Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Ahmet BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Doktor, öğretmen, avukat, gazeteci, yazar… Siz hangi mesleği yapıyorsunuz? Mesleğinizden memnun değilseniz, sizin için derlenen ‘Dünyanın en eğlenceli 10 mesleği’ listesine göz atmanızı öneriyoruz.

Ada bakıcılığı:

Mynet’in haberine göre, 34 yaşındaki Ben Southall’ın Hamilton Adası’na 6 ay bakarak 111 bin dolar kazanmasını sağladı.

Lüks yatak test edicisi:

22 yaşındaki üniversite öğrencisi Roisin Madigan lüks yataklarda uyuyarak onları test ediyor ve yatak başına 1500 dolar kazanıyor. Madigan sabah 10’dan akşam 6’ya kadar vaktini lüks yataklarda geçirip, iyi bir yatak ve uykunun yararlarını blogunda yazıyor.


Su kaydırağı müfettişi:

Tommy Lynch sadece bu yıl 27 bin mil yol yaptı. 29 yaşındaki Lynch yükseklikleri, hızı, su miktarı gibi konular üzerinden su kaydıraklarını test ediyor.

Hayat kadını testçisi:

Model ve DJ olan Jaime Rascone Şili’nin ünlü mamalarından Madam Fiorella’ya işe alacağı ve en önemli müşterilerine sunacağı kızları son bir denemeden geçirme teklifi götürünce hayatının işine sahip oldu. Fiorella’nın işe alacağı kızları bir gün içinde test eden Rascone görüşlerini rapor olarak patronuna sunuyor. Rascone ayda bir kez bu işi yaparken yılda 70’e yakın kızı teste tabii tutuyor.


Şarap tadıcısı ve blogcu:

Hardy Wallace ayda 10 bin dolara şarapları tadarak onlar hakkındaki bilgileri facebook ve Twitter adresinde güncelliyor.


Şeker tadıcısı:

Harry Willsher ise gizli tariflerle yapılan şekerleri tatmak. Bu en iyi iş olarak görülmese de en tatlısı olduğu aşikar.


Prezervatif testçisi:

Durex 18 yaş üstü bir grup Avusturalyalıyı ürünlerini test etmesi için işe aldı. 60 dolarlık ürün verilen kişiler 200 farklı pozisyonluk durumda prezervatifleri test ediyor. Şanslı çalışanlara 1000 dolar da bonus veriliyor.

World of Warcraft oyun testçisi:

Dünyanın en meşhur oyunlarından World of Warcraft (Wow) oynayan ve iki 80. seviyeye gelerek saatte 200 altın kazanabilenler oyunun yeni sürümünü önceden test etmek için işe alınıyor. Tabii günde en az 4 saat bu oyunu oynamak seçilmek için artı bir şans yaratıyor.


Müze eğlence müdürü:

6 yaşındaki Sam Pointon York bölgesinde bulunan Ulusal Demiryolu Müzesi’ne oyuncak trenini kullanmaktaki başarısını anlatan bir mektupla başvurmuş. Yetkilileri etkileyen bu mektup sonunda 6 yaşındaki Pointon şu an müzenin eğlence müdürü.


Google haritası için kameralı bisikletçi:

İki şanslı bisikletçi Google tarafından işe alınarak, bisikletlerinin arkasına asılan kameralar sayesinde başkent Paris’te arabaların giremediği tarihi yerlere gidiyor ve fotoğraflarını çekiyor. Bisikletçiler turlarını yineleyerek Google haritasına da yeni fotoğraflar gönderiyor.

Sarı mutluluğun, gri depresyonun rengi… İnsanın ruh sağlığı ile renkler arasındaki ilişkiyi araştıran bilim adamları, duyguların da rengi olduğunu ortaya koydular.

Depresyondaki insanların donuk, kendini iyi hissedenlerin ise sıcak renkleri tercih ettiğine işaret eden bilim adamları, bunun, çocukların ve iletişim sorunu yaşayanların hastalıklarının teşhisine yardımcı olabileceğini belirttiler.
        
İtalyan La Repubblica gazetesinde yayımlanan habere göre, İngiltere’deki Manchester Üniversitesi’nden bir grup bilim adamı, sağlıklı 105 ve depresyondaki 108 yetişkinin her birinden, kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor, kahverengi, siyah, beyaz ve grinin 38 tonunun bulunduğu renk tablosundan ruhsal durumlarına en uygun olan rengi seçmelerini istediler. Araştırmacılar, depresyondakilerin grinin, sağlıklı katılımcıların ise sarının tonlarını tercih ettiklerini gözlemlediler.
        
Araştırmanın ikinci bölümünde ise sağlıklı 204 gönüllüden renkleri pozitif, negatif ve nötr olarak ayırmalarını ve en sevdikleri renkleri seçmelerini isteyen bilim adamları, katılımcıların sadece yüzde 10’unun, ruhsal durumlarını temsil etmesi için griye yöneldiklerini belirttiler.
       
Araştırma sonuçlarının, beynin, insanın ruh haliyle renkleri hemen eşleştirdiğini ve bu şekilde dış dünyayla iletişim kurduğunu gösterdiğini kaydeden bilim adamları, bu ilişkinin sürekli dile getirildiğini, ancak şimdiye kadar bu konuda yapılmış tam ve gerçek bir araştırmanın mevcut olmadığını vurguladılar.
        
Araştırma ekibinin başındaki Peter Whorwell, şu anda asabi bağırsak sendromu görülen ve dolayısıyla da oldukça sıkıntılı olan hastalar üzerinde çalışmakta olduğunu belirterek, “Renk çarkının, bu hastaların psikolojik tedavilere verdikleri yanıtı görmemize yardımcı olmasını umuyorum” dedi. Kelimelerin yetersiz kaldığı ve sözsüz ifade yöntemlerinin daha etkili olduğu durumların olduğunu ifade eden Whorwell, bu gibi durumlarda renklerden faydalanılabileceğini söyledi.

Borusan Otomotiv BMW Satış Müdürü Faik Akkök, geçen yıl yaşanan küresel ekonomik kriz nedeniyle 2010 yılında lüks otomobil pazarında küçülme beklerken, hedeflediklerinin üzerinde satış yaptıklarını bildirdi.

Antalya– Yeni BMW 5 Serisinin tanıtımı İstanbul’dan sonra Antalya Cam Piramit Sabancı Kongre ve Fuar Merkezi’nde yapıldı. Borusan Otomotiv BMW Satış Müdürü Faik Akkök, lüks otomobil segmentinin durumunu değerlendirdi. Küresel krizin en şiddetli hissedildiği geçen yıl otomotiv sektöründe önemli bir daralma olduğunu anımsatan Akkök, geçen aralık ayında 2010 yılı program ve hedeflerini yaparken küresel krizi de göz önüne alarak, bu yıl içinde bir daralma öngördüklerini belirtti. Akkök ”Ancak yılın üç aylık döneminde hiç ummadığımız bir satış oldu. Hem BMW hem de, rakiplerimizin satışları gayet iyi. Geçen yıl ÖTV desteği de olmasına rağmen sektör krizden olumsuz etkilenmişti. 2010 yılında satışlar iyi olamayacak diye program yapmıştık. Ancak yılın ilk üç ayındaki satışlar bizi şaşırttı” dedi.

Lüks otomobil segmentinde 2009 yılının ilk üç ayına göre, bu yılın aynı döneminde yüzde 1,6 daralma olmasına karşılık lüks otomobil satışlarının kendileri açısından çok iyi olduğunu vurgulayan Akkök, şunları kaydetti: ”Ekonomik kriz yaşanan 2009’da Türkiye’de 27 bin lüks otomobil satıldı. Bu yıl 28 bin satış bekleniyor. BMW olarak yılın ilk üç ayında 900 satış hedeflemiştik. Ancak hedefi astık ve bin 82 adet BMW satışı yaptık. Destek olmadığı bir dönemde bu satışlar çok iyi. Lüks otomobil segmentinde daralma beklerken aksi oldu.”

BMW Türkiye’den yedek parça alımını artıracak

BMW’nin Türkiye’de üretimi şimdililik düşünmediğini belirten Akkök, BMW’nin Türkiye’den yedek parça alımını artırma kararı aldığını bildirdi. BMW’nin hem görselliğe, hem teknoloji ve güvenliğe büyük önem verdiğine dikkati çeken Akkök şöyle devam etti: ”BMW Türkiye’den alacağı yedek parça miktarını artırma kararı aldı. Geçen ay Almanya’da bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Türk yedek parça üreticileri de katıldı. Önemli görüşmeler oldu. Türk otomotiv yedek parçaları kaliteli olduğu için önemli anlaşmalar yapıldı. Özellikle otomobil camları için büyük miktarlarda alım hedeflendi.”

Adil Gür yönetimindeki A&G Araştırma Şirketi oldukça kapsamlı ve ilginç sonuçlar elde edilen bir futbol araştırması yaptı.

Hürriyet’in yaptırdığı araştırma sonucunda ortaya en ateşli, en çok taraftara sahip, en çok kızılan, en çok para harcayan, en erkek taraftarı olan takımlar çıktı.

Diğer takım taraftarları tarafından en çok kızılan takım Fenerbahçe. Bunu Galatasaray izliyor ama Diyarbakırspor cevabı da oldukça yüksek. Her beş Trabzonlu’dan biri Diyarbakırspor’a gıcık. İstanbul’da ise Diyarbakır’a en tepkili olanlar yüzde 14 ile Beşiktaşlılar.

Futbol severlerin yarısından çoğu maç uğurlarına inanıyor. Çoğunluk dua ediyor. Bunu maçı hep aynı mekanda izlemek, aynı koltukta maça bakmak, aynı kıyafeti giymek takip ediyor.

En çok taraftar yüzde 33.8 ile Galatasaray’ın. Ardından yüzde 26.6 ile Fenerbahçe geliyor. Beşiktaş 18.4 ile üçüncü. Yüzde 10.1 ile dördüncü Trabzonspor’u yüzde 2.9 oranla Bursaspor izliyor. En ateşli taraftar yüzde 44.8 ile Çarşı taraftarı. Bunu Fenerbahçe, Galatasaray ve Bursaspor takip ediyor. Takımına en bağlı taraftar Cimbombom’un. Aynı şekilde en sıkı seyirci ve izleyici kitlesi de sarı-kırmızılı. Futbol için en çok taraftarı bulunan Galatasaraylılar futbola en çok vakti de harcıyor. Ama iş paraya gelince cimriler. En az harcamayı onlar yapıyor. Fenerbahçe taraftarı spora en çok parayı harcıyor.

En genç takım Galatasaray

Futbolla en haşır neşir olan Galatasaray taraftarı; yüzde 82.6’sı futbolla ilgileniyor. Bunu yüzde 77.8’le Fenerbahçe taraftarı takip ediyor. Ardında çok küçük bir farkla (yüzde 77.4) Beşiktaş taraftarı var. Ve son olarak yüzde 62.9 ile onları Trabzonsporlular geliyor. En erkek takım Galatasaray, en çok kadın taraftar Trabzonspor’da. Kadın erkek, dengesinin en iyi ayarlandığı takım Beşiktaş. En genç taraftarı olan takım Galatasaray, Beşiktaş ile Trabzon en yaşlı taraftarlara sahip. Eğitim oranı en düşük olan takım Galatasaray ama bunda genç bir taraftar kitlesine sahip olmasının etkisi büyük. Çünkü bu genç taraftarların büyük bir bölümü halen öğrenci. Genç taraftarının azlığı Beşiktaş’ı en eğitimli taraftar profiline çıkarıyor.

En romantik Trabzonsporlular

Tarafların yüzde 57’si derbi için arkadaş randevularından vazgeçmeye hazır. Doğumgünleri de vazgeçilebilecek ilk aktivitelerin başında. Sevgilililer Günü ve bir yakının düğünü de gözden çıkarılıyor. En romantik Trabzonsporlular, doğumgününden ve evlilik yıldönümlerinden vazgeçemiyorlar. En maço olanlarıysa Fenerbahçe taraftarı. Onlar evlilik yıldönümü falan dinlemiyor. En zor vazgeçilense, ne kadar fanatik olunursa olunsun iş görüşmeleri ve sınavlar.
Hakem takım aleyhine karar verirse taraftarların her dördünden biri küfür ediyor. Bunu alkışla protesto, yuhalama, ıslık ve elindekini fırlatma takip ediyor. Tabii küfür erkekler arasında daha yaygın. “Elimde bir şey varsa fırlatırım” diyenlerin oranı ise kadınlarda yüksek.


Soyadı gibi takım tutuluyor

Taraftarladan yüzde 89’u doğuştan kendi takımlarını tutuyor. Ama çevre baskısına maruz kalanlar yok değil. Takım değiştirenlerin çoğunluğunda eş ve nişanlı etkisi en fazla. Erkek arkadaşın etkisiyle takım değiştiren kadınlar var. Bu takımlar arasında en fazla bırakılanı yüzde 3.3 ile Galatasaray ardından yüzde 2.7 ile Fenerbahçe ve Beşiktaş geliyor.

Ankete katılanların çoğu, “babam, ben ve çocuğum aynı takımı tutuyoruz” cevabını veriyor. İkinci yoğun cevap “Babam ve ben”. Üç nesil aynı takımı tutanlar en çok Trabzonsporlular. Beşiktaş’ta bu gelenek zayıf. Taraftarların yüzde 80’i takımına bağlı, asla bırakmayacağını söylüyor. Ama istisnalar var. Örneğin takımı maçı satarsa, 10 yıl şampiyon olamazsa veya küme düşerse takımımızdan vazgeçebiriz diyorlar.

Hepsinin gönlünde Arda yatıyor

Futbol severlerin yüzde 25’i takımlarında Arda’yı görmek istiyor. Bunu yüzde 12 ile Alex ve Sercan izliyor. Peki futbolcular kazandıkları parayı hak ediyor mu? Taraftarların yarısından çoğu yerli futbolcuların kazandıkları parayı hak ettiği görüşünde. Ama yabancı futbolcularda durum değişiyor. Yabancıların aldıkları parayı hak etmediklerini düşünüyorlar. Futbolculara aldıkları parayı en çok helal eden Galatasaray taraftarı. Tam tersiyse Trabzonspor taraftarı. Teknik direktörlerde de aynı durum geçerli: Yerli hocaların paralarını hak ettiği düşünülürken, yabancı direktörlerin hak etmediği kanısı hakim.


En çok Barcelona taraftarı var

Her 100 erkekten 65’i bir de yabancı takımı tutuyor. Bu orana daha çok gençler dahil. Barcelona yüzde 20.8’le birinci sırada ve Türkiye’de Beşiktaş kadar taraftara sahip. Hemen ardından Real Madrid ve M. United ile Milan geliyor.
 

Spor haberleri mutlaka okunuyor

Futbol severlerin çoğu aynı zamanda iyi bir gazete okuru. Yüzde 81.2’si gazete okuduğunu söylüyor. Bu da Türkiye’de en az 24 milyon gazete okuyucusu olduğunu gösteriyor. Yani bir gazeteyi ortalama sekiz kişi okuyor. En çok okunan gazete yüzde 37 ile Posta. Bunu yüzde 29 ile Hürriyet takip ediyor. Erkekler yüzde 75.5’i spor haberlerini birinci sırada takip ediyor. Aynı şekilde gençlerde spor haberlerine kayıtsız kalamıyor. Spor deyince de erkeklerin yüzde 90’ının aklına futbol geliyor.

İkinci takım Beşiktaş

Taraftarların yüzde 66’sı ikinci bir takıma sempati duyuyor. İkinci takım olarak en çok tercih edilen Beşiktaş ve ardından Galatasaray.

Şaşırtıcı olarak bu takımları Fenerbahçe yerine Bursaspor takip ediyor.

Beşiktaşlılar’ın yüzde 17’si Galatasaray’a, yüzde 7.3’ü Fenerbahçe’ye, Galatasaray’lıların 12.9’u Beşiktaş’a, yüzde 4.8’i Fenerbahçe’ye, Fenerbahçeliler’in yüzde 9.7’si Bursa’ya, yüzde 8.1 Beşiktaş’a yüzde 2.3 Galatasaray’a sempati duyuyor.

Nature Neuroscience ve Psychological Science dergilerinde yayımlanan ‘Fast Food’ yiyeceklerle ilgili iki farklı araştırmayla, bu tür yiyeceklerin daha önce bilinmeyen olumsuz etkilerine dikkat çekildi.

 Kaliforniya’daki Scripps Research Enstitüsü’nde farelerle gerçekleştirilen ilk araştırmada, Fast Food türü gıdaların her tür uyuşturucu gibi, beyindeki kimyasal dengeyi bozduğu anlaşılmış. Hazır gıdalar, insan ve hayvanda geçici olarak rahatlama duygusu veren “ödüllendirme sistemini” (“Reward System”) etkilemekte. Sistem şişmanlara da oyun oynuyor. Mesela ne kadar çok patates kızartması yerlerse, beyin son seferde yarattığı mutluluk duygusunu yaratmak için daha fazla takviye gıda istiyor.

Araştırmayı yöneten bilim adamlarından biri olan Paul J. Kenny, farelerin araştırma sırasında yemek yeme kontrolünü tamamen kaybettiklerini söylüyor ki bu da bağımlılığın başlıca belirtisi. Farelere elektroşok uygulandığında bile yemekten vazgeçmemişler. Fareler sosis, yağlı et ve cheescake gibi yiyeceklerle beslenmiş. Araştırmanın başından itibaren şişmanlamaya başlayan farelere, yağlı yiyecek yerine salata ve sebze verildiğinde bunları yemeyerek aç kalmayı tercih etmişler.

Araştırma ekibi beyin, seks, abur cubur ve uyuşturucu gibi uyartılara tepki olarak dopamin üretiyor. D2 reseptörünün seks ve uyuşturucu bağımlılığı üzerindeki etkisi uzun bir süredir biliniyordu, son araştırmada D2’nin Fast Food tüketimine de tepki gösterdiği ortaya çıktı. Reseptör aşırı dopamin akışını daha iyi işleyebilmek için yavaşlamakta ve mutluluk duygusunu yaratmak için hep daha fazla abur cuburla uyarılan dopamine ihtiyaç duymakta. Aynı süreç uyuşturucu maddelerde de devreye giriyor.

Toronto Üniversitesi psikoloğu Sanford DeVoe ve Rotman, Chen-Bo Zhong ile birlikte McDonalds ve benzeri Fast Food lokantalarını inceleyerek ilginç bir sonuca ulaştı. Hazır yiyecek, beslenme alışkanlığı dışındaki davranışlarımızı da etkilemekte. Araştırmacılara göre hazır yiyecek lokanta zincirlerini düşünmek bile bizi daha sabırsız kılmaya yetiyor. Anlaşıldığı üzere hızlı yemek yeme kültürü, mutluluk ve ödüllendirme hissini daha çabuk tadabilmek için bizi sabırsızlaştırıyor. Demek ki hazır yiyecek davranışlarımız üzerinde sanılandan çok daha fazla etkili, diyor bilim insanları.

Bu hap hasta tarafından yutulduğunu doktorun cep telefonuna ya da bilgisayarına bildiriyor.

  Amerika’da Florida Üniversitesi araştırmacılarınca geliştirilen bir yöntemle artık ilaçlar, hastalarca yutulduklarını biyobozunur bir antenle doktorlara doğrudan iletebilecekler.

Verilen ilaçların kullanılmaması, ya da düzensiz alınması, tedavinin ve tıp araştırmalarının önemli bir sorunu. Hastaların ilaçlarını almayı unutmaları, reddetmeleri ya da ilaçları karıştırmaları, tıbbi sorunları ağırlaştırıyor, gereksiz yere hastanede bakımı gerektiriyor, pahalı müdahalelere yol açıyor, yeni ilaçlar üzerinde yapılan deneyleri de olumsuz etkiliyor. Yalnızca ABD’de ilaçların düzenli kullanılmaması nedeniyle yılda 218.000 kişinin yaşamını yitirmesi, sorunun büyüklüğüne bir kanıt.

Soruna bulunan pratik çözüm, Rizwan Bashirullah adlı genç araştırmacı ve ekibinin eseri. Geliştirilen sistem iki bileşenden oluşuyor: Birincisi, üzerinde gümüş renkli çizgiler bulunan bir işaret taşıyan standart beyaz bir kapsül. Toksik olmayan, metrenin milyarda biri ölçeklerdeki gümüş nanoparçacıklardan yapılı bir mürekkeple basılan çizgiler, anten görevi yapıyor. Kapsülün içinde ayrıca bir nokta büyüklüğünde bir mikroçip de bulunuyor.

Hasta tarafından yutulduğunda ilaç, sistemin ikinci bileşeni olan küçük bir elektronik aygıtla iletişim kuruyor. Bu aygıt şimdi hastanın vücuduna bağlanıyor ya da üzerinde taşınıyor; ama ileride cep telefonunun ya da saatinin içine de yerleştirilebilecek. Aygıt yutulma mesajını aldıktan sonra bunu bir cep telefonuna ya da bir dizüstü bilgisayara aktarıyor, buradan da doktorlar ya da hastanın aile bireylerine iletiliyor.

Kapsül’ün yayınını yapması için pile gereksinimi yok; çünkü hastanın üzerindeki aygıt, son derece düşük voltajdaki elektrik atımlarıyla gerekli gücü kapsüle sağlıyor. Bu atımlar mikroçipe gümüş anten aracılığıyla mesajını göndermesi için enerji veriyor. Sonunda anten mide asitlerinde çözünüyor ve mikroçip de görevini tamamlamış olarak dışkı yoluyla vücuttan çıkıyor.

Ekip, “konuşan hapı” önce yapay insan modelleri, daha sonra kadavralar üzerinde başarıyla denemiş. Geride bıraktığını incelemek için de anten, yapay olarak sentezlenen mide asitlerine tabi tutulmuş ve vücutta kalan gümüşün her gün musluk suyuyla alınandan daha az olduğu görülmüş.

Ercan Çitlioğlu “Başbuğ-Org. İlker Başbuğ ile Tarih ve Gelecek” adlı kitabını ve koşutunda askeri kanattaki son gelişmeleri değerlendirdi.

Gamze Akdemir-Cumhuriyet

Terör uzmanı  Ercan Çitlioğlu ile “Başbuğ-Org. İlker Başbuğ ile Tarih ve Gelecek” (Destek Yayınları) adlı kitabını konuştuk. Kitapta Orgeneral İlker Başbuğ’un yanı sıra, sosyoloji ve felsefeye olan ilgisi öne çıkan ve her fırsatta eğitimin önemine değinen “yurttaş İlker Başbuğ kim?” sorusuna da odaklanıyor Çitlioğlu. Kitabın hazırlanmasında temel amaç TSK’nin en etkili ağızlardan vurguladığı ülkenin birincil sorunları karşısındaki duruş ve görüşlerinin neler olduğunu bir bütünlük içinde sunmak. Ercan Çitlioğlu, “Başbuğ-Org. İlker Başbuğ ile Tarih ve Gelecek” (Destek Yayınları) adlı kitabının koşutunda askeri kanattaki son gelişmeleri de değerlendirdi.

“Orduyu imha etmek için, mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da tebeşşüs ettiler.” (Temmuz 1920) Mustafa Kemal Atatürk


– Son günlerde verdiği demeçlerde, Ergenekon’un Erzincan yapılanmasının yöneticisi olmakla suçlanan, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’e ilişkin iddianamedeki suçlamalara tepki gösteren Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, suçlamaların bütünüyle gizli tanık ifadelerine dayandırıldığını, askeri yetkililere bilgi verilmediğini, bilgi de istenmediğini söyledi. Özellikle kitabınızın koşutunda sorarsak bu konudaki rahatsızlığını ilk kez dile getirmiyor Orgeneral Başbuğ?

– Orduda hiç kimse böyle şeylere tevessül etmez demiyor Sayın Başbuğ. Kişisel hataların kurumun da kurumsal bir hata içerisinde olduğunu göstermediğini ifade ediyor. Bu nüansı çok iyi anlamamız lazım. Ayrıca hata yapan varsa kendi kurumsal kimliğimiz ve prosedürümüz içerisinde cezasını mutlaka veririz, müsaade etmeyiz diyor. Bir basın açıklamasında “Bunları kim söylüyor, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başı olan ben Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ olarak söylüyorum” diyor. Bu kadar açık ve net biçimde illegal yapılanmalara tavır alan ve bu tavrını da Genelkurmay Askeri Savcılığının açtığı soruşturmalarla belli eden bir tutum söz konusu iken bu kişiyi, ihbarlarla ilgili olarak bilgilendirmeme ve işbirliği istememenin bir üzüntü, bir haksızlığa uğramışlık duygusu yaratması son derece doğaldır.

– Asker-sivil ilişkileriyle ilgili herhangi bir sorun görmüyorum açıklamasında da bulundu öte yandan…

– Siyasi iktidarla Genelkurmay arasında “sivil erk” durumu anlamında herhangi bir görüş ayrılığı olduğunu düşünmüyorum. Ama usuller şaşıyor… Sayın Başbuğ “Bir soruşturma açmak gerekliyse, yargı organlarınca bu gerekli görülüyorsa en azından bizimle işbirliği yapabilirler, bunu bekliyoruz” demesine rağmen bunun olmadığını görüyoruz.

Mesela Erzincan’da bu işbirliği  çok gerekli. Bunun olmaması, bunu siyasi iktidar da yalanlasa, Genelkurmay da yalanlasa kurumlar arasında sanki bir ayrışma, bir çatışma varmış görüntüsünün ortaya çıkmasına neden oluyor. Yargı ile TSK arasında, polis ile TSK arasında bir güvensizlik, ayrışma, rekabet varmış görüntüsünün, böyle bir kanaatin hem yurt içinde hem de özellikle yurt dışında uyanmış olmasının Türkiye’ye hiçbir faydası yoktur.

“Subay ve astsubaylarımız Kara Kuvvetlerinin iki ana direğidir. Birisinde sallanma olursa bu bina sağlam kalmaz arkadaşlar.” Ocak 2008 / Orgeneral Başbuğ

‘TSK’nin kirli silahı yoktur’

Son yaşanan kamyon olayı… Görevlinin belgeyi göstermesine rağmen polisi ikna edememesi… Türkiye’nin doğu sınırlarını emanet ettiğiniz, emrinde 150 bin asker olan bir ordu komutanı hakkında soruşturma açıyorsunuz… Bu komutanın doğrudan bağlı olduğu Kara Kuvvetleri Komutanının ve Kara Kuvvetleri Komutanının bağlı olduğu Genelkurmay Başkanı’nın haberi yok. İnsaf! Uygulamada görülmüş şey midir? Ciddi bir aksama var ve bu askeri kanattan ileri gelmiyor.

Orada önemli olan kamyonun durdurulması, merkez komutanlığına haber verilmemesi, kamyonu durduran polis ekiplerinin ikna olmaması değildir, vahim olan gelen ihbarın ciddiye alınmış olmasıdır. Bir ordu komutanının, bir başçavuşla darbe teşebbüsüne girişeceğine inanıyorsanız vahim olan o komutanın savcılığa gidip gitmemesi değildir.

İhbarda “TSK’nin kirli silahları taşınıyor” deniyor. TSK’nin kirli silahı yoktur, buna inanıyorsanız zaten teslim olmuşsunuz demektir. Bu kirli silahların Nevruz’da Doğu ve Güneydoğu’da sivil halka karşı karışıklık çıkartmak için kullanılacağı iddiasını ciddiye alıyor, bir soruşturma, operasyon yapma ihtiyacını hissediyorsanız zaten olay bitmiştir. Bu algının ortadan kaldırılması lazım.

– Çok sık dile getirilen “Asker istese bile darbe yapamaz, Amerika buna izin vermez” kanısı… Sokaktaki neredeyse üç kişiden ikisinde algı bu ve temelsiz de değil yakın tarih düşünülürse…

– 2010 dünyasında, 2010 Türkiye’sinde bir darbenin gerçekleşebilmesi mümkün değildir. Böyle bir konunun düşünce temelinden eylem temeline geçebilmesi mümkün değildir. Ordunun darbe yapma düşüncesi olduğuna asla inanmıyorum, böyle bir şeyin gerçekleşebileceğine de asla ihtimal vermiyorum. Öncelikle konjonktür buna artık müsaade etmiyor. Bunu Türkiye’de sivil, asker hiç kimse düşünmez ve kabul edemez. Darbe halkın iradesine saygısızlıktır, Türk insanına hakarettir.

Yakın tarih dediniz.. Çok doğru… 12 Eylül darbesinin, Amerika’nın yeşil ışık yakmasıyla, icazetiyle yapıldığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, Türk halkı böyle düşünmekte çok haksız değildir ama umut yitirilmemelidir. Türkiye’de herkesi bağışlayabilirim ama Kenan Evren’i asla bağışlamam. Bugün Türkiye’de her ne yaşanıyorsa 12 Eylül’de yapılanların faturası ödeniyor ve bunun suçlusu da Kenan Evren’dir.

– Bugün ordu dönüştürülmeye çalışılıyor mu?

– Ordu dönüşmez, dönüştürülemez.

– Ordu dinci olmaz mı, sağcı olmaz mı, solcu olmaz mı? Nasıl?

– Ordu sadece Atatürkçü olur. Ordu değişmez ama şu var, ordunun da kendini kendi içerisinde bir transformasyona tabi tutması lazım. Yapılanmasını, konumunu Türkiye’nin sosyal ve siyasal yelpazesi içerisindeki konumunu çağın gereklerine göre transforme etmesi lazım ve ediyor da. Bunu zihinsel anlamda söylüyorum. Türkiye’de askeri vesayet denilen eleştirilere kaynaklık eden her ne varsa ortadan kaldırıcı bir yapılanma içerisine girmesi lazım. Bunu yapmaya başladı. Ama bırakın bunu kendileri yapsın, döverek yaptırmak isterseniz reaksiyon yaratır. Her etki kendi tepkisini karnında taşır. Devamlı döverseniz bu bir tepki yaratır.

– Ordu dönüşmez, dönüştürülemez dediniz, 12 Eylül’deki ordu malum…

– Biraz önce Kenan Evren’i asla affetmeyeceğimi söyledim.

– TSK’nin insan kaynağını  ve yapısını iyi bilen biri olarak o dönemki askerle bu dönemki asker arasında da dünya kadar fark var mı, yok mu?

– Çok fark var. Niçin farklı? Mesela TSK’de artık akılcılığa dayalı bir dönem söz konusu. Orduda itaat kültürü tabiî ki değişmez bir kültür ama o eski katı, sert tutum yerini akılcılığa terk etmiş  durumda. Türkiye’nin insan kaynağı da değişti. Eskiden çoğunluğu ilkokul mezunu hatta okuma yazma bilmeyenlerden oluşan bir TSK söz konusuydu. Bugün er rütbesinde olanların çoğu lise, üniversite mezunu. Okuma yazma bilmeyen birisine komuta etmekle, lise, üniversite mezunu birisine komuta etmek arasında çok ciddi bir fark var. Onun için diyorum ki bıraksınlar bu transformasyon sürecini asker kendi doğal akışı içinde yaşasın.

– “Asker niçin konuşuyor?”  veya “Asker niçin susuyor?”… Bu konuya da yer veriyorsunuz kitabınızda. Hatta yazma gerekçelerinizden biri de bu. Anlatır mısınız?

– Öncelikle bu kitabın hazırlanmasına egemen olan düşünce, son dönemlerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un seslendirmesi ile ’TSK’ye karşı yürütüldüğü açıklanan planlı, sistematik ve organize asimetrik psikolojik harekatın’ irdelenmesi ve nedenlerine varılması gereksiniminden kaynaklanmıyor. Hiç kimseyi ve kurumu; aklama, savunma ya da karalama ve suçlama gibi bir amacı yok. Ancak eleştirilerimiz var… Hem asker üzerinden mesaj iletme alışkanlığında olanlara hem de TSK’yi eleştirmeyi, hatta eleştiri düzeyini aşarak suçlamayı demokrat olmanın ya da demokratikleşmenin ön koşulu gibi algılayanlara…

Demokrasiyi özümsemiş  bir toplumda askerin konuşması veya susması ise tartışma konusu değildir, dikkat çeken, üzerinde konuşulan, gazetelerin manşetlerine ve televizyonların birinci haberlerine taşınan bir olgu da değildir. Onun için ordunun siyasetin dışında olmasını arzu ediyorsak, orduyu siyasetin içine çalışma çabalarından önce bizim vazgeçmemiz lazım.

Bu açıdan susmakla konuşmak arasında tutsak ettiğimiz bir Silahlı Kuvvetler görüyoruz. Konuştuğu zaman eleştiren bir kesim var, sustuğu zaman yine eleştiren ayrı bir kesim var. Ve konuştuğunda söylediklerini kendi zihinsel dünyasına göre yorumlayarak bunu seslendirme alışkanlığında olan yine iki ayrı kesim var.

Mesela “asker konuştu, masaya yumruğunu vurdu” yorumları… Konuştuklarına bakıyorsunuz, ne masaya yumruğunu vurmak var, ne de herhangi bir sert ifade ve eleştiri var. Şunu da görüyoruz ki, aslında TSK’ye en fazla zarar veren kesim, TSK’nin arkasına saklanarak siyaset yapmak isteyen veya yaptığı siyasete orduyu kendi istek ve iradesi dışında alet etmek isteyen kesimdir. Bunlar üstelik kendilerini orduyla çok yakın, çok özdeş gösteren bir kesim.

Orduya verdikleri zararın ya asla farkında değiller ya da farkında olmalarına rağmen Makyevelist bir tutumla bunu devam ettiriyorlar. Kendi zihinsel dünyasına göre bir elbise dikiyor ve TSK’nin üzerine biçiyorlar. Oysa onların bir üniforması var yani bu alışkanlıktan vazgeçmek lazım. Bu  orduyu gıyabında yüz göz etmektir, bir kısırdöngünün, tartışma sarmalının içine çekmektir.

Kitapta TSK’nin içine çekildiği bu kısırdöngünün temel nedenlerini, yapılan haksızlığı ve bir anlamda da Türk halkının henüz demokrasiyi yeterince özümsememiş ve içselleştirmemiş olduğunu tarihe not düşebilmeyi de amaçladım.

Söylenenler ile kamuoyuna aktarılanlar ve yaratılan algılamalar arasında bir karşılaştırma yaparak TSK’nin en etkili ağızlardan kamuoyu önünde defaatle vurguladığı ülkenin birincil önemdeki sorunlarını nasıl tanımladığını, bu sorunlar karşısındaki duruş ve görüşlerinin neler olduğunu bütünlüklü hale dönüştürerek bir referans kimliği yüklemek istedim.

Başbuğ’un farkı ne?

– Orgeneral Başbuğ’un diğer Genelkurmay Başkanlarından farkı  nedir sizce?

– İlker Başbuğ sadece bir asker değil bir entelektüel de. Askerlerin entelektüel olması  bir ayrıcalıktır çünkü inanılmaz yoğun yaşamları  içerisinde entelektüel birikim elde edebilmeleri son derece güçtür. Aylarca, yıllarca dağ başındasınız, terörle mücadeleden, çatışmalardan başınızı kaldırıp da neye, nasıl zaman ayıracaksınız.

İlker Başbuğ terörle mücadelede Jandarma Asayiş Kolordu Komutan Yardımcısıyken ve fiili görev almış bir komutanken çatışma arasında çadırında kitap okumayı da ihmal etmeyen biri. Aynı anda her gün iki ya da üç tane kitap okuyan biri. Sosyolojiye, felsefeye ve eğitime büyük ilgisi var.

Kitapta da yer verdim, eğitimin önemine birçok konuşmasında özellikle değiniyor. 75-81 yılları ararında Kara Harp Akademisi’nde 6 yıl öğretmenlik yapmış. Harp Akademileri Komutanı Org. Hamza Günalp bile “Yüzbaşım, öğrenciniz olmayı arzu ederdim” diyor.

Başbuğ, sürekli akılcılığı  ve mantığı önceleyip duygusallığı öteleyen bir kişilik yapısına sahip. Demokrasiye inancı tam, demokrasiyi özümsemiş bir kişilik. 12 Eylül’den bahsederken ‘darbe’ bile demiyor. ‘12 Eylül durumu oldu, 12 Eylül olayı’ gibi tanımlamalar kullanıyor. Çünkü bırakınız darbeyi, darbe sözcüğünü dahi sevmiyor, telaffuz dahi etmek istemiyor.

TSK’nin bu kadar haksız saldırılara maruz kaldığı şu dönemde duygusal davranmama becerisine sahip olmanın gerektirdiği irade gücünü bir düşünelim. Her gün medyasından, siyasilerinden dayak yiyen bir kurumun başındasınız, Türkiye’nin iç ve dış onlarca, yıllardır birikerek gelen ve hepsi yavaş yavaş sahneye çıkmaya başlayan sorunlar demetiyle boğuşuyorsunuz. Emrinizde 700 ila 800 bin silahlı insan var ve her gün dayak yiyorsunuz. Buna rağmen illegal hiçbir şey yapmıyorsunuz, yapmak isteyen birileri olursa onları da bastırıyorsunuz, “Ben böyle bir şeye asla müsaade etmem” diyorsunuz. Başbuğ, özellikle bu dönemde rejim adına ve uzlaşma adına çok büyük bir şanstır ve Türkiye Başbuğ’u yeteri kadar değerlendiremiyor.

Çok şişman bir adam, cok şöhretli bir doktorun muayehanesine gidiyor, konu zayiflama istemesi…

Doktor,bir hafta kullanmak üzere, isimsiz bir hap veriyor kendisine. ilk kullandığı gece, uyur uyumaz rüya görmeye başlıyor adam.
Bir saray icinde, etrafinda onlarca cariye, sabaha kadar bir onla, bir bunla sabah uyandiginda, kan ter icinde.
Her gece ayni sey, bir haftanin sonunda bütün fazla kilolar atilmis durumda.

Günler sonra yolda sisman bir arkadasina  rastliyor ve nasil kilo verdigi soruluyor. Arkadasi anlatiyor, o da doğru doktorun çalistigi hastaneye gidiyor ve ona da ayni tedavi.Ilk gece, adam rüyasında bir sarayda.Etrafında  onlarca adam, Bizim şişman önde , onlarca adam peşinde…. Başlıyor saray içinde bir koşuşturma. Üçüncü gün sonunda adam zayıflıyor ama dayanamıyor ve telefon ediyor doktora.
“Neden arkadaşımla benim rüyalarım farklı…” diyor
Doktor biraz düşündükten sonra soruyor:
‘Siz hastaneye mi gelmiştiniz,  muayenehaneye mi?”

Bilim adamları, bol şekerli ve kalorili abur cubur yiyeceklerin de uyuşturucu gibi bağımlılık yaptığı konusunda uyarıda bulundu.

Roma – ABD’nin Florida eyaletindeki Scripps Araştırma Enstitüsünde görev yapan bilim adamları, fareler üzerinde yaptıkları testlerde, hamburger, kızarmış patates ve kek gibi çok kalorili abur cubur yiyeceklerin de uyuşturucu kadar bağımlılık yaptığını ortaya koydu.

Fareleri üç gruba ayıran bilim adamları, ilk gruptaki hayvanları sağlıklı gıdalarla beslerken, ikinci gruba sınırlı miktarda abur cubur yiyecek, son gruba ise sınırsız miktarda peynirli kek ile jambon gibi et ürünleri ve çikolatalı yiyecekler verdi.

İlk iki grupta herhangi olumsuz bir tepki hissetmeyen bilim adamları, istedikleri kadar abur cubur yiyecek tüketen farelerin hızla kilo aldıklarını gözlemledi. Son gruptaki farelerin beyin devrelerinin de sigara ve uyuşturucu bağımlılarında olduğu gibi zayıfladığı gözlemlenirken, abur cubur kesilince fareler iki hafta süresince normal gıda yemeyi reddetti.

Diğer bir testte de abur cubur yiyecekler verilen farelerin ayakları arasında ışık yakarak acı hissetmelerini sağlayan bilim adamları, normal farelerin ışık yanar yanmaz bu gıdaları yemeyi bırakarak kaçtıklarını, obez farelerin ise acıya rağmen yemeye devam ettiğini gördü.
Bilim adamları, araştırmanın, bu tür çok kalorili gıdalar tüketme alışkanlığından kurtulmanın bağımlılık yapan maddelerden kurtulmak gibi zor olduğunu gösterdiğine işaret etti.

Kilo verme işini gözünüzde büyütmeyin. Kolayca uygulayabileceğiniz bu yöntemlerle zayıflayabilirsiniz.

İstanbul– Kilo vermeye başlamak için ihtiyacınız olan tek şey 1 dakika! İşte e-kolay’ın haberine göre aldığınız kalorileri azaltmak ve daha çok yağ yakabilmek için tam 25 tane öneri. Üstelik de uygulanmaları çok kolay. Yapmanız gerekense, bu önerileri günlük hayata geçirmek. Eğer hali hazırda diyet yapıyorsanız, bunları uygulayarak kilo vermenizi hızlandırabilirsiniz.

1. Karıştırın

Sevdiğiniz meyve suyunu maden suyuyla karıştırın. Bunu yaparken, normalde içtiğiniz meyve suyunun yarısını kullanacağınız için, aldığınız kaloriyi önemli miktarda azaltmış olursunuz. Hele de meyve sularının bolca tüketildiği şu sıcak yaz günlerinde.

2. Telsiz telefon kullanın

En yakın arkadaşınıza günün sıcak dedikodularını verirken, aynı zamanda da kalori yakmaya ne dersiniz? Çamaşırları yıkayın (68 kalori), masayı hazırlayın (85 kalori), ya da çiçekleri sulayın (102 kalori). (Bu değerler, 68 kiloluk bir kişi ve yarım saat üzerinden geçerlidir.)
3. Çiklet çiğneyin

Yakın zamanda yapılan bazı araştırmalara göre, tüm gün şekersiz (tatlandırıcılı/damla sakızlı) çiklet çiğnemek metabolizma hızınızı yüzde 20 oranında artırıyormuş. Biz araştırmacıların yalancısıyız!

4. Abur cuburların karşılığını nakit ödeyin

Ne zaman biri size abur cubur ya da yememeniz gereken bir şey önerdiğinde kabul ederseniz, kenara bir 500 yüz bin lira koyup, bunu çocuğunuza, kardeşinize, ya da dilencilere verin. Paracıklar cebinizden eksilmeye başladığında, hayır demeyi de öğreneceksiniz.

5. Ambalaja dikkat edin

Ambalaj üzerlerini iyice okuyun. Çünkü kalori değerleri genellikle 100 gram üzerinden bildirilir. Oysa yediğiniz şey, 100 gramdan fazlaysa çok daha fazla kalori alıyorsunuz demektir.

6. Yürüyüşe çıkmadan önce yeşil çay için

Kafein yağ asitlerinin açığa çıkmasını sağlar. Böylece daha kolay yağ yakarsınız. Ayrıca yeşil çayda bulunan polifenoller (antioksidan bileşikler), kafeinle birleşerek yakılan kalori miktarını artırırlar. Ancak eğer yüksek tansiyonunuz varsa, bu öneriyi dikkate almayınız.

7. Yemeğinizi evden getirin

Dışarıda yemek genellikle daha çok kalori almanıza neden olur. Dışarıda bulmanın zor olduğu şeyleri evde hazırlayıp yanınızda getirebilirsiniz.


8. İlla da salata sosu istiyorsanız…

O zaman bu tarife göre kendi salata sosunuzu yapın. Çünkü bu sosta bulunan yağ miktarı 1.5 gr ve içerdiği kalori de sadece 20’dir.

• 1 çay kaşığı balsamik sirke
• Çeyrek çay kaşığı zeytinyağı
• 3/4 çay kaşığı dijon hardalı
• Çeyrek çay kaşığı yaban turbu

9. Kan testi yaptırın

Yaklaşık 12 kadından birinin tiroid bezleri yeterince iyi çalışmıyor ve bu da metabolizmayı yavaşlatan etkenlerden.

10. Suyu tercih edin

Meşrubat tercihinizi sudan yana kullanın. Yanınızda şişe bulundurmak faydalı olabilir.

11. Tat alma duyunuzu yanıltın

Öksürük için olan mentollü drajelerden bir taneyi ağzınızda eritmek, canınız bir şey çektiğinde, bu duyguyu köreltebilir.


12. Baharatları kullanın

Örneğin yediklerinize acı eklemek, daha uzun bir zamanda acıkmanıza yardımcı olabilir.

13. İçtiniz mi beyaz için

Su gibi, az yağlı sütün de doyurucu etkisi vardır. Üstelik kalsiyum açısından da zengindir ve tok tutar.

14. Salata malzemelerini doğramayın, dilimleyin

Salatanız, sadece yeşilliklerden oluşmak zorunda değil. Havuç, kereviz, kabak ve diğer sebzeler de kullanılabilir. Ama bunları ince ince doğramak yerine, büyük parçalar halinde kesin. Hem yemesi daha uzun sürer, hem de daha çok çiğnersiniz. Bu da daha çabuk doymanızı ve ana yemekten daha az yemenizi sağlar.

15. Bir dostunuzu arayın

Kendinizi yalnız hissediyorsanız, kendinizi yemeğe vurmak yerine telefonu elinize almayı tercih edin.

16. Yediklerinizi yazın

Bu, neyi ne kadar yediğinizi bildiğiniz için, kendinizi kontrol etmenize yardımcı olur.

17. Uzaktan kumandayı emekliye ayırın

Uzaktan kumanda gibi aletler işinizi kolaylaştırmakla beraber, sizleri hareketsizleştirir.

18. Sprey yağları tercih edin

Böylece normalde kullandığınızdan çok daha az yağ kullandığınızı fark edeceksiniz.

19. Alırken küçüğünü tercih edin

Örneğin çikolata mı satın aldınız? Bir bar yerine, bir paket almak demek, yüzde 44 daha fazla yemeniz demek. Riske girmeye gerek yok, küçüğünü alın, kaloriyi azaltın.

20. Yemeği pişirmeden önce ölçün

Makarna, pilav gibi besinleri yerken, miktarı kaçırıp daha çok yiyebilirsiniz. Oysa baştan yemeniz gereken kadarını ölçüp pişirirseniz, bu sorun ortadan kalkmış olur. Şöyle söyleyelim, 4 kaşık makarna ya da pilav, 1 dilim ekmeğe eşittir.

21. Aynasız yemek olmaz

Yemek yerken kendinize aynada bakmak, yüzde 22-32 daha az yemenizi sağlar.

22. Kutuyu açmadan önce bekleyin

Dondurma kutusunu açmadan önce, 10 mekikle, 10 şınav çekin. Bu hem atıştırma arzunuzu öldürebilir, hem de vücudunuzla sizi tekrar iletişime sokarak, amaçlarınızı size hatırlatabilir.

23. Çorbanız koyusundan olsun

İçinde büyük sebze parçaları olan çorba içen kişilere bakılacak olursa, hem daha çabuk doyuluyormuş, hem de yüzde 20 daha az yeniliyormuş.

24. Biraz da ilhama ihtiyacınız var

Bazen ihtiyacınız olan motivasyonu yine ancak kendiniz sağlayabilirsiniz. Bu nedenle hazırlıklı olun ve buzdolabı, mutfak kapısı, bisküvilerin durduğu dolap, ya da bilgisayar gibi yerlere sizi motive edecek yazılar yapıştırın. Örneğin: “Bir gofrete yenilmeyeceksin değil mi? Ne de olsa uzun bir yol kat ettin ve çok başarılı oldun.”

25. Balık yemeyi ihmal etmeyin

Balık, son derece sağlıklı bir yağ tipi olan omega-3 yağ asitlerini içerir. Omega-3 açısından zengin balıklar, tonbalığı, uskumru, somon ve morina balığıdır. Diyet yapan kişilere bakılacak olursa, her gün balık tüketenler, diyetlerinde balık olmayanlara oranla yüzde 20 daha fazla kilo kaybetmişler.