Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

 EMPATİ NEDİR?Sık sık lâfı edilen bir kavramdır bu empati…

Türkçe’de eşduyum veya duygudaşlık diye bir karşılık uyduruldu ve tuttu da… Ben ise empati kelimesinin bir ıstılah (terim) olarak aynen kullanılmasından yanayım çünkü herkes aynı şeyi anlamıyor…

Menşei Kadim Yunanca’daki ἐμπάθεια (empatheia), “fizikî duygulanma, ihtiras, kısmen” demek, bu da ἐν (men),”içinde, orada” + πάθος (pathos),”ihtiras” veya “ıstırap”…

Daha sonra Rudolf Lotze ve Robert Vishner Almanca Einfühlung (içine doğru hissetmek, nüfûz etmek) kelimesini ortaya attılar, Edward B. Titchener da kelimeyi İngilizce’ye empathy olarak tercüme etti.

Meselâ kişinin kendisinin ve / veya başkalarının duygularını anlayamaması hâline de gene kadîm Yunanca’dan aleksitimi λέξις (lexis) and θύμος (ruh hâli, duygu) kelimesi zuhur etti. Bu da “emosyonlar için kelime olmaması” şekline tahvil edildi. Bu kişiler kendilerinin ve /veya başkalarının duygularını anlayamıyorlardı . Genel olarak otistik spektrumdaki kişiler, Asperger sendromu vak’aları aleksitimiktirler.

Ama günümüzün insan tabiatına aykırı, aşırı rekabetçi ve başarıya odaklı, bireyselciliğ in ortadan kaldırıldığı sözüm ona Liberal çalışma hayatı ve onun elîm hediyesi olan “sâhici olmayan sosyal ilişkiler” sonucunda, klâsik anlamda Nörotik, mutsuzluğunu farkında olmayan insanlar türedi! Bunlara da çok sık rastlıyoruz; âdeta “Zarurî Otistikler” bunlar… Somatotimi hâli içerisinde psişik sorunlarını bedensel şikâyetler hâlinde yaşıyorlar… Ekserisi ciddi derecede depresif ama bunun farkında değiller. Tedaviyle düzelince de, eski “yırtıcılıkları”, “ben-merkezcilikleri”, kısaca şişmiş narsisizmleri budanıyor ve vahşi ortama ayak uydurmakta başka türlü sorunlar ortaya çıkıyor. Bunları da akıllıca psikoterapilerle rahatlıkla düzeltebiliyoruz.

Empatiyi asla sempati ile yâni merhamet edip acımakla (pity), empatik aşırı tarafgirliktle (empathic concern) karıştırmamalıdır.

İnsanî, (humane) genel bir sevecen tavır zâten sağlıklı ve diğerkâm (altruist) kişilerin genel özelliğidir.

Sempatide ise kendilik sınırları flûlaşır, meselâ terapist hastayı anlamak değil, onu savunup onunla beraber ağlamak veya sevinmek durumuna geçer. Hastalarıyla aşırı duygusal bağ kuran terapistlerin, bilhassa da psikiyatrları n veya psikologların asla düşmemeleri gereken tuzaklardır bunlar. Çünkü objektivite kaybedilir, duygusal hâttâ erotik transfer (transference) riski doğar. Bu ise, günümüzde, dünyanın her yerinde etik dışı olarak kabûl edilmektedir.

Başkalarının acılarından veya ıstıraplarından haz duyma ise zihinsel veya bedensel sadizme açılabilen aşırı ve gayriahlâkî (immoral), hastalıklı empatiye örnektir. Sokakta yürürken kayıp düşen birisine gülmek bunun belki de sıhhâtlilik sınırlarındaki en klâsik örneğidir.

Bir hastanın anlattıklarından tedirginlik ve ona karşı antipatikçe hisler besleyen bir terapistin durumu da yolunda gitmeyen bir şeylere delâlet eder: Ya hasta manipülatiftir (antisosyallerde olduğu gibi), ya hekim kendindeki olumsuzlukları bilinçli veya bilinçdışı olarak danışanında görmektedir (hemcinssel eğilimleri olan bir terapistin hemcinssellerden “gıcık kapması” veya onları yaftalaması, tedavi etmeye kalkması gibi homofobik tutumlar), ya da başka bir olumsuz bulaşıklık vardır.

Sonuçta, kabaca iki tip empatiden bahsedebiliriz:

1-Entellektüel veya kognitif (bilişsel) empati;

2-Duygusal (emotional) empati.

Bu iki ucun tıpkı içgörü (nüfû-u nazâr: insight) ile ne kadar benzer olduğu dikkat çekicidir. Bunun için daha önceki bir yazıma da bakabilirsiniz: http://www.keremdok sat.com/2007/ 07/11/empati- sempati-antipati -transfer- kontr-transfer/.

Bu ikisinin de etik sınırlarda hastadan hastaya, terapistten terapiste değişerek kullanılması an akıllıca olandır.

Moralist değil terapist olduğumuzu asla unutmamalıyız ama birer Cyborg da olmadığımızı unutmamalıyız…

Cyborg Barack Obama

Unutmayalım ki, evrimsel psikoloji ve psikiyatrinin bize çok net olarak anlattığı, gösterdiği gibi, evrimsel skalada yükseldikçe “zihin okuma” artar. Tıpkı hayatının ilk 8-9 ayındaki bebekler gibi; sizin içinizdekini tâ amigdalasından okur!

Bir kedi veya köpek en büyük “empatizanları nızdır”; sizinle beraber üzülür, ağlar, sevinirler; sizi mutlu etmek için çırpınırlar…

Psikanaliz değil ama bal gibi terapi yaparlar

Evrimsel psikoloji ve psikiyatri açısından onlardan öğreneceğimiz ve tatbikata dökeceğimiz yeni ve çok daha etkili olacak transandan terapi teknikleri yolda, geliyorlar…

En temel evrimsel yedi emosyonumuz, kendilerini teşkile eden alt sekonder emosyonlarla beraber RAM’larımızda (Random Access Memory) her an çalışmaktadır: Sevme, eğlenme, şaşırma, sürpriz, öfke, hüzün, korku

Bakın Çinliler empatinin en önemli basamağı olan dinlemeyi ne güzel resmetmişler:

Çin Alfabesi Dinlemek

Son ilâve etmek istediğim husus ise şu:

Memleketimizdeki bu işleri en iyi bilmesi gereken meslek gruplarında, ezcümle psikiyatrlar ve psikologlar arasında ciddi empatisizlik, antipati ve kaçınılmaz olarak husumet, ayrılma (splitting) ve ötekileşmenin arttığını hüzünle müşahede etmekteyim.

   Bâri biz öyle yapmayalım, olmayalım!

      Bu muhabbete daha sonra devam ederiz.

         Sevgiyle…

Anayasa Mahkemesi’nin tam gün kanunu ile ilgili kısmi iptal kararı Türk Tabipleri Birliği’ni sevindirdi.

Tabipler Birliği, üniversitelerden sonra devlet hastanalerindeki doktorların da muayenehane açabilmesinde ısrarlı. 

Birlik, Yüksek Mahkeme’nin üniversite hastanelerindeki doktorların muayenehane açabilmesine olanak tanıyan düzenlemenin kamudaki doktorlar için de emsal niteliği taşıdığını savunuyor.

Tabipler Birliği, devlet hastanelerindeki doktorların bireysel olarak mahkemeye başvurmaya çağırıyor.İptal kararını değerlendiren TTB 2.Başkanı Özdemir Aktan,

Hekimleri bir yerde çalıştırmaya zorlamak Anayasa’ya aykırıdır. Kararı çıktı mahkemeden. Dolayısıyla bunun da Sağlık Bakanlığı hastanelerine de yansıyacağını düşünüyoruz” dedi.

Ankara Tabip Odası (ATO) Ankara Pratisyen Hekim Komisyonu Başkanı Dr. Mehmet Çakmak, ”Sağlıkta dönüşüm ve onun en önemli ayağı aile hekimliği uygulaması, sağlık alanına atılmış bir nötron bombasıdır” dedi.

Ankara Tabip Odası (ATO) Ankara Pratisyen Hekim Komisyonu Başkanı Dr. Mehmet Çakmak, ATO Pratisyen Hekim Komisyonu Aile Hekimliği İzleme Komitesi’nce düzenlenen basın toplantısında, Ankara’da aile hekimliği uygulamasının bugün hayata geçirildiğini hatırlattı.

Türkiye’ye uyarlanmış haliyle aile hekimliğinin, 7 yıldır aşama aşama uygulanan sağlıkta dönüşümün en önemli bölümü oluşturduğunu belirten Çakmak, ”Sağlıkta dönüşüm, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin, hastanın müşteri yapılmasının, yani sağlığın kamu hizmeti olmaktan çıkarılmasının adıdır” dedi.

Aile hekimliği uygulamasının birinci basamak sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi olduğunu savunan Çakmak, ”Aile hekimliği uygulaması, 47 yıldır özellikle kırsal kesimde ve varoşlarda yaşayanlar için ev, ocak bellediği, nüfus cüzdanını, TC numarasını gösterip hizmet almaya alıştığı sağlık ocaklarının minik minik muayenehaneciklere bölündüğü sistemin adıdır” görüşünü savundu.

Yeni olanın her zaman iyi olmayabileceğine işaret eden Çakmak, şöyle devam etti:
”ABD yepyeni ve temiz bir bomba ürettiğini açıklamıştı. Nötron bombası, binaları yakıp yıkan, yangınlar çıkaran bir bomba değildi. İnsanları ve hayvanları öldürüyor ama binalar, fabrikalar sapasağlam kalıyordu. Sağlıkta dönüşüm ve onun en önemli ayağı aile hekimliği uygulaması, sağlık alanına atılmış bir nötron bombasıdır. Yangın yok, gürültü yok, yıkıntı yok. Ama büyük çöküntü var, değişim var. Sağlık ocağı binası aynı bina. Dıştan bakınca sadece eskiyen ‘sağlık ocağı’ tabelası gitmiş, yerine yepyeni ‘aile sağlığı merkezi’ tabelası konmuş.”

Her özelleştirme öncesinde olduğu gibi sağlık ocaklarının da gözden düşürülmek istendiğini öne süren Çakmak, ”Yıllar yılı idarenin destek olmadığı sağlık ocağının yerine konulan aile sağlığı merkezi için oluk oluk para akıtılıyor” dedi.

Yurttaşlara 7 gün 24 saat aile hekimine ulaşabilecekleri, hekimin hastanın ayağına gideceği şeklinde mesajlar verildiğini belirten Çakmak, ”uygulama Ankara’ya gelinceye kadar yurttaşların bunun doğru olmadığını gördüğünü” savundu.

Aile Hekimliği Yönetmeliği ile aile sağlığı merkezlerinin 4 kategoriye ayrıldığını bildiren Çakmak, ‘‘A kategori daha donanımlı ve konforlu merkezlerken, D kategori daha donanımsız merkezleri ifade ediyor. Bu durum, yurttaşları sağlık hizmeti alma açısından sınıflara ayıran bir durumdur” diye konuştu.

Hekimlerin özlük hakları ve toplumun sağlık hakkı için mücadele etmeye devam edeceklerini ifade eden Çakmak, ”Çözüm değil sorun ürettiği açık olan bu sisteme karşı durmayı sürdüreceğiz” dedi.

Pratisyen Hekimler Derneği Ankara Şube Başkanı Dr. Figen Şahpaz ise, daha sistem başlamadan 100’e yakın aile hekiminin istifa ettiğini belirterek, ”Aile hekimlerinin bir kısmı da ‘Deneyeceğiz, üstesinden gelemezsek geri döneriz’ diye düşünüyor. Sistem, önleyici sağlık hizmeti verilmemesi açısından vatandaşlar, güvencesiz çalışma açısından aile hekimler için sorun teşkil ediyor” diye konuştu.

Uygulama İstanbul’da ise 1 Kasım’da başlayacak

İstanbul’da 1 Kasım’dan itibaren başlayacak olan Aile Hekimliği uygulaması kapsamında görev yapacak 3 bin 645 aile hekiminin yerleştirmeleri başladı. İstanbul Sağlık İl Müdürü Ali İhsan Dokucu, Haliç Kültür ve Kongre Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında, kentte 940 aile sağlığı merkezinde 3 bin 645 aile hekiminin hizmet vereceğini belirtti.

ABD’de yayınlanan GQ dergisi cep telefonu-kanser ilişkisi dosyasını açtı.

Dergiye göre 1992’den bu yana ABD ve dünyanın finans kalbi Wall Street’in saatlerce cep telefonuyla konuşan çalışanlarında beyin tümörü patlaması yaşanıyor.

Dünyaca ünlü Amerikan dergisi GQ, son sayısında cep telefonunun kanserle ilişkisini masaya yatırdı. Üreticilerin sigaranın ilk üretilmeye başlandığı yıllarda kanserojen etkisini gösteren araştırmaları nasıl engellediklerini hatırlatan dergi, cep telefonunun da en az sigara kadar zararlı olduğunu ortaya koyan onlarca araştırma bulunduğunu, ancak cep telefonu firmalarının milyonlarca dolar harcayarak bu araştırmaların ‘hasıraltı’ edilmesini sağladıklarını yazdı.

GQ, cep telefonunun beyinde tümör oluşumuna sebep olduğuna yönelik iddiaların son dönemde ülkenin ünlü finans merkezi Wall Street’te yaşanan gelişmelerle gözle görülür şekilde kanıtlanmaya başladığını da belirtti.

Borsa koridorları panik içinde
Bilim dünyasının bu alandaki araştırmalarında en önemli sorunun cep telefonunun henüz hayatımızda çok yeni bir teknoloji olması. Bu nedenle uzun dönemli etkilerini inceleme fırsatı henüz elde değil. Ancak birçok uzmana göre cep telefonları bundan 20-30 yıl sonra bir “kanser salgınına” yol açacak kadar önemli bir tehlike oluşturuyor. Bu anlamda bilim dünyasının önündeki en önemli örneklerden biri Amerikan borsasında (Wall Street) çalışan brokerlar… Brokerlar, 1992 yılından bu yana çok yoğun bir şekilde bazen saatlerce cep telefonu kullanıyorlar ve uzun süreli kullanımın etkilerini görmek açısından çok önemli bir örnek teşkil ediyorlar. İşini kaybetme korkusu nedeniyle GQ dergisine gerçek adını vermeden konuşan “Jim” takma adlı bir Wall Street çalışanı kendisinin de bu yoğun cep telefonu kullanan kişiler arasında olduğunu belirterek şunları anlattı:

“1992’den bu yana cep telefonu kullanıyoruz ve telefonu dayadığım sağ kulağımın hemen üstünde bir tümör çok yakın bir zamanda oluştu. Benimle aynı şirkette çalışan 4-5 arkadaşımın da beyninde tümör çıktı. Hatta birkaç arkadaşımızı da bu hastalığa kurban verdik. Doktorlar kurtulma şansımın yüzde 70 olduğunu belirtiyor. Uzmanlarla görüştüğümde bana son dönemde bu tür tümör vakalarının sıklığının gözle görülür şekilde arttığını söylediler. Özellikle genç iş adamları arasında bu trende rastlanmasının şaşırtıcı olduğunu belirttiler. Wall Street koridorlarında artık herkes bu soruyu sormaya başladı. Bankacılar arasında cep telefonunun tümör yaptığına ilişkin şüphe yüksek sesle dile getiriliyor.”

‘Cep’çiler örtmek için para saçıyor
Yine GQ’ya bilgi veren Washington Üniversitesi’nden Henry Lai adlı bilim adamı 1990 yılında cep telefonunun kullandığı frekanstaki elektromanyetik dalgaların DNA’ların yapısını değiştirdiğini, DNA sarmallarında kopmalara sebep olduğunu gösteren bir araştırma yayınladığını belirtti. Lai’ye göre cep telefonu endüstrisi, 20 yıldır bu araştırmanın etkilerini ortadan kaldırmak için yüzlerce araştırmanı fonlamayı sürdürüyor. Lai ise cep telefonu şirketleri tarafından finanse edilen araştırmaların 350’sini incelediğinde bunların sadece yüzde 25’inin cebin zararlı etkilerini ortaya koyduğunu, bağımsız araştırmalarda ise bu oranın yüzde 75 olduğunu ortaya çıkardı.

Dünya Sağlık Örgütü’nde kablosuz iletişim konusunda sağlık araştırmaları yapan kişilerin de cep telefonu endüstrisi tarafından yüzbinlerce dolarlık fonlarla ödüllendirildikleri dokümanlar Microwave News adlı dergi tarafından ortaya çıkarıldı.

İşte kritik araştırmalar
GQ, 3 tam sayfa ayırdığı haberinde haberinde şu ana kadar cep telefonunun zararlarını açık bir şekilde ortaya koyan araştırmaları da yayınladı:

– Uluslararası Kanser araştırmaları Enstitütü 2008 Interphone araştırması: 10 yıllık cep telefonu kullanımı sonucunda özellikle cep telefonunun dayandığı kulağın bulunduğu bölgede ve beynin o babölgedeki yarısında tümör oluşum riski yüzde 40 artıyor.

– 2009’da İsveç’te yapılan bir araştırma: 20 yaşından önce cep telefonu kullanmaya başlayan kişilerde beyin tümörü oluşumu riski 5 kat daha fazla.

– Bir başka Interphone araştırması: Sık ve uzun süreli cep telefonu kullanımıyla beyindeki akustik neuroma adlı bir tümörün oluşum riski yüzde 300 artıyor.

Çantada taşıyın, mutlaka kulaklık kullanın
Pittsburgh Üniversitesi Kanser Enstitüsü bilim adamları cep telefonunun vereceği zararlardan korunmanın 10 yolunu şöyle açıkladı:

1- Çocukları uzak tutun: Çok acil durumlar dışında cep telefonu kullanmasına izin vermeyin. Çocuk beynine elektromanyetik dalgaların girişi çok daha kolaydır. Bu dalganın etkileri çocuklarda çok daha etkin hissedilir.

2- Kulaklık kullanın: Konuşurken vücudunuzdan uzak tutun. 0.9 metre uzak tutulan bir telefondan yayılan elektromanyetik dalga 50 kat daha düşüktür. Mümkün olduğunca kulaklıkla kullanın.

3- Toplu Ulaşımda Kullanmayın: Toplu taşıma araçlarında cep telefonu kullanıp başkalarına da zarar vermeyin.

4-Çantada taşıyın: Telefonu üzerinizde taşımayın. Yatarken yanınıza koymayın ve mutlaka kapatın.

5- Tuş takımı dışarıya baksın: Üzerinizde taşıyacaksanız tuş takımının bulunduğu taraf dışarı baksın. Böylece dalgaların vücudunuza değil dışarı doğru yayılmasını sağlarsınız.

6- Kısa konuşun: Cep telefonunun etkisi kullanıldığı süreye bağlı olarak değişir. Konuşmalarınızın birkaç dakikayı geçmemesine özen gösterin.

7- Sürekli kulağınızı değiştirin: Cep telefonuyla konuşurken sık sık kulağınızı değiştirin. Karşı taraf açmadan telefonu kulağınıza götürmeyin.

8- Hızla hareket ederken kullanmayın: Sinyal seviyesi düşük olduğunda telefonla konuşmayın. Yüksek hızda arabada ya da trende giderken telefon baz istasyonlarını yakalamak için daha çok dalga yayacağı için telefonla konuşmayın.

9- SMS kullanın: Mümkün olduğunca SMS ile haberleşmeye çalışın.

10 – SAR oranına dikkat: SAR (Elektromanyetik dalga birimi) seviyesi düşük bir cep telefonu alın.

BODY WORLDS sergisine hoşgeldiniz

BODY WORLDS, kendimizi görme biçimimizi dünyada hiçbir müze deneyiminin yapamayacağı şekilde değiştirir.

Çığır açan bilim adamı, Dr. Gunther von Hagens’in imza attığı büyüleyici sergiler dünya üzerinde 30 milyonu aşkın kişi tarafından ziyaret edilmiştir.

BODY WORLDS ve Yaşam Döngüsü’nde, Plastinasyon yoluyla dönüştürülmüş 200’ü aşkın otantik insan örneği, insan bedeninin formunu, güzelliğini, işlevini ve potansiyelini sergiler. İnsanın yaşam döngüsünü konu alan özel bir sergi olan Yaşam Döngüsü, bedenin yaşamındaki safhaları gösterir – döllenme anındaki ilk yaşam kıvılcımından bebeklik ve çocukluğa, ergenlik ve gençlikten yetişkinliğe ve yaşlılığa kadar.

Yaşam Döngüsü ziyaretçilere yaşlanma süreci boyunca bedeni ve ömür uzatma bilimindeki en son bulguları göstererek ziyaretçilere ilham verir. Yaşı ne olursa olsun, sergi gören herkeste bir yankı yapacaktır.

BODY WORLDS ziyaretçiyi insan diyarının iç topraklarına ve dıştaki sınırlarına yolculuk etmeye davet ediyor. Bu birçok duyuya hitap eden deneyim ziyaretçileri insan bedeninin zarif formu ve işlevi, üzüntü ve hastalığa karşı kırılganlığı ve sağlıklı olduğu zamanki hayret verici gücü ve potansiyeli üzerinde düşünmeye zorluyor. BODY WORLDS, insanlıkla ve kendi kendinizle unutulmaz bir karşılaşmadır.

Gunther von Hagens’in BODY WORLDS sergileri yerleşik bir beden bağış programından çıkan ve bağışlanmış bedenleri kullanan yegane kamuya açık anatomik sergilerdir.

Yaşam Döngüsü

BODY WORLDS & Yaşam Döngüsü, bedenin ızdırap, hastalık ve optimal sağlık hallerindeki anatomik çalışmaları yoluyla insan bedeninin karmaşıklığını, direncini ve savunmasızlığını gösterir.

İnsan yaşam döngüsü ve yaşlanmanın özel bir sunumunu kapsar – doğum öncesi gelişim ve bebeklikten çocukluk ve ergenliğe, yetişkinliğe ve yaşlılığa kadar.

Bedeni hayat içinde yaşarken gösterir – en parlak çağında ve değişir, büyür, olgunlaşır, doruğa ulaşır ve son olarak solarken.

Yaşlanmayı insanın yaşam döngüsü bağlamında, döllenmedeki yaşam kıvılcımı ile ilham ile yaşanan ileriki yıllar arasındaki doğal bir süreç olarak.

Yaşla ilişkili konularda inanılmaz başarılar ve ibret öykülerinin yanı sıra ömür uzatma araştırmalarındaki en son bulguları sunar.

Yaşı ne olursa olsun, BODY WORLDS & Yaşam Döngüsü sergisi gören herkeste bir yankı uyandıracaktır.

BODY WORLDS Yaşam Döngüsü sergisi ögeleri ve yerleştirmeler aşağıdaki sırada ilerler….

Olağanüstü Dehanın Yürek Burkan Eseri – Hücre bölünmesi hakkında bir multimedya gösterisi ile iki haftalık ile neredeyse dokuz aylık arasında değişen tarihi anatomik koleksiyonlardan alınmış ve plastine edilmiş hayret verici embriyolar ve ceninlerden oluşan bir seçkiyi kapsayan, döllenmeye ve doğum öncesi gelişme sırasında “yaşlanmaya” sarsıcı bir bakış.

Smells Like Teen Spirit – Genç insanların yaratıcılığına bir övgü. Beynin bebeklikten çocukluğa ver ergenliğe kadarki gelişimine ve ergenlerin sanat, müzik, moda ve teknolojiyi etkileyen risk ve orijinalliğe olan düşkünlüklerine bakar.

Sanatçının Bakışı – doğumda ve yaşamın ilerleyen bölümlerindeki görme duyusu ve görüşe dair çarpıcı bir teşhir. Göz hastalıklarından –katarakt ve retinal göz hastalığı- muzdarip Empresyonist ressamlar Claude Monet ve Edgar Degas’ın görüşünün bilgisayarlı simülasyonlarını sunar. Stanford Üniversitesi Oftalmoloji Profesörü Dr. Michael Marmor’un uzmanlığına başvurularak yaratılan teşhir, Monet’nin Giverney manzaralarının yaratımı sırasında karşı karşıya olduğu sorunlar ile Degas’nın Saçını Kurulayan Kadın tablosunu etkileyen görme sorunlarına ışık tutar.

Asırlıklar Köyü – dünyanın farklı yerlerinde, yaşayan en yaşlı insanların bulunduğu coğrafi kümeler –Japonya’nın Okinawa bölgesinden, Sardinya’daki Ovodda’ya ve Pakistan’ın Hunza bölgesine kadar- hakkındaki bulguları sunar. Bu bölgelerde yaşayan ve uzun ömrün ne anlama geldiği hakkındaki kabullerimize kafa tutan bu insanların, bizlere de bir şeyler öğretebilecek ortak vasıfları ve yaşam tarzı uygulamaları olduğu görülmüştür.

       
fobi_1Özgül Fobi Nedir?

Özgül fobinin başlıca özelliği, belirli bir nesneden ya da birtakım durumlardan belirgin ve sürekli bir korku duymadır. Korku duyulan uyaran­la karşı karşıya gelme, neredeyse her zaman, he­men bir anksiyete (kaygı ve endişe duyma) tepkisi doğurur. Bu tepki, bir pa­nik atağı biçimine de dönüşebilir.

Özgül Fobi Tanısı Kimlere Konur?

Bu kişiler, korkularının aşırı ya da anlamsız olduğunu bilir­ler. Kimi zaman korkuya katlanılırsa da, çoğu kez, korku duyulan uyarandan kaçınılır. Ancak, korku duyulan uyaranla karşılaşmanın, kaçınmaya, kor­kuya ya da kaygılı beklentiye yol açması durumu, kişinin günlük işlerini, işle ilgili işlevselliğini ya da toplumsal yaşamını olumsuz yönde etkiliyorsa ya da kişi böyle bir fobisi olduğu için belirgin bir sıkın­tı duyuyorsa bu tanı konabilir.

Özgül Fobinin Belirtileri Nelerdir?

Kişi, özgül bir nesne ya da durumun varlığında ya da özgül bir nesne ya da durumla karşılaşmayı beklediği sırada, hem belirgin ve sürekli, hem de aşırı ya da anlamsız bir korku duyar. Korkunun odağı, söz konusu nesnenin ya da durumun bir yö­nüyle kötü bir sonuç doğuracağı beklentisi olabilir (sözgelimi, düşeceği korkusuyla uçağa binmekten korkabilir, ısırabilecekleri korkusuyla köpeklerden korkabilir, kaza yapacağı korkusuyla araba kullan­mak korkabilir).

Özgül fobiler, korkulan nesneyle karşılaşma sonucu ortaya çıkabilecek durumlar olan, denetimini yitirmekten, paniklemekten, ank­siyete ve korkunun bedensel görünümlerinden (kalp hızının artması ya da soluk darlığı gibi) ve ba­yılmaktan korkmayı da kapsayabilir. Sözgelimi, kan ve yaradan korkan kişiler, bayılacak olmaktan da çekinirler; yüksek yerlerden korkan kişiler, baş­larının dönecek olmasından da çekinirler; kapalı yerlerden korkan kişiler, denetimlerini yitirip çığlık atmaktan da çekinirler. Özellikle durumsal özgül fobilerde bu gibi çekinmeler olur.

Neredeyse her zaman, korkulan uyaranla kar­şı karşıya gelir gelmez bir anksiyete duyulur (söz­gelimi, kedilerle ilgili özgül fobisi olan bir kişi, ne­redeyse her zaman, bir kediyle karşı karşıya kalır kalmaz bir anksiyete tepkisi gösterir). Anksiyete ya da korkunun derecesi, genellikle, korkulan uyarana ne denli yakın olunduğuna ve kaçmanın ne denli olanaklı olduğuna göre değişir. Ancak korkunun yeğinliği, korkulan uyaranla her zaman benzer bir ilişki içinde olmayabilir.

Bu korkuya yoğun sıkıntı ve kaygı duygusu, kalp ve nabızda hızlanma, kan basıncı ve kas gerginliğinde artış gibi bedensel tepkiler de eşlik etmektedir. Kişi korku nesnesiyle karşılaştığı ya da kaçma olanağının olmadığı şekilde bir algılaması olduğu zaman gerçek bir panik atağı da yaşayabilmektedir. 

Özgül Fobi Türleri Nelerdir?

  • Hayvan türü: Korkunun kaynağı, hayvan­lar ya da böceklerdir.
  • Doğal çevre türü: Korkunun kaynağı, do­ğal çevredeki nesnelerdir (kasırga, yükseklik ya da su gibi).
  • Kan-enjeksiyon-yara türü: Korkunun kaynağı, kan ya da bir yara görmedir ya da enjeksiyon ya da başka bir tıbbi girişim ya­pılmasıdır.
  • Durumsal tür: Korkunun kaynağı, toplu taşıma araçlarına binme, tüneller, köprüler, asansörler, uçağa binme, araba kullanma ya da kapalı yerler gibi özgül bir durumdur.
  • Diğer tür: Korkunun kaynağı, yukarıdakile­rin dışında kalan bir uyarandır. Tıkanıp bo­ğulma, kusma ya da bir hastalığa yakalanma korkusunu ve “boşluk” fobisini (kişi, duvar­lardan ya da yaslanacağı yerlerden uzak olunca düşmekten korkar) kapsayabilir.

fobi_2Özgül Fobiler İnsan Yaşamını Nasıl Etkileyebilir?

Özgül fobiler yaşamı kısıtlayabilir ve fobi, türü­ne göre, belirli iş alanlarında çalışmayı olumsuz yönde etkiler. Sözgelimi, uçağa binmekten korkma yüzünden işyerinde yükselemeyebilir, çok insan bulunan ya da kapalı yerlere girilemediği için top­lumsal etkinliklerden uzak durulabilir. Kaçınılan duruma göre fobiler kişinin yaşamını hafiften çok ağır dereceye kadar etkileyebilir. Evden çıkmaktan, yolculuk yapmaktan ya da yemek yemekten kaçınan kişi sosyal yaşamdan giderek uzaklaşabilecek, tıbbi girişimlerden korkan bir kişi ise belki de bu nedenle herhangi bir yaşamasal tehlikeyle karşı karşıya kalabilecektir. Diğer yandan çocukluk çağında izlenen ağır düzeydeki fobilerin, çocuğun psikososyal gelişiminde belirgin düzeyde gerilemeye de yol açabilir.

Özgül Fobi ile Birliktelik Durumları Nelerdir?

Özgül fobiler, sıklıkla diğer kaygı bozukluk­larıyla, duygudurum bozukluklarıyla (depresyon) ve madde kul­lanım bozukluklarıyla birlikte görülür. Toplum ör­neklemlerinde, diğer bozukluklarla birlikte bulunma oranının % 50-80 arasında olduğu görülmüştür.

Özgül Fobiler Ne Sıklıkta Görülür?

Toplum örneklemlerinde görülme sıklığı oranla­rı % 4-8,8 arasında değişmektedir, yaşam boyu gö­rülme sıklığı % 7,2-11,3 arasında değişmektedir. Kadınlarda iki kat daha sık görülür. Özgül fobisi olanların aile bireylerinde daha büyük sıklıkta görü­lür. Aile bireyleri arasında daha çok benzer tür fo­biler görülür.

Fobilere Yatkınlık Yaratan Etkenler Nelerdir?

  • Örseleyici olaylar (bir hayvan tarafından sal­dınya uğrama ya da kapalı bir yerde kilitli kalmış olma gibi),
  • Korku duyulacak durumlarda beklenmedik panik atakları yaşamış olma,
  • Başkalarının başına gelen örseleyici bir ola­yı ya da başkalarının korktuğunu görme,
  • Bilgi aktarımıdır (ana-babaların sürekli uyarı­ları ya da yayın organlarında çıkan haberler gibi).

Özgül Fobi Tedavisi Nasıl Yapılır?

Özgül fobili hatalar genel olarak agorafobili ve sosyal fobili hastaların aksine sürekli bir anksiyete hali göstermezler. Bu nedenle genel olarak tedavi için yardım aramazlar ya da ancak çok zorlandıkları durumlarda tedavi olma isteği içine girerler. Özgül fobisi olan kişilerin yalnızca % 12-30’unun uzmanlara başvurduğu saptanmıştır.

Psikoterapi:

Özgül fobilerin tedavisi, diğer kaygı bozuk­luklarının tedavisinden genellikle daha kolaydır. Çoğu kez, ilaç verilmeden ve oldukça kısa bir süre içinde tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Önerilen tedavi yöntemi, korkulan nesne ve durumlarla ilgili akılcı olmayan bilişlerin ortaya çıkarılması ve bunların daha uyumlu bilişlerle yer değiştirmesi ve aşa­malı karşı karşıya gelmeyi öne çıkaran Bilişsel-Davranışçı Psikoterapi yöntemidir. Özgül fobisi olanların yaklaşık beşte dördü bu yöntemle tedavi olabilmektedir.

İlaç Tedavisi:

Özgül fobinin ilaç tedavisinde, psikoterapiye yanıt alınamadığında ya da eşlik eden diğer bir ruhsal hastalığın varlığında antidepresan ya da kaygı giderici gibi ilaçlar kullanılabilir.

Kaynaklar:

1- Köroğlu E. Özgül Fobi, Klinik Uygulamada Psikiyatri Tanı ve Tedavi Klavuzları, HYB, Ankara 2009; 333-342

2- Işık E. Özgül Fobi; Çocuk, Ergen ve Erişkinlerde Anksiyete Bozuklukları, 2006; 287-309

 

1. Eger bizi kahve makinasinin basinda ya da sigara molasinda yakalarsaniz muhakkak hastalıklarınızla ilgili bir soru sorun. Bizim dünyada zevk aldığımız tek şey tıptır ve molayi sizin sorularinizi yanitlamak için verdik.

2. Evdeki ilaçlarınız iyi gelmiyorsa hemen bizi telefonla arayin. Telefondan teşhis koymak gibi müthiş bir yeteneğimiz vardır.

3. Ayaküstü, merdiven aralığında, kapı arkasında veya asansörde karşılaştığınızda hemen oranızın buranızın ağrıdığını anlatmaya başlayın, biz her an sizi düşünürüz ve zaten asansöre de hastalarla karşılaşabilmek için bineriz.

4. Gazetede okuduğunuz asparagas tıp haberleri hakkında doktorları her fırsatta sıkıştırınız, çünkü gazeteciler her zaman tıp konularını doktorlardan daha iyi bilirler, güncel takip ederler ve her yazdıkları doğrudur. Böylece doktorun bilgisizliğini ve açıklarını yüzüne vurma fırsatını yakalamış olursunuz.

5. Doktorlar sinirsiz insanlardır, hatta insan değil robotturlar, yorulmaz, uyumaz, tatil yapmaz ve sinirlenmezler. İstediğiniz kadar, hatta sonsuza kadar soru sorabilirsiniz, hatta sorduğunuz soruların cevaplarını dinlemek bile zorunda değilsinizdir, doktor önceki soruya cevap vermekteyken, yeni soru sorabilirsiniz, doktor buna hiç alınmaz. ÜSTELİK, doktora sorduğunuz ve cevabını aldığınız konuda doktorun dediklerini uygulamak zorunda bile değilsiniz, ama iyileşmediğinizde doktorun dediklerini uygulamadığınız halde doktora HESAP SORMA hakkınız vardır.

6. Bize kolay kolay teşekkür etmeyin. Nasıl olsa para veriyorsunuz ve köle satın alıyorsunuz.

7. Doktor olurken nasıl olsa HİPOKRAT YEMİNİ ettik ya, doktorları kızdırsanız bile onlar size sonsuza kadar köle gibi hizmet etmeye mecburdurlar. Hakaret edebilirsiniz, üstüne yürüyebilirsiniz, şikayet edebilirsiniz, sağda solda aleyhinde konuşabilirsiniz, ama işiniz düştüğünde hiç utanmadan yine kendinizi ellerine teslim edebilirsiniz, ne de olsa hipokrat yemini etmişlerdir.

8. Doktorlara danışmadan kendi kendinize her türlü tedaviyi yapabilirsiniz, hastalığınız daha da kötüye gittiğinde doktor sizi her durumda kurtarır, sorun değil.

9. İlacın acı olduğundan veya iğnenin yaktığından dolayı doktora kızmakta serbestsiniz, çünkü sizi doktor hasta etmiştir ve ilacın tadını doktor ayarlamıştır.

10. Verilen ilaç \”kanser yapar mı?\” diye sorunuz. Çünkü allahın cezası doktor sizi kasıtlı olarak kanser etmeye çalışmaktadır. Hamileyseniz verdiğiniz ilacın çocukta bir sakatlık yapıp yapmayacağını doktora sorun, çünkü doktor sizin sakat bir çocuk doğurmanızı istemektedir.

11. Doktorlar tüm dünya tıbbını bilirler, cildinizdeki kaşıntıyı beyin cerrahına rahatça danışabilirsiniz. Sadece karşılaşmış olmanız yeterlidir, uzmanlık alanı diye bir kavram tamamen palavradır.

12. Doktorun evine telefon ederek, doktor evde yokken eşine hastalığınızla ilgili soru sorabilirsiniz, mutlaka bilecektir, doktor eşidir ya, bilir.

TPD SUT değişiklikleri ile hekime ve ilaca ulaşımının zorlaştırıldığını belirterek, SUT’un Psikiyatri hizmetini değersizleştirdiğini savundu.

TPD Genel Sekreteri Doç. Dr. Burhanettin Kaya ve Psikiyatrik Hizmetleri Ücretlendirme Görev Grubu Koordinatörü Uz. Dr. Fatih Öncü tarafından yapılan ortak açıklamada, Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında gündeme gelen ve kısaca SUT diye adlandırılan Sağlık Uygulama Tebliği kararlarının hekime ve ilaca ulaşımını zorlaştırdığı belirtildi.

Açıklamada, Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında gündeme gelen ve kısaca SUT diye adlandırılan Sağlık Uygulama Tebliği kararlarının hekime ve ilaca ulaşımını zorlaştırdığı belirtildi.

SUT içeriğiyle ilgili değişikliklerin sıklığı nedeniyle uyum zorluğu yaşandığı ifade edilen açıklamada, şöyle devam edildi:

“SGK’yı kar eden bir kuruma dönüştüren, sağlık hizmetini ticari hale getiren, teminat paketleriyle sağlık hizmetinin niteliğini giderek düşüren bir biçime dönüştü. Hizmet başı uygulama ve vaka başı uygulama arasında seçim yapmak zorunda bıraktığı kurumları her geçen gün. “bu işletmenin dönmesi” mantığına sıkıştırarak biçimledi Sağlık hizmetinin gereksinimlerine göre değil uygulanan Dünya Bankası imzalı projelerin ve hükümetin gereksinimlerine göre teminat paketlerini daraltmaya başladı. Bunun giderek daha da artacağını öngörmemize olanak veren birçok uygulama var. Bir yandan tam gün yasası ile vaat edilen gerçek ve akıl dışı ücretler, diğer yandan global bütçe uygulaması ile şekillenen SUT’lar. Kurumlar da bu süreçle başa çıkabilmek için nitelikli sağlık hizmetini bırakmış, fatura kaçaklarını engelleyecek ve kesintiye yol açmayacak refleksler geliştirme eğilimindeler. Hekim mali müşavire dönüşmüş durumda. SGK uygulamaları Michael Moore’nin ünlü SİCKO adlı belgeselinde anlatılan ölüm müfettişlerini hatırlatıyor.”
 

SGK bütçe derdinde

TPD açıklamasında, alınan kararların sağlık hizmetlerinin kalitesini düşürücü etki yapabileceğine dikkat çekilerek, psikiyatri hastalarının ilaca ulaşımını zorlaştıran uygulamanın gerektiği vurgulandı. Açıklamada, geri ödeme sorunu yaşandığı için psikiyatri hastalarının sosyal güvenceden yoksun kaldıkları belirtilerek şu bilgilere yer verildi:

“Derneğimizce, iki yıl süren yoğun bir çabayla Endikasyon Dışı İlaç Kullanımı ile ilgili bir kılavuz hazırlandı. Sağlık Bakanlığınca onaylandı ve resmi belgeye dönüştürüldü. Fakat SGK bu kılavuzun bir yıla yakın süre uygulanmasını tamamıyla mali gerekçelerle engelledi. SUT içeriğinde yeni bir değişiklik yapıldı. Bu yeni düzenleme ile ilgili olarak yaşanan yeni sorunlar var. Örneğin A ilacı şizofreni tanısında geri ödemesi olan bir ilaç iken son SUT da bu ilaç geri ödeme kapsamından çıkarılmıştır. Bu ilacı kullanan hastalar artık bu ilacı alamayacaktır. Her yeni SUT hiç bir bilimsel gerekçe göstermeksizin tamamıyla sağlıkta dönüşümün mantığını oluşturan sağlığı metalaştırma, ticari bir ilişkiye döndürme yaklaşımıyla her bir ilacı ödeme kapsamından çıkarma tasarrufuna sahiptir ve buradaki tek gerekçe SGK’dan çıkan parayı azaltmaktır. Kanser ilaçları vs. gibi hayati niteliği olan birçok ilaç kullanıcısı da bu tutumun mağdurlarıdır, mağdurları olmaya adaydır. Aslında endikasyon dışı ilaç kullanma kılavuzunda var olan bazı açıklamaların bu sorunu çözecek nitelikte olmasına karşın, SGK tek bir ilacı kapsam dışı bırakabiliyor. Bu konuda sağlık bakanlığı ve SGK arasındaki eşgüdüm eksikliğinin de büyük rolü var.”
 

Sorunlar hızla çözülmeli”

Bu sorunların hızla düzeltilmesi talep edilen TPD açıklamasında, “Bilimsel veriler ışığında tanımlanmış tüm endikasyonlarda ilaçların geri ödemesinin sağlanmasını, endikasyon dışı ilaç kullanımı kılavuzun hızla ve eksiksiz olarak yaşama geçirilmesini, bu konuda yaşanan sorunların çözülmesinde yasakçı değil çağdaş, bilimsel, sağlığa temel bir insan hakkı olarak bakan, hasta merkezli ve insancıl denetim mekanizmalarının oluşturulmasını ve kurumlar arası eşgüdümün eksiksiz biçimde, gecikmeden sağlanması gerektiğini düşünüyoruz” denildi.

Distimik Bozukluk      
 
Neden yıllardır mutsuz, halsiz ve yorgun hissediyorum?

distimi

Distimik Bozukluk olarak bilinen bu rahatsızlık, kişinin en az 2 yıldır olan, hemen her gün yaklaşık gün boyunca süren; mutsuz, keyifsiz, yorgun, iştahsız ya da aşırı yeme eğilimi gösteren, uykusuzluk ya da çok uyumanın eşlik ettiği; genel olarak ‘kötü’ hissetme halidir.

 Bu kişiler kendilerini, hüzünlü, kederli, hayattan zevk alamayan, hiç bir şey yapmak istemeyen olarak tanımlarlar.

 Çocuklarda irrite hal ile ortaya çıkabilir. Bir yıl sürmesi durumunda bu tanıyı alabilir. Yani erişkinde en az 2 yıl, ancak çocuklarda 1 yıl da tanı koyulabilir. İştahsızlık veya aşırı yemek yeme, uykusuzluk ya da aşırı uyku uyuma, enerjinin düşük olması, yorgunluk, benlik saygısının düşmesi, düşünceleri yoğunlaştıramama, umutsuzluk duyguları ve karar vermede güçlük çekme görülür. Bu kişiler sürekli kendilerini eleştirirler ve ilgileri azalır. Kendilerini yetersiz bulurlar, çekici hissetmezler. Bu depresif durumun bir parçası olduğu için de, sorulmadıkça yakınmazlar; çünkü hep böyledirler.

Distimik bozuklukta en sık yetersizlik duyguları, genel bir ilgi kaybı ve hiçbir şeyden zevk alamama, toplumdan uzaklaşma, suçluluk duyguları ya da geçmişle ilgili düşüncelere dalmalar, yaşam etkinliklerinde ve üretkenliğinde azalma, etkin olamama görülür; ayrıca hızlı göz hareketleri vardır.

Çocuklarda her iki cinste eşit görülür. Çoğu kez okul başarısında ve toplumsal etkinliklerde bozulmalara neden olur. Bu çocuklar irrite, ters, huysuz ve “asabi” dirler. Benlik saygıları ve toplumsal becerileri düşüktür; karamsardırlar.

Distimik Bozukluk Ne Zaman Başlar ve Nedenleri Neler Olabilir?

Distimik bozukluk çocukluktan yaşlılığa değin herhangi bir yaşta başlayabilir. Ancak distiminin başlangıç yaşının bir dizi önemli klinik ve muhtemel etyolojik unsurla korele olmasının erken ve geç başlangıçlı distimik bozuklukların birbirinden farklı gelişimsel yolağı temsil ettiğini düşündürmektedir. Mesela erken başlangıçlı (çocukluk ya da ergenlik döneminde başlayan) distimik bozukluğun duygudurum bozuklukları açısından ailevi yüklülükle, çocukluk çağı istismarlarıyla ve kişilik bozukluklarıyla biraradalığından söz edilmektedir. Aksine geç başlangıçlı distimik bozuklukların ise önemli kayıplar ve sağlık sorunlarıyla ilişkili olduğunun üzerinde durulmaktadır. 

Tanı kriterlerinde de distimik bozukluğun 21 yaşından önce başlayıp başlamamasına göre şekillenen erken ve geç başlangıçlı ayrımının önemine değinilmiştir. Distimi vakalarının büyük çoğunluğu sürekli depresif olduklarından yakınırlar; çoğu erken yaşlarda çocukluk, ergenlik en çok da yirmili yaşlarda başlar. Geç başlangıçlı alt tipi orta yaş ve ileri yaş grubunda başlayan, sıklıkla da kadınların etkilendiği bir gruptur.

Distimik Bozukluğun Depresyondan ne farkı var?

Distimik bozukluk olgularının çok önemli bir bölümünün major depresif epizod kriterlerini karşılayacak şekilde alevlenmeler yaşadığı bilinmektedir. Aslında, distiminin üzerinde oluşan major depresif epizod çoğunlukla kişiyi profesyonel yardım arayışına zorlamaktadır. Yani kişi aslında yıllardır kendini kötü hissetmekte ancak işlevselliği genel olarak bozulmamaktadır. Ancak bu durumun üzerine Major Depresyon eklendiği zaman, suçluluk duyguları çok artmakta, kişi yataktan bile çıkmak istememekte, işine gitmemekte, aile problemleri yaşamakta, bazı durumlarda intihara bile gidebilmektedir.

Bende bu şikayetler varsa ne yapmalıyım?

Depresif durum toplumsal ve mesleki alanda, üretkenlikte sıkıntıya neden olur. Bu durumu bir sürü neden ortaya çıkarabilir; eş ile ilgili anlaşma ve iletişim sorunları, maddi problemler, çocuklar ile ilgili sorunlar, aile içi farklı çatışmalar, iş yerinde problemler gibi.. Eğer yaşadığımız ortamda bu tür problemler varsa, baş etmekte sorun yaşıyorsak, artık sınırlarımızın zorlandığını düşünüyorsak ve bizi çok yoruyorsa yardım almamız gerekmektedir. Bu tür şikayetlerin tedavisinde öncelikle bir psikiyatri uzmanı tarafından muayene edilmek, arkasından da düzenli olarak antidepresan ilaç tedavisi almak gerekebilir. Ancak Psikoterapi desteği ile ilaç tedavisini beraber almak, daha sağlıklı ve etkili bir yol olabilir. Sizde kendinizi en az 2 yıldır mutsuz, keyifsiz, huzursuz ve sinirli hissediyorsanız, psikoterapi ve ya ilaç tedavisi almak için mutlaka bir psikiyatri uzmanını görünüz…

ORTAK AKILDAN DOĞAN BAĞIŞÇILAR VAKFI

 
Nilgün Özerdoğan – Nilgun.Ozerdogan@denizbank.com-BOLU Express Gazetesi


   Bolu, Ankara İstanbul arasında kalmış, belki de bu yüzden çok gelişememiş, ancak doğal güzellikleriyle insanları büyüleyen bir il. Gelenekleri, görenekleri, tarihi zenginlikleri, muhteşem güzellikteki gölleri, tabloları kıskandıran yaylaları olmasına rağmen turizmde hakettiği yeri alamamış. Bolu’nun gelişmesi ve zenginleşmesi için zaman zaman da “Turizm mi, Sanayi mi?” öncelikli olmalı diye tartışmalar da oluyor. Ne yazık ki Bolu bu kadar zenginliğine rağmen hakettiği yerde değil.

   İzzet Baysal Babamızın yaptığı eğitim ve sağlık tesislerini çıkarın, inanın geriye hiçbir şey kalmaz. Bolu bir köy olur. Üniversite tatile giriyor da Bolu’da hayat duruyor. Eğitim ve sağlık alanında, İzzet Baysal Babamız sayesinde Bolu halkı olarak hepimiz Türkiye standartlarının üzerinde hizmet alıyoruz. Bunun belki içinde yaşayan insanlar olarak farkında değiliz, ama Bolu’nun dışında Devlet Hastanelerine gittiğiniz zaman aradaki farkı hemen görüyorsunuz.

   Bolu’nun bana göre diğer İllere göre farklı bir zenginliği daha var ki, o da bağrından yetişen Bolu’lu evlatları. İzzet Baysal Babamız İstanbul’da çalışmış, kazanmış ve tüm varlığını vakıf kurarak Bolu’lulara armağan etmiş. Elginkan Vakfı deseniz kurucuları Bolu’lu değil, ama Bolu aşığı Necla Baltacıoğlu sayesinde,Türkiye’de pek çok şehir varken, ışık yuvalarından birini Bolu’ya yapmış.

   Şimdi İzzet Baysal Vakfına bir kardeş daha geldi. 2008 yılında, yine Bolu’nun bağrından yetişmiş Haldun Taşman’ın önderliğinde, Bolu’nun seçkin, varlıklı ve müteşebbis 32 işadamının katılımıyla Bolu Bağışçılar Vakfı kuruldu. Haldun Taşman, Bolu’nun köklü Taşman ailesinden geliyor ve uzun yıllar Amerika’da yaşamış, orada para kazanmış ve memleketini unutmayarak Bolu’ya gelecekte büyük katkıları olacağına inandığım Bolu Bağışçılar Vakfının kurulmasına vesile olmuş.

   Bağışcılar Vakfının kurucu üyelerinin büyük çoğunluğu da, Bolu’nun yetiştirdiği, hepsi birbirinden değerli Bolu’lu işadamları. Bu 32 kişiyi de Bolu’nun iş yaşamından çıkarın, herhalde geriye işyeri diyebileceğimiz pek bir şey kalmaz. Bir de bu kişilerin çalıştırdığı kişileri düşündüğünüzde binlerce Bolu’lunun sayelerinde evlerine ekmek götürdüğünü görürsünüz. Şimdi Bolu’dan yetişen bu güzide insanlar, ortak akıllarıyla bir araya gelerek Bolu için, “Bolu Sevdalılarına Çağrı” diyerek, “Yaşam Kalitesi Yükselmiş Daha Güzel bir Bolu için El Ele Verelim” sloganı ile ceplerinden de yedişerbin TL. vererek bu vakfı meydana getirmişler.

   Ayrıca bu vakfın kurucu üyelerinin başında da yine Ahmet Baysal Amcamız var. Başta Ahmet Baysal Amcamız olmak üzere diğer kurucu üyeler ise, Haldun Taşman’ın öncülüğünde, M Şerafettin Erbayram, Uğur Tunçok, Sabahattin Eratalar, Alaattin Eratalar, Nadir Garipoğlu, Turgut Kalaycıoğlu, Emin Semercioğlu, Ercan Gülen, A.Süreyya Astarcı, Erdal Yıldırım, Şura Öztuncay, Mehmet Tibet Kınacı, Kemal Özkan, Ahmet Kahraman, Ahmet Özmen, Ahmet Gümüş, A.Şerafettin Yamaner, Mustafa Ericek, Necip Çarıkçı, Kamil Erbayram, Adnan Pulatlı, Ahmet Akdağ, Halit Yıldız, Mine Tunçok, M.Tanju Çizmecioğlu, Fahrettin Ergin, Ziya Akman, Hüseyin Tekin, Yurdaer Kalaycı ve Yılmaz Becikoğlu.

   Gördüğünüz gibi, her birisi kendi alanının en başarılı ve önde gelen kişileri. Hatta çoğu Türkiye’nin de sayılı kuruluşlarını kuran ve işleten kişiler. Herbirinin Bolu’ya olan katkıları tartışılamaz. Buna rağmen bazıları, vakıf hakkında bilmeden, öğrenmeden, anlamadan, dinlemeden ileri geri konuşuyor. Hani derler ya “Ağzı olan konuşuyor.” diye. Bu da aynı hesap. Bolu’muz için çalışan bu insanların şevkini kırmak, morallerini bozmak niye? Kime ne faydası var?Ellerini taşın altına koyarak çalışan bu insanların isimleri gelecekte Bolu’nun tarihine altın harflerle kazınacak, hiç şüpheniz olmasın. Bu eserlerden yararlanan insanlar, nasıl bugün İzzet Babamızı dilimizden düşürmüyorsak, onları da yarın daima hayır duaları ile anacaklar.

   Bolu’nun bu seçkin evlatları, Türkiye’de de bir ilk olan sosyal yatırım vakfını, “Kendi Hayalimize Değil, Toplumun Hayaline Erişmeye Çalışalım.” diyerek ortak akılla, şimdilik başlangıç olarak üç adet projeye imza atıyorlar. Bu projelerden birincisi okul öncesi eğitim, ikincisi yemeklik atık yağlar ve üçüncü olarak da toplum ruh sağlığı merkezi projeleri. Şu anda bu projelere başlanmış durumda ve bu projeler hayata geçtiğinde Bolu’nun yaşamı değişecek ve vakfın projeleri meyvelerini vermeye başlayınca eleştiride bulunanlar bu sözlerinden mahcup olacaklar. Vakfın ileride başka projeleri de olacak tabi.

   Şimdi, 01 Temmuz 2010 tarihinde, 1.700.000,-TL’ye mal olacak Abant İzzet Baysal Üniversitesi Bolu Bağışçılar Vakfı Okul Öncesi Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Binasının Gököy Kampüsü Yüzme Havuzu yanındaki alanda temel atma töreni yapılacak. Vakıf, bu maliyetin bir bölümü Amerika’da yaşayan Türk İş Adamları’nın kurdukları Türk Yardımseverlik Vakfı tarafından, geri kalanı da yut dışından, yurt içinden ve üyelerimizden toplanacak bağışlarla karşılanacağını belirtiyor. Şimdiden hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Bolu Bağışçılar Vakfı, okul öncesi eğitimin önemini kavramış ve Bolu gençlerinin gelecekteki eğitimlerine zemin olması bakımından destekleme kararı almış. Bunun için de çok güzel bir broşür hazırlamışlar ve okul öncesi eğitim çocuğa ne kazandırır, siz çocuğunuzun eğitimine ne kadar önem veriyorsunuz ve okul öncesi eğitim nedir, gibi sorulara cevap hazırlamışlar.

   Bu broşürde, okul öncesi eğitimin çocuğa neler kazandıracağını şöyle sıralamışlar:

   1. Kendine saygı ve güven duyması sağlanır.

   2. Çocukta sevgi, saygı, işbirliği, sorumluluk, höşgörü, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma davranışları geliştirilir.

   3. Çocuğun kendisine ve başkalarına olan duygularını fark etmesi desteklenir.

   4. Çocukların hayal güçlari, yaratıcı ve eleştiren düşünme becerileri, iletişim kurma ve kendini anlatabilme davranışları gelişir.

   5. Çocukların bağımsız davranışlar geliştirmesi desteklenerek kendini tanımasına, yapabileceklerini fark etmesine ve kendini geliştirmesine olanak sağlanır.

   6. Çocukların oyunla öğrenmeleri sağlanır.

   7. Çocuk kendi hakkını korumayı öğrenirken, paylaşmayı ve başkalarının özgürlüğünü zedelememeyi de öğrenir.

   Araştırmalara göre insan kişiliğinin %70’i, 0-72 ay arasında tamamlanıyormuş ve yeterince oyun oynamayan ve çok az ilgi gösterilen çocuklarda normal beyinden %20 ile %30 arasında daha küçük beyin gelişmesi görülüyormuş. Uzmanlar, “Çocuk bir kameraya benzer yedi yaşına kadar ne kaydederseniz onu izlersiniz” diyorlar. Yani okul öncesi dönem bir nevi yaşamın da temelini oluşturuyor. Yine uzmanlara göre, insandaki potansiyelin en üst sınırlarına kadar geliştirilebilmesi, ancak çocuğa çok erken sağlanacak eğitim imkanları ile mümkün olabilir.

   Bilimsel çalışmalara göre de, beyin doğum sırasında en az gelişmiş bir organ olmasına rağmen, bir bebeğin beyni doğumdan üç yaşına kadar olan süre içinde ağırlık olarak iki katına çıkıyormuş ve beyin büyümesinin %90’ını doğumdan beş yaşına kadar olan süre içinde gerçekleştiriyormuş.

   Toplum olarak kalkınmak, ancak sağlıklı düşünen, soran, sorgulayan, araştıran, sorumluluk sahibi olmak gibi birçok olumlu özelliklere sahip bireylerin yetişmesi ile mümkün olabilir. Koskoca Osmanlı imparatorluğu neden çöktü sanıyorsunuz. Matbaanın gelişini 200 yıl geciktiren, cahil, dini taassub altında sorgulamayan, araştırmayan, Avrupa’daki aydınlanma hareketini kavrayamamış, endüstri devriminden habersiz, çalışmayan ve üretmeyen Dünya’dan habersiz kafalar yüzünden.

   Bolu Bağışçılar Vakfı tarafından yapılacak 2500 M2 ‘lik kapalı alana sahip okul öncesi eğitim uygulama ve araştırma merkezinden yetişecek süper çocuklar, yarın Ülkenin yıldızı olmazlar mı? İçlerinden kimbilir ne sanatçılar, ne devlet adamları, ne işadamları yetişecek? Ülkemizin sonsuza kadar esenlik içinde yaşayabilmesi için bilgili, çalışkan, üretken, yeni buluşlar yapan nesillere ihtiyacı var. En büyük ve en değerli yatırım eğitimdir. Bugüne kadar ihmal edilen okul öncesi eğitiminin öemini kavrayan ve Bolu’ya bu alanda hizmeti amaçlayan bu büyük yatırım kararlarından dolayı vakfın yöneticilerini kutluyorum.

   Bolu’nun gülen yüzlü çocuklarını yaratmak amacıyla bu projeyi hayata geçirmek için geçen hafta Perşembe günü, 01 Temmuz 2010 tarihinde, Üniversitenin Gölköy Kampüsü Yüzme Havuzu yanında temelleri atıldı. Temek atma törenine ben de katıldım. Emeği geçen herkese, başta Bolu Bağışçılar Vakfı yöneticileri olmak üzere Bolu adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

   Yapılanlar o kadar güzel ki, tek bir yazıya sığdıramıyorum.