Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"AOXEN" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Kâr amacı gütmeyen, patronsuz, çok ortaklı, “kâinatın tüm seslerine Açık Radyo”, 15 yıl önce doÄŸdu.

 “Açık Radyo sebze çorbası gibidir. Her şeyi içerir” diye boşuna demiyor kurucusu ve programcısı Ömer Madra. Bundan tam 15 yıl önce, 92 ortakla patronsuz yola çıktıklarında kolektif yapısı, gönüllü programcıları, ilginç yayınları, dünyanın dört bir yanından çaldıkları müzikleriyle, Türkiye’nin en özgün ve özgür radyosu olduklarını göstermişlerdi.

Bugün 15. yaşını kutlayan, ama tazeliğinden hiçbir şey kaybetmeyen radyo, bir de Sona Ertekin editörlüğünde 15. yıla denk gelen kapsamlı bir ansiklopedik kitap hazırladı: Açık Kitap. 3000 adet basılan kitabın 150 tane özel baskısının kapağını ise tek tek Mehmet Güleryüz resimledi. 29 Kasım’da ise Açık Radyo’ya 15 yıldan bu yana emek veren yaklaşık 1000 programcısı ve 4000 kadar destekçisinin de katılımıyla Santralistanbul’da bir de kutlama yapılacak.

90’ların ortalarında, özel radyoların patladığı bir dönemde hem söyleyecek sözü olan hem de her telden müzik çalmak için yola çıkan hissedarların her birine “ortaklık belgesi” olarak Abidin Dino’nun “TuÄŸralar” serisi litografisini vermesi, bu radyonun ruhunu en iyi anlatan ÅŸey herhalde…

Madra’nın “Açık Radyo, aynı zamanda kaçık bir radyo” demesi de bundan. “Açık Radyo’yu betimlemek için birçok tanım yapabilirsiniz, ama bence 15 yılın ardından bana öyle geliyor ki en belirleyici özelliği kolektif olması. Yola iki kişi çıktık, sonra birdenbire 100 ortaklı bir şey oldu. Sofranın ortasına pat diye düşen bir fikir, sonunda bu hale geldi.”

Açık Radyo’da, yapılanmasında önemli olan bir özellik daha var: Bağımsız bir entelektüel faaliyet içinde olması. Örnek mi? Demokratik toplumlardaki en kuvvetli denetlemeyi yapması gereken medyanın artık güvenilirliğini yitirdiği bir dönemde hayatımıza giren radyo, Marmara depremi sırasında ihtiyaçlarla imkânları buluşturmuş ve bütün programlarını iptal ederek yardım amaçlı yayın yapmıştı. “Radyo böyle bir durumda çok işlevsel olabiliyor, hızla refleks verebiliyor. Bu açıdan Açık Radyo’yu alternatif görmüyorum. Asıl medyanın yapması gereken şey budur” diyor Madra ısrarla.

VatandaÅŸ gazeteciliÄŸi

Açık Radyo, yedi senedir devam eden ve Madra’nın “yaptığımız en iyi şey” dediği “Dinleyici Destek Projesi”yle ve her yerden duyarlılıkla “bildiren” dostlarıyla da Türkiye radyoları içinde ayrı bir yerde duruyor. Bir stajyerden Almanya’daki anti-nükleer direnişin, bir dinleyenden Cide’deki köylülerin HES’ler için nasıl mücadele verdiğinin ya da yakın dostları Tilbe Saran’dan Maçka’da kesilen ağaçların haberini alabilirsiniz.

Madra’ya göre, bu, bir raslantı değil, sonuç : “Açık Radyo’nun dinleyicisi, dostlarıyla kolektif olarak kurduğu yakın ilişkinin sonuçları. Benim için ideal habercilik vatandaş gazeteciliğiyle olur. Bu insanların da bizim dinleyicimiz olması bize büyük bir şevk de veriyor. Bilgiyi paylaşmak çok önemli. Küçücük bir radyoda bile bunun müthiş bir işlevi var.”

‘Merak böceÄŸi kemirmiÅŸ bizi’

“Bütün Açık Radyocularda Diderotvari, ansiklopedist bir yan vardır. Merak böceği kemirmiş bizi” diyor Madra. Yaklaşık 120 yazar çizerin katkıda bulunduğu ve 3000 adet basılan ansiklopedik Açık Kitap’ta 15 yılın bütün birikimi yansıtılmaya çalışılmış. Açık Radyo’nun kişisel tarihi, macerası da dahil, mesele edindiği 550 kadar maddeyi bulmak mümkün. Aralarında “deprem”, “mahalle futbolu”, “Noam Chomsky”, “Pehlivan Bey’in gözlüğü” (programcılardan Sevin Okyay’ın sürekli yakın gözlüğünü unuttuğu için radyoda uzun zaman çalışan Pehlivan Bey’in gözlüğünü ödünç almasından doğan bir madde) gibi hem uçuk kaçık hem de ciddi pek çok madde var. 752 sayfalık bu kitabın kendini finanse etmesi için de 150 tanesi ressam Mehmet Güleryüz tarafından resmedilmiş. Madra, “Bizim gibi düşünen, Açık Radyo’nun hassasiyet alanlarını ve insanlık hallerini resmeden Mehmet Güleryüz’ü, ‘devlet sanatçılığı’ kavramına bayrak açtığı günden beri zaten severiz” diyerek sanatçının özgün bir koleksiyon yaptığını belirtiyor.

FotoÄŸraf sanatçısı Halim Kulaksız’ın, son 10 yıldır üzerinde çalıştığı ve 95 panoramik İstanbul görüntüsünden oluÅŸan ”Siluetler Åžehri İstanbul” adlı fotoÄŸraf kitabı okurla buluÅŸtu.

Ünlü ÅŸair Orhan Veli Kanık’ın ‘‘İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” mısrasıyla baÅŸlayan ÅŸiirinden etkilenen fotoÄŸraf sanatçısı Kulaksız, ”Gözlerinizi kapattığınız zaman İstanbul’un tüm seslerini, tınılarını, yaÅŸantılarını hissedersiniz, duyarsınız. Ben bir fotoÄŸrafçı olduÄŸuma göre, gözlerim açık olmalı. Yani İstanbul’u izliyorum gözlerim açık” diyerek İstanbul’u fotoÄŸraflamaya baÅŸladı.

Yola çıkarken iki amacı olduÄŸunu anlatan Kulaksız, ”Biri siluetler ÅŸehri İstanbul’daki nostaljik siluetleri ortaya çıkarmak, diÄŸeri ise 2000’li yılların baÅŸlarındaki İstanbul’u gelecek nesillere belge olarak taşımaktı” diye konuÅŸtu.

İstanbul için belki binlerce kitap, binlerce hikaye yazıldığını ve yayımlandığını kaydeden Kulaksız, her biri 3 metre veya daha büyük basılacak ÅŸekilde ve yüzlerce panoramik fotoÄŸrafından bir seçki olarak hazırladığı kitapla İstanbul’un güzelliÄŸini bir nebze ortaya koymayı ve bunu gözünün algıladığı ÅŸekilde gelecek nesillere aktarmayı amaçladığını anlattı.

”Türkiye’de bir ilk”

Eski Kültür Bakanlarından Talat Halman, kitaba yazdığı ön sözde, bilge bir deklanşörle ve gönlü gani bir mercekle aşk hayatı yaşamanın, her görkemli tarihi kentin doğal hakkı olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:
”İstanbul elbette öyle bir uygarlıklar metropolüdür. Yüzyıllar boyunca ressamlar, minyatür tasvircileri ve gravürcüler, 19. yüzyıldan sonra da fotoÄŸraf sanatçıları, onun güzelliklerini ve güçlü kültürel deÄŸerlerini ele güne göstermek uÄŸrunda, bazen romantik özlemlerle bazen akılcı bir gerçeklikle çaba verdiler. Bu müstesna sanatçı, olaÄŸanüstü bir atılımla, İstanbul’un geniÅŸ ufuklarına, hem de eÅŸsiz bir sentez oluÅŸturmuÅŸ tarihi panoramasına yönelmiÅŸtir. FotoÄŸraf sihirbazı Halim Kulaksız’ın bu büyüleyici eseri, kültür hattı balasının baÅŸyapıtıdır.”

Halim Kulasız kimdir?

Halim Kulaksız, 1944 yılında Gümüşhane’nin Åžiran ilçesinde doÄŸdu. Lisede okuduÄŸu sırada fotoÄŸrafla ilgilenmeye baÅŸlayan ve Ankara’da 1969 yılında ilk laboratuvarını açan Kulaksız, 1972 yılında New York Institute of Photography’yi baÅŸarıyla bitirdi.
Birçok kişisel sergi açan, yarışmalarda ödüller alan, yurt dışında fotoğrafları sergilenen Kulaksız, yurt içi ve dışında pek çok fotoğraf yarışmasında jüri üyeliği yaptı.

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi FotoÄŸraf Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak fotoÄŸraf dersleri veren Kulaksız, Amerika, Japonya, İngiltere, Fransa, İsviçre, Almanya ve İtalya’da renkli fotoÄŸraf konusuyla ilgili geniÅŸ kapsamlı çalışmalar yaptı

MuÄŸla’ya gelen turist sayısı yüzde 13 oranında artarken, özellikle Arap turistlerin ilgisi dikkat çekti.

MuÄŸla Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer, MuÄŸla’ya gelen turist sayısının yüzde 13 oranında arttığını belirterek, Arap ülkelerinden gelen turist sayısında da geçen yıla göre yüzde 50’lik artış yaÅŸandığını bildirdi. Bin 124 kilometre uzunluÄŸundaki kıyı bandının çevrelediÄŸi MuÄŸla ve ilçeleri, her yıl 3 milyon yabancı turisti ağırlıyor. 2010 yılının ilk 7 aylık dönemine ait rakamlara göre, MuÄŸla’ya gelen yabancı turistler arasında İngilizler 916 bin 806 kiÅŸiyle ilk sırada yer alıyor. 105 bin 432 kiÅŸiyle Hollandalı turistler ikinci, 87 bin 382 kiÅŸiyle Almanlar üçüncü, 83 bin 227 kiÅŸiyle Rusya Federasyonu’ndan gelenleri dördüncü, 63 bin 522 kiÅŸiyle de Belçikalı turistler beÅŸinci sırada yer alıyor.       

MuÄŸla Kültür ve Turizm Müdürü Özer, bu yıl MuÄŸla’ya gelen turist sayısında ciddi bir artış olduÄŸunu belirterek, ”Temmuz ayı sonu itibariyle MuÄŸla’ya gelen turist sayısında yıllıkta yüzde 13, aylıkta yüzde 11 gibi bir artışımız var. Ancak bu artışın giderek çoÄŸalacağını tahmin ediyoruz. Bu yıl bölgemize gelen turist sayısının 3 milyonu geçeceÄŸini düşünüyorum. Hedefimiz 3 milyonu geçmek.” dedi.
Özer, özellikle Lübnan, Filistin, Suriye ve Ürdün gibi Arap ülkelerinden gelen turist sayısında geçen yıla oranla yaklaşık yüzde 50’lik bir artış yaÅŸandığına iÅŸaret ederek, ”Geçen yıl yaklaşık 14 bin olan Arap turist sayısı bu sene yılın ilk 7 ayında 20 bine ulaÅŸmış durumda. Türkiye’nin komÅŸuları ve Arap ülkeleri ile olan iliÅŸkilerinin çok daha sıcak olması, Türkiye’nin güvenilir ülke olması, dostane ve sosyal iliÅŸkilerin artması, ticari iliÅŸkilerin artması ve aynı zamanda gümrüklerin kaldırılması Arap turistlerin ülkemizi tercih etmesine neden oldu” diye konuÅŸtu.
Genel anlamda dış politika ve iç politikada yaÅŸanan geliÅŸmelerin Arap turistlerin Türkiye’ye gelmesini olumlu yönde etkilediÄŸine iÅŸaret eden Özer, ÅŸu ifadeleri kullandı:
”Ülkemizin terörden uzak müreffeh bir ülke olması, gelen turistlere misafir anlayışıyla sunulan hizmetlerin her biri, turist sayısının artışında çok önemli etkenler. MuÄŸla’nın turizmden gerekli pastayı alabilmesi için marka ÅŸehir haline dönüşmesi ve markalaÅŸmayı saÄŸlaması gerekmekte. Bu yönüyle de MuÄŸla’mızı ‘Moda’ deÄŸil ‘Marka’ ÅŸehir haline dönüştürmemiz lazım. Bu bütünlüğü saÄŸlayabilirsek hem iç hem dış turizm alanında MuÄŸla’nın çok daha geliÅŸtirilebileceÄŸini düşünüyorum.”dedi.
Güney Ege Turistik Otelciler BirliÄŸi (GETOB) BaÅŸkanı İlhan Açıkgöz ise turist sayısındaki artışın sevindirici olduÄŸuna iÅŸaret ederek, ”MuÄŸla bölgesine yılda yaklaşık 3 milyon turist geliyor. Bunların içinde farklı milletlerden turistler yer alıyor. Arap turist sayısındaki artışın nedeni bana göre iç ve dış politikada yaÅŸanan olumlu geliÅŸmeler” diye konuÅŸtu.

En çok görülen ağrı: Baş ağrısı

Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Cengiz Mordeniz, her beş kişiden birinin kronik ağrılardan yakındığını bildirdi.

Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı BaÅŸkanı Yrd. Doç. Dr. Cengiz Mordeniz, Valilik Kültür Merkezi’nde düzenlenen bilgilendirme toplantısında, aÄŸrının tıpdaki geliÅŸmelere raÄŸmen toplumsal bir sorun olmaya devam ettiÄŸini anlattı.

Her hastanın aÄŸrıya yanıtının farklı olduÄŸunu belirten Mordeniz, ”KiÅŸilik yapısı, geçmiÅŸteki deneyimler aÄŸrıya karşı yanıtta önemli rol oynar. Bu nedenle, her hastanın ayrı ayrı ele alınması ve deÄŸerlendirilmesi gerekir. 117 çeÅŸit aÄŸrı vardır. Bu kadar çok çeÅŸit aÄŸrının varlığının bilinmesi, aÄŸrı tedavisinin de baÅŸlı başına bir dal olarak ele alınmasına yol açmıştır” dedi.

Her insanın ağrı eşiğinin farklı olduğunu anlatan Mordeniz, korku, yalnızlık, uykusuzluk, üzüntü ve depresyon gibi durumların ağrı eşiğini düşürdüğünü bildirdi. Mordeniz, buna karşın kaygıdan uzak bir yaşantının, her şeyin kontrol altına alınmasının verdiği güven, umut ve uykunun ağrı eşiğini yükselttiğini ifade etti.

“5 kiÅŸiden biri aÄŸrı çekiyor”

AÄŸrının, kiÅŸiyi toplumdan soyutlayan, iÅŸinden gücünden alıkoyan ve ailesinden uzaklaÅŸtıran toplumsal bir olay olduÄŸunu kaydeden Mordeniz, ”AÄŸrının dünyadaki yıllık iÅŸ gücü kaybı yaklaşık 60 milyar dolar. Her 5 kiÅŸiden biri kronik aÄŸrıdan yakınıyor. Kronik aÄŸrı çeken insanların sayısı kalp, akciÄŸer, damar ve ÅŸeker hastalarının toplamından daha fazladır” diye konuÅŸtu.

Mordeniz, ÅŸu bilgileri verdi:
”Türkiye’de ise aÄŸrı sıklığı yüzde 63,5’tir. AÄŸrı çekenlerin yüzde 73,2’sinde bu aÄŸrı 6 aydan uzun süren kronik aÄŸrılardır. AÄŸrı sıklığı en fazla batıda yüzde 69,6 ve doÄŸuda 69,2 oranındadır. Güneyde ise bu oran 48,5’e kadar düşmektedir. Bu düşüşü güneydeki kentlerde kullanılan acılı ve isotlu gıdalara baÄŸlayabiliriz. AÄŸrı çeken kadın sayısı erkeklere oranla yüzde 70 daha fazladır. Sosyo-ekonomik durumlara göre ise aÄŸrıyı incelediÄŸimizde, ekonomik düzeyi yüksek kiÅŸilerde, aÄŸrı sıklığı azalıyor. Ülkemiz insanlarında en sık görülen aÄŸrı yüzde 26 oranıyla baÅŸ aÄŸrısıdır. Bunun dışında yüzde 13,2 bel, yüzde 11,2 de bacak bölgesinde aÄŸrı görülmektedir. Türkiye’de aÄŸrı çekenlerin yüzde 7’si aÄŸrı ile baÅŸ etmek için hiç bir yöntem kullanmıyor. Yüzde 23’ü ise sadece aÄŸrı kesici ilaçlar kullanıyor. AÄŸrı çekenlerin yüzde 58,4’ü doktora giderek, yüzde 15,1 arkadaÅŸ tavsiyesiyle, yüzde 7.5’i de eczacıya danışarak aÄŸrı kesici kullanıyor.”

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 1999-2008 döneminde kanser kaynaklı ölümlerin yıllık ortalaması 27 bin 161 kişi.

Kanserin araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, çalışmalarına TÜİK yetkililerini dinleyerek başladı.

AKP Gümüşhane Milletvekili Kemalettin Aydın‘ın baÅŸkanlığında toplanan komisyonda, TÜİK uzmanları, Türkiye’deki kanser vakalarına iliÅŸkin verileri aktardılar. Bu kapsamda 1999-2008 dönemine iliÅŸkin kanser istatistikleri komisyon üyelerinin bilgisine sunuldu.

TÜİK verilerine göre; Türkiye genelinde 1999 yılında toplam 185 bin 141 kiÅŸi öldü; bunun 104 bin 213’ünü erkek, 80 bin 928’ini kadın nüfus oluÅŸturuyor. 1999 yılındaki toplam ölüm olaylarının içinde kanser kaynaklı olanların sayısı ise 23 bin 71 olarak istatistiklere yansıdı. Bunlardan 15 bin 298’ini ise erkekler, 7 bin 773’ünü ise kadınlar oluÅŸturuyor.

2008 yılında ölenlerin toplam sayısı ise 215 bin 562 kiÅŸi. Bunun 119 bin 391’i erkek, 96 bin 171’i ise kadın. Bu ölümlerin 33 bin 188’i kanser baÄŸlantılı. Kanser baÄŸlantılı ölümlerin 21 bin 838’i erkek, 11 bin 350’si kadın.

1999-2008 dönemindeki normal ölümlerin cinsiyete göre dağılımı ise erkeklerde yüzde 56, kadınlarda yüzde 44 olarak gerçekleşti.

Bu verilere göre, kanserden ölümlerin yıllık ortalaması 27 bin 161 kiÅŸi. Bu kapsamda, kansere baÄŸlı ölümlerin yaÅŸamını yitirenlerin toplam sayısına oranı ortalama yüzde 14,2. Bu ortalamaya göre kansere baÄŸlı ölümlerin yüzde 16,7’sini (17 bin 876) erkekler, yüzde 11’ini (9 bin 284) ise kadınlar oluÅŸturuyor.

Ölümlere göre kanser türlerine bakıldığında, akciÄŸer kanseri yüzde 33 ile ilk sırasında yer alıyor. Bunu yüzde 27 ile diÄŸer kanser türleri, yüzde 9 ile mide kanseri, yüzde 7 ile bağırsak ve yüzde 5’lik oranla meme kanseri ve lösemi izliyor.
 

Kanser vakaları

TÜİK verilerine göre, 2006 yılında yapılan araştırmalarda erkeklerde en çok görülen kanser vakaları şöyle: Yüzde 26,8 akciğer, yüzde 11,2 prostat, yüzde 8,1 mesane, yüzde 7,1 kolorektal ve yüzde 5,8 mide kanseri.
Kadınlarda ise yüzde 23,7 ile meme kanseri ilk sırada yer alıyor. Bunu yüzde 8,2 ile kolorektal, yüzde 6,9 ile tiroid, yüzde 5,1 ile uterus korpusu ve yüzde 5 ile mide kanseri takip ediyor.

Komisyonda, TÜİK uzmanları, kurum ve kuruluÅŸların ölüm sayısı ile nedenlerini düzenli takip etmedikleri için güncel ve saÄŸlıklı veri oluÅŸturulmasında sıkıntı yaÅŸandığını söylediler. Uzmanlar, doktorların defin ruhsatını doldurmayı ”angarya” olarak görmemesi gerektiÄŸini dile getirdi.

Görüşmelerde söz alan AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç, TÜİK’in ”muÄŸlak rakamları güncellemesi gerektiÄŸini” kaydetti.

SaÄŸlıklı bir uyku için yapılması gerekenler…

Nöroloji Uzmanı Mehmet Yavuz, Türkiye’de 5 milyon kişinin uyku problemi olduğunu söyledi. Uyuyamayan bir insan verimsiz, uyumsuz, sinirli ve alıngan olabildiğini belirten Dr. Yavuz, uykusuz insanların hata yapma ihtimallerinin de yüksek olduğunu, trafik kazalarının pek çoğunun uykusuz direksiyon başına geçmekten kaynaklandığına dikkat çekti. Dr. Yavuz, sağlıklı bir uyku için neler yapılması gerektiğini anlattı.

Uyku, insan ömrünün neredeyse üçte birini kapsayan ve organizmanın dinlenmesi ve kendini yenilemesi için gerekli bir ihtiyaç. Beynin de dinlenmek için uykuya ihtiyacı vardır. Bazı kişiler uykunun boş yere harcanmış bir zaman olduğunu düşünür. Hatta az uyumakla övünen çok insan vardır. Bu kişiler ‘hayatımı uyuyarak mı geçireceğim’ derler. Hâlbuki bu düşünce ‘hayatımı fazla oksijen tüketerek mi geçireceğim’ sorusu kadar yanlıştır. Oysa sağlıklı ve mutlu yaşamamız için olmazsa olmazlardan bir durumdur uyku.

Uykusuzken hata yapma ihtimali yüksektir

“Genel olarak insanların yeterince uyuyamaması, ruhsal ve fiziksel pek çok soruna yol açabilir” diyen Reem Nöroloji Merkezi kurucusu ve doktoru Mehmet Yavuz,  uyumanın; su içmek, gıda almak gibi insan hayatının olmasa olmazlarından olduğunu vurguladı.

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz’a göre, uyuyamayan bir insan verimsiz, uyumsuz, sinirli ve alıngan olabilir. Uykusuz insanların hata yapma ihtimalleri yüksektir. Trafik kazalarının pek çoğunun da uykusuz direksiyon başında olmaktan kaynaklandığına işaret eden Dr. Yavuz şunları dile getirdi: “Uykusuz insanın beyini, kendi bakımını yeterli derecede yapamaz, bu da hatalara sebep olur. Uyku o denli önemli ki, pek çok işlevimizi etkiler. Bu nedenle uyku sürelerini azaltmak bilinç, zekâ, beceri gibi faaliyetlerimizde gerilemeye yol açabilir. 14 gün uykusuz bırakılan farelerin ölmesi, uykunun önemini anlamak için yeterli olabilir. Uykusuz kalan insanların belli bir süre sonra bilinç kaybı yaşadıkları da bilinmektedir.”

Uykunun evreleri…

Dr. Mehmet Yavuz, uykunun evreleriyle ilgili de bilgi verdi. Yavuz’un belirttiğine göre sağlıklı bir uyku, rüya görülen (REM) ve görülmeyen dönem (non-REEM) diye ikiye ayrılır. Rüya görülmeyen uykunun da iki türü var: Yüzeyel ve derin uyku.

Yatağa girip uyuduğumuzda önce yüzeyel uykuyu yaşarız, sonra giderek derin uykuya geçeriz. Derin uykunun bir yerinde önce rüya görülen, sonra tekrar rüya görülmeyen uykuya geçeriz. Sabaha kadar yüzeyel-derin-rüya görülen uyku paketleri 3–4 kez  tekrarlanır. REM uykusunda zihnimiz toparlanır, beynimiz dinlenir. Uykunun diğer evrelerinde de bedenimiz dinlenir. Eğer uykuyu kesintiye uğratan bir sebep varsa uyku hep yüzeyel uyku döneminde kalabilir. Yani derin uyku ve REM uykusu eksik kalır. Bu da bedenimizin ve zihnimizin dinlenmemesine yol açar. Öğrencilere tavsiyem şu: Sınavlarınıza çalışmayı son geceye bırakmayın gece 4′ e kadar oturup ertesi gün sınava girerseniz yeterli REM dönemi uykusu yaşanamayacağı için başarısız olunabilir. Bu yüzden özellikle sınav öncesinde uykuya çok dikkat edilmelidir.

Ne kadar uyumalıyız?

Genel olarak erişkin insanlar günde 4–11 saat arasında değişen sürelerde uyur. Yeni doğan bebekler 18 saat, okul çağı öncesi çocuklar 12–13 saat uyurlar. Aslında ergenlik döneminin sonuna kadar uyku ihtiyacında azalma olmaz. Beynin öğrenme sürecinde uykudan vazgeçilmemesi gerektiğinin altını çizen Dr. Mehmet Yavuz, “Çünkü öğrenmek, beyinde birtakım sinirsel bağlantıların kurulması ve sürdürülmesi demektir. Bu sürecin doğru olması için uyku gerekir. Uyku sorunu olanlarda bellek bozukluğu, çocuklarda ise öğrenme zorluğu olur. Yaşı biraz ilerlemiş insanlarda uyku süresinin azalmasının nedeni, yeni bir şeyler öğrenmekten vazgeçmiş olmalarıdır.” diye konuştu.

Horlayanlar kaliteli uykudan yoksundur

Uykuda horlama problemi yaşayan insanların kaliteli uykudan yoksun kaldıklarını belirten Dr. Yavuz, bu yüzden bu kişilerin gündüzleri de sık sık uyku atakları ile karşılaştıklarını söyledi. Dr. Yavuz, “Gündüzleri olur olmadık yerlerde şekerleme yapan kişilerin çoğu, uykuda horlayan insanlardır.” dedi.  

Aşırı uyku da sorun

Mehmet Yavuz’a göre, nasıl ki uykusuzluk önemli bir sorundur, aşırı uyuma da aynı ÅŸekilde günlük hayatı etkileyen önemli bir problem… Aşırı uyku (Narkolepsi) durumunda da kiÅŸilerin iÅŸ ve sosyal hayatları olumsuz etkilenir. Bu insanlar çalışırken ya da araç kullanırken çeÅŸitli tehlikelerle karşılaÅŸabilirler. Neyse ki, bugün artık aşırı uykunun ilaçlarla tedavisi mümkün…

En fazla ne kadar uykusuz kalınabilir?

Normalde 2–3 günden itibaren uykusuzluk beyin işlevlerini bozmaya başlar. Hiç uyumama rekoru 11 gündür. Normal sağlıklı bir birey, 48 saatlik bir uykusuzluk döneminden sonra ayakta bile uyumaya başlayabilir.

Sağlıklı bir uyku için nelere dikkat edilmeli?

REEM Nöroloji Merkezi’nden Dr. Mehmet Yavuz, sağlıklı bir uyku için dikkat edilmesi gerekenleri şöyle sıraladı:

  • Çok aç ya da tok olmamak,
  • Kafeinli, alkollü, kolalı içeceklerden ve tütün kullanımından kaçınmak,
  • Düzenli egzersiz yapmak, ancak akÅŸam saatlerinde heyecan oluÅŸturacak aktivitelerden kaçınmak,
  • Uyku gelmeden yataÄŸa girmemek,
  • Yatak odasında baÅŸka rutin iÅŸler yapmamak, uyuyamadığında uyumaya çabalamamak, yataktan ve yatak odasından çıkarak baÅŸka bir yerde zaman geçirip uyku gelince yataÄŸa dönmek. (Kitap okumak bunların dışındadır.)
  • Ne kadar uyunursa uyunsun sabah belirli bir saatte kalkmak,
  • Gündüzleri uyumamak ve yatak odasını ses, ışık, ısı yönünden izole etmek,

Dr. Mehmet Yavuz, ayrıca şu tavsiyelerde de bulundu:

Aerobik egzersizler yapmayı alışkanlık haline getirmek lazımdır. Gününüzün belirli bir bölümünü bu egzersizlere ayırın. Belirli bir süre egzersiz yapmak genelde geceleri rahat bir şekilde uyumanız için yeterli olabilir

  • Yatmadan önce aşırı sıcak olmayan, ılık bir banyo yapmak kaslarınızı gevÅŸeterek uyumanıza kolaylık saÄŸlayabilir.
  • EÄŸer kas aÄŸrılarınız ve kas spazmlarınız varsa ve bu nedenle uyuyamıyorsanız, ÅŸerbetçiotu (Humulus lupulus) bitkisinin çaylarını içebilirsiniz. Bira yapımında kullanılan bu bitki, binlerce yıldır yatıştırıcı ve rahatlatıcı olarak kullanılmaktadır. Aynı ÅŸekilde ıhlamur çayı da uyumanıza yardımcı olabilir.
  • Odanız karanlık, rahat ve sessiz olsun. Işık ve ses, uyku kaçırır. Yatak odanızda TV ve bilgisayar bulundurmayın. Odanızın sıcaklığı optimum derecelerde olması gereklidir.

Evcil hayvanınız varsa odanıza almayın!

  • Uyumadan önce ağır yemekten kaçının, ama aç da yatmayın. Bazı besinler uykuya dalmanıza yardımcı olur. Süt, ton ve kalkan balığı, enginar, badem, yumurta, ÅŸeftali, ceviz, kayısı, kuÅŸkonmaz, yulaf, patates ve muz uyumanızı kolaylaÅŸtırabilir.
  • Gece televizyon başında sakın ÅŸekerleme yapmayın. Åžekerleme uyku disiplininizi bozabilir.
  • Evcil hayvanınız varsa, odanıza almayın. Kedi ve köpeÄŸiniz sizinle mi uyuyor?

Demek ki uykusuzluğa davetiye çıkarıyorsunuz demektir.

  • SaÄŸlıklı bir kiÅŸi, uykusu gelip yataÄŸa gittiÄŸinde ortalama 5 ile 15 dakika arasında uyur. Bu süre, günün koÅŸullarına göre deÄŸiÅŸebilir. ÖrneÄŸin yorgun veya üzüntülü iseniz uykuya geçmeniz daha uzun sürer. EÄŸer uykuya dalmanız yarım saati aşıyor ve bu durum sık sık tekrarlıyorsa, uykusuzluk probleminiz var demektir. Bu durumda artık profesyonel yardım almanızın gereklidir. 

 

Bilim alanında, son 10 yılda yapılan en önemli 10 atılım belirlendi… İşte bilimadamlarına göre en önemli 10 atılım…

Mars’ta su bulunmasından yüzyılın deneyi olarak adlandırılan Büyük Hadron Çarpıştırıcısına, Eris cüce gezegeninin ortaya çıkartılmasından klonlamaya, bilim adamlarının son 10 yıldaki en büyük 10 atılımı şöyle sıralanıyor;


Büyük Hadron çarpıştırıcısı

Yüzyılın en büyük deneyi olarak kabul edilen 10 milyar dolarlık araştırmada, Büyük Hadron Çarpıştırıcısıyla, 14 milyar yıl önce evrenin doğumuna yol açtığına inanılan Büyük Patlama ortamının yaratılması amaçlanıyor.

İsviçre’nin Cenevre kentindeki yeraltı tünelinde yapılan deneyde geçen yıl ilk kez çalıştırılan atom çarpıştırıcısı, bir ton helyumun tünele sızmasına yol açan elektrik baÄŸlantısı arızası yüzünden kapatıldı. Bu yılın sonlarında yapılan ve gelecek yıl yapılacak asıl çarpıştırma operasyonunun provası olarak görülen “Atlas” adlı deneyde ise 1,18 trilyon elektrot volt gücünde, karşı yönlerde yol alan iki parçacık ışınının çarpışmayı doÄŸurduÄŸu açıklandı.
Çarpıştırıcının katedral büyüklüğündeki dev odasında bulunan belli başlı dört detektörden biri, ilk yüksek enerjili proton çarpışmasını dünya rekoru olarak kaydetti. Çarpıştırıcının enerjisi aşama aşama artırılmaya devam edecek.

Deney sırasında tünel boyunca ayrı yönlerde iki proton huzmesi veriliyor. Işın demetleri ayrı istikametlerde, ışık hızına yakın bir süratle halka şeklindeki tünelde yol alıyor. Proton ışınlarının birbiriyle büyük bir enerjiyle çarpışmasının ardından bilim adamları, kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi umuyor.


Cüce gezegen Eris

Tanımı konusunda gökbilimcileri ikiye ayıran ve en sonunda “cüce gezegen” sınıfında yer almasına karar verilen Eris, 2005 yılında keÅŸfedildi.

Dünyaya 15 milyar kilometre uzaklıktaki Eris, keÅŸfinden sonraki ilk yılında güneÅŸ sisteminin 10. gezegeni olarak anılırken, Uluslararası Astronomi BirliÄŸinin gezegen tanımını yayımlamasının ardından “cüce gezegen” sınıfına sokuldu.

Buzullarla kaplı gezegenin yeni statüsü, kendisinden daha küçük olan Plüton’un da “cüce gezegen” kabul edilmesine yol açtı ve güneÅŸ sistemindeki gezegen sayısı Astronomi BirliÄŸinin kararıyla 8’e düşürüldü.

KeÅŸfedilen gezegene, tanımı üzerindeki tartışmalar nedeniyle, mitolojide kavga ve nifak tanrıçası olarak bilinen Eris’in adı uygun görüldü.

Plüton’dan yaklaşık 115 kilometre daha geniÅŸ olan Eris, güneÅŸ sistemindeki en uzak gezegen olarak biliniyor. Eris’in güneÅŸten uzaklığı 14,5 milyon kilometreyi buluyor. 2005 yılında yapılan gözlemlerde Eris’in bir de uydusu bulunduÄŸu keÅŸfedildi ve bu uyduya Dysnomia adı verildi.

Eris’in yörüngesi, GüneÅŸ sistemindeki diÄŸer gezegenlerin yörüngesel düzlemine 45 derece eÄŸik konumda bulunuyor. Bu eÄŸim yüzünden 2005 yılına kadar gözlerden uzak kaldığı düşünülen Eris, GüneÅŸ’in çevresindeki turunu 560 yılda tamamlıyor.


Güneş sisteminin dışınındaki gezegenler

Evrende yalnız olmadığımızı ispatlamaya yönelik araÅŸtırmaların odak noktasında bulunan güneÅŸ sisteminin dışındaki gezegenlere iliÅŸkin keÅŸiflerin tarihi, 1990’lı yılların baÅŸlarına dayanıyor. Bu yıllarda, güneÅŸ sisteminin dışında keÅŸfedilen gezegen sayısı tek haneli sayılarla gösterilirken, 2000 yılında 20 kadar gezegen daha bulundu ve bu sayı son 10 yılda yüzlerce olarak anılmaya baÅŸladı.

Dünyaya trilyonlarca kilometre uzaklıkta bulunan bazı gezegenlerin teleskoplarla fotoÄŸrafları çekilebildi. KeÅŸfedilen 400’den fazla gezegenin büyük bölümünün, Jüpiter ve Satürn gibi devasa gaz gezegeni olduÄŸu açıklanırken gökbilimciler çalışmalarını, yaÅŸam izine rastlayabileceklerini düşündükleri Dünya benzeri gezegenler üzerinde yoÄŸunlaÅŸtırdı


Kök hücrede büyük devrim

Japon bilim adamı Åžinya Yamanaka, Kasım 2007’de, insan embriyosu kullanmadan kök hücre üretilebileceÄŸini kanıtlayarak bilim dünyasının kanını donduracak bir atılıma imza attı.

Yamanaka, Kyoto Üniversitesi laboratuvarında, insan embriyosu kullanmadan kök hücre üretilebileceğini, farelerden alınan deri hücreleri üzerinde genetik oynama yaparak gösterdi. Araştırmayla elde edilen kök hücrenin insan embriyosu kullanılmadan üretilmesi, kök hücre çalışmalarına izin vermeyen çevreleri rahatsız etmeyecek olması dolayısıyla da büyük önem taşıyor.

Kısaca iPS olarak adlandırılan, yeni geliştirilmiş kök hücre tipi, yetişkin deri hücrelerine dört gen yerleştirerek ortaya çıkardı. Vücuttaki 220 hücre tipinden herhangi birinin sayısız kopyasını oluşturma yeteneğine sahip embriyonik kök hücreler gibi davranmaya başlayan iPS hücreleri, hastanın kendi yetişkin hücrelerinden türetildiği için bağışıklık sistemi tarafından reddedilme riski taşımıyor. iPS hücreleri, embriyolardan türetilmediğinden büyük bir ahlaki ve dini soruna yol açmıyor.

7 milyon yıllık kafatası

Afrika’nın Çad çöllerinde 2001 yılında bulunan ve 6-7 milyon yıllık olduÄŸu tahmin edilen kafatası, insanoÄŸlunun atasına dair tartışmaların merkezi haline geldi.

Toumai adı verilen kafatasını bulan Michel Brunet liderliğindeki Poitiers Üniversitesi ekibi, kafatasının bir insansıya, insanların atasına ait olduğunu duyurdu.

Bilim dünyasında bu görüşe karşı çıkanlar da oldu. Bir kısım bilim adamı, kafatasını, maymunlarla insan arasındaki kayıp halka olarak kabul ederken, bir diğer kısım bunun bir gorile ait olduğu tezini savundu.

SoyaÄŸacında halen belirsiz bir yere sahip olan Toumai’nin karakteristik özelliklerinde hem insan, hem de maymunla baÄŸlantılar kuruldu, ancak halen nihai bir sonuca varılamadı. Bazı bilim adamları, bulunan kafatasından yola çıkarak, insansıların 7 milyon yıl iki ayak üzerinde yürüdüğü iddiasını da ortaya attı.


Klonlama

Klonlama çağı, 1997 yılında ilk memelinin, Dolly adı verilen bir koyunun klonlanmasıyla başladı.

Dolly’i 2000 yılında bir maymun takip etti ve dünyanın farklı yerlerinde birçok araÅŸtırmacı, bu iki örneÄŸin ardından at, inek ve kedi gibi birçok hayvan türünü klonlamayı baÅŸardı.
2001 yılında Güney Asya öküzü, 2009 yılında ise bir deve ile bir bizon klonlandı.


Mars’ta su bulunması

Kızıl Gezegen Mars’ta su bulunduÄŸu iddiası doÄŸrulandı. NASA, uzay aracı Phoenix’in, suyun varlığını kanıtlamakla kalmadığını, suya temas ettiÄŸini açıkladı.

Mayıs ayından bu yana Mars’ın yüzeyini, mekanik kolunu kürek yerine kullanarak inceleyen robotun, gezegenin daha önce tahlil edilmemiÅŸ bölgesinde suyla karşılaÅŸtığı belirtildi.


MicroRna

İlk kez 1993 yılında keÅŸfedilen, ancak adını 2001 yılında alan microRNA’lar, saÄŸlık ile hastalık arasında önemli bir rolü bulunan genetik ÅŸifre parçacıklarından oluÅŸuyor.

Genin nasıl çalıştığını kontrol eden hücrelerin düzenli çalışması için ihtiyaç duyulan dengenin sağlanmasına yardımcı olan bu parçacıklar işlevini kaybettiğinde hastalıklar ortaya çıkıyor.

MicroRNA’ların bu nedenle yeni ilaçların keÅŸfinde çok büyük önemi bulunduÄŸuna inanılıyor.


Genom Hayvanat Bahçesi

Uluslararası bir çalışma olan Genom Hayvanat Bahçesi projesiyle, bir organizmanın DNA’sında kayıtlı genetik bilgilerin tamamına ulaşılmasında maliyetin düşürülmesi amaçlanıyor.

635 milyon avroya ve 10 yıllık bir çalışmaya mal olan proje, hücrelerin nasıl çalıştığının ortaya çıkarılmasına ve hastalıkların sayısız metotla araştırılmasına katkıda bulunuyor.
Bilim adamları, Genom 10K adı verilen Genom Hayvanat Bahçesi’ni yaratarak, 10 bin omurgalı türün kayıtlı genetik bilgilerinin tamamına ulaÅŸmayı amaçlıyor.

Sadece mimarlara deÄŸil herkese yönelik temel bir baÅŸvuru kaynağı olan “Mimarlık” çıktı.

Bu kitapta tarih öncesinden günümüze dünya mimarisinin yapı taşlarını bulacaksınız. İlkçağ’dan Ortaçağ’a, Rönesans’tan 20. yüzyıla belli başlı akımlar (Neoklasisizm, Modernizm vb.), tanınmış mimarlar ve önemli yapıtlar ortaya konuyor.

Her bölümün başındaki zaman çizelgeleri, o dönemdeki siyasi, toplumsal ve bilimsel gelişmelere dair kısa bir giriş, dönemin ünlü mimarlarına derinlemesine bakış ve önemli eserlerin resimleri kitabın akıcılığını ve anlaşılırlığını arttırıyor.

“BaÅŸvuru Kitapları” adı verilen bu yeni seri, ilerleyen günlerde serinin diÄŸer kitaplarıyla devam edecek.Mimarlık, kitapçılardan 30 TL’ye, internet yoluyla http://kitap.ntvmsnbc.com adresinden de 24 TL’ye edinilebilir.