Michelle Dawson, kalabalık otobüslerde yolculuk etmekten kaçınıyor, yabancılarla iletişim kurarken paniğe kapıldığından lokantada bir fincan kahve ısmarlarken epey zorlanıyor. Yine de, son birkaç yıldır Montreal Üniversitesi’ne bağlı Riviére-des-Prairies hastanesinde bir araştırmacı olarak adından söz ettiriyor.
Dawson’un araştırma alanı, tıpkı kendi gibi, otistik kişilerin bilişsel yetenekleriyle ilgili. Dawson günümüzde otizm ile ilgili tanımlamaların, tümden yanıltıcı olmasa bile, çağdışı bulguları temel aldığına ve otizmin yapısının son 70 yıldır temelden yanlış anlaşıldığına inanan bilim insanlarından bir tanesi.
Tıp kitaplarında otizmin iletişim, düşlem gücü ve toplumsal etkileşimden oluşan klasik “üç bozukluk” ile kendini belli eden gelişimsel bir sakatlık durumu olduğu belirtiliyor. Durumun şiddeti farklılıklar gösterse de, otizm tanısı konan kişilerin yaklaşık dörtte üçü ruhbilim kapsamında zihinsel özürlü sınıfına giriyor.
Yaklaşık on yıldır sürdürülmekte olan otistik onur hareketi, otistik kişilerin engelli değil, yalnızca farklı düşünen “nörotipikler” oldukları görüşüne destek veriyor. Şimdi Dawson ve kimi başka araştırmacılar bu kavramı bir adım öteye taşıyarak otistiklerin yalnızca farklı düşünmekle kalmayıp, kimi açılardan daha da iyi düşünebildiklerini öne sürüyorlar. Bu duruma “otistik üstünlük” adını verebiliriz.
Bilişşel üstünlük nerede?
Peki, genelde engelli olarak değerlendirilen bir grup insan nasıl olur da gerçekte bilişsel üstünlüklere sahip olabilir?
Öncelikle, son araştırmalar otistiklerde IQ düzeyinin görünürde daha düşük olduğunu ortaya koyan ilk bulguları giderek geçersiz kılıyor. Kimi araştırmalar otistik kişilerin dikkattten ayrıntıya, duyarlıktan müzikal eğilime ve daha güçlü belleğe uzanan bilişsel yetilerdeki üstünlüklerini gözler önüne seriyor. Daha yakın bir geçmişte yapılan beyin taramaları da söz konusu becerilerin ardında ne tür sinirbilimsel farklılıkların yer alabileceği konusunu giderek aydınlığa kavuşturuyor.
Kimi otistik kişilerin belli yeteneklere sahip oldukları görüşü hiç de yeni değil. Otizmi ilk kez 1940’larda tanımlayan ruhbilimci Leo Kanner, kimi hastalarının anımsama, çizim ve blmaca gibi birtakım alanlarda “beceri adacıkları” adını verdiği bir özelliğe sahip olduklarına dikkat çekiyordu. Ne var ki Kanner de, kendinden öncekiler gibi, daha çok otizmin olumsuzluklarını vurgulamaktaydı.
Günümüzde otizmin hangi özelliklerinin var olduğu ve bunların kendilerini ne ölçüde belli ettiği açısından çok farklılıklar gösterdiği artık biliniyor. Otizmin nedeni henüz gizini korusa da, elde edilen bulgular bu durumda çok farklı genlerin rol oynadığına, bir olasılıkla bunların ana rahminde gelişmeyi etkileyen unsurlarla birlikte etkili olduklarına işaret ediyor.
Otizmin tüm farklılıklarını içine alan tek ve kapsamlı bir açıklamaya bugüne dek ulaşılamasa da, en dikkate değer özelliklerin açıklanmaya çalışıldığı çok sayıda görüş ortaya atıldı. Bu görüşlerden belki de en bilineni otistik kişilerin zihinsel kuramdan- başka insanların kendisinden, ya da gerçeklikten farklı inançlara sahip olabileceği anlayışından yoksun oldukları yönünde. Bu görüş, onu destekleyen kanıtlar son dönemlerde eleştirilere hedef olsa da, birçok otistik kişinin neden yalan söylemediğini ve başkalarının yalan söylemelerine bir anlam veremediğini açıklayabilir.
Sözel ipuçları
Otistik kişilerde merkezi bütünlüğün, bir başka deyişle, sohbet sırasında görülen sözel ve bedensel ipuçları gibi bir dizi bilgiyi biraraya getirme yeteneğinin de, pek güçlü olmadığı, bu kişilerin kimi zaman ağaçlardan ormanı göremedikleri söylenir.
Popüler kültürde dudak uçuklatan olağanüstü becerilere sahip otistik dehalarla ilgili görüş oldukça yaygın. Ne var ki, bu tür kişler kuralı değil, ayrıksı durumu oluşturuyorlar. Bu konuda öne sürülen en yaygın görüş, otistik her 10 kişiden 1 tanesinin olağanüstü yeteneklere sahip olduğu yönünde. Söz konusu yetenekler arasında, söz gelimi geçmiş ya da gelecekteki bir tarihin haftanın hangi gününe denk geldiğini anında bilmek gibi olağandışı beceriler de yer alıyor.
Gerçek şu ki, otistik çocuklar konuşma, tuvalet eğitimi gibi dönüm noktalarını genelde gecikmeli yaşıyorlar ve erişkin olarak topluma ayak uydurmada zorlanıyorlar. Britanya’da istatistikler bu ülkedeki otistik erişkinlerin yalnızca %15’inin ücretli bir işte çalıştıklarını gösteriyor. Ana akım tıbbi görüşe göre otizm beyinde gelişimsel bir hasarın göstergesi. Peki, bu görüş birtakım gerçekleri gözden kaçırıyor olabilir mi?
Dawson, ana akım görüşe meydan okurken önce otizm ile düşük IQ arasındaki bağlantıya dikkat çekti. Montreal Üniversitesi otizm araştırma programı başkanı Laurent Mottron ile birlikte yaptığı ve 2007 yılında yayımlanan araştırma otistik bir kişinin IQ düzeyinin uygulanan deneye göre değiştiğini ortaya koymaktaydı. En yaygın sınama yöntemi olan Weschler Zekâ Testi uygulandığında, otistiklerin dörtte üçünün 70 ya da daha düşük puan aldıkları görüldü. Bu da, Dünya Sağlık Örgütü’nün ölçütlerine göre, zihinsel özürlü oldukları anlamına geliyordu. Ancak toplumsal bilgiye daha az yer veren Raven Standart Gelişim Matrisleri gibi farklı, ancak bir o kadar geçerli IQ testi uygulandığında çoğunun onları bu sınıflandırmanın dışında tutacak puanlar elde ettikleri görüldü. Daha önce yapılan binlerce araştırma ve veriyi yeniden gözden geçiren Dawson olumsuz görüşlerin kafaya takılması yüzünden gizli kalmış otistik becerilerle ilgili deneysel kanıtlar içeren onlarca araştırmaya tanık oldu.
Ayrıntıya özen göstermek
Yeni araştırmalar da otizmin üstünlüklerini giderek su yüzüne çıkartıyor. Bu üstünlüklerden bir tanesi uzun süre temel eksikliklerden biri olarak görülen güçsüz merkezi bütünlükten kaynaklanıyor. Ağaçlardan ormanı görememek gibi bir beceriksizliğin olumlu yönü ağaçları görme konusunda çok ama çok becerikli olmaktır.
Ruhbilimciler bilgiyi biraraya getirme ya da ayrıştırma yeteneğini deneklere, söz gelimi ev gibi, nesne çizimleri gösterip onlardan bu nesnelerin içine yerleştirilmiş üçgen, dikdörtgen gibi biçimleri bulmalarını istemek suretiyle inceliyorlar. Çok sayıda araştırma otistik kişilerin bu işlemleri çok daha hızlı ve doğru yaptıklarını ortaya koyuyor. Üstelik bu becerinin salt resimlerle sınırlı kalmayıp, müzikte de geçerli olduğu görülüyor.
Bu tür araştırmalar yapan Utrecht Üniversitesi çocuk ruhbilim uzmanı Maretha de Jonge merkezi bütünlük bağlamında “güçsüzlüğün” mutlaka gündelik yaşamın niteliksizliği anlamına gelmediğine, bu durumun dışarıdan gelen ve dikkati dağıtan uyarıların filtreden geçirilmesine yardımcı olabileceğine dikkat çekiyor.
Öteki otistik özelliklerin herhangi bir biçimde kusur olarak değerlendirilmeleri daha da güç. Örneğin, araştırmalar otistiklerin müzikal perdeleri tanımada çok daha başarılı olduklarını gösteriyor. Görsel açıdan, son derece yetenekli sanatçılar oldukları bilinen otistik dehalar olmakla birlikte, son araştırmalar otizmde görsel-uzamsal becerilerin sanıldığından çok daha yaygın olduğunu ortaya koyuyor.
Otistiklerin üç boyutlu çizimlerde daha başarılı oldukları, örneğin, üzerlerinde farklı biçimler olan blokları biraraya getirmek gibi işlemleri daha kolay yaptıkları görülüyor. Beyin taramaları otistik kişilerin beynin görsel bölgelerindeki ateşleyici güçten daha iyi yararlandıklarını ortaya koyuyor.
Yoğun dünya sendromu kuramı
Kimi araştırmacılar otistik kişilerin görüntü ve seslere de daha duyarlı olduklarını öne sürüyor. 2007 yılında İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü’nden Kamila Markram ile Henry Markram tarafından yapılan bir araştırmadan elde edilen bulgulardan yola çıkılarak ortaya atılan “yoğun dünya sendromu” kuramına göre otizm, gündelik duyusal deneyimleri yoğunlaştıran hiperaktif bir beyinden kaynaklanıyor. Otopsi bulguları otistik kişilerin beyinlerindeki korteks bölümünde yapısal farklılıklar bulunduğunu, bu kişilerde minikolonların-yaklaşık 100 sinir hücresinden oluşan ve kimi araştırmacılara göre beynin temel işlemci birimleri işlevini gören öbeklerin- sayıca daha çok, ancak daha küçük olduğunu gösteriyor.
Otistiklere üstünlük sağlayan öteki bilişsel beceriler arasında bir de daha mantıklı karar alma yetisi yer alıyor. Otistiklerin öznel ya da duygusal unsurlara karşı daha az duyarlı oldukları öne sürülüyor. Bu görüş henüz kesin olarak kanıtlanmış olmasa bile, giderek yaygınlık kazanıyor. Kaliforniya’daki TED (Teknoloji, eğlence, tasarım) konferansında söz alan ve kendisi de otistik olan hayvanbilim uzmanı Temple Grandin, otizm olmasa Silikon Vadisi’nin de olamayacağını şaka yollu dile getiriyor, teknoloji ile uğraşanların bir olasılıkla “otizm genleri” ile dolup taştıklarına dikkat çekiyordu.
Gerçekten de, otistikler arasında çok başarılı mühendislere, bulaşık makinesini boşaltmayı beceremeyen müzik dahilerine, konuşmaktan yoksun matematik bilginlerine ve yetenek ile yeteneksizliğin birlikte var olduğu böylesi daha nice bileşimlere tanık oluyoruz.
Ne var ki, otizmin üstünlüğü kavramının tüm dünyada kabul görmediğini de önemle belirtmek gerekiyor. Kimi araştırmacılar ve anababalar, otistik kişilerin yaşadıkları güçlükler toplum tarafından hafife alınır ve yeterince destek verilmez korkusuyla, bu duruma özgü üstünlüklerin aşırı vurgulanmasından kaçınıyorlar. Otizmin yararlı bir durum olabileceğini söylemek, kendi başına yemeğini yemekten, ya da tuvalete gitmekten yoksun çocuğu için çalışıp didinen anne ya da babalara sinir bozucu ve incitici gelebilir.
Öte yandan, kimi anababalar da çocuklarının olumsuzluklarıyla ilgili yorumları dinlemekten bıkmış olabilir. Bu durumda en iyi çözüm, ikisi arasında bir denge kurulmasıdır. Otizmi hem olumlu, hem olumsuz yönleriyle değerlendirebilenler yaşamın sağladığı olanaklardan çok daha iyi yararlanabilir.