlar art arda davalar açmaya, bir muhabir maaşıyla ödenemeyecek tazminatlar istemeye başladı. Bu gazetede haber oldu. Uğur Abi bir muhabirin çekebileceği sıkıntıları bizzat yakından bilen biri olarak destek oldu. 2004 yılıydı, o dönem kocaman bir güçtü Uzanlar. Uğur Abi ‘para meselesini dert etme, annemin Silivri’de birkaç parça arazisi kaldı, onları satar öderiz’ dedi. Çok rahatladım tabii ve bunu da Güngör Uras’a anlattım, o da köşesinde yazmıştı. Patronlar da ‘dert etme biz de öderiz’ dedi. Sonrasında Uğur Abi ile haberci olarak çalışmaya başladım.

– Nedim Şener nasıl bir çalışma arkadaşı, nasıl bir meslektaş?

DÜNDAR- Çok dürüst, çalışkan, özverili, kaprissiz, komplekssiz bir çalışma arkadaşı. Ayrıca çok cesur ki biliyorsunuz özellikle cesaret çok önemli bizde.

– Kitabı yazma fikri sizden mi geldi?

DÜNDAR- Ben önerdim.

– Değişik bir tarzda yazılmış, okuduğum diğer biyografilere hemen hiç benzemiyor. Daha çok mesleki yaşam önde tutularak kaleme alınmış.

ŞENER- Uğur Dündar’ı benim yani yazarın kahramanı diye düşünün. Kitapta yazar onu sürekli izliyor. Olayların içine zaman zaman Uğur Dündar girip çıkıyor ama olayları ben anlatıyorum. Zaman zaman da ona müracaat ederek onun dilinden anlatımlara yer veriyorum. Böyle bir yöntem seçtim çünkü kendisi istese hepimizin imrenerek okuyacağı bir metni rahatlıkla oluşturabilirdi. Dışarıdan birisinin kontrolünü de dış göz anlamında istediği için, daha objektif olması adına bunu istediğini düşünüyorum.

DÜNDAR- Evet, kesinlikle..

ŞENER- Onu da sağlamaya çalıştık en yalın haliyle. Nitekim gereksiz nitelemeler hani abartılar kullanmadan sadece olguları anlatarak bir bütünlük meydana getirmeye çalıştık. O zaman koca bir Uğur Dündar profili ortaya çıkıyor zaten.

‘Haberlerimle intikam almam’

– Aile yaşamınız da var kitapta çok arka planda, fonda’

DÜNDAR- Özel hayatların çok fazla konuşulmaması ve teşhir edilmemesi gerektiğine inanıyorum. Yine de insanlar nasıl bir aileye sahip olduğumu, nasıl bir çocukluk yaşadığımı, nerelerden bu koşuya başladığımı, hangi öğretmenlerin etkisinde kalarak bu yolculuğa çıktığımı, yoldaşlarımın kimler olduğunu, başta Müjdat Gezen ve Haluk Şahin olmak üzere hayattaki en eski dostlarımı merak eder diye düşündük ve belli ölçüde söz ettik. Bu çerçevede kitabı yayınlamaktaki asıl amacımız daha çok gençlere seslenebilmek ve bir model sunabilmekti.

Hayat ülkemizde özellikle gençler için hiç toz pembe değil, tehlikeler, tuzaklarla dolu. Bu kitapla ‘Kendinizi en yenik, en başarısız hissettiğiniz anda eğer bu kitaba göz atabilirseniz bu yollardan geçmiş bir büyüğünüzün hep dürüst kalarak ve çok çalışarak engelleri nasıl aştığını görebilirsiniz. Bu pusula sizi yanıltmaz’ demeye çalışıyoruz.

ŞENER- Biyografilerde yaygın olduğu gibi özel yaşamında ne yediğinden, içtiğinden, komşusundan falan söz etmeyi bazı kişiler isteyebilir. Ama Uğur Dündar’ın kafamızdaki imgesi ne, ilkeleri nedir diye düşündük. Ne ile var oldu, Türkiye’nin önüne neyiyle çıktı? İşiyle. 40 yıllık dev bir gazeteciden bahsediyoruz burada. Yoksa bir insana eşinizle nerede tanıştınız, nerede eğlenirsiniz gibi sorular da sorabilirdim hatta yayıncı bunu tercih ettiği halde ben de istemedim. Aile anlayışı, disiplini, terbiyesi nedir bunu yazdık ama gereksiz ölçüde öne çıkararak değil.

– Kitabı yazarken sizi en çok ne şaşırttı?

– ŞENER- Uğur Abinin çocukluk resimleri, bisiklete binerken gördüğüm resim mesela. Siz çocuk da olmuşsunuz falan dedim. Çünkü tanıdığım, örnek aldığım Uğur Dündar elinde kamera, nerede hırsız, yolsuz var ensesinde bir kahraman.

– Bu uğurda birçok kez iftiralara uğradınız.

DÜNDAR- Evet maalesef. Siyasi erk öldürmeye çalıştı beni düşünün. Adımı ölüm çetesine sipariş ettiler ama onlar bile ya bu adam dürüst, vatanını, milletini seven bir adam niye öldürelim diye vicdan muhasebesi yapmış ve vazgeçmiş. Onun ötesinde en büyük iftiralara kendi meslektaşlarımdan maruz kaldım ne yazık ki. Bunun da nedenleri belli, var. Ya üzerine gittiğimiz güç odaklarının kiralık kalemleri oldular ya da mesleki başarılara duyulan kıskançlık duygusundan kaynaklandı.

Söyleşimizde şunu da özellikle belirtmek isterim: Mesela bugün Yılmaz Özdil’e yapılan saldırılara bakın, Yılmaz linç edilmek isteniyor üstelik onların iddia ettiğini yazmamış bir kişi olarak düşünebiliyor musunuz? Neden? Çünkü Yılmaz Türkiye’nin en çok okunan, sevilen yazarlarından biri. Görüyorsunuz ki bu hep belli kişilerin başına geliyor.

ŞENER- Korku..

DÜNDAR- Tabii korkuyorlar.

– Bu sizde nasıl duygu uyandırıyor… Korkulur olmak..

DÜNDAR- Beni korkutmuyor hiç.
 

Meslek ilkeleri

– ‘Uğur Dündar haberleri ve yazılarıyla intikam almaz’ı anlatır mısınız?

DÜNDAR- Almam hayır.

– Hani intikam isteseniz bile kimse sizi suçlayamaz da çünkü zaman zaman öyle raddelere geliyor ki iş’ Kitapta buna örnek onlarca olay belgeli, yazılı…

DÜNDAR- İktidardaki güç beni öldürmeye karar vermiş, sonra onun çocuğuna, çocuğun hayatını karartacak bir tuzak kurulmuş ve ben bunu bozmuşum, çocuğu kurtarmışım. Daha sonra o kişilerin özel hayatlarıyla ilgili onları sokağa çıkartmayacak içerikte bir kaset getirilmiş, getirene hakaretler ederek kovmuşum. Fotoğraflar gelmiş yırtmış atmışım. Bana kötülük yapanlara karşı mesleğimin ilkelerine daha sıkı sarılmışım.

– Bunun değerinin bilindiğini düşünüyor musunuz?

DÜNDAR- Bilinmiştir muhakkak çünkü onlar da aynalara bakıyor. Halk da bunu biliyor. Çok şükür sokakta yürürken bana öfkeyle bakan hiçbir insanla karşılaşmadım şimdiye kadar.

– Hiçbir ideolojinin bayraktarlığını yapmadınız?

DÜNDAR- Yapmadım, beni solcular sağcı zannetti, sağcılar solcu.

– Askerci demişler, komünist demişler.

DÜNDAR- Evet, devletin adamı da dediler. Desinler!

– TSK’ye bakışınız nedir?

DÜNDAR- Beni Genelkurmay Başkanı divanıharbe vermekle tehdit etmiş zamanında düşünün, daha ağır bir tehdit olabilir mi? Acaba bir başka gazetecinin başına gelmiş midir?

Batman’da çok faili meçhul cinayet vardı bir dönem malum Şırnak Emniyet Müdürü’nün odasında bir konuşma geçiyor, Emniyet Müdürü diyor ki: İl Jandarma Alay Komutanlığı’nın hudutları içinde bir Hizbullah kampı tespit ettik. Öyle bir imada bulunuyor ki sanki kamp jandarmanın himayesinde. Meclis Araştırma Komisyonu’nun huzurunda yapılmış ve kayda alınmış bir konuşma, bir belge. Alıyorum bunu yayınlıyorum. Ayrıca sınır karakollarının terör örgütü PKK’nin saldırısına açık şekilde çukurlarda yapıldığını ve hâkim tepelerin de hiçbir öncü birlik bulundurmadan ışıklandırılmış olmasının gel de buraya saldır dercesine karakolları açık hedef haline getirdiğini haberleştirdim. Bunlara çok kızdı Orgeneral Doğan Güreş hatta Genel Yayın Yönetmenim Ertuğrul Özkök’e telefon açıp beni divanıharbe vereceğini söyledi. Divanıharp nedir? Kurşuna dizilmek… Sonra beni Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılattırdılar. Tek celsede beraat ettim. Savcı öyle bir mütalaa serdetti ki basın özgürlüğü tarihine geçebilecek bir mütalaaydı.

Her iktidarla mücadele

ŞENER- Yine Uğur Dündar’ın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la röportajlar yaptığı sırada da yine aynı kanat AKP’ye yakın diye yorumlar yaptı. Sonra Başbakan da şimdi Star Haberi başkalarına yakın görüp zaten görevini ifa ediyor diyor.

DÜNDAR- Memur diyor düşünün.

ŞENER- Herkes ayrı telden çalıyor ama Uğur Dündar aynı yerde duruyor.

– Her kanat safında göstermek gayretinde, olmuyorsa aforoz! Ya benimsin ya toprağın misali.

DÜNDAR- Siyasetçilerimize egemen olan bir durum evet. Gelmiş geçmiş bütün iktidarlarla görüyorsunuz bir şekilde mücadele etmişim ya da onlar beni yok etmek için her şeyi yapmışlar. Mesela Mesut Yılmaz, Turgut Yılmaz kardeşler’ Medya patronlarına telefon açıp kovulmamı telkin ediyorlar. Fenerbahçe kulübüne de aynı baskıyı yapıyorlar. Halbuki üç defa istifaya teşebbüs etmişim, Aziz Yıldırım kabul etmemiş. Turgut Yılmaz televizyonlara ‘Onu Fenerbahçe yönetiminden ben attırdım’ diyor. Çocuksu bir güç gösterisi. Ama onlarla ilgili bir hayali ihracat dosyası geldi, devletin hazırladığı bir dosya. Otur, yaz değil mi? Oysa Almanya’ya bir ekip gönderdim araştırmaları için sonra kendim kalkıp gittim ve o ihracatların hayali değil gerçek olduğunu çıkarttım ortaya. Yayınlamış olsam ne yapacaklardı? Hiçbir şey. Ben devletin hazırladığı dosyayı yayınlıyor olurdum, meseleni git onlarla hallet diyebilirdim. Yapmadım, yapmam.
 

Erdoğan- Dündar düellosu

– 12 Mart 1971’de ‘Bu adam çok fazla öz Türkçe konuşuyor, solcudur!’ denilip işten atılmak isteniyorsunuz.

DÜNDAR- Evet. Nurullah Ataç’ı çok seviyorum ve çok okuyorum. Ecevit’i seviyorum, Ecevit’in ‘olasılık’, ‘olanak’ sözcüklerini kullanıyorum diye ihbar ediyorlar.

– Recep Tayyip Erdoğan ile ilişkileriniz de bir milat; Ali Kalkancı olayı’ İlk orada geriliyor ilişkileriniz… O süreci de okuyoruz kitapta. Özetler misiniz?

DÜNDAR- 18 Ocak 1997’de televizyon ekranlarında bir söyleşi yaptık Ali Kalkancı’nın eşi Emire Ersoy ile. Seçim dönemlerinde bazı politikacıların Kalkancı’yı dergâhında ziyaret ederek destek istediklerini önü sürdü. Ersoy’a göre Refah Partisi tarikatların yanındaydı ve tarikatların bir ikisi kurban edilerek, diğerleri kurtarılmak isteniyordu. Ersoy, söyleşimizde Kalkancı’nın o zaman İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Erdoğan’la da ticari bir iş dolayısıyla görüştüğünü söyledi. Ersoy’a ait bir iddia diyerek hiç sormadan yayınlayabilirdim. Kaldı ki Erdoğan belediye başkanı olmadan önce seçim kampanyası sırasında onunla ilgili pek çok ihbar geldi bize. Seçim kampanyaları sırasında bu tür ihbarlara namertlik olacağına inandığım için itibar etmem. İçimizdeki sorumlu gazetecilik anlayışıyla yanıt hakkını kullanması için Erdoğan’ı aradım. O da ‘Yalandır’ dedi, ben de bunu ses olarak programa koydum. O akşam Arena’da yayınlandı. Erdoğan seyretmemiş, arkadaşlarından duyup, ses kaydını kullandılar diye dolduruşa getirilerek Arena’dan sonra yayınlanan ve o sıralarda henüz acemi olan Defne Samyeli’nin sunduğu Gece Hattı’na bağlanıp veryansın ediyor.

Halbuki kızdığı ses kaydında kötü bir şey yok, kendi yalanlaması var yani lehine bir durum söz konusu. Ama anlamadan dinlemeden hareket ediyor. Başbakan kızdığı zaman tarzını biliyorsunuz! Hemen aşağıya indim, yanlış anladığını, dolduruşa getirildiğini, yaptığımızın sorumlu habercilik olduğunu anlattım. İkna olmadı ve Hulki Cevizoğlu’na bunu siyaseten yaptığımı falan söyledi. Bunu da hep söylerler işte siyasete atılacak falan halbuki hiç öyle bir niyetim olmamıştır. Aramızda böyle bir düello olunca çocuklara ‘Şimdi bize ihbar yağacak, bunu bir husumet, kan davası haline getirmek gazetecilik anlayışımıza sığmaz. Dolayısıyla Erdoğan ile ilgili olarak yeri göğü inletecek bir belge elimize geçmedikçe bu dosyayı kapatıyoruz’ dedim.

– 2002’ye kadar tek haber yapmadınız…

DÜNDAR- Evet ve bu davranışım dolayısıyla saygı duydu Tayyip Erdoğan. Derken ‘Büyük Buluşma’da Erdoğan ile Baykal’ı davet ettim. Her ikisi de teşekkür etti. O açıdan karşıma düşmanım bile otursa karşıma sinirleri çekilmiş bir et gibi rahat dururum.
 

‘Meslek ilkelerimden taviz vermem’

– Ama sonrasında da sular durulmadı, hiç rahat bırakılmadınız…

ŞENER- Tabii Uğur Dündar’ın mesela şu anda Tayyip Erdoğan hakkında istediği şeyi söylemeye birçok nedeni var. Çünkü şahsen ona demiş ki ‘vücut kimyası bozulmuş.’ Böyle yanlı, tamamen subjektif laflar etmiş durumda.

DÜNDAR- Hem de kendisinin de çok hassas olduğu ailevi değerlerle ilgili tepkime verdiği cevap bu.

ŞENER- Kitabı hazırlarken daha önce Hürriyet binasındayken çalışmış insanlardan da yardım aldım. Onların Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde Erdoğan ile ilgili söyledikleri de var. Bence çok önemli ve bugün çok tartışılan bir konuyla da yakından ilgiliydi ki aslında yazsanız ‘Demek o zaman da böyle şeyler yapmış’ denecek türden. Bunu öğrendiğimde teyit de ettirdim ve yazalım dedim. Uğur Bey ‘Hayır bu tamamen başka bir siyasi partinin işine yarayacak bir söz’ diyerek reddetti. Aynı centilmenliği bugün dahi koruyor ve bizzat Erdoğan bunun kıymetini bilmeli ve güvenmeye devam etmeli.

DÜNDAR- Güvenmiyor diye meslek ilkelerimden ödün verecek değilim.

– Böyle yoğun bir kitabı yazarken Uğur Dündar’ın 40 yıllık gazeteciliğine denk düşen dönemlerle kendi gazeteciliğinize denk düşen dönemleri kıyaslamışsınızdır’

ŞENER- Elbette. Biz yolun başındayız diyorum. Çünkü her şeyin tek olduğu yani TRT’nin tek olduğu, medyada sayılı gazete olduğu dönemde en ufak sansür kokusu karşısında istifayı basabilen, restini hemen çeken bir tavrı var. Bir dönemde mesleğini yapmamayı bile göze alması var. Biz bugün icabında büzüşüyoruz, duruyoruz, geri çekiliyoruz, Uğur Abinin omzunda ağlıyoruz ama tekrar işimizi yapıyoruz. Bu kitabı yazdım dünyam değişti, biz hiçbir şey yaşamamışız aslında duygusu bu.

– Bu arada Gökçek’in tehditleri, Türkiye’yi size dar edeceğini söylüyordu, etti mi?

DÜNDAR- Valla şimdi kendisi yargılanıyor.

– Fethullah Gülen’in size yazdığı bir mektuptan da bahsediliyor kitapta ve Ecevit’in o dönemde Fethullah ile ilgili çok iyimser bir bakışı…

DÜNDAR- Evet, Ecevit’i çok severim. Ecevit’in Atatürkçülüğü, Cumhuriyetin değerlerine ve kazanımlarına olan bağlılığının yürekten olduğu konusunda da en ufak bir kuşkum yoktu, yoktur. Ecevit, Fethullah Gülen’e bakış açımı çok etkilemiştir. Hatta kendisine ‘Efendim elinizde istihbarat raporları olmalı, onlarda çok farklı şeylerin söylendiğini biliyorum’ da dedim. ‘İstihbarat raporları her zaman doğruyu söylemez. Gidip o okulları da gördüm, ondan böyle konuşuyorum’ dedi.

– Peki bugün baktığınızda yorumunuz..

DÜNDAR- Bana o grubun yaptığı saldırılar bile meslek ilkelerimden ve içine girdiğim kulvardan çıkmamı sağlayamaz. Bu Gülenci dediğimiz grup, bana inanılmaz iftiralar yağdırarak bir linç kampanyası başlattı. Yine de kimseye iftira atmam, programlarımı atılan iftiraların platformu haline getirmem, asla tetikçilik yapmam. Elimde çok sağlam belgeler olmadan ve karşı tarafın savunmasını almadan haber yapmam.

– Emin Çölaşan ile ilgili bir anektod da yer alıyor kitapta. Söyleşimizi gülümseyerek bitirelim, habire işletiyormuşsunuz Emin Abiyi? (gülüyoruz)

DÜNDAR- Emin’in şimdi çalıştığı Sözcü gazetesinin sahibi Burak Akbay, meslektaşımız Ertuğrul Akbay’ın oğlu. Oradaki ikinci gününde telefon açtım, Ertuğrul Akbay oldum, ‘Yahu Emin tiraj nasıl’ diye soruyorum (gülüyoruz). Bizimkinde bir heyecan, ‘Patron, acayip bir patlama yaptık, tiraj patladı. İnşallah 160 bini bulacağız’ diyor. Ben de ‘Emin senden daha çok şeyler bekliyoruz’ diyorum. İnanıyor. En sonunda benim Uğur deyince ‘Ulan yine mi çıktın karşıma’ diyor ama başka zaman aradığımda yine kanıyor. Ayda bir falan Ertuğrul Akbay oluyorum. Otomatiğe bağladım, periyodik olarak işletiyorum Emin’i. (gülüyoruz)

İşte Hayatım/ Nedim Şener/ Doğan Kitap/ 454 s.

Van’ın Çatak İlçesinde ”Kanispi, Ceviz, Bal, Alabalık ve Doğa Festivali” düzenlendi.

 Çatak Kaymakamlığı ve Çatak Belediyesi tarafından ilk kez bu yıl düzenlenen , ”Çatak Kanispi Ceviz, Bal, Alabalık ve Doğa Festivali” için İlçe merkezindeki Yatılı Bölge İlköğretim Okulunda tören düzenlendi.

Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşının okunmasının ardından başlayan törende konuşan Van Valisi Mühir Karaloğlu, doğa harikası şelaleye, organik kara kovan balına, cevize ve alabalığa sahip olan Çatak’ın tanıtılması amacıyla ilk kez böyle bir festival düzenlediklerini söyledi.

Van’ın her tarafının bir birinden güzel olduğunu ve çok önemli değerlere sahip olduğunu anlatan Karaloğlu, kentin marka olmasını hedeflediklerini belirtti.

Haziran ayında Van ve ilçelerinde kenti tanıtmak için düzenlenecek festivaller hakkında da bilgi veren Karaloğlu, şunları söyledi:
”Türkiye’nin saklı cenneti olan Van’ın, artık bir marka olarak hak ettiği noktaya gelmesi için tüm kesimlerle birlikte çalışıyoruz. Ülkenin en önemli doğa harikası olan ve köpük köpük görsel bir şölenle insanları kendisine hayran bırakan kanispi şelalesi, bunun yanında Türkiye’nin en önemli çaylarından biri olan ve rafting sporuna ev sahipliği yapacak olan bu değerlerin kıymetini iyi bilmemiz gerekmektedir. Bütün bu değerler düne kadar saklıydı. Bunlar artık bir bir ortaya çıkarılıyor. Çatak artık rafting sporunun yeni merkezi haline geliyor. Bu kentte bu sporu tanıtıp ekonomik bir değer olarak ortaya çıkaracağız. Biz Van’ı tanıtırız, bu kenti ayağa kaldırırız. Yeter ki birliğimiz, beraberliğimiz, kardeşliğimiz, dostluğumuz bugün olduğu gibi devam etsin. Bizim başaramayacağımız hiçbir problemimiz yoktur. Bu kent, bu bölge, Türkiye’de en güzel, doğuda en güzel yerlerden biridir. Bunun değerini bilmemiz lazım. Bu bölgenin kışı, yazı başka güzeldir. Kışın kayak yapma, dağlarda avcılık yapma şansımız var. Yazın buralarda rafting yapma, yamaç paraşütü de yapılabilir”


“Çatak çayını kirletmeyin”

Doğanın ve çevrenin korunmasına da vurgu yapan Karaloğlu, Çataklılara şu tavsiyelerde bulundu.

”Çevrenin ve doğanızın kıymetini bilin. Evlerinizdeki çöplerinizi, ellerinizdeki çöplerinizi bu çaya atmayın. Kirletmeyin. Çünkü eğer çöplerinizi bu nehre atarsanız kirlenir. Çatak ilçesi en eski medeniyetlerin yaşadığı bir yerleşim alanıdır. Bu yerleşim alanının saklı değerleri ortaya çıktı. Bunları hep birlikte tanıtacağız ve bunlardan buradaki insanların ekonomik kazanımlar elde etmesini sağlayacağız. Türkiye’nin en önemli rafting parkurundan biri Çatak’ta olduğunu bilmemiz gerekir. Çatak’lı gençler bu spordan artık gelir elde edebilecek. Buraları iyi korumamız lazım. Her şeyden önce huzurumuzu korumamız lazım. Huzurumuzu bozmak isteyenlere de fırsat vermememiz lazım.”

Konuşmaların ardından ilçe merkezine 5 kilometre uzaklıkta bulunan Çatak Çayı’na giden Vali Münir Karaloğlu, eşi Sevim Karaloğlu, İlçe Kaymakamı Cemal Demiryürek, Belediye Başkanı Emin Babur birlikte rafting yaptı.

Şehir merkezinden ve ilçeye bağlı köylerden insanların akın ettiği festivalde, konuklara alabalık, kavurma ve pilav ikram edildi.

Yüzlerce insanın Çatak Çayı kenarında piknik yaptığı festivalde yerel sanatçıların söylediği Kürtçe ve Türkçe parçalarla, vatandaşlar halay çekerek eğlendi.

Festivale AKP Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu, Muş Alpaslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat İnanç ve kurum müdürleri de katıldı.

Asistanların favorisi göz hastalıkları

İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nisan Dönemi TUS’unda en yüksek puanı alan asistan adayının tercihi oldu. TUS birincisi, 74.199 puanla göz hastalıklarını seçti

HELİN AYGÜN-ANKARA / MEDİMAGAZİN

2010 Nisan Dönemi Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı (TUS)’nda en yüksek puan alan öğrencinin tercihi göz hastalıkları oldu. TUS’ta 74.199 puan alarak birinci olan uzmanlık öğrencisi adayı, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine yerleştirildi.

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM), 17-21 Mayıs 2010 tarihleri arasında yapılan başvuruların sonucunu açıkladı. Tıpta uzmanlık eğitimi almak için başvuru yapan 4 bin 900 adaydan 2 bin 78’inin uzmanlık ana dallarından birine yerleştirildiği bildirildi. Yabancı uyruklu kontenjanı 46, GATA kontenjanı da 105 kişi olarak açıklandı.

ÖSYM tarafından açıklanan verilere göre, klinik puanı 74.199, temel puanı 73.036 olan TUS klinik bilimler birincisi Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu Dr. Mehmet Giray Ersöz, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları bölümüne girmeye hak kazandı.

Sınavda 73.554 puanla temel bilimler birincisi ve 73.671 puanla klinik bilimler ikincisi olan İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu Dr. Abuzer Kayar ise İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalını kazandı. Kayar’a, TUS birincisi olduğu için İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı ve Dekan Yardımcıları otomobil hediye etmişti.

Top 10 listesi
2010 Nisan Dönemi TUS’unda alınan tavan puanlarına göre yapılan sıralamada, ilk sırayı İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, ikinci sırayı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi aldı. Bunları sırayla İstanbul Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Prof. Dr. N. Reşat Belger Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi izledi.

TUS yerleştirmelerinde en yüksek puanla ilk 10’a giren asistan adayından 4’ü göz hastalıklarını tercih etti. Adaylardan ikisi kardiyoloji, ikisi deri ve zührevi hastalıklarını seçerken, birer kişi de fiziksel tıp ve rehabilitasyon ile radyoloji branşlarından yana tercih kullandı.

İlk 10’a giren adaylardan sadece 3’ünün üniversite hastanesini seçtiği, adayların ağırlıklı olarak döner sermaye ödemeleri daha yüksek olan Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim kurumlarını tercih listelerine yazdığı gözlendi.

Geçen sene tercihler farklıydı
2009 Nisan Dönemi TUS’unda alınan en yüksek tavan puan 75.343 olmuş, TUS birincisi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalına girmişti. Geçen sene TUS’ta diğer adaylardan fazla puan alarak ilk 10’a giren araştırma görevlisi adayları da ağırlıklı olarak döner sermaye payları üniversite hastanelerinden yüksek olan Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerini tercih etmişti. Bu dönemde yapılan TUS yerleştirmesinde iç hastalıkları, göz hastalıkları, kardiyoloji, plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi ile çocuk psikiyatrisi branşları en yüksek puan alan öğrencilerin tercihi olmuştu.

2008 Eylül Dönemi TUS’unda ise kardiyoloji, çocuk psikiyatrisi, göz hastalıkları ile plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi yüksek puanla asistan alan branşlar olmuştu.

“Kaygı gerekli, ama sınırında olursa”

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özmen Metin, ”Belli bir sınıra kadar anksiyete normaldir, kişinin işlevselliğini, performansını, başarısını artırır, tehlikelerden kaçınmasını sağlar” dedi.

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özmen Metin, kaygı, bunaltı, sıkıntı, endişe gibi anlamları da olan anksiyetenin normalde herkeste görülen, bir tür hayata uyum yeteneği olarak değerlendirilebileceğini söyledi. Kişinin yeni bir ortamda, tehdit oluşturabilecek durumlarda bir çeşit savunma mekanizması olarak kaygı hissedebileceğine değinen Metin, vücudun kaygıyla birlikte alarma geçeceğini ve olası tehditlere karşı kendini koruyabileceğini kaydetti.

Bunun normalde her insanda olması gerektiğine dikkati çeken Metin, herkesin belirli şiddetlerde kaygı yaşadığını, bunun da sağlıklı bir tepki olduğunu ifade etti. Metin, şöyle konuştu: ”Normal sınırlardaki anksiyete çoğunlukla kişinin başarısını, işlevselliğini artırır. Örneğin sınavınız vardır, sınavda başarılı olamama kaygısıyla ders çalışırsanız, bu sizin başarınızı artırır. Yeni bir durumda, tanımadığınız bir ortamda anksiyetenin oluşması dikkatli olmayı ve risklerden kaçınmayı sağlar. Yani belli bir sınıra kadar anksiyete normaldir, kişinin işlevselliğini artırır, tehlikelerden kaçınmasını sağlar. Ama ne zaman bu şiddetli olur, kişi kaygısını kontrol etmekte güçlük çeker, işlevselliğini bozar, hayatını olumsuz etkiler, o zaman bunu anksiyete bozukluğu olarak görür ve tedavi gerektiren bir durum olduğuna karar veririz. Yoksa herkes kaygı yaşar. Evrimsel olarak da insanın hayatta kalmasını sağlayan bir duygudur. Ama süreğen ve şiddetli olmaması şartıyla.”

Özmen Metin, kaygı düzeyinin kişinin yaşantısını dayanılmaz bir hale getirmesiyle sınır düzeyin aşılacağına dikkati çekti. Anksiyete bozukluğunun iç sıkıntısı, bunaltı, daralma, endişe, huzursuzluk şeklinde kendini gösterebileceğini belirten Metin, şunları söyledi:
”Bunlarla birlikte fiziksel belirtiler de olur. Bu birçok vücut sistemini içine alır. En sık kalple ilgili belirti olur, çarpıntı, kalp atım sayısında artış, kan basıncında artma ya da azalma görülebilir. Bayılma hissi, terleme, titreme, nefes almakta güçlük, boğulma hissi, nefes açlığı, solunum sayısında değişiklik görülebilir. Normalde insanın aldığı solunum sayısı bellidir, ama anksiyete bozukluğunda kişi daha sık ve yüzeysel nefes alıp vermeye başlar. Mide, bağırsak şikayetleri, sık idrara çıkma görülebilir. Karın ağrısı, mide bulantısı, ateş basması, ürperme gibi belirtiler görülür. Duygusal olarak da kontrolünü kaybedeceği, çıldırabileceği hissi olabilir. Dikkat, konsantrasyon güçlüğü yaşanır ve konuşma bozuklukları görülebilir.”

Nasıl başa çıkılır?

Yrd. Doç. Dr. Özmen Metin, kaygı bozukluklarıyla başa çıkabilmek için farklı yöntemler uygulanabileceğini kaydetti. Başta panik atak olmak üzere kaygı bozukluğu hastalıklarında nefes ve gevşeme egzersizlerinin önemine değinen Metin, ”Nefes alıp vermeyi düzenli hale getirirsek, anksiyeteyi de kontrol altına almış oluruz. Sık nefes alıp verme yerine burundan derin nefes almak, akciğerlerde toplamak ve birkaç saniye bekledikten sonra yavaş yavaş ağızdan nefes vermek şeklinde nefes egzersizleri yapılabilir” dedi.

Kas gevşetme egzersizlerinin de anksiyetenin kontrol edilmesinde olumlu etkisi olduğuna dikkati çeken Özmen Metin, ayrıca kişinin dikkatini bedeninden ve anksiyete oluşturan durumdan uzaklaştırmasının da anksiyete kontrolünde yarar sağlayabileceğini belirtti.
Özellikle panik ataklar yaşayan kişilerin ilgilerini vücutlarından uzaklaştırmaları gerektiğine işaret eden Özmen Metin, ”Dikkatinizi sürekli bedeninize verirseniz, ‘Kalbim az çarptı, çok çarptı’ gibi belirtiler görmeye başlayabilirsiniz. Bu tip durumlarda dikkat bedene değil, başka yerlere vermeli” diye konuştu.

Kaygı bozukluğunun pek çok çeşidi var

Özmen Metin, kaygı bozukluğu başlığı altında pek çok farklı rahatsızlık bulunduğunu bildirdi. En sık görülen problemlerden birinin özgül fobi olduğunu anlatan Metin, bu rahatsızlığı bulunan kişilerde kapalı alanda kalamama, hayvanlardan korkma, kan verme, enjeksiyon yaptırma gibi durumlarda aşırı kaygı yaşadıklarının görüldüğünü söyledi.

Genelleşmiş anksiyete-kaygı bozukluğunun ise hayatı olumsuz etkilediğini belirten Metin, bu kişilerin sürekli kaygılı halde olduklarını, endişelerini kontrol etmekte güçlük çektiklerini kaydetti. Genelleşmiş kaygı bozukluğu olan kişilerde her an kötü bir şey olacakmış gibi sürekli kaygı yaşadıklarını ifade eden Metin, bu kişilerin üzüntülerini, endişelerini kontrol etmekte güçlük çektiklerini, beraberinde uyku bozuklukları, dikkat, konsantrasyon güçlüğü, enerji kaybı gibi belirtilerin eşlik ettiğini bildirdi.

Metin, panik atağın ise, hiç beklenmedik bir anda başlayabileceğini ve 5-10 dakika içinde en yüksek seviyeye ulaşabileceğini söyledi. Bu kişilerde yoğun kaygı, endişe ve korku görüldüğünü anlatan Metin, panik atağı olan hastalarda fiziksel belirtilerin yaygın görüldüğüne dikkati çekti. Özmen Metin, şöyle devam etti: ”Çarpıntı, terleme, titreme, nefes almakta güçlük, boğazda sıkılma hissi, göğüs ağrısı, mide bulantısı, delireceği korkusu, kontrolünü kaybedeceğine dair panik hali gibi tüm vücut sistemlerini etkileyen ve genellikle kişilerin o anda bunu kontrol etmekte güçlük çektikleri, ölüm korkusu yaşadıkları ve bu nedenle acil servislere başvurdukları bir rahatsızlık bu. Sık sık acil servislere başvururlar ve daha sonra da kardiyoloğa, göğüs hastalıklarına, dahiliyeye giderler. Genellikle en son psikiyatriye başvururlar. Panik bozuklukları kişinin kontrol altına alamadığı panik, dehşet, korkunun egemen olduğu bir bozukluktur. Kişinin yaşamını olumsuz etkiler.” Metin, bu hastalıkta tedavi oranının oldukça yüksek olduğunu, hastalığın en çok genç, üniversite mezunu, kentli kişilerde görüldüğünü kaydetti.

Yrd. Doç. Dr. Metin, travma sonrası stres bozukluğunun da bir kaygı bozukluğu türü olduğunu, travma geçiren kadınların yüzde 20’sinde, erkeklerin ise yüzde 10’unda travma sonrası stres bozukluğunun ortaya çıkabildiğini bildirdi.

Toplumda sıklıkla görülen bir başka kaygı bozukluğunun halk arasında takıntı olarak adlandırılan obsesif kompülsif bozukluk olduğunu anlatan Metin, bu kişilerin de mantıksız olduğunu bildiği halde bazı duygu, düşünce eylemlerin önüne geçemediklerini anlattı.
Bir başka kaygı bozukluğu olan sosyal fobinin ise çok sık rastlanmasına rağmen doktora en az başvurulan kaygı bozukluğu türü olduğuna değinen Metin, bu kişilerin toplum içinde küçük düşecekleri, alay edilecekleri kaygısıyla toplumsal etkinliklerden kaçındıklarını belirtti.
Metin, sosyal fobisi bulunan kişilerin yaşamlarının bu rahatsızlıktan olumsuz etkilendiğini, iş, eğitim, kişiler arası ilişkilerde yoğun sıkıntılar yaşayabildiklerini ifade etti.

Otizmin karmaşık genetik kökenleri var

Otizmin karmaşık genetik kökenlerinin olduğu belirtildi. Buna göre otizme yolaçan genetik değişimler, tümüyle aileden geçmiyor.

 Oxford Üniversitesi’ndeki Wellcome Trust İnsan Genetiği Merkezi’nin liderliğiyle, ailelerinde otistik kişiler bulunanlarda yapılan geniş kapsamlı gen taramasının sonuçları, Nature dergisinde yayımlandı.

Ailelerinde otizm bulunan insanlar üzerinde yapılan dünyanın en büyük araştırması, birçok otistik kişinin, benzersiz genetik değişimlere sahip olduğunu, bu değişimlerin tam anlamıyla aileden kalıtımsal olarak geçmediğini gösterdi.

Araştırmanın sonuçları, otizmde genlerin güçlü bir rol oynadığı tezini desteklerken, aynı zamanda küçük genetik bozulmaların ebeveynlerin yumurta ve spermlerinde başlayabileceğini ortaya koydu.

Otizm Genom Projesi için 12 ülkede 60 enstitünün 3 yıl süreyle, tümü Avrupa kökenli, 966 otistik ve 1287 sağlıklı kişinin genlerini incelediği belirtildi.

Araştırmada, otizm hastası kişilerin genetik yapılarında daha fazla kayıp ve düzensizliğin görülme eğiliminin yüksek olduğu, bunların genlerin işleyişini bozabileceği gözlendi.

Otistiklerde, sağlıklıklı kişilere oranla, bu tür genetik değişimlerin ortalama olarak yüzde 19 daha fazla olduğu, aynı zamanda her bir otizm vakasında farklı bozukluklar dizisinin görüldüğü bildirildi.

Araştırmacılardan California Üniversitesi’nde görevli doktor Stanley Nelson, her çocuğun farklı bir gende farklı bir bozukluk gösterdiğini belirtirken, araştırmanın sonuçlarının, gelecekteki tedavi yöntemleri için ipuçları sunabileceği belirtildi.

Ancak araştırma, genetik değişikliklerin nasıl meydana geldiği sorusuna yanıt vermedi.

HAKKANİYETLİ BİR SINAV İÇİN  SAĞLIK BAKANLIĞI’NA SON ÇAĞRI:

SÖZLÜ SINAV JÜRİLERİNİ AÇIKLAYIN

            Türk Tabipleri Birliği, 21 Ocak 2010’da başlayan klinik şefi, şef yardımcısı ve başasistan sınav sürecinin her aşamasını yakından izlemekte olduğunu HEKİM KAMUOYUNA daha önce duyurmuştu.

 

            Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası, yıllardır savunduğu ve birçok yargı kararı ile haklılığını kanıtladığı şef, şef yardımcısı ve başasistan atamaları ve sınavlarında tıpta uzmanlık alanının özenle korunması ve HEKİMLERİN TARAFINDA olmaya devam edecektir.

            Biz uzun yıllar üç aşamalı bir sınavı savunduk. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı’nın 21 Ocak 2010 tarihindeki sınav ilanını bazı çekincelerimiz olmakla birlikte olumlu karşıladık.

            Ancak Merkezi Bilgi Sınavı’nı ÖSYM’nin yapması konusunda ısrarcı olduk. 4 Nisan 2010 günü Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan merkezi bilim sınavında sorulan sorular haklılığımızı ortaya çıkardı. Birçok yanlış soru olması bir yana TUS-DATA sorularının sorulduğunu tespit ettik. Soru bankası kurmadan, soru hazırlama teknikleri dikkate alınmadan, yeterlik kurullarının deneyimleri yok sayılarak sağlık bakanlığı “KÖTÜ BİR SINAV” vermiştir.

Bakanlığın bu “KÖTÜ SİCİLİNİ” bildiğimiz için önümüzdeki 11-12-13 Haziran ve 18-19-20 Haziran 2010 tarihleri arasında yapılacak olan sözlü sınavlarla ilgili kuşkularımız vardır.

Bilindiği üzere Yönetmelik uyarınca jüri üyeleri Bakanlıkça oluşturulacak jüri havuzundan çekilecek kura ile belirlenecektir. Jüri havuzu ise, jüri sayısının iki katından az olmamak üzere Tıp Fakülteleri ile Eğitim ve Araştırma Hastanelerindeki, SCI, SCI-E , SSCI veya AHCI’ de kayıtlı dergilerde yayınlanmış en az üçü ilk isim olmak üzere yedi yayını olan şef ve/veya profesörler arasından oluşturulması gerekmektedir. 

Yönetmeliğin bu açık hükmüne rağmen Sağlık Bakanlığı web sayfasında, sözlü sınavları yapacak jürilerin üç kişiden oluşacağı dışında bir bilgiye yer verilmemiştir. Talebimiz olan; jüri havuzunun sınavdan önce ilan edilmesi ve usulüne uygun olarak oluşturulan havuzdan sınavda görev alacak asıl ve yedek jüri üyesi olacak hekimlerin isimlerinin Türk Tabipleri Birliği’nden bir temsilcinin de hazır bulunacağı bir ortamda kura ile belirlenmesi isteği karşılanmadığı gibi jüri havuzunun oluşturulup oluşturulmadığı, kura çekimi yapılıp yapılmadığı bilgisine sahip değiliz. Sınava girecek adaylar kuşku içindedirler. Jürilerinin açıklanmasını istemektedirler. Belirsizlik ve tedirginlik içinde sınava gireceklerdir. Şimdiden jürilerin tespit edildiği ve sınavda kazanacakların listesinin bile hazır olduğu dedikodusu yapılmaktadır. Bu gibi söylentilere son vermenin yolu açıklık ve şeffaflıktan geçer. Tüm meslektaşlarımızın şunu bilmesini isteriz;

Sınavların objektifliğine gölge düşürecek “EN KÜÇÜK BİR ŞÜPHEMİZ”  olması halinde gerekli yasal girişimleri başlatacağız.

YILLARDIR MÜCADELESİNİ VERDİĞİMİZ HAKLI TALEPLERİMİZİ BİR KEZ DAHA AÇIKLIYOR VE SAĞLIK BAKANLIĞI’NI GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ.

Jüri üyelerinin, Türk Tabipleri Birliği’nden bir temsilcinin de hazır bulunacağı bir ortamda usulüne uygun oluşturulan jüri havuzundan kura ile belirlenmesini ve ilan edilmesini,

Boş eğitici kadroları dahil olmak üzere tüm kadroların  hemen ilan edilmesini,

Yazılı mesleki bilim sınavının artık ÖSYM aracılılığı ile yapılmasını,

Boş bulunan şef, şef yardımcılığı kadrolarına sözlü sınavda başarılı olanların atanmasını,

Sınav takviminin her yılın Ocak ayında açıklanmasını talep ediyoruz.

 

İSTANBUL TABİP ODASI

 

Sertab Erener ‘Rengarenk’ albümü ile müzik marketlerde

Sertab Erener ‘Rengarenk’ albümü ile müzik marketlerde ki yerini aldı. 17 parçadan oluşan ‘Rengarenk’ albümünde ‘Açık Adres’ şarkısı dinlenme rekorları kırıyor. İşte albümde yer alan şarkıların tümü…

Türkiye’de mayıs ayından itibaren sunulmaya başlanan Nokia’nın Comes With Music servisi müzik şirketleri ve sanatçılarla yaptığı anlaşmalar sayesinde üyelerine sevdikleri sanatçıların yeni albümlerini diğer dijital platformlardan önce ilk olarak Ovi Müzik katalogundan ücretsiz erişim olanağı sunuyor (Ovi Store’un En İyileri).

Sertab Erener’in yeni albümü Rengarenk ilk 15 gün Ovi Müzik katalogunda yer alacak.

Bu kapsamda Nokia’nın müzik servisi üyeleri 7 Haziran – 20 Haziran arasında Sertab Erener’in Rengarenk adlı yeni albümünün ücretsiz dijital versiyonunu öncelikli olarak indirebilecekler (Akıllı Telefonların En İyi 11’i).

Sanatçının merakla beklenen yeni parçalarının keyfini erkenden çıkarmaya başlayacak müzikseverler 1 yıl boyunca Ovi Müzik katalogunda sunulan milyonlarca ücretsiz şarkıdan da istedikleri kadar şarkıyı bilgisayarlarına ya da Comes With Music Edition mobil cihazlarına indirip dinleyebilecekler.

Sertap Erener ‘Rengarenk’ albümü ile müzik marketlerde ki yerini aldı. 17 parçadan oluşan ‘Rengarenk’ albümünde ‘Açık Adres’ şarkısı dinlenme rekorları kırıyor. İşte albümde yer alan şarkıların tümü…

Albümdeki Parçalar

01. Sertab Erener – Rengarenk – Açık Adres (Akustik)
02. Sertab Erener – Rengarenk – Asla
03. Sertab Erener – Rengarenk – Avare
04. Sertab Erener – Rengarenk – Ayrılık Ve Biz
05. Sertab Erener – Rengarenk – Bir Çaresi Bulunur
06. Sertab Erener – Rengarenk – Bir Damla Gözlerimde
07. Sertab Erener – Rengarenk – Bir Varmışım Bir Yokmuşum
08. Sertab Erener – Rengarenk – Bu Böyle
09. Sertab Erener – Rengarenk – Ego
10. Sertab Erener – Rengarenk – İkimiz Bir Fidanın
11. Sertab Erener – Rengarenk – İstanbul
12. Sertab Erener – Rengarenk – Koparılan Çiçekler (Akustik)
13. Sertab Erener – Rengarenk – Koparılan Çiçekler (Remıx) Burak Yeter
14. Sertab Erener – Rengarenk – Koparılan Çiçekler (Remıx) Davıd Saboy Ve Ozan Yılmaz
15. Sertab Erener – Rengarenk – Koparılan Çiçekler (Remıx) Phılıppe Laurent
16. Sertab Erener – Rengarenk – Koparılan Çiçekler
17. Sertab Erener – Rengarenk – Rengarenk

Sertab Erener, Türk pop şarkıcısı. 1990′lar ve 2000′ler boyunca sürekli albümlere imza atan sanatçı, ayrıca 2003 yılındaki Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’ye ilk birinciliği kazandırmıştır.

1964 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Annesinin adı Yücel, babasının adı Nizamettin’dir. 11 yaşında kolit hastalığına yakalandı. Işık Lisesi ve İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda şan eğitimi aldı ve okulunda başarılı bir soprano oldu. Mezun olduktan sonra çeşitli gruplarda ve Sezen Aksu’nun yanında vokalistlik yaparak profesyonel müzik yaşamına başlayan Erener, 1990′ların başında Sezen Aksu’nun desteğiyle adını duyurmaya başladı. Ayrıca Fahir Atakoğlu ile birçok reklam müziğini seslendirdi.

Bu arada 1989′da Sertab Altın ismiyle (İlk eşinin soyadı) Klip adlı grupla “Hasret”, 1990′da “Sen Benimlesin” şarkılarıyla iki kez Türkiye Eurovision elemelerine katıldı ancak Türkiye’yi temsil edemedi. İlk albümü olan Sakin Ol 1992 yılında yayınlandı albüm satışı 1 milyon barajını geçti. 1994′de Lâ’l ve 1997 ‘de Sertab Gibi yayımlandı. 1999′da SertaB Erener albümünü yayınladı. Bu albümde “Yanarım”,”Zor Kadın”,”Vur Yüreğim”,”Aşk” gibi sevilen şarkılar yer aldı. İlk 3 ayda 500.000 adet satan albümde Alaturka eser olan “Makber” ve Mozart’ın Queen of the Night aryasını seslendirdi. 2000 yılında Voice Male grubu ile Zor Kadın adlı şarkısını akapella tarzında söyledi ve dünya listelerinde şans aradı.

Aynı yıl Bu Yaz adlı teklisinde Ricky Martin ile söylediği Private Emotion ve Yunan sanatçı Mando ile yaptığı Aşk/Fos adlı düetlere yer verdi. Fikret Kızılok’un bestelediği Kumsalda adlı parçasıyla sunduğu son albümü Turuncu’yu 2001 Haziran ayında çıkardı. Sertab Erener 2003 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Every Way That I Can adlı parçayla Türkiye’yi temsil etti ve Eurovision birincisi oldu. Eurovision birincisi olduktan sonra ilk İngilizce albümü olan No Boundaries‘i çıkardı. Bu albümün içindeki “Here I Am” adlı parça da büyük ilgi topladı.

2005 yılında çoğunluğunu kendi söz ve müziklerinin oluşturduğu Aşk Ölmez adlı albümüyle bu kez daha olgun ve kendi halinde şarkılarla gündeme oturan Erener, aynı yıl Eurovision için bir kez daha sahnedeydi. Everyway That I Can, Eurovision Şarkı Yarışması 50. Yıl özel gösterisinde, 50 yılın Eurovision birincileri arasında en iyi 9. şarkı seçildi. MTV Avrupa Müzik Ödülleri 2007 de En İyi Türk Sanatçı dalında aday oldu. Rumeli Hisarı Konserleri’nde yıllar boyunca konserler verdi.

2009 İlkbaharı’nda sosyal iletişim siteleri Twitter ve Friendfeed’e üye olmuştur.

Demir Demirkan ile beraber kurduğu “Painted On Water” grubunun kendi adıyla yayımladığı ilk albümü 2009′da ABD’de ve Türkiye’de yayımlandı. ABD’de birçok yerde albüm tanıtım konserlerine çıktı ve büyük beğeni topladı. Aynı yıl Soner Sarıkabadayı imzalı “Bu Böyle” adlı teklisi ile yine sevenleriyle buluştu.

1990-1996 yılları arasında, pop müzik sanatçısı Levent Yüksel ile evli kalmıştır. 2009 Aralık ayında ise yine Soner Sarıkabadayı imzalı “Açık Adres” teklisini piyasaya çıkarttı. Bu Böyle single ile yeni bir tarz yakalayan şarkıcı yine Açık Adres single ile de haftalarca liste başında kalmayı başardı. 2010 yılının Şubat ayında dağıtılan Grammy ödülerine ilk olarak Amerika’da piyasaya sunduğu “Painted On Water” albümünün aday gösterilmesi için başvurmuştur.

Eurovision da alınan kötü sonuçların ardından artık yarışmaya katılan şarkı ve sanatçılar da köklü birçok değişimin olması gerektiğin kabul eden TRT 2003 yılında birçok başarılı çıkışı ve albüm satışları olan Sertab Erener’e Türkiye’yi temsil etmesi için teklif götürdüler. Bu teklifi kabul eden Sertab Erener TRT’nin de izni ve desteğiyle söz ve müziği Demir Demirkan’a ait, yarışmada çiftetelli ritmi kullanılarak oynan Everyway That I Can Yapabileceğim her şekilde parçası 2003 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil ederek, Türkiye’ye Eurovision tarihinin ilk birinciliği kazandırdı. 2004 yılında düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması’ınıda 2003 yılı birincisi Sertab Erener yaptı.

Bolu Express Gazetesi-İmdat Arslan

SAĞLIKLI BİR TOPLUM ADINA RUH SAĞLIĞI MERKEZİ…

 

   

Bir insanın mesleğini sevip sevmediğini, yaptığı işlerle anlayabilirsiniz.

   Tıpkı Dr. Hülya ENSARİ Hanımefendinin yaptıkları gibi

   Dr. Hülya ENSARİ, Ruh ve Sinir Hastanesi Başhekimi.

   Ayrıca, bu hastaneye bağlı olarak kurulan, hastanede tedavisi yapılan hastaların gündüz hastaların rehabilitasyonu için açılan, TOPLUM ve RUH SAĞLIĞI MERKEZİ için gecesini gündüzüne katan çalışkan bir hekim.

   Sayın Ensari, yurtdışında Finlandiya ve İtalya da toplum temelli ruh sağlığı modelini inceleyerek bunun bir örneğini Bolu’da yaşama geçiren kişi.

   Bu merkez; Ankara, Zonguldak, Bartın, Düzce, Karabük ve Kırıkkale gibi illeri içine alan Bolunun merkez olarak kabul edildiği bölgesel bir proje.

   Burada amaç; aile hekimleriyle ve hasta aileleriyle koordineli çalışarak ruh sağlığı yerinde olmayan hastaları daha doğrusu toplumda deli diye tabir edilen hastaların ilaçsız olarak,Toplum Ruh Sağlığı Merkezinde REHABİLİTASYONUNU YAPMAK.

   Geçtiğimiz Pazartesi günü Köroğlu Gazeteciler Cemiyeti Yönetimi ve üyeleri olarak Sayın Hülya ENSARİ’nin Toplum ve Ruh Sağlığı Merkezini ziyarete gittik.

   Sayın ENSARİ ve ekibinin kısıtlı olanaklarla yaptıkları iyileştirmeleri ve hizmetleri gördük.

   Türkiye de ilk olan bu uygulama aslında dünyada çağdaş bir sağlık anlayışının ürünü.

   Bu ünite, merkez ve ilçelerdeki hastaları tespit ederek işe başlamış.

   Şu ana kadar 496 adet hastaya ulaşılmış ve kayıt altına alınmış. Bu hastaların 147 si aralıklarla bu merkeze gelerek kıt imkanlarla rehabilite ediliyor.

   Şimdilik günde 20 hastayı çeşitli faaliyetlerde (müzik, resim, el sanatları) bulundurarak, yitirdikleri yetilerini tekrar kazandırılma yoluna gidiliyor.

   Her hastanın bağlı olduğu bir hemşiresi var. Bu hemşirelerin Türkiye’de ruh sağlığı konusunda isim yapmış hocalardan mesleki anlamda bilgilendiklerini öğrendik.

   Toplumda, Şizofreni hastalığı denildiğinde, bu hastalığın genetik bir geçme yatkınlığı akla gelmeli.

   Ayrıca bu hastalığın, insanların hayatını ciddi anlamda sarsacak(askerlik, savaş, ve çeşitli stresli ortamlarda) ortaya çıktığı bilinmeli.

   Hülya Hanımın kendi elleriyle sıktığı bir kartopu ile başlayan bu anlamlı proje, şimdilerde yuvarlanarak koca bir hizmet birimi haline gelmiş.

   Hülya Hanım bir yandan yoğun şekilde bu merkezle uğraşırken, diğer yandan da hasta ailelerinin kuracağı bir dernek için çalışıyor.

   Bu derneğin parasal problemlerini çözmek içinse, derneğe maddi getirisi olan projeleri de hayata geçirmeye çalışmış.

   Ancak gelinen noktada böylesi örnek bir sağlık merkezinin ciddi problemleri var.

   Öncelikle fiziki anlamda iyileştirmelerin ve binaların içindeki donanımların acilen giderilmesi gerekiyor.

   Bunun içinde 260 BİN LİRA GİBİ BİR KAYNAĞA ihtiyaç var. Saygıdeğer Ahmet BAYSAL amca bu anlamda kendisinin öncülüğünü yaptığı bir kampanya ile çözme yoluna gitmeyi istiyor.

   Ahmet amcanın Bolu dan ve Bolululardan ilk defa bu anlamda öylesi bir isteği oldu.

   Toplum ve Ruh Sağlığı Merkezine BOLULULARIN HEP BİRLİKTE EL ATMASI GEREKİYOR.

   El atmadan öncede, bir kez olsun Gölyüzü Mahallesindeki eski MİT binasının olduğu, şimdiler ise, Toplum Ruh Sağlığı Merkezi olan bu yere bir kez gitmelerini ve oradaki çalışmaları ve bu merkezde çalışan personelin yaydığı özverili havasını solumaları gerekir…

   Bolu halkı, sağlık camiası, hasta ve hasta yakınları Hülya ENSARİ gibi önce insana, sonra başhekime sahip olduğu için gurur duymalı…

Erhan Beykoz-BOLU Olay Gazetesi

Hülya Ensari

Ahmet Baysal’ın bizlere tavsiyesinin diğer adı, İzzet Baysal’ın yolunda olup olmadığımızın bir göstergesi olacaktır. Yıllardır ülkemize devlet gibi yatırımları karşılıksız yapan İzzet Babamızın vakıf başkanı, yıllar sonrası Bolululardan istediği küçük bir isteğini yerine getirebilecek miyiz!
Ahmet Amcamızın ne istediğine bakmamız gerekir. Sayın Ahmet Baysal, Toplum Sağlığı Merkezinin yapımına, teşrifine yardım edin, demişti. Yani vakıf bütün varlığını Bolu’ya yatırırken, sizde küçücük bir taşın altına elinizi koyun diyor.
Köroğlu Gazeteciler Cemiyeti olarak bizde elimizden geleni yapmamız için Ahmet Baysal’dan gelen mektup ile harekete geçtik. Pazartesi günü cemiyetin yöneticileri ve birkaç arkadaşımla Toplum ve Ruh Sağlığı ünitesini başhekim Hülya Ensari eşliğinde bilgilendirilerek gezdik.
Toplumda yüzde bir olan hasta sayısından, hastanenin kurulma aşamasına, Türkiye’de Sayın Ensari’nin Finlandiya ve İtalya gezileriyle hazırladığı raporu ve yapılması gerekenleri öğrendik. Yine Türkiye’de ilk olma cesaretini gösteren Sayın Ensari’nin yüreğini gördük.
Yoktan var etmenin, her şeyin devletten beklemenin doğru olmadığını, halk olarak bizlerin yapabileceklerini anlattı. Hani, Bolu her yeni işte sahipsiz olduğundan pilot il olur ya, bu kez bir hanım başhekim kimsenin dayatması olmadan adım atıyor.
Bizim yapacağımız çok iş olmadığını da gördüm.Yapılacak işler küçük ama insanlığa ve hastalarımıza can verecek olması benim gibi birçok Boluluyu mutlu edecektir.
Biz cemiyet olarak bir yola çıktık. Sayın Uğur Tunçok’tan herhangi bir cevap gelmemesine rağmen yapacağını düşündüğüm yardım, Bağışçılar Vakfının olaya el atması ile gerisini halledebiliriz.
Bolulu olarak neler yapacağımızı dünya aleme gösterelim.