Sıcak, nemli, ağır, sarı bir hava. Yaşam yavaş, sokaklar boş öğle vaktinde, ismi nar olan bu güney şehrinde. Evet, evet Granada nar demek…

Gördüğüm en tuhaf şehirlerden birindeyim, hemen fark ediyorum, yeni kısmı bildiğimiz Antalya iken; esas görülmesi gereken tarihi Arap mahallesi Albaicin ve dağa oyulmuş evlerinde zamanın hiç değmediği bir biçimde yaşayan İspanyol çingenelerinin muhiti Sacramonte birbiriyle iç içe geçmiş; yeni tarafla hiç alakası olmayan bir hal ve eda içindeler çünkü. Andalucia bölgesinin en önemli, Arap ve İslami etkilerin eski Endulüs devletinin başkenti Cordoba’dan sonra en bariz görüldüğü Granada; Kuzey Afrikalı Müslümanların en son kaybettikleri yer, İberya yarımadasındaki egemenlikler 1492’de biterken. Dalından son düşen nar Granada yani, o zamanların efsane kral ve kraliçesi İsabel ve Ferdinand’ın askerleri Müslümanları yollarlarken topraklarından.

İki kişinin yan yana yürüyemeyeceği daracık sokakları, çaktırmadan tepeye doğru tırmanıp durduğunuz eski Arap mahallesi Albaicin, bana sorarsanız bir film seti. Gerçeklik duygumun yittiği ve karşıma bir anda bir uzaylı inse “peki” diyeceğim, gizemli bir boyuta geçtiğim mahalle. Ne pencerelerde bir insan, ne sokaklarda bir ses. Bembeyaz evler, öylesine korunmuş… Sarı balkonlar, yıllardır açılmamış… Devamlı keçi gibi tırmanıyorum yukarıya, sıcaktan aklım şaşmış… Ve geliyorum Elhambra Sarayı’nı tam karşıdan, bütün “nar”ı tam yukardan gören, ünlü tepe Aziz Nicholas’a. Yeşilin içinde kırmızı kırmızı yanıp sönüyor Elhambra, hem kalesi hem de sarayın kendisi… İspanya’da en çok ziyaret edilen turistik yer burası, boşuna girmiyor insanlar sabahın altısında sıraya, öğlen bir gibi girebilmek umuduyla bu saraya.

Devam ediyorum tırmanmaya, o hüzünlü-asi-seksi ve sert dans Flamenko’nun doğduğu dağa, Sacramonte’ye doğru. Zaten koruma altında bu bölge, mağaralarında hâlâ aynı biçimde yaşıyor İspanyol çingeneleri, bundan yüzyıllar önce nasıl yaşıyordularsa. Flamenkonun hasının izlenebileceği birkaç ünlü yer dışında öyle turistik bir yer de değil, hatta oldukça yabani. Düşünmeden edemiyor insan, üzerine hiçbir şey eklenmese bile, sadece var olan yapıları, değerleri, özgün kültürleri korumak, onları kendi doğal yaşam alanlarında bırakmak ne kadar unutulmaz manzaralar yaratıyor bir şehirde diye. Hatırda kalmanın yolu elde avuçta olana gözü gibi bakmak diye…

Granada işte bu yüzden bu kadar acayip bir yer bana sorarsanız. Çok modern bir İspanyol şehrine İslamın elini dokundursak ne olurdu, el değmemiş Çingeneleri dağlara salsak neye benzerdi sorularının cevabı narın tepelerinde gizli. Elhambra Sarayı’nın kırmızısında, Granada’nın dayanılmaz sıcağında, İspanya’nın en prestijli üniversitelerinden Granada Üniversitesi’nin banklarında, şehirdeki öğrencilerin terleyen ama mutlu yüzlerinde saklı. İnanmayan gidip narı görebilir, yetmiyorsa bir lokma da ağzına atabilir…