Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Eğitimin erdemini hiçbir meslekte bulamadım

Zamanı Durduran Saat, bir nehir söyleşi kitabı. Eskişehir’e bir masal kent görünümü kazandıran, çalışmalarıyla şehri geliştirip kalkındıran Yılmaz Büyükerşen, Cemalettin N. Taşçı’nın sorularını içtenlikle yanıtlamış.

Mehmet Çakır

Cumhuriyet / KitapYılmaz Büyükerşen‘in çocukluğu, ilkgençliği, öğrenim yaşamı, rektörlüğü, belediye başkanlığı… Cemalettin N. Taşçı’nın deyimiyle, ‘devasa hayalleri birer birer hayata geçiren yılmaz bir adamın, kendi ağzından hikâyesi’. Büyükerşen’le Zamanı Durduran Saat’i konuştuk.

-Bir nehir söyleşi kitabı hazırlamak sizin fikriniz miydi, size bir öneri mi geldi?

– Aslında bütün dostlarım, öğrenciler, öğretim üyesi arkadaşlarım yıllardır anılarımı yazmamı ister benden. Ama ne yazık ki ben o zamanı bulamayacak şekilde bir kamu hizmetinin peşinde koşturdum durdum ve hiç zamanım olmadı. Ancak Doğan Kitap’tan böyle bir nehir söyleşi teklifi geldi. Teklif de tam seçimlerin arifesinde, daha doğrusu geçtiğimiz yılbaşı yapılmıştı. Seçimlere girmeden yetiştirebilir miyiz diye tereddütlerim vardı nitekim korktuğum başıma geldi, seçim çalışmaları başlayınca sıkıştık. Yoksa daha seçim atmosferine girmeden söyleşiler yapılacak ve kitap hazırlanacaktı. Doğan Kitap arkadaşım Cemaletin Taşçı’ya bu görevi verdi, Cemalettin de peşimi bırakmadı. Seçim propagandaları içerisinde bazen sabahtan öğlene kadar, bazen öğleden sonra, bazen parti programını anlatmak için katıldığımız toplantı dönüşlerinde bir kahvede veya evde Cemalettin’in sorularını cevaplandırmaya çalıştım. Bazen yorgun, bazen dinlenmiş vaziyette, bazen siyasi çalışmaların arasında soluk alabilmek için konuları dağıtmak üzere bir araya geliyorduk. Sonunda bu kitap ortaya çıktı.

 

Edebiyat ve siyaset

– Dostlarınızın anılarınızı yazmanıza ilişkin önerisi rafa mı kalktı nehir söyleşiden sonra?

– Konuşma diliyle yazı dili çok farklı. Anılarımı yazacak olsaydım daha edebi olurdu. Ben liseden edebiyat şubesi mezunuyum. Edebiyattan çok başarılı notlar alan bir öğrenciydim. Yıllarca gazetecilik yaptım. Dolayısıyla kaleme alacağım anılarım, eğer öyle bir vakti bulursam, biraz daha farklı bir üslupta olacak kuşkusuz. Teybe aktarılan, kaydedilen anılar konuşma dilinin özellikleri içerisinde oluyor. Cümleler yazı dilinde olduğu gibi çok ölçülerek, biçilerek çıkmıyor kalemden. Yalnız nehir söyleşilerin de ilginç bir yanı var. Şimdi okuduktan sonra fark ediyorum: Söyleşinin yapıldığı süreçler içerisindeki haleti ruhiyem de konuşmalara yansımış. Mesela çocukluk yıllarımı anlatırken çocukluğumun mutluluğu gözümün önüne gelmiş. Son derece rahat, daha sevecen bir dil kullanıyorum. Yorgun olduğum ya da siyasete ilişkin konular konuştuğumuz zamanlarda kurduğum cümleler çok daha farklı. Daha sıkılgan, sıkıcı, sert hatta biraz daha kuru oluyor.

– Gençliğinizde siyasete atılmayı düşünmüş müydünüz?

– Siyasete atılmak gibi bir düşüncem hiç olmadı. İnsanın yaşam çizgisi, kendisi ne kadar planlarsa planlasın, bazen planladığı noktadan çok uzaklara düşüyor. Siyasete davet hep oldu, akademik hayata atıldıktan sonra özellikle. Siyaset, kuşkusuz özünde erdemli bir uğraş alanıdır ama eğitimin erdemini hiçbir meslekte hiçbir uğraş alanında bulamadım. Eğitim kutsal benim için.

– Söz eğitime gelmişken… Anadolu Üniversitesi’ne büyük katkılar sağladınız. Çağdaş bir düzeye kavuşturdunuz üniversiteyi. İmkânınız olsa bunu Türkiye’nin eğitim sistemi için de yapar mıydınız, nasıl yapardınız?

– Kuşkusuz yapardım. Anadolu Üniversitesi ki kuruculuğu bana nasip oldu üniversite olarak. Benden evvelki kurum İktisadi Ticari İlimler Akademisi’dir biliyorsunuz. 1982’de YÖK düzenlemesinden sonra yeni üniversiteler kurulurken de akademi üniversiteye dönüştürüldü. Kurucusu olmak benim için bir şanstı. Orada idealim olan yükseköğretim kurumunu meydana getirmek için elime geçen fırsatı değerlendirdim. O modeli -ki rektörlükten ayrıldığımda yarım kalan projelerim vardır, kitapta anlatıyorum o projeleri- Türkiye’deki bütün üniversiteler için yaygınlaştırmak isterdim.

Üniversitelerin yöneticileri, rektörleri, dekanları akademisyenlerden olacaksa ki kanun öyle öngörüyor, kurumda kendi modellerini kurabilme yönünde son derece güçlü kişiler olarak ortaya çıkıyorlar. Ama idareci olabilecek bir akademisyenin, rektör olacak bir akademisyenin eğitim ve öğretim hizmetlerinden kendini çıkarıp bunlarla meşgul olan kadrolara işlerini iyi yapabilmeleri için bütün olanakları sağlaması gerekir. Üniversitelerin kendine has yapıları vardır. Üniversitelerde herkes generaldir, asker yoktur. Onların yetkili kurullarından kararlar çıkartabilmek, projeleri kabul ettirebilmek; onları en verimli hizmeti alabileceğiniz atmosfere sokabilmek, yönlendirebilmek, teşvik edebilmek, bir akademik idealin peşinde koşturabilmek her öğretim üyesinin kolay kolay kabul etmeyeceği bürokratik sınırlarla çizilmemiş bir anlayışı gerekli kılıyor. Rektörün hedeflerini çok iyi çizmesi, kadrosunu ona göre kurması, öğretim üyelerini o hedefe doğru koşturacak güce, itibara ve saygınlığa sahip olması lazım. Sadece koşmaları yetmiyor; kendi dallarında kendi görevlerini yapabilmeleri için onlara bütün imkânı sağlamanız gerekiyor. Akademik hayatta akademisyenlerin özgürlüğü kadar, onları o özgürlüğe halel getirmeyecek şekilde belli bir hedefe doğru cesaretlendirmek, teşvik etmek ve yanlarında daima destekçi olmak durumundasınız. Bir yandan hocalık yapayım, derse girip çıkayım, tıpçıysan ameliyatlara gireyim çıkayım, onun yanı sıra rektörlük yapayım, dekanlık yapayım’ Böyle bir yöneticilik söz konusu olamaz. Olur da başarılı olamaz. Üniversitede iyi bir yönetici olabilmek için akademisyenlikten vazgeçmek gerek.

Eskişehir

– Hangisi daha kolay, bir kenti yönetmek mi bir üniversiteyi yönetmek mi?

– İkisi ayrı ayrı konular olmakla beraber, yöneticilik türü olarak bakarsanız belediye başkanlığı çok daha zor. Çünkü akademik hayatta öğretim üyeleri ve yardımcıları belli seviyede, belli kültürde, belli donanıma sahip insanlardır. Onlarla doğruları ve en iyiyi daha kolay bulma şansınız var. Ama şehirlerde öyle değil. Şehirlerde yüz binlerce insan yaşar. Yüz bin insanda, çocukları bir yana bırakalım -kaldı ki onların da dertleri vardır-, yetişkin nüfusun her birinin zevki ayrıdır, ihtiyaçları ayrıdır, değer yargıları, sizden beklentileri ayrıdır. Bütün bu çeşitlilik karşısında bunların ortalamasını bulup yöneticilik yapmak durumundasınız. Çok daha önemli bir nokta, üniversitelerde bütün ödeneği merkezi hükümet verir. 1 Ocak’tan itibaren o yılın tüm ödenekleri bankada hazırdır. Rektör olarak size onu harcamak düşer. Oysa belediyelerde öyle değildir. Belediyelerde de belli kaynaklar merkezi hükümet tarafından şehre aktarılır ama onun yanı sıra kendi öz kaynaklarını da belediyeler bulup kullanmak zorundadır. Bir de şehirler, üniversitelerden çok daha hızlı büyürler. Daha hızlı büyüyünce, nüfusunuz da artınca ihtiyaçlar da artar. Altyapı, ulaşım, su, kanalizasyon’ Üniversitelerde öyle değildir: Sınırlıdır ve kampuslar ya da eğitim verilen nüfus daha yavaş çoğalır. Şehirde artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak hatta önüne geçmek zorundasınız. Geçemezseniz şehir çarpık gelişir.

– Eskişehir’de edebiyat ortamını hareketlendirecek projeleriniz var mı?

– Eskişehir’de edebiyat ve sanata ait pek çok fakülte ve bölüm var kurduğum. Onlar Eskişehir’i hem bir sanat hem de bir bilim kenti haline getirdiler. Belediye olarak o ektiğimiz tohumların başaklarını bütün şehre yaymakla meşgulüz.

– Bir kent için sanayi mi yoksa sanat mı ön planda olmalı?

– Büyükşehir olarak Eskişehir’in 2010 yılı stratejisini bilim, kültür, sanat ve endüstri ile kalkınma diye tasarlamış bulunuyoruz. Belediye meclisinden geçtikten sonra da bu, 2010 ve onu takip eden yılların ana strateji unsurlarından bir tanesi olacak. Biliyorsunuz İstanbul, Türkiye’nin sanat başkenti ilan edilecek, onun için uğraşıyor. Biz de Eskişehir’i Anadolu’nun kültür-sanat başkenti ilan etmenin gayreti içerisindeyiz. Kültür ve sanatın ön plana çıktığı ama onun yanında sanayinin de gözden ırak tutulmadığı bir gelişme çizgisi takip etmek hedefimiz. Eskişehir, sanayi açısından da şanslı bir şehir. Gerek kuruluş yeri itibarıyla gerekse Marmara Bölgesi gibi artık taşan, şehre büyük sorunlar yaratan bir sanayi yerine planlı sanayisiyle. Bundan sonra sanayiler, Türkiye’nin neresinde olursa olsun, ekonomiye katkı sağlasalar da istihdama yardımcı olacak durumda değiller. Çünkü teknoloji giderek hızla emek yoğun üretimin yerini alıyor ve yetişen vasıflı işgücü mecburen hizmet sektörüne açılıyor. Biz, sanatı da hizmet sektörünün içinde görüyoruz. Dolayısıyla bilim, kültür ve sanatın ekonomik kaynaklar haline dönüşmesinin Eskişehir’in geleceği açısından önem taşıdığını düşünüyoruz ve ona göre bir strateji geliştiriyoruz.

Zamanı Durduran Saat/ Yılmaz Büyükerşen/ Doğan Kitap/ 516 s.

 

Sıcak, nemli, ağır, sarı bir hava. Yaşam yavaş, sokaklar boş öğle vaktinde, ismi nar olan bu güney şehrinde. Evet, evet Granada nar demek…

Gördüğüm en tuhaf şehirlerden birindeyim, hemen fark ediyorum, yeni kısmı bildiğimiz Antalya iken; esas görülmesi gereken tarihi Arap mahallesi Albaicin ve dağa oyulmuş evlerinde zamanın hiç değmediği bir biçimde yaşayan İspanyol çingenelerinin muhiti Sacramonte birbiriyle iç içe geçmiş; yeni tarafla hiç alakası olmayan bir hal ve eda içindeler çünkü. Andalucia bölgesinin en önemli, Arap ve İslami etkilerin eski Endulüs devletinin başkenti Cordoba’dan sonra en bariz görüldüğü Granada; Kuzey Afrikalı Müslümanların en son kaybettikleri yer, İberya yarımadasındaki egemenlikler 1492’de biterken. Dalından son düşen nar Granada yani, o zamanların efsane kral ve kraliçesi İsabel ve Ferdinand’ın askerleri Müslümanları yollarlarken topraklarından.

İki kişinin yan yana yürüyemeyeceği daracık sokakları, çaktırmadan tepeye doğru tırmanıp durduğunuz eski Arap mahallesi Albaicin, bana sorarsanız bir film seti. Gerçeklik duygumun yittiği ve karşıma bir anda bir uzaylı inse “peki” diyeceğim, gizemli bir boyuta geçtiğim mahalle. Ne pencerelerde bir insan, ne sokaklarda bir ses. Bembeyaz evler, öylesine korunmuş… Sarı balkonlar, yıllardır açılmamış… Devamlı keçi gibi tırmanıyorum yukarıya, sıcaktan aklım şaşmış… Ve geliyorum Elhambra Sarayı’nı tam karşıdan, bütün “nar”ı tam yukardan gören, ünlü tepe Aziz Nicholas’a. Yeşilin içinde kırmızı kırmızı yanıp sönüyor Elhambra, hem kalesi hem de sarayın kendisi… İspanya’da en çok ziyaret edilen turistik yer burası, boşuna girmiyor insanlar sabahın altısında sıraya, öğlen bir gibi girebilmek umuduyla bu saraya.

Devam ediyorum tırmanmaya, o hüzünlü-asi-seksi ve sert dans Flamenko’nun doğduğu dağa, Sacramonte’ye doğru. Zaten koruma altında bu bölge, mağaralarında hâlâ aynı biçimde yaşıyor İspanyol çingeneleri, bundan yüzyıllar önce nasıl yaşıyordularsa. Flamenkonun hasının izlenebileceği birkaç ünlü yer dışında öyle turistik bir yer de değil, hatta oldukça yabani. Düşünmeden edemiyor insan, üzerine hiçbir şey eklenmese bile, sadece var olan yapıları, değerleri, özgün kültürleri korumak, onları kendi doğal yaşam alanlarında bırakmak ne kadar unutulmaz manzaralar yaratıyor bir şehirde diye. Hatırda kalmanın yolu elde avuçta olana gözü gibi bakmak diye…

Granada işte bu yüzden bu kadar acayip bir yer bana sorarsanız. Çok modern bir İspanyol şehrine İslamın elini dokundursak ne olurdu, el değmemiş Çingeneleri dağlara salsak neye benzerdi sorularının cevabı narın tepelerinde gizli. Elhambra Sarayı’nın kırmızısında, Granada’nın dayanılmaz sıcağında, İspanya’nın en prestijli üniversitelerinden Granada Üniversitesi’nin banklarında, şehirdeki öğrencilerin terleyen ama mutlu yüzlerinde saklı. İnanmayan gidip narı görebilir, yetmiyorsa bir lokma da ağzına atabilir…

 

İsrail’den Türkiye’ye yapılan uçuşların, Ağustos ayında yüzde 13.7 azaldığı belirtilirken Türkiye, “en favori tatil yeri” unvanını Yunanistan’a kaptırdı.

 Türkiye ile İsrail arasında Gazze operasyonu nedeniyle yaşanan gerginliklerin, Türkiye’ye yönelik İsrailli turizmi olumsuz etkilediği gibi görünüyor. İsrail’in en büyük havaalanı olan Ben Gurion Havaalanı, Ağustos ayında tüm rekorları kırarken oradan Türkiye’ye yapılan uçuşların sayısının geçen yılın eş ayına göre yüzde 13.7 azaldığı bildirildi. Bunun sonucunda da Türkiye’ninİsrailler için “en favori tatil yeri” unvanını Yunanistan’a kaptırdığına dikkat çekildi.

İsrail Havaalanı Kurumu (IAA), geçen yıl 11.5 milyon yolcuya hizmet veren, İsrail’in en büyük havaalanı Ben Gurion’da Ağustos ayında dış uçuşlarının yüzde 7 arttığını, bu uçuşlardan yararlanan yolcuların sayısının da 1 milyon 462 bin 225’e çıktığını bildirdi.

Bu arada, İAA, Türkiye’nin hala “en popüler destinasyonlar”ın arasında yer aldığına, Ben Gurion’daki uluslararası uçuşlarında yüzde 12.6’sı bir payı bulunuduğuna ancak Türkiye’ye yönelik uçuşların geçen yılın eş ayına göre, yüzde 13.7 azaldığına işaret etti.

Bunun sonucunda Türkiye’nin, İsraillilerin “en favori tatil yeri” unvanını Yunanistan’a kaptırdığı belirtiliyor.

İsrail’in önde gelen gazetelerinden Yedioth, bu konudaki haberinde anketlerin, İsraillilerin yüzde 57’sinin, düşman bir ülke üzerinden uçmamak için uçak biletine daha para ödemeye hazır olduklarını gösterdiğini de bildirdi.

 

Sinema dergisi Empire’ın belirlediği ‘Sinema Tarihinin En İyi 50 Devam Filmi’ listesinin başında 1986 yapımı “Yaratıklar-Aliens” filmi yer alıyor.

James Cameron‘ın yönettiği ”Yaratıklar-Aliens” adlı film, sinema tarihinin en iyi devam filmi seçildi. Başrolünü Sigourney Weaver’ın üstlendiği yapım, ilk filmin başarısını çok iyi bir kurguyla sürdürmesi nedeniyle bu unvana sahip oldu.

Sinema dergisi Empire, ”Sinema Tarihinin En İyi 50 Devam Filmi”ni seçerek duyurdu. İlk ve daha sonraki yapımların başarısını en iyi sürdüren devam filmlerinin yer aldığı listede ipi ”Yaratıklar” adlı yapım göğüsledi. İkinci sırada efsane film serisi ”Baba-The Godfather”ın ikinci halkasının bulunduğu listede, üçüncülüğü ”Terminator II: Mahşer Günü” adlı film elde etti. Sinema tarihinin ünlü serilerinin yer aldığı listedeki 50 yapımın isimleri ve yapım yılları şöyle:

1- Yaratıklar-Aliens (1986): Ünlü yönetmen Ridley Scott‘ın 1979 yılında çektiği ”Yaratık-Alien” adlı filmden tam 7 yıl sonra yapımı sürdürmek için yönetmen koltuğuna oturan James Cameron çok başarılı oldu. Sigourney Weaver’ın canlandırdığı Teğmen Ellen Ripley‘nin yarım yüzyıl süren derin uykusundan uyandırılarak bir gezgin gemi tarafından kurtarılarak Dünya’ya dönüşünden sonra yaşananları işleyen film, aksiyon sahneleri ve başarılı akışıyla dikkatleri üzerinde toplayarak listenin zirvesine yerleşti.

2- Baba-The Godfather II (1974): Mario Puzo‘nun aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan film, sinema izleyicisiyle 1972 yılında tanıştı. ”Baba’nın koltuğunda” efsane oyuncu Marlon Brando‘nun oturduğu filmde kamera arkasına da Francis Ford Coppola geçti. Ünlü yönetmen, 2 yıl sonra filmin ikincisiyle yeniden seyirci karşısına çıktı. Bu kez Don Vito Corleone‘yi canlandıran Marlon Brando yoktu, ancak ilk filmde de Michael Corleone rolüyle seyirciyle buluşan Al Pacino yine vardı. Pacino’nun büyük oyunculuğuyla Michael Corleone‘nin aile babası ile soğuk kanlı korkunç bir canavar arasında gidip gelen mafya babasına getirdiği yorum hafızalara kazındı.

3- Terminator II: Mahşer Günü/Terminator II: Judgement Day (1991): Avusturyalı tanınmış oyuncu ve bugünün California Valisi Arnold Schwarzenegger, ”Terminator” filmi için kamera karşısına geçtiğinde 37 yaşındaydı. James Cameron, 1984 yapımı filmin ardından 7 yıl sonra yeniden filmi izleyici karşısına çıkarmak için kolları sıvadı. Aksiyon filmlerinin tanınmış yönetmeni, bu filmde artık 44 yaşında olan Schwarzenegger ile bir kez daha iş birliği yaparak başarı kazandı. Özel efektlerin en iyi biçimde kullanıldığı ilk aksiyon yapımlarından olan film, artık efektlerin teknolojik açıdan en üst düzeyde olduğu bugünün sinema dünyasında alanındaki en iyi yapımlar arasındaki yerini hala koruyor.
 

Bu da sevimli devam filmi

4- Oyuncak Hikayesi-Toy Story 2 (1999): Sevimli oyuncakların öyküsü, 1995 yılında başladı. Türündeki animasyonların öncüsü olan yapımın devamı, 1999’da ”Oyuncak Hikayesi 2” ile geldi. Oyuncakların gizli yaşamını konu alan filmin devamı çekildiği gibi yapım, ”Arabalar”, ”Monsters Inc.” gibi aynı türdeki filmlerin de önünü açtı.

5- Kara Şövalye-The Dark Knight (2008): ”Batman” serisi tema alınarak sinemaya aktarılan film, ilkinden 37 ay sonra vizyona girdi. Aksiyon sahnelerindeki başarısıyla ilk filmin önüne geçen yapım, hafızalardaki asıl yerini, genç yaşta yaşamını yitiren bir sinema efsanesi kazandırarak aldı. Filmde ”Joker” rolünü üstlenen Ledger, ”En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” dalında da Oscar ödülüne değer bulundu, ama genç efsane ödülü kazandığını ne yazık ki göremedi.

6- Yıldız Savaşları: İmparator-Star Wars (1980): The Empire Strikes Back: İlk olarak 1977 yılında çevrilen destansı sinema filmi ”Yıldız Savaşları-Star Wars”, 1980 yılında bu filmle devam etti. Irvin Kershner‘ın yönetmenliğini üstlendiği film, 30 yıl sürecek bir serinin ikinci halkasıydı.

7- Medusa Darbesi-The Bourne Supremacy (2004): Yönetmenliğini Paul Greengrass‘ın üstlendiği yapımın başrolünde ünlü aktör Matt Damon vardı. İlkinden 25 ay sonra sinema seyircisinin karşısına çıkan film, üç yapımlık serinin ikincisiydi. Seri, CIA tarafından kusursuz olarak yetiştirilmiş suikastçı Jason Bourne‘un gerilim dolu maceralarını işliyor.
 

Romantik devam filmi

8- Gün Batmadan-Before Sunset (2004): ”Gün Doğmadan-Before Sunrise” adlı filmde tanışan genç aşıklar Julie Delpy ile Ethan Hawke‘u 9 yıl aradan sonra yeniden buluşturan yönetmen Richard Linklater, bu filmde aynı romantik aşka başka bir boyut getiriyor. İlk filmde, genç, tutkulu ve gözü kara olan sevgililer, bu defa daha yaşlı, daha bilge, ancak hala aşık olarak seyirci karşısına çıktı.

9- Superman II (1980): ”Çelik adamın” öyküsü, sinema dünyasının hiç kuşkusuz en ünlü serilerindendi. 1978 yılında ilki çevrilen seri, ünlü aktör Christopher Reeves ile devam etti. 1980 yılında ikincisi çevrilen filmde yönetmenliği Richard Lester üstlendi.

10- Şeytanın Ölüsü-Evil Dead (1987): Listede ilk ona giren tek korku filmi olan yapım, korku ile mizahı bir potada eriten farklı bir filmdi.

Listede yer alan diğer başarılı devam filmleri ise şöyle sıralandı:

11- X2

12- Uzay Yolu 2, Han’ın Gazabı

13- Batman Dönüyor

14- Indiana Jones ve Lanetli Tapınak

15- Harry Potter, Zümrüdüanka Yoldaşlığı

16- Kanunun Kuvveti 2

17- Elm Sokağı’nda Kabus, Freddy’nin Dönüşü

18- Son Ultimatom

19- Ölülerin Günü

20- Desperado

21- Yıldız Savaşları Bölüm VI – Jedi’ın Dönüşü

22- Örümcek Adam 2

23- Geleceğe Dönüş 2

24- Harry Potter, Azkaban Tutsağı

25- Indiana Jones, Son Macera

26- Paranın Rengi

27- Adams Ailesi 2

28- Manon Des Sources

29- Ölülerin Şafağı

30- Cehennem Silahı 2

31- Return of Oz

32- Çığlık 2

33- Gremlins 2

34- Jurassic Park, Kayıp Dünya

35- Geleceğe Dönüş 3

36- Görevimiz Tehlike 3

37- Halloween 3

38- Zor Ölüm 3

39- Çılgın Aile Yılbaşı Tatilinde

40- Dört Silahşörler

41- Elm Sokağı Kabusu 3

42- Blade 2

43- 28 Hafta Sonra

44- Hellboy 2

45- Çıplak Silah 2,5

46- Uzay Yolu, İlk Temas

47- Uçak 2

48- Kirli İşler 2

49- Bill ve Ted’in Maceraları

50- Shrek 2.

 

 

Arabanın lastiği tam akıl hastanesinin önünde patlar.
Adam arabayı kenara zor yanaştırır.
Sonraki işlem malum…

Kriko, stepne, bijon anahtarı ve tekeri söker.
Ama söktüğü 4 adet bijon, yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer.
Mazgal açılır gibi değil,
Bijonlar görünmüyor bile.
Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar,
çaresiz kaldırıma çöker.
Olayı en başından beri akıl hastanesinin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir hasta, seslenir;

– Ula salaaak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?
– Sorma birader,lastik patladı ve değiştirirken bijonları maz! gala düşürdüm.
– Düşündüğün şeye bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar. Hepsi 3 bijonlu olsun.

Seni, lastikçiye kadar idare eder. 
  
 Adam hemen denileni yapar.
Ve akıl hastanesindeki deliye seslenir:

– Senin ne işin var tımarhanede?
Cevap müthiştir….

– Biz burada delilik’ten yatıyoruz kardeşim, salaklık’tan değil…!


Aylin Kotil, Cumhuriyet Gazetesi

Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, ‘Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum’ dedi. Sorusu kolaydı ama yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:
Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı ‘insan yetiştirmek’ olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın.Yapabiliyorsa n gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını…

Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden ‘neden ben değil de o?’ demeden…

Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona. Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu.

Gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.
Kitaplardan keyif almasını.
Ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını , ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı.Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona,sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.

Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla.
Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar,bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine…

Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona.Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret.Alın terine saygıyı öğret ona.

Aşk acısı çekmenin hiç âşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret.Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret,başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı. …

Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret.
Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.Hayatı sorgulamayı öğret ona…

Bilginin en büyük güç olduğunu öğret.Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.

Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret.

Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı…
‘İstemiyorum’ ,’hayır’ demeyi öğret ona, istediğinde ise ‘istiyorum’ demeyi.

Sevdiğinde ise’seni seviyorum’ diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını…

Sorgusuz sevmeyi… El yazısı ile notlar yazmayı… Lafı dolandırmamayı ….Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona. Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını.

İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret… Ama en çok da kendini sevmesini öğret… Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini. ..Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini.. . Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını…Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona…


ABD’de yapılan bir araştırmada, sağlık açısından egzersizin her zaman önerilmesine karşın, aşırı egzersiz yapmanın fiziksel bağımlılığa yol açabildiği bulundu.

Tufts Üniversitesi’nde fareler üzerinde yapılan araştırmada, aşırı koşunun, ilaç alma alışkanlığıyla benzer yanları bulunduğu ortaya çıktı.

44 erkek ve 40 dişi farenin egzersiz tekerinde koşarken veya haraketsizlerken yapılan araştırmanın başında yer alan Robin Kanarek, beslenme gibi yaşamın diğer unsurlarında da ölçülü olmak gerektiğini belirterek, “Egzersiz, bir insanın yaşamının diğer unsurlarıyla karışmadığı sürece, hem fiziksel, hem de akıl sağlığı açısından iyi bir şey” dedi.

Araştırmacılar, “anorexia athletica” adı verilen egzersiz bağımlılığını canlandırmak için, hareketli ve hareketsiz fareleri, günde bir saat ve saat yönünde yemek verilenler şeklinde gruplara ayırdılar. Tüm dört gruptaki farelere aşırı doz eroinin belirtilerini derhal yok eden naloxone isimli bir ilaç verildi.

Behavioral Neuroscience dergisinde yayımlanan araştırmada, hareketli farelerde narkotik bağımlılarındaki gibi belirtilerin azaldığı görülürken, günde sadece bir saat yemek verilen aktif farelerin daha fazla koştuğu ve daha fazla belirtinin azaldığı gözlendi.


Yaklaşık 40 yıl önce ABD askeri üslerini telefon hatları ile birbirine bağlama fikriyle ortaya çıkan internet, geçen süre zarfında gelişerek içinde 1,5 milyarı aşkın insanı barındıran sanal bir dünya haline geldi.

Tüm dünyadaki internet kullanıcı sayısı, 1 milyar 596 milyonu geçti. En çok internet kullanıcısına sahip kıta Asya’da Çin, yaklaşık 298 milyon kullanıcı ile kıtanın, listede üst sırada yer almasında ön planda bulunuyor. 393 milyon kullanıcı ile ikinci sırada bulunan Avrupa’da, Almanya 55 milyondan fazla siber ziyaretçi ile ilk sırada yer alıyor. Kuzey Amerika kıtasında ise 251 milyon kullanıcının 227 milyonu ABD’de yaşıyor.

Ruhunuzu yeşile doyuran, çılgın Karadeniz… Bir anda başlayan yağmurla sizi ıslattığı gibi, dağların ardından göz kırpan güneşle içinizi ısıtan gönlünüzü alan Karadeniz. Gezmeye, görmeye, yaşamaya değer…

Huzur ve coşkunun bir araya geldiği sayılı yerlerden biridir Karadeniz…. Karadeniz’e geldiğinizde bir yanınız yeşille bütünleşip, miskince dinlenmek isterken, diğer yanınız bölge insanının coşkusuna eşlik etmek arasında gider gelir. Dizi filmlerden çıkıp gelmiş gibi gözüken yöre insanı sizi sıcaklığı ve samimiyetiyle kucaklarken, uzaklardan gelen kemençenin sesi kanınızı kaynatmaya başlar. İşte, kanınız kaynamaya başlayıp, kemençenin kıvrak ritmine ayak uydurduğunuz zaman Karadeniz ruhunu yaşamaya başlamışsınız demektir…

Karadeniz’in güzelliklerini en iyi şekilde yansıtan şehirlerden biri de Doğu Karadeniz’in incisi konumundaki Rize’dir. Kalesi, yaylaları ve termalleriyle ziyaretçilerini kendine hayran bırakan şehrin insanları uzun yaşamın sırrını çözmüş gibi gelebilir sizlere ki bu da yanlış bir saptama olmaz.

Şehrin şirin ilçesi İkizdere’ye gidildiğinde dikkat çeken yaşlı nüfus sizlere uzun ömrün sırrını verebilir. Ama bunun için tek bir şart vardır o da İkizdere’yi terk etmemek, ilçenin yaylalarındaki o tertemiz havayı ciğerlerinize çekmektir. İkizdere Rize’nin şirin ilçesi İkizdere’ye giden yolu tırmanırken doğa bütün ihtişamıyla ayaklarınızın alına serilecektir. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanların ağızları açık kalabilir. Yeşilin her tonunu içinde barındıran dağlar göz alabildiğine uzanırken önünüzde, yolun kenarından akan dere size kendinizi harikalar diyarında hissetmenizi sağlayacaktır…

Son zamanlarda Ekşioğlu ailesinin düzenlediği Ovit Yaylası Şenlikleriyle adını daha sık duymaya başladığımız İkizdere’de bulunan Ovit, Anzer, Mahura, Kabahor, Calvados, Legiş, Koylav yaylaları ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Bu yıl 14.’sü düzenlenen şenliklere ev sahipliği yapan Ovit Yaylası 2 bin 600 rakımıyla en yüksek yaylalar arasında bulunmakta. Karadeniz’in birçok yaylasını ayrık otu gibi saran betonlaşmaya Ovit’te, izin verilmemesi oldukça sevindirici… Bu arada yol boyunca ‘HES’lere hayır’ yazıları da dikkatinizden kaçmayacaktır. Bölge halkı, hidroelektrik santrallere karşı tutumunu dağa taşa yazarak belli etmeye çalışıyor. Yetkililerin bu tepkiyi ne kadar önemsedikleri ise şüpheli…

14. Ovit Yaylası Şenlikleri 1991 yılında kurulan Ekşioğlu Vakfı’nın aile bireylerini bir araya toplamak amacıyla başlattığı Ovit Yayası Şenlikleri zamanla daha da geniş kitlelere hitap ederek, yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini kazanmaya başladı. Bu sene zorlu hava şartlarına rağmen büyük coşkuyla geçen şenlikte dünya çapında yıldızlar da sahne aldı. Şenliklerin ilk günü kemençe çalgısına merakı ile tanılan “Albannach” adlı İskoç grup sahne alırken, ikinci gün tüm dünya listelerinde 1 numaraya çıkmış “Till There Was You” isimli şarkısıyla ve son sıralarda David Vendetta ile Bleeding Heart parçasındaki vokali ile uzun sure zirvede kalan “Rachael Starr” izleyicileri coşturdu. Sanatçıya, İngiltere’nin en büyük gösteri gruplarından biri olan Divine Company eşlik etti. Uluslararası sanatçıların yanı sıra şenlik kapsamında Seda Sayan, İsmail YK gibi yerli sanatçılarda sahne aldı.

Albannach Ovit’in soğuk ve sisli havasında üzerilerinde meşhur kiltleri ile sahne alan İskoç grup, sahneye adım attıkları andan itibaren izleyiciyle ortak bir frekans buldular. Bölge halkının çok da uzak olmadığı tulum ve kemençe gibi müzik aletlerini kullanan grup, alışılmış Karadeniz temposundan daha yavaş ritimdeki müzikleriyle beğeni topladılar. Adını İskoçya’da bir bölgeden alan grup yaptıkları müziği, orduların savaşa giderken cesaret kazanmalarını sağlamak amacıyla yapılan bir tür olduğunu belirttiler. Müzik tarzlarının kullandıkları kemençe ve tulum haricinde Karadeniz müziğinden daha uzak olduğunu belirten grup üyeleri, kendi ritimlerinin Karadeniz müziği kadar hızlı olmadığını belirttiler. Karadeniz’in bir açıp bir kapayan başına buyruk havasıyla kendi ülkelerine çok benzediğini ifade eden grup üyeleri, incecik sahne kıyafetleriyle sahnede kalabilmelerinin izleyicilerden aldıkları elektrik sayesinde olduğunu söyleyerek verdikleri konserden büyük bir keyif aldıklarını açıklamaları arasına eklediler. Uzun yıllar Amerika’da yaşamış olan grup üyeleri Türkiye’de başka etkinliklerde da yer almak istediklerini belirterek Türk dinleyicilerine kendilerini takip etmeleri çağrısında bulundular.

 

İş Bankası Kültür Yayınları’nın on iki kitaptan oluşan ‘Unutulmaz Başarı Öyküleri-Tarihi Yazanlar’ adlı serisi, yetkin kalemlerden çıkan yaşam öyküleri ve başarılı resimleriyle, sevimli bir dizi. Serinin kitapları, geçmiş dönemlerde yaşamış; ancak adı, imza attığı başarılarla döneminin çok ötesine ulaşmış ünlü kişilerin yaşam öykülerini anlatıyor.

Mavisel Yener

 Neden bilmem, diziyi okumaya Andrew Langley’in yazdığı ‘Peri Masallarının Yaratıcısı- Hans Christian Andersen’ adlı kitaptan başladım ‘Kibritçi Kız’, ‘Kıt Akıllı Karga’, ‘Küçük Deniz Kızı’, ‘Andersen’den Masallar’, ‘Kurşun Asker’, ‘Sinderella’, ‘Bülbül’, ‘Uçan Sandık’, ‘Çirkin Ördek Yavrusu’ gibi çocuk edebiyatının ölümsüz yapıtlarını yeryüzüne bırakan Danimarkalı Andersen’in çocukluğunu ilk kez ‘Unutulmaz Başarı Öyküleri’nde okudum, öğrendim. Andersen küçükken de hikâyeler uydurmayı severmiş, oyuncakları için piyesler yazarmış. Babası ayakkabıcı, annesi çamaşırcıymış. Oldukça yoksul bir hayat süren Andersen, diğer çocuklarla oynamayı pek sevmezmiş. Çünkü çocuklar onun çelimsizliğiyle ve uydurduğu tuhaf öykülerle alay ederlermiş. O, yalnız başına olmaktan, kitap okuyup kukla tiyatrosuyla oynamaktan hoşlanırmış. Yedi yaşına geldiğinde ilk kez tiyatroya gitmiş, işte o zaman büyüdüğünde oyuncu olmaya karar vermiş. On dört yaşındayken evini terk etmiş ve Kopenhag’da onu beklediğini düşündüğü tiyatro dünyasında geleceğini aramak için yola koyulmuş. Kopenhag’daki ilk yıllarında tiyatronun renkli dünyasında herhangi bir yer edinmek için uğraşıp durmuş. Baletlik, aktörlük veya şarkıcılık denemeleri boşa çıkmış; sonunda oyun yazarlığında karar kılmış. Sonrasını kitabın eğlenceli dilinden okuyoruz’ Andersen’in yaşamıyla ilgili ipuçları ilginç bir kurguyla verilmiş.

Andersen’in ardından, ‘Çarli’nin Çikolata Fabrikası’nın yaratıcısı Roald Dahl’ın yaşamını merak ettim, okudum. Bu kitabın yazarı Andrea Shavick. Dahl’ın yaşamına sığdırdıkları çok ilginç. Aklı her zaman haylazlıkta olan bir çocuk Dahl, başı dertten pek kurtulmuyor. Okulu pek sevmese de, okulun yakınındaki çikolata fabrikasından her öğrenciye, en çok hangi çikolatayı sevdiklerini öğrenmek amacıyla, gelen kutu kutu çikolatalara bayılıyor. Çarli’nin Çikolata Fabrikası’nın tohumlarının o zamanlar atıldığını öğrenmek ilginçti… Roald Dahl’in önemli tıbbi bir cihazın mucidi olması, bir hastalık nedeniyle çocuğunu kaybetmesi ve daha pek çok ayrıntı var kitapta.

Tarihe izini bırakmış pek çok önemli ismin öykülerini çocuklar için anlatan serinin kitaplarından bir başkası: Ustaların Ustası ‘William Shakespeare’. Shakespeare bir oyuncu ve oyun yazarı olmayı düşlemiş hep. On dokuz yaşında doğduğu kasabadan ayrılmış ve hayallerinin peşinden Londra’ya gitmiş. Oyuncu ve Globe tiyatrosunun ortaklarından biri olmasının yanı sıra döneminin en büyük oyun yazarı haline gelmiş.

Dizinin diğer kitapları: Modern Hindistan’ın Kurucusu ‘Gandi’, Büyük Deniz Kaşifi ‘Kaptan Cook’, Pilotluk Tarihinde Bir Öncü ‘Amelia Earhart’, Maceracı Viking ‘Kızıl Erik’, Büyük Bilim Adamı ve Gökbilimci ‘Galileo’, Son Firavun ‘Kleopatra’, Çalışkan Mucit ‘Thomas Edison’, Kitlelerin Otomobil Üreticisi ‘Henry Ford’, Büyük Fatih ‘Büyük İskender’. Güzel bir Türkçeyle hazırlanan (Aylin Güneri çevirmiş), akıcı anlatımı ve renkli resimleriyle merak uyandıran, kolay okunan bu dizi, çocuklarımızın kitaplığı için bir şans.

* Unutulmaz Başarı Öyküleri Dizisi (12 kitap)/ Editör: Nevin Avan Özdemir/ İş Bankası Yayınları, 2009, s.31, 10+

www.maviselyener.com