Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Değerli İKSD Programı Üyemiz,
Yeni yılı karşılamaya hazırlandığımız şu günlerde İKSD Lale kartınız ile faydalanabileceğiniz erken yılbaşı etkinliklerini, eğlencelerini, hediyelerini ve sürprizlerini Aralık ayı bültenimizde topladık. Üyeliğinizi yıl boyunca güzel günlerde kullandığınızı ümit eder, sağlıklı, mutlu ve huzurlu yepyeni bir yıl dileriz.

Saygılarımızla,
İKSD Lale Kartı Üye İlişkileri

“Beyoğlu 150: Fotoğraflarla Beyoğlu’nun 150 Yıllık Öyküsü”
Lale Kartı sahiplerine %10 indirimli!

Beyoğlu’na damgasını vurmuş kişiler, olaylar ve mekânlardan yapılan seçkiyi okuyucu ile buluşturan “Beyoğlu 150: Fotoğraflarla Beyoğlu’nun 150 Yıllık Öyküsü” çıktı. Giovanni Scognamillo‘nun kapsamlı Beyoğlu kronolojisi ile içeriği zenginleştirilmiş, dostlarınız için güzel bir yeni yıl armağanı olacak bu değerli yapıtı Lale kartı sahibi üyelerimiz %10 indirimli alabilecekler!
Lale Kartı Sahiplerine Yılbaşı Fırsatları
Mirror Bistro’dan yılbaşı akşamı
%10 indirimli!
Harvey Dawson 31 Aralık Çarşamba
İş bankası 3. kule girişinde birbirinden farklı lezzetlerle yeni yılı karşılamaya hazırlanan Mirror Bistro, Lale Kartı sahiplerine özel %10 indirimini yılbaşı akşamı da sürdürüyor. İtalyan ağırlıklı karışık dünya mutfağıyla hizmet veren mekânın mutfak şefliğini Mithat Morkoç yapıyor. Mirror yılın son gününde yine farklı bir menüyle misafirlerini ağırlayacak.
Detaylı bilgi için »»

Adres: Kule 3 Giriş Kat 4. Levent
Tel: (212) 283 86 92

Litera’da yılbaşı akşamı
%10 indirimli!
Harvey Dawson 31 Aralık Çarşamba
Yeni yılı üç farklı alternatifle karşılayabilirsiniz. Litera Teras’ın, İstanbul Boğazı, Tarihi Yarımada ve Haliç’i de içine alan, Adalar’a kadar uzanan manzarası eşliğinde yeni yıla girebilir, dilerseniz ise menüsünde kuzey ve güneyden esen rüzgârın getirdiği lezzetlere yer veren Ponte ve Avlu‘da %10 indirimle lezzetli bir akşam yemeği yiyebilirsiniz.
Detaylı bilgi için »»
Adres: Yeni Çarsi Cadde No: 32 Galatasaray
Tel: (212) 292 89 47
Ghetto’dan erken yılbaşı partisi
%20 indirimli!
Harvey Dawson 27 Aralık Cumartesi, 22.30
GHETTO’da erken yeni yıl partisinde 7 kişilik Küba’lı grup Impacto Latino sahne alıyor. Sıcak müzikleri kadar danslarıyla da göz dolduracak grupla çok eğlenceli bir gece geçirebilirsiniz. İlerleyen saatlerde gece, dünyanın Tropik bölgelerinden dans müziklerinin hâkim olduğu DJ performansı ile devam edecek ve gerçek bir yeni yıl partisi gibi, eğlence sabaha kadar sürecek. Siyah ve Beyaz Lale kartı sahiplerine ücretsiz olan parti Kırmızı ve Sarı Lale kartı sahiplerine
%20 indirimli.
Detaylı bilgi için »»

Adres: Kalyoncu Kulluk Caddesi No: 10 Beyoğlu
Tel: (212) 251 75 01

Otto Santral’de yılbaşı partisi
%10 indirimli!
Harvey Dawson 31 Aralık Çarşamba, 23.00
Disko müziğini tekrar popüler yapan kardeşler olarak tanınan Faze Action ikilisi, yedi kişilik orkestrası ile sergileyeceği canlı şovlarıyla Otto Santral sahnesinde olacak. Simon ve Robin Lee kardeşlerin mixing dehasının arkasında bulunduğu grup, Jazz, Beats, House, Boogie, Funk, Afro beat, Disco, Latin sound’larının karışımını kusursuz bir şekilde yansıttıkları setleriyle dinleyicilerine unutulmaz bir yılbaşı gecesi yaşatacak. Gecenin ev sahipliğini Londra’dan Freaks’in gitaristi, Dj ve prodüktör Jonny Rock yapacak.
Detaylı bilgi için »»
Adres: Eski Silahtarağa Elektrik Santrali Eyüp
Tel: (212) 427 18 89

Prof. Mehmet Kerem DOKSAT
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü

 
Can Dündar’ın belgeseli Atatürk’ün kişiliğine ve O’nun kişiliğinde var olmuş Türk milletine karşı girişilen en kapsamlı psikolojik saldırı örneğidir. Bu nedenle belgeselin yarattığı asıl tahribatın da bu psikolojik cepheden geleceğini görmemiz gerekiyor. Ama nasıl? Can Dündar’ın siyasi referansının tümüyle Şeriatçılar olduğunu görmüştük.
Can’ın psikoloji referansı ise Vamık Volkan adlı bir psikiyatrist.
Nitekim Can Dündar Hürriyet’ten Ayşe Arman’a verdiği röportajda Vamık Volkan’dan etkilendiğini itiraf ediyor.
İtiraf ettiği etkilenmenin kaynağı bir kitap.
Adı: “Ölümsüz Atatürk”
Kitap 1984’te ABD’de “Immortal Atatürk” adıyla yayınlanıyor.
On yıl sonra Türkiye’de yayınlanıyor ve yasaklanıyor.
Fakat 1998’de serbestçe satılmaya başlanıyor.
Adından anlaşılabilecek bir kitap değil, çünkü kitap Atatürk’ün ölümsüzlüğünü vurgulamıyor.
Kitabın temel tezi Atatürk’ün ne kadar sıradan bir insan olduğunu göstermek.
Yani tıpkı Can gibi Atatürk’ün “insani” yanlarını vurgulamak.
Ve onun “büyüklüğünü” böyle göstermek!
Ancak psikiyatrist, Atatürk’ü sıradan bir hastası gibi incelemeye koyuluyor ve Atatürk’ün ne kadar sıradan bir ruh hastası olduğunu ispatlıyor!

Pavlov’un köpekleri ve Milli refleksin kırılması
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri bölümü profesörü Mehmet Kerem Doksat şöyle açıklıyor:
“Bilirsiniz, ünlü Rus fizyolog Pavlov, köpeklerine et verirken bir yandan zil çalınca ve bunu defalarca yapınca, bir süre sonra eti görmeden de zil sesini işitince hayvanın salyası akmaya başlar. Bu şartlı reflekstir: Hayvanın tabiatında olmayan bir uyaran (zil sesi), onu tabiatında olan eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadı r. Ama eğer sürekli olarak zil çalıp hiç et göstermezseniz, bir süre sonra bu şartlı refleks söner; devamının tesisi için arada et de gösterilerek pekiştirilmelidir.
Hiçbirimiz dünyaya Türk, Meksikalı, Sünnî veya Katolik olarak gelmeyiz; bunlar bize öğretilen değerler, yâni şartlı reflekslerdir. Eğer pekiştirilmezlerse, zamanla sönerler.
Bir gün Pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kısmı boğulur bir kısmı da günlerce terörize olur çünkü ölümden zor kurtulmuşlardı r. Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yok! Şu müthiş sonuca varır: Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırır. İnsanı veya hayvanı en doğal, en ilkel hâline geri döndürür.
Bir yandan her gün 15–20 şehit, “kanları yerde kalmayacak” denip sürekli kanlarının yerde kalması, bir yandan Ergenekon bilmem ne deyip büyük bir çoğunluğunun suçsuz olduğuna herkesin emin olduğu, hâttâ tek suçu Atatürk’ü ve onun ilkelerini sevmek olan insanların sabaha karşı evlerinden alınarak hapse atılmaları… Bir yandan orada burada araba yakarak, polise taş atarak etnik kalkışmalar… Hepsini toplarsanız, temel güvenlik duygusu ortadan kalkıyor.
Pavlov’un köpeklerindeki gibi, bu kadar ağır travmalarla şartlı reflekslerimiz (millî duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor.
Volkan’a göre Atatürk babasını küçük yaşta kaybedip ilk bunalıma giriyor. Ondan sonra annesi başka bir adamla evleniyor ve eve gelen bu adamla birlikte bunalım kökleşiyor. Bunun temelinde ise Mustafa’nın annesine olan “odipal bağlılığı” var! Aslında Can’ın belgeselindeki temel ve örtük mesaj da bu.
Atatürk denilen adam sözde bizim atamız, yani bir anlamda hepimizin babası ama aslında onun babası yok!
Nitekim Can’ın belgeselinde ikide bir Mustafa’dan “yetim” olarak sözediliyor!
Ve yine Mustafa’nın annesine darılması anlatılıyor belgeselde, çünkü Atatürk’ün anası, yani bizim o başörtülü gülümseyen fotoğrafından hatırladığımız Zübeyde Hanım, “eve başka bir erkek getiriyor”!
Evet, belgeselde anlatılan dil aynen böyle, ortada Zübeyde Hanım’ın “yeniden evlenmesi”ne değil “eve yeni bir erkek getirmesi”ne vurgu var!
Farkındaysanız tez Vamık Volkan’dan aktarılma olduğu gibi.

Peki Can buradan nereye varmaya çalışıyor?
Atatürk’ün aslında çocukluğundan itibaren sorunlu biri olduğuna.
Nitekim belgesel boyunca Atatürk, mutsuz, yalnız, bunalımlı bir tip olarak çizilmiş.
Ancak bunlar anlık ya da dönemsel melankoliklikler değil. Atatürk çocukluğundan ölümüne derin bir melankoli içinde gösteriliyor.
Atatürk’ün sürekli içki ve sigaraya olan düşkünlüğü de örtük başka bir mesajı veriyor: Mustafa sadece annesine karşı odipal bir bağlılık içinde değildir aynı zamanda oral bir kişiliğe sahiptir!
Şimdi bu iki kavrama bakalım.
Birincisi Freud’un “odipus kompleksi” olarak bilinen ve çocuğun anneye olan bağlılığını cinsel bağlılıkla açıklayan teori.
İkincisi ise yine Freud’un çocukluk evrelerini ayırdığı ilk evre olan “oral evre”, yani ağız bağlılığı.
Mesela çocukların iki yaşına kadar anne memesine olan bağlılık dönemi..
İşimiz elbette psikoloji tartışmasına girmek değil, Freud’un kavramlarını tartışmak da değil. Ama bu kavramlar Atatürk için neden kullanılıyor onu tartışmak.
Her iki kavram da Vamık Volkan’ın kitabında Atatürk’ün kişiliği olarak konuluyor.
Şöyle ki:
Atatürk annesine olan aşkının yerine vatanı koyuyor.
Nitekim “büyük validemiz” diye söz ettiği vatana olan aşkı aslında anasına olan aşkıdır!
Yine ana memesine olan hasretini de rakı kadehi ve sigara ile gidermektedir!
Can, belgeselinde bunları çok açıktan dillendirmemiş ama anlaşılan o aşama için vakit henüz erken diye düşünmüş. Yine de Can, Vamık Volkan’dan esinlendiğini iddia ettiğine göre çok yakında o meselelere de geleceği kesin.

Aslında Can’ın geveleyip de söyleyemediği şeyin ne olduğunu az çok anlayabiliyoruz: Herhalde Mustafa’dan sonra sırada Zübeyde belgeseli var.
O zaman tabularla mücadele eden Can Dündar’dan bir dahaki belgeselinde yine Şeriatçıların Zübeyde Hanım hakkındaki yalanlarını gerçekmiş gibi sunmasını bekleyebiliriz.
Şeriatçılar ne derler Atatürk için?
Veled-i zina!
Yani piç!
En son Refah Partisi’nin bir milletvekili bu lafı etmiş sonra da yurtdışına kaçmıştı.
Ama Can Dündar’ın belgeselinde faydalandığı Şeriatçıların temel tezidir bu.
Onlar Atatürk’ün annesinin aslında bir fahişe olduğunu ve Selanik genelevinde çalıştığını yayarlar.
Hatta uydurma bir de belge basar dururlar.
Peki böyle bir gerçek var mıdır?
Elbette bütünüyle uydurmadır ama insanları bir yalana inandırmak da mümkündür.
Zaten Can’ın misyonu da budur.
Belgesel boyunca Şeriatçı yalanları gerçekmiş ve hatta belgeymiş gibi sunmamış mıdır?

Hasan Tahsin ve milli refleks
Vaktiyle yalnızca Mustafa Kemal de terörist sayılmamıştı. Çok az bilinen bir örnek de, Osman Nevres Recep’tir (bildiğimiz adıyla ise Hasan Tahsin). Meslek olarak gazeteci olan Nevres’i her zamanki gibi terörist ilan eden güçler yine Batılılardır.
Birinci Dünya savaşı öncesi Batılı ülkeler her zamanki gibi Türkleri Orta Asya’ya gönderme düşleri kurmaktadır. 1911 yılında İtalyanlar hiçbir siyasal ya da hukuksal neden ortada yokken Trablusgarb’ı işgal ederler. Osman Nevres de o sırada Fransa’da eğitim görmektedir. Bir Fransız sinemasının (Olimpia) reklam vitrininde Trablusgarb ile ilgili afiş görür ve içeri girer.
Film baştan sonuna kadar Türklere hakaret ve iftira ile doludur. İtalyan propagandası en üst düzeydedir. Türkler barbar ve uygarlıktan payını almamış bir topluluk olarak tanıtılmaktadır. Osman Nevres daha fazla dayanamaz ve her zaman belinde taşıdığı silahını ateşleyerek sinema perdesini delik deşik eder.
Ertesi gün Fransız gazetelerinde şu haber çıkar: “Terörist Türk dehşet saçtı…” Hemen bu “anarşist” Türk’ün Fransa toprakları dışına atılması için kampanya başlatılır. Ve başarılı olunur da.
Kısacası uyanık olmak gerekmektedir ve bu belgesel türü saldırıların sonunun nerelere kadar gideceğini iyi öngörmek gerekir. Aslında mesele son derece basittir. Batılı emperyalistler yok etmek istedikleri uluslara saldırırken o ulusların önderlerinden başlarlar işe. Çünkü ulusal bütünlüğü sağlayan ulusal önderdir.
Bunu gayet iyi bilen emperyalistler bu noktada psikoloji bilimini de yardıma çağırırlar.
İşte Vamık Volkan bu tür bir psikiyatristtir.
Kendisi Kıbrıs Türküdür ama Amerika’nın hizmetindedir.
Çok uzun yıllardır ABD başkanlarının psikiyatri danışmanlığını yapmaktadır.
CIA için çalışmaktadır.
Görevi ise aslında bilimsel bir çalışmadır.
Vamık Volkan, ABD’nin bölmek, parçalamak ve yutmak istediği coğrafyalarda yaşayan uluslarla ilgilenir.
O ulusların psikolojisini inceler.
Ve “uluslar nasıl birbirini boğazlamaz”ın teorisini geliştirir.
Yani görünürdeki amaç etnik kinleri, nefretleri incelemek, onları ortadan kaldırmaktır
Mesela Ermenilerle Türkler arasında ulusal bir düşmanlık mı var, orada Vamık girer devreye ve bu düşmanlığın kökenlerini inceler.
Peki inceleme dediğimiz şey nedir?
Burada izlenen yol ulusal ya da etnik düşmanlıkların ortadan kaldırılması değil, ABD’nin tehdit olarak gördüğü ulusların ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin ve benliklerinin sorgulanması, aşındırılmasıdır.
Kısacası milli duygunun yok edilmesidir etnik psikiyatrinin görevi.
….
İşte bizi ilgilendiren şey de budur.
Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve refleksini nasıl yok edersiniz?
Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır, o ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız.
Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız.
Mesela Türkler kendilerini kahraman bir ulus olarak mı görüyorlar?
O zaman onlara ne kadar korkak bir ulus olduklarını göstermek gerekmektedir!
Ya da Türkler atalarını, yani Atatürk’ü çok mu yüceltiyorlar?
O zaman onlara Atatürk’ün ne kadar sıradan biri olduğunu gösterin.

Farkındaysanız son on yıldır tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz.
Sözde demokratlık, tartışma kültürü adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor?
Diyorlar ki siz soykırımcı bir milletsiniz!
Ermenilere soykırım uyguladınız.
Biz diyoruz ki hayır uygulamadık!
O zaman uyanık emperyalist diyor ki: Tamam madem uygulamadınız, bunu hemen reddetmeyin, tartışalım, öyle bir sonuca varalım.
Size mantıklı geliyor, nasılsa biz suçsuzuz, tartışmadan galip ayrılırız diyorsunuz.
Ama tartışma masası kurulduğunda hiç de ortada eşit bir tartışma şansı olmadığını görüyorsunuz.
Bir bakıyorsunuz, tüm televizyonlar, gazeteler, aydınlar sizin Ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor.
Kanıtları var mı?
Elbette yok!
Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı çok oldu mu, gerçeğin sesi çıkmaz oluyor.
Hayır diyorsunuz, gerçekleri bir de biz anlatalım.
Ama anlatamıyorsunuz, çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış.
İşte o zaman anlıyorsunuz tartışmaya açmak denilen tuzağı.
Çünkü bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetleri yüksek insanlar bile “acaba” demeye başlıyor!
Acaba gerçekten Ermenileri biz mi katlettik?
Yani ulusal benlikte ilk kırılma yaşanıyor…
….
Psikolojik harbin etkisi çok büyük bir hızla bu şekilde yayılıyor.
Sonra sıra Kürtlere geliyor!
Sizden tartışmanızı istiyorlar.
Tartışma başlıyor ve yine kaybediyorsunuz. ..

Bir düşünelim son dönemde neleri tartışmaya açtırdık ve neredeyiz.
Bugün Misak-ı Milli’yi pek önemsemiyoruz.
Kırmızı çizgileri umursamıyoruz.
Türk dilinin önemi kalmamış.
Bu ülkede federasyon da olabilir.
Ermenilerden özür dileyebiliriz.
Kürtlere biraz toprak verebiliriz. .
Kısacası ulusal varlığımıza ait hayati her alanda ve konuda kaybetmiş durumdayız.

Peki sıra neye geldi?
Sıra Atatürk’e geldi.
Çünkü önemli olan ulusal önderi yok etmektir.
O halde tüm önderlere yapılanı Atatürk’e de yapalım.
O’nun ne kadar zalim bir diktatör olduğunu tartışalım.
O’nun aslında zaafları olduğunu tartışalım.
Hatta O’nun anasını bile tartışalım.
Evet, emperyalistlerin gündeminde bu vardır.
Tartışın diyorlar biz sizin atanızın anasını tartışmak istiyoruz!
Sonra?
Sonra da sıra sizin ananıza gelecek!
Hepinizinkine gelecek!
….
Ondan sonra Can Dündar çıkıyor ağlamaklı, diyor ki tamam tartışın benim belgeselimi ama biraz insaflı olun, önce izleyin sonra eleştirin!
Acıyacaksınız nerdeyse adama.
Sonra dört bir koldan saldırıyorlar; korkacak ne var ki, izleyin önce, inanmazsanız inanmazsınız!
İsterseniz eleştirin!

İşte asıl psikolojik harp cephesi de burada kuruluyor!
Yıllar öncesine gidiyorsunuz. ..
Mondros imzalanmış.
Sonra düşman askerleri İstanbul’a çıkartma yapmaya başlıyor.
Milyonlarca Türk sadece izliyor!
Demek ki önemli olan ilk adım, işgali izlettirebilmekmiş !
Ama aynı zamanda bir de masa!
Tartışacaksınız.
Tartışma masasında bizim sadrazam emperyalistlere yalvarıyor, biraz acıyın diye.
Peki izleyerek, tartışarak nereye varabilirsiniz?

Emperyalistler aslında şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor.
Mehmet Akif, Çanakkale için ne diyordu
“Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”
Ya şu Can’ın belgeseli?
Sizce daha büyük bir çıkartma değil mi?

Çıkartma sürerken iki tavır var alınacak.
Biri İstanbul’da işgalcileri karşılayan ve onlardan tokat yiyen bir Osmanlı paşası olabilirsiniz.
Ya da Dolmabahçe’den çıkartmayı izleyen bir padişah.
Belki de evinin perdesini kapatan sıradan ve suskun bir Türk…
Ama aslında hepsi aynı kapıya ve aynı kişiliğe çıkar.
İzlersiniz!
Her şeyi!
Ya da ilk kurşunu atan Hasan Tahsin olursunuz.
Hasan Tahsin’e kadar bu ülkede düşmana hiç kurşun atılmadığını bilmek ne kadar utanç verici aslında!
Peki Hasan Tahsin’i ne kadar tanıyoruz?
Hasan Tahsin’i Hasan Tahsin yapan nedir?
“İlk kurşun”dan önce de kurşun atmıştır Hasan Tahsin.
Tarihin garip cilvesi Hasan Tahsin Avrupa’dadır ve bir filme gider.
Filmde Türkler aşağılanmaktadır.
Hasan Tahsin bu filmi izlemez.
“Önce izleyeyim sonra eleştireyim” demez.
Ya ne der?
Türk’e küfredenin canına okurum der!
Ve çıkarır silahını ateş eder beyaz perdeye!
Film orada biter!

Hasan Tahsin’in insani ve sıradan yanıdır bu.
Hiçbir insan kendisine, anasına, babasına, atasına, milletine, bayrağına küfrettirmez.
En basit insan gerçeğidir.
İlkokulda bir çocuğun anasına küfretmeye kalkarsanız, sizinle anasının durumunu tartışmaz, bunun cevabı suratınıza yiyeceğiniz yumruktur.
Neden?
Çünkü çocuğun en insani ve sıradan yanıdır bu!
İşte Can’ın insani denilen belgeselinin bam teli de burası.
Diyor ki Can ben sizin atanıza küfredeceğim ve siz de izleyeceksiniz!
Medeni bir şekilde izleyeceksiniz!
Çıtınız çıkmayacak.
Sinemaya girecek ve orada size gösterilen yerde oturacak ve izleyeceksiniz.
Çıtınız çıkmasın, sinemadasınız!
Çıkınca fikrinizi söyleyin.

Time Dergisi, Oscar ödüllü Andrew Stanton’un yönettiği “Wall-E” adlı animasyon filmini, “Yılın En İyi Filmi” ilan etti. “Synecdoche, New York”un ikincisi olduğu “Yılın En İyi 10 Filmi” listesinde “My Winnipeg” üçüncü sırada yer aldı. Listede, “Iron Man” (Demir Adamı) da var.

New York– Time dergisinin internet sitesinde yayınlanan “Yılın En İyi 10 Filmi” listesinin başında Oscar ödüllü senaryo yazarı-yönetmen Andrew Stanton‘un, çok sükse yapan “Wall-E” adlı animasyon filmi yer aldı.

Philip Seymour Hoffman‘ın başrolünü üstlendiği “Synecdoche, New York”un ikincisi olduğu listede Kanadalı yönetmen Guy Maddin‘in komedi-drama “My Winnipeg” filmi ise üçüncü sırada bulunuyor.

Yılın en iyi filmleri listesi için çok beğenilen Christian Mungiu‘nun “4 Months, 3 Weeks and 2 Days” filmi, Sean Penn‘in oynadığı “Milk”, ünlü yazar F. Scott Fitzgerald‘in kısa bir öyküsune dayanan, Bratt Pitt’li “The Curious Case of Benjamin Buton” adlı yapım da seçildi.

Listeye ayrıca, Danny Boyle‘nin, yoksulluk ile zenginliğinin biraraya geldiği Mumbai’de geçen bir hikayeyi konu alan “Slumdog Millionaire”, çizgi roman kahramanı “Demir Adamı” ndan esinlenen “Iron Man”, Wachowski kardeşlerinin “Speed Racer” filmi ve Alman Werner Herzog‘un yönettiği “Encounters At The End Of The World” de girdi.

“The best way to predict your future; is to create it”

David Fincher ve Ron Howard’ın filmlerinin beşer dalda aday olduğu Altın Küreler’de, büyük rekabet kadın oyuncu dalında yaşanacak

LOS ANGELES – Oscar’ın öncüsü Altın Küre’nin adayları açıklandı. Hollywood Yabancı Basın Birliği tarafından 66. defa verilecek olan ödüller, bu yıl birçok başarılı film ve oyuncuyu karşı karşıya getiriyor. Listede beşer dalda aldıkları adaylıklarla David Fincher filmi ‘The Curious Case of Benjamin Button’, Ron Howard’ın yönettiği ‘Frost/Nixon’ ve adaylıklarının dördü oyuncu kategorisinde olduğu için bir ‘oyunculuk şöleni’ iddiasını taşıyan ‘Doubt’ öne çıkan filmler oldu.
‘Doubt’ın oyuncularından Meryl Streep, aynı zamanda ‘Mamma Mia!’daki rolüyle ‘en iyi yardımcı komedi ya da müzikal oyuncusu’ dalında da aday. Bir diğer çift adaylıklı oyuncu ise ‘Revolutionary Road’da en iyi kadın ‘The Reader’da en iyi yardımcı kadın oyuncu dallarında yarışan Kate Winslet. Yılın filmi olduğu tüm Hollywood’ca kabul edilen ‘Kara Şövalye’de Joker rolüyle çok konuşulan Heath Ledger ise ölümünden sonra Altın Küre adayı oldu. Her aday listesinin hayal kırıklığı barındırdığını ise Altın Küreler’de adı sadece Sean Penn’in adaylığıyla geçen Gus Van Sant filmi ‘Milk’ ve törende sadece Angelina Jolie’yle anılacak olan Clint Eastwood filmi ‘Changeling’ kanıtladı. Ödül töreni 11 Ocak’da Beverly Hills Hilton’da gerçekleşecek. (Kültür Sanat)

En iyi film / dram
* The Curious Case of Benjamin
* Button
* Frost/Nixon
* The Reader
* Revolutionary Road
* Slumdog Millionaire
En iyi yönetmen * Danny Boyle (Slumdog Millionaire)
* Stephen Daldry (The Reader)
* David Fincher (The Curious Case of Benjamin Button)
* Ron Howard (Frost/Nixon)
* Sam Mendes (Revolutionary Road)
En iyi kadın oyuncu / dram
* Anne Hathaway (Rachel Getting Married)
* Angelina Jolie (Changeling)
*Meryl Streep (Doubt)
* Kristin Scott Thomas (I’ve Loved You So Long)
* Kate Winslet (Revolutionary Road)
En iyi erkek oyuncu / dram
* Leonardo Di Caprio (Revolutionary Road)
* Frank Langella (Frost/Nixon)
* Sean Penn (Milk)
* Brad Pitt (The Curious Case of Benjamin Button)
* Mickey Rourke (The Wrestler)
En iyi film / komedi ya da müzikal
* Burn After Reading
* Happy-Go-Lucky
* In Bruges
* Mamma Mia!
* Vicky Cristina Barcelona
En iyi kadın oyuncu / komedi ya da müzikal * Rebecca Hall (Vicky Cristina Barcelona)
* Sally Hawkins (Happy-Go-Lucky)
* Frances McDormand (Burn After Reading)
* Meryl Streep (Mamma Mia!)
* Emma Thompson (Last Chance Harvey)
En iyi erkek oyuncu / komedi ya da müzikal
* Javier Bardem (Vicky Cristina Barcelona)
* Colin Farrell (In Bruges)
* James Franco (Pineapple Express)
* Brendon Gleeson (In Bruges)
* Dustin Hoffman (Last Chance Harvey)
En iyi animasyon * Bolt
* Kung Fu Panda
* Wall-e
En iyi yabancı film
* The Baader Meinhof Complex (Almanya)
* Everlasting Moments (İsveç/Danimarka)
* Gomorrah (İtalya)
* I’ve Loved You So Long (Fransa)
*Waltz With Bashir (İsrail

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Evren: ”Bilgisayarda 20 dakika çalıştıktan sonra, gözleri kapatarak ya da uzağa bakarak 20 saniye dinlenmek gözleri korur. Fazla yansımaya neden olacağı için bilgisayar ekranı pencereye dönük olmamalıdır. Daha ideali, yansıma yapmayan ekran kullanmaktır. Çocukların günde en fazla 3-4 saat bilgisayar kullanmaları, her saat başı en az 10 dakika ara vermeleri ve oturdukları yerden kalkarak hareket etmeleri sağlanmalıdır” dedi.

AA

Ankara– Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Özlem Evren, bilgisayar başında çalışanlarda gözlerde yorgunluk hissi, yanma, batma, kızarıklık, bulanık görme ve baş ağrısı gibi şikayetler ortaya çıkabildiğini belirterek ”Bilgisayarda 20 dakika çalıştıktan sonra, gözleri kapatarak ya da uzağa bakarak 20 saniye dinlenmek gözleri korur” uyarısında bulundu.

Evren, uzun süreli bilgisayar kullanımından kaynaklanan, ”Ekrana Bakma Sendromu” olarak adlandırılan sorunların, göz sağlığını tehdit ettiğini vurguladı.

Günde 6 saatten fazla bilgisayar başında çalışanların yüzde 75’inde, zaman içinde gözlerde yorgunluk, yanma, batma, kızarıklık, bulanık görme ve baş ağrısı gibi şikayetler görüldüğünü anlatan Evren, ”Buradaki dikkat çekici nokta, bu sorunların daha önce göz sağlığı yerinde olanlarda ortaya çıkması” dedi.

Bilgisayar başındaki işlerin göz sağlığına olumsuz etkisinin masa başındaki diğer işlerden daha fazla olduğunu kaydeden Evren, şöyle konuştu:
”Kitap okurken gözler aşağıya doğru baktığı için, yakına bakmak ve gözün uyum sağlaması daha kolaydır. Gözleri yormaz. Oysa, bilgisayar ekranı karşısında yazıları, gözlerimiz düz karşıya bakarken okuruz. Bu, gözleri zorlayan bir durumdur. Ayrıca, bilgisayar ekranına düz baktığımız için göz kapaklarımız daha aralıktır. Bu durum, gözyaşının daha çok buharlaşmasına ve gözün kurumasına neden olur. Ayrıca, bilgisayar başında yoğun çalışırken göz kırpma sayımız yarı yarıya düşer. Bu durum da gözlerde kuruluğa neden olur.”

Işık yansıması ve çözünürlük

Bilgisayar ekranından ışık yansıması ve çözünürlüğün de göz sağlığı üzerinde önemli etkileri olduğuna dikkati çeken Evren, ekrandan yansıyan ışığın gözü yorduğunu bildirdi.

Bilgisayar ekranına doğru direkt aydınlatma yapılmaması gerektiğini anlatan Evren, ‘‘Bu, bilgisayar ekranının üzerine bir ayna konularak test edilebilir. Oturduğunuz noktadan aynada bir ışık kaynağı görüp görmediğinize bakın. Aynada ışık kaynağı görüyorsanız, ekrana direkt yoğun ışık düşüyor ve yansıyor demektir” şeklinde konuştu.

Ekranın çözünürlüğü arttıkça, yazıların daha kolay okunduğunu ve göz yorgunluğunun azaldığını belirten Evren, ”Bilgisayar başındaki göz yorgunluğunun nedenlerinden birisi de teşhis edilmemiş kırma kusurlarıdır. Özellikle gizli, yani teşhis edilmemiş hipermetropisi olanlarda bu şikayetler daha çabuk ortaya çıkar” diye konuştu.

Evren, ”Ekrana Bakma Sendromu”nun sağlıklı bireylerde bile problem olduğu düşünüldüğünde; kuru göz sorunu olan, göz yaşı miktarını azaltan ve vücuttan su atmaya yönelik diüretik grubu tansiyon ilacı, alerji için antihistaminik, doğum kontrol hapı ya da kontakt lens kullananlarda bu sorunun daha belirgin ve hızlı ortaya çıkacağı uyarısını dile getirdi.

 

Çocuklar ve bilgisayar

Çocukların bilgisayar kullanımına yönelik açıklamalar da yapan Evren, şunlara dikkati çekti:
”Çocuklar bilgisayar oyunlarına kendilerini çok kaptırırlar ve genellikle yorulduklarını fark etmeden gözlerini son noktaya kadar zorlarlar. Çocukların mükemmel uyum mekanizmaları olduğu için, gözleri ağrısa da kızarsa da bundan şikayetçi olmazlar. Bu da olumsuz durumun farkına varılmasını zorlaştırabilir. Göz kızarıklığı ve gözlerini ovuşturma, böyle bir durumda ortaya çıkan sorunların başındadır.”

Çocuklar için önemli başka bir durumun da bilgisayarların yetişkinlere göre ayarlanması olduğunu kaydeden Evren, çocukların bilgisayar karşısında ekrana bakmak için başlarını daha fazla kaldırmak zorunda olduklarını bildirdi. Evren, bunun, çocukların göz kaslarının daha çok yorulmasına, gözlerinin kurumasına ve duruş bozukluklarından dolayı olumsuz beden gelişimine neden olduğuna dikkati çekti.

Yapılması gerekenler

Evren, bilgisayar kullanan çocukların gözlerini korumak için şu önlemlerin alınması gerektiğini bildirdi:

-Kırma kusurunu araştırmak için mutlaka göz muayenesi olmaları gerekir.

-Bilgisayar kullanım süreleri günde en fazla 3-4 saat ile sınırlandırılmalıdır. Her saat başında en az 10 dakika ara vermeleri, oturdukları yerden kalkarak hareket etmeleri sağlanmalıdır.

-Bilgisayar ekranının yüksekliği boylarına uygun olmalıdır.

-Ortam aşırı aydınlatılmamalıdır.

-Bilgisayar ekranının çözünürlüğü yüksek ve mümkünse yansıma yapmayan cinsten olmalıdır.
Evren, erişkinlere yönelik de şu tavsiyelerde bulundu:

-Teşhis edilmemiş bir kırma kusuru açısından göz muayenesinden geçmeleri yararlı olur.

-”20-20” kuralına uymak yararlıdır. Bilgisayarda 20 dakika çalıştıktan sonra, gözleri kapatarak ya da uzağa bakarak 20 saniye dinlenmek gözleri korur.

-Bilinçli olarak gözleri kırpmak göz yaşı kaybını azaltır.

-Bilgisayar ekranı göz hizasının altında olmalıdır. İdeali, bilgisayar ekranının orta noktasının, göz hizamızın 8-10 santimetre altında olmasıdır.

-Fazla yansımaya neden olacağı için bilgisayar ekranı pencereye dönük olmamalıdır. Daha ideali yansıma yapmayan ekran kullanmaktır.

-Çalışma ortamı fazla aydınlatılmamalıdır. Aşırı aydınlatma yapan masa lambalarından kaçınmak gerekir.

-Ekrandaki yazıların netliği ve rengi önemlidir. Görüntü yenileme frekansı yüksek ekranlar daha kolay okunabilir görüntü sağlar. Ayrıca beyaz zemin üzerine siyah yazı karakterleri, siyah zemin üzerine olanlardan daha az yorucudur.

-Çalışma ortamındaki havanın fazla kurumasını önlemek ve nemlendirmek çalışma konforunu artırır.

-45 yaş üzerinde ve yakın gözlüğü takma ihtiyacı olanlarda yakın gözlüğü dışında, bir de bilgisayar ekranına odaklanan ‘Bilgisayar Gözlüğü’ kullanılması, ekrana aşırı yaklaşma gerekliliğini azaltır, okuma kolaylığı sağlar.

-Tüm bu önlemlere rağmen gözlerde kızarıklık, batma, yanma şikayetleri oluyorsa, koruyucu içermeyen yapay göz yaşı damlaları kullanılabilir.

-Sorunlar erken dönemde fark edilir ve gerekli basit önlemler alınırsa, kalıcı hale dönüşmesi önlenir.

10 milyon tiryakiye sigarayı bıraktırdığı iddia edilen ”allen carr yöntemi” artık cep telefonuyla uygulanabilecek. Sigarayı bırakmak isteyenler, mobil terapi sayesinde, allen carr şubelerine kısa mesajla abone olup, yöntemden yararlanabilecek.

AA

Ankara– Sigara bağımlılığına son vermek isteyenler için yeni bir yol: Mobil Terapi…Sigara tiryakileri, 40 ülkede yaklaşık 10 milyon insanın sigarayı bırakmasını sağladığı iddia edilen Allen Carr’ın ”Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu” yöntemine, artık cep telefonlarından ulaşabilecek. İsteyen herkes, ”21. yüzyıl insanının terapisi” olarak adlandırılan mobil terapiden kısa mesaj yoluyla yararlanabilecek.

Allen Carr yöntemiyle sigarayı bırakan uzman klinik psikolog İlknur Üstünuçar’ın hazırladığı mobil terapide, ”Sigarayı bırakmaya hazırlık” ve ”Sigarayı bırakanlar için koruma” programları bulunuyor. Terapide, sigara bıraktırma yönteminin uzmanları tarafından hazırlanan özel mesajlar abone olan tiryakilerin cep telefonuna kısa mesajla gönderiliyor. Hazırlık programına kayıt olan tiryakiler, sigara içme isteğinin nasıl bitirileceğinden, psikolojik olarak sigaradan kurtulmaya ve bırakmayı zorlaştıran nedenlere kadar pek çok konuda bilgilendiriliyor.

Bu programda ayrıca, sigarayı bırakmaya çalışan tiryakilere, sigarayı bıraktıktan sonra ilk 3 gün asla yapılmaması gerekenler, ilk 3 hafta mutlaka yapılması gerekenler, içenleri kıskanmamayı başarmanın yolu, sigarayı bırakırken yaşanan fizyolojik sıkıntılarının oluşmaması ve kilo almadan sigarayı bırakmak için yapılması gerekenlerle en etkili zihinsel hazırlığın nasıl yapılabileceğinin anlatıldığı mesajlar gönderiliyor. Koruma programının amacı ise sigarayı bırakanlara destek olmak ve sigaraya tekrar başlamalarını önlemek olarak tanımlanıyor.

Allen Carr yöntemi

Allen Carr, 33 yıl boyunca günde ortalama 5 paket sigara içtikten ve 1983 yılında sigarayı bıraktıktan sonra 2006’da akciğer kanserinden hayatını kaybetti. Babası da akciğer kanseri nedeniyle ölen Carr, sigara tiryakiliğine 1983’de ”kolay” olarak tanımladığı bir yolla son verdi. Rahat, kolay ve acı çekmeden sigaradan kurtulduğunu anlatan Carr, bu tecrübesini çevresindekilerle paylaşarak ”Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu” yöntemini geliştirdi.

Londra’da kurduğu ilk klinikten sonra kendisi gibi uzmanlar yetiştirmeye başlayan Carr, yönteminin ismiyle bir de kitap yazdı. Kitabı 47 dile çevrilen Carr’ın yöntemi sayesinde dünya çapında 10 milyonun üzerinde insanın sigarayı bıraktığı iddia ediliyor

Yıldız Kenter sanat yaşamında 60. yılını, sahneye koyduğu yeni bir oyunla kutluyor: Charles Fariala’nın bir öyküsünden Dulcinea Langfelder’in sahneye uyarladığı “Victoria” (Zafer). Sanat aşkıyla ölüme bile kafa tutan Alzheimer hastası bir oyuncuyu konu alan oyun izleyiciyle buluşuyor.

Özge Keskin

Cumhuriyet / Kültür– İlk kez 12 Aralık 1948’de “12. Gece” oyunuyla sahneye çıkan Yıldız Kenter sanat yaşamında 60. yılını sahneye koyduğu yeni bir oyunla kutluyor: Charles Fariala’nın bir öyküsünden Dulcinea Langfelder’in sahneye uyarladığı “Victoria” (Zafer). İlk kez yarın akşam Kenter Tiyatrosu’nda izleyiciyle buluşacak olan oyunda Alzheimer hastası, tekerlekli iskemleye bağlı, düşünsel ve fiziksel olarak kısıtlanmış bir oyuncu olan Victoria’nın içindeki sanat aşkıyla ölüme bile kafa tutuşu ve bakıcısıyla ilişkisi anlatılıyor.

 

‘Ölüme bile gülerek gidiyor’

 

Oyun üzerine üç aydır çalıştıklarını söyleyen Yıldız Kenter, Bu oyunda özellikle altını çizdiğimiz nokta sanatla uğraşan insanın hayatının katlanılır hale gelmesi. Victoria karakteri bunu bilinçli değil, bilinçsiz bir şekilde yapıyor belki de, ama ölüme bile gülerek, bir zafer kazanmış edasıyla gidiyor diyor. Ellerinde bir metin olmadan, Dulcinea Langfelderin düşüncesini temel alarak ve kendi belirledikleri noktaları vurgulayarak oyunu sahnelediklerini belirten Kenter Metni bire bir almadık, sadece düşünceyi aldık ve çok farklı yerlere götürdük oyunu. Her oyunda bir şeyleri çıkarabilir ya da ekleyebiliriz. Seyirciyi de nasıl yaratıcı kılabileceğimizi düşündük diyor. Son olarak da oyunculuğu yönetmenliğe tercih ettiğini ekliyor sanatçı, “Her oyuncu yönetenin bir parçasıdır zaten; yani onlar da yöneticidir. Yönetmen toparlayan, kotaran, elindeki sazların iyi akortlu olup olmadığını kontrol edendir diye konuşuyor.

Yeni bir oyunu sahneye koyarken 4 Büyükler diye adlandırdığı; basın, devlet, seyirci ve sanatçı desteğinin tiyatro için çok önemli olduğunu söyleyen usta oyuncu Bugün Türkiyede solun hali neyse tiyatronun hali de odur; birlik, beraberlik destek yok; bölük pörçük, un ufak! diye dert yanıyor. Eskiden salonlar dolup taşardı diyen Kenter, En büyük dürtü seyircidir. Seyirciye oynamaya başladığın zaman doğruyu ya da yanlışı daha kolay yakalarsın. diyor

 

‘Metin doğaçlamaya açık’

 

Oyunda Victoriayı canlandıran Defne HalmanBu rol Yıldız Hocanın bana verdiği en büyük armağan. Tiyatroya başladığım yerde yeniden sahneye çıkmak büyük keyif. Sanki her şeyi yeni baştan öğreniyor gibiyim diyor. Rolünü Boş bir sayfaydı; sadece bir düşünce vardı ve üstünde bu kadın oluşturuldu diye anlatan sanatçıBu rolde pek çok zorlukla karşılaştım, mesela dans sahneleri, şarkı söylediğim sahneler, ama beni daha iyiye götüren zorluklardı bunlar. O zorluk, yorgunluk şevk veriyor insana; daha çok çalışmalıyım, daha iyi olmalıyım duygusunu hissettiriyor diye konuşuyor. 14 yıldır yaşadığı Amerikadan bu yıl Türkiyeye dönen Halman, Türkiyedeki kadar yoğun olmasa da orada da tiyatro yaptığını, iki oyun sahnelediklerini ve bunlardan biriyle de bir ödül aldığını sözlerine ekliyor.

Oyunda hastabakıcıyı canlandıran Engin Hepileri de rolünden büyük keyif aldığını söylüyor. Hepileri, Doğaçlamaya açık bir metinimiz var ve Yıldız Hocanın inanılmaz geniş düşün gücü sayesinde oyunu her gün başka bir yerlere götürüyoruz. Rolümde de aslında hiç beklemediğim bir hayatla karşılaştım, çok sağlıklı bir bakıcıyım belki, ama hastadan daha çok bakıma muhtacım diyor.

Türkiye’de “tematik takvim” çalışmasının ilk örneklerinden biri olan “365 Gün Atatürk” takvimleri, altı aya varan titiz bir çalışma sonucu yüzlerce kaynak ve 4 bine yakın Atatürk fotoğrafı taranarak, 2009 yılı için tekrar oluşturuldu.

2008 yılı için hazırlanan “365 GÜN Atatürk” duvar takvimleri gördüğü yoğun ilgi nedeniyle 2009 yılı için masa üstü örneği ile birlikte hem içerik hem biçim olarak yenilenerek kitapçı ve kırtasiyeci raflarına çıktı.

365 Gün Atatürk takvimi sadece yırtılan yaprağın ya da altından çıkan günün tarihini göstermiyor. Takvimin her sayfası tarihten bir yaprak niteliğinde. Örneğin 20 Ekim 2009 tarihli yaprağı, bizi Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli 20 Ekimi’yle buluşturuyor. Atatürk’ün Franklin Bouillon ile görüldüğü fotoğrafın çekildiği an anlatılırken arka sayfasında neden o günün seçildiği gösteriliyor: Ankara Antlaşması…

365 Gün Atatürk takviminde 14 Şubat sadece Sevgililer Günü’nü anımsatmıyor, 14 Şubat 1921’de Mustafa Kemal‘in Bozüyük’te savaş alanını gezmekte olduğunu da gösteriyor.
Her sayfası, “tarihten bir yaprak” niteliği taşıyan takvim, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin gün gün tarihini sunan dokümanter bir çalışma.

Mevlana’nın 735. Vuslat Yıl Dönümü Uluslararası Anma Etkinlikleri kapsamında Mesnevi Öğretisiyle Ruhsal Terapi yapılıyor. Terapiyi uygulayan Dr. Faik Özdengül, Mevlana’nın temel eseri Mesnevi’yi okuyan uyku proplemli hastaların, problemlerini çözdüklerini ifade etti. Özdengül ayrıca, Mesnevi’nin dünyaca ünlü bir terapi yöntemiyle örtüştüğünü, psikoloji ile uğraşanların Mesnevi’yi çok iyi bilmesi gerektiğini ifade etti.

Konya Büyükşehir Belediyesi Mevlana Kültür Merkezi Sultan Veled Salonu’nda düzenlenen etkinliklerde Mesnevi öğretisiyle ruhsal terapi yapan Dr. Faik Özdengül, yaptığı açıklamada, Mevlana’nın ünlü eseri Mesnevi’nin baştan başa insanları olgunlaştıran, problemlere karşı dayanıklı hale getiren ve arkasında çok ciddi medeniyet olan bir kitap olduğunu kaydetti.

Psikoloji ile uğraşanlar Mesnevi’yi bilmeli

Dünyada 800 çeşit terapi tekniği olduğunun ancak bunlar incelendiğinde davranışçı, bilişsel, dinamik ve varoluşçu terapiler olmak üzere 4 ana gruba indirgenebildiğini belirten Özdengül, Mesnevi’nin ise bütün bunları kapsayan bütüncü bir yaklaşım sergilediğini ve Mesnevi’de bu ekollerin her birisinin örneklerini görmenin mümkün olduğunu söyledi. Özdengül, bu nedenle psikoloji ile uğraşan doktorların Mesnevi’yi çok iyi bilmesi gerektiğini ifade etti.

Dünyaca ünlü terapi yöntemiyle Mesnevi hikayeleri arasındaki benzerlik

Özdengül, dünyaca ünlü terapist Milton Erickson‘un terapi yöntemleri ile Mesnevi’de anlatılan hikayelerin bire bir örtüştüğünü vurgulayarak, şunları kaydetti:
”Erickson, Amerikan hikayeleri anlatarak insanları tedavi ediyor. Hasta ile terapist arasında bir direnç bulunması gerekiyor. Bir insana ‘hadi pencereyi kapat’ dediğimizde kapatır, ancak ‘hadi depresyonunu, fobini bırak’ dediğimizde ise aynı şey olmaz. İşte hikayeler insandaki bu direnci ortadan kaldırıyor. İnsanın rahatsızlığını gidermek için bilinç dışı düzeyde telkin vermek gerekiyor. Bunu hikayeler, anekdotlar, atasözleri rahatlıkla yapıyor. Aradaki direnci kaldırıp kişiyi transa sokuyor ve telkinleri daha kolay yapabiliyorsunuz. Mesnevi’deki hikayeler de bunu yapıyor.”

Mesnevi ile uyku problemini çözüyorlar

Özdengül, terapiye katılanlardan olumlu tepkiler aldıklarını ifade ederek, ”Çok iyi geldiğini ve rahatladıklarını söyleyen katılımcılar oluyor. Antidepresan ilaç almadan uyuyamadıklarını söyleyenler şimdi Mesnevi’den birkaç hikaye okuduktan sonra rahatlıkla uyuyabildiklerini söylüyorlar” dedi.

Özdengül, etkinlikler süresince toplam 11 programda Mesnevi’deki 180 civarındaki hikaye arasından seçecekleri farklı hikayelerle terapi yapacaklarını sözlerine ekledi.