Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

70 yıl geçmiş…

Anıtkabir full.

Dede-bebe.

Kadın-erkek.

Türbanlı-türbansı z.

Zengin-fakir.

Türk, Kürt, Laz, Çerkez.

Niye?

*

9’u 5 geçe…

Türkiye esas duruşta.

Kasketli.

Piercingli.

Nasıl olabilir?

*

Ya Dolmabahçe?

Gidersin de…

Küllenmiş olması lazım.

Ağlamazsın.

Ağlıyor herkes.

*

10 Kasım’ı anlarım, 29 Ekim’i anlarım, tatildir, cumartesi pazarı da anlarım…

Mesela, perşembe günü insan niye Anıtkabir’e gider arkadaş? Salı?

Ankara’nın nüfusu 4 milyon…

Geçen sene 13 milyon kişi gelmiş!

*

Bağımsız ruh desen… Bağımsızlık sevdalısı olduğumuz söylenemez pek… Öyle olsa, Amerika’nın Avrupa’nın kucağına oturmaktan, IMF’den emir almaktan rahatsız olurduk, mandacıları baş tacı yapmazdık… Sorsan, Cumhuriyet’in anlamını bilenlerin oranı, üzücü çıkabilir. Say desen, çoğumuz devrimleri bile sayamaz. Egemenliğe baksan, kayıtsız şartsız milletin olmadığını hepimiz biliyoruz… Çanakkale zaten geçildi. İstanbul’un kurtuluşunu, Dokuz Eylül’ü fener alaylarıyla falan kutluyoruz ama, telefonu İngiliz’e, bankaları Yunan’a satmaktan gocunmuyoruz.

*

Peki, bunca karalamaya rağmen…

Niye seviyoruz O’nu bu kadar?

Niye unutmuyoruz?

Niye özlüyoruz?

*

Benim cevabım şu…

Bu milleti soymadı!

*

Ülkesini işgalden kurtaran, rejimini değiştiren, devrimler yapan lider, dünyada çok… Ama bu işleri yaptıktan sonra, milletini soymayan dünyadaki tek lider o…

Rakıyı filan anlatırlar, bunu anlatmazlar.

21. İSTANBUL FOTOĞRAF GÜNLERİ (Tema “GERÇEK”)

BAKIRKÖY RUH VE SİNİR HAST. HASTANESİ PROJESİ- FOTOĞRAF SERGİSİ

(24 Kasım-16 Aralık 2008 – İFSAK Sergi Salonu – Açılış: 24 Kasım st: 19.30)

“GERÇEKTEN GERÇEKLER”

Öteki… Her şey işte böyle başladı.

Asırlardır hep ayrı tuttuk, kendimizi onlardan ve onları hayattan. Yıllardır yaşadıkları psikiyatrik hastalıklar ise onları gerçeklerden, gerçeklikten uzaklaştırdı ve bazen de gerçekler ağır geldi omuzlarına. Ve biz toplum olarak ne kadar kendi gerçeğimize dalıp gerçekleri görmezden geliyor olsak da onlar gerçekti.

Onlar; günlerden bir gün Bakırköy’de Gündüz Hastanesi’nde kesişmişti yolları, burası gerçeklerini kabullenmek, sosyalleşmek, hayata karışmak için bir fırsat, bir basamaktı . Ve dört ay önce burada fotoğrafla tanıştılar. İfsak ve Olympus desteği ile sağlanan fotoğraf makinalarıyla fotoğraf çekmeye başladılar ve gerçeği aradılar. Başlangıçta tedirginlikleri oldu. Hayata ve insanlara uzaktan bakarken insanların arasına karışıp fotoğraf çekebilmek zordu. Önceleri kimsesiz sokaklar, kediler, ağaçlardı çektikleri sonra gözler gözlerle buluşunca çekindiler, zoom yetişti imdatlarına böylece uzakları yakın ettiler. Bazı zamanlar ise kendilerine karşı mücadele verdiler evden dışarı çıkıp fotoğraf çekmeye gidebilmek için. Hastalıklarıyla savaşmak yeterince zor iken buna bir de ilaç yan etkileri eklenmişti. İlaçlardan eller titriyor, makinanın titreşim önleme sistemi bile yetmiyordu çoğu zaman. Ama yılmadılar tekrar tekrar denediler. Her hafta çekilen fotoğrafları seçerken başarmanın, gelişmenin, hayata karışmanın, gerçekliğe bir adım daha yaklaşmanın heyecanını yaşadılar.

Bir kendini gerçekleştirme yolculuğuydu bu

Zaten sanat da değil miydi kendini gerçekleştirmenin bir yolu?

Ve şimdi sizler hazır mısınız gerçeklere?

Evet

onlar gerçek ,

ve bu fotoğraflar

Gerçekten gerçekler…

Proje Danışmanları: Sibel Coşkun, Özlem Yıldız

Kürator: Barış Şimşek

Katılanlar: Mesut Çiftçi, G.E, Lidnan Hartum, İ.K, Senem Odabaşı, O.K, Hikmet Can, T.S, Nusrettin Elik, Ç.D,

SERGİYE BEKLİYORUZ

Çocuk,
>
> Beni anlatan bir film yapmýþsýn çocuk. Kýzgýným, utanç içindeyim. Sana
> deðildir kýzgýnlýðým. Filmdeki Mustafa?dan da utanmýþ deðilim.
> Baþaramamýþým. Bundandýr utancým. Komutam altýnda bu vatan için
kanýný akýtan mehmetlerden utandým. Özgürlük demiþtim çocuk, benim
karakterimdir.
> Ýlim demiþtim çocuk, tek yol göstericidir. Karanlýktan korkardý demiþsin
> benim için. Korkardým evet. Bu ulusu boðmak üzere olan karanlýktan
> korktum. Ama insaf be çocuk, korkup da kaçmadým ya. Söküp atmadým mý
o karanlýðý bu ülkenin üzerinden? Diktatör demiþsin bir de. Hiç okumadýn mý
> çocuk? Nerede benim nesilleri emanet ettiðim öðretmenler? Anlatmadýlar mý
sana? Baþkomutan olarak cepheden cepheye koþarken, ülkede hala padiþahlýk
> rejimi varken ve bütün kararlarý tek baþýma verebilecekken neden bir
> meclis kurdum ben çocuk? Böyle diktatör olur mu? Ah be çocuðum. Neden, m
nasýl düþman ettiler seni bana? Baktým aþktan, sevgiden, aileden bahseden
güzel þeyler yazmýþsýn
> bugüne kadar. Belli iyi bir insansýn. Çalýþkansýn, zekisin. Hacýlarý,
> hocalarý anlarým da çocuk, seni anlayamýyorum. Onlar hiç sevmedi beni.
> Yüzyýllardýr süren iktidarlarýný aldým ellerinden. Kara cüppeleri ile
> çöktükleri milletin ümüðünden çekip aldým hepsini. Sevmeyecekler beni
> elbette çocuk. Peki sen çocuk, sen neden kol kola girdin bu kara
> kalplilerle?
>
> Dedim ya çocuk sana deðil kýzgýnlýðým. Baþaramamýþým. Anlatamamýþým
demek ki özgürlüðün kýymetini, baðýmsýz bir ulusun, onurlu bir bireyi
olmanýn ne büyük bir nimet olduðunu bunca konuþmamda. Yazýk olmuþ be çocuk.
Onca vatan evladýnýn kanýna, onca ananýn göz yaþýna. Veremem ki þimdi
hesabý çocuk, ne o gencecik bedenlere, ne gözü yaþlý annelere. Bu muydu
uðruna bizi ölüme gönderdiðin vatan derlerse, bu nesiller miydi
ölü evlatlarýmýzýn kanýyla kurduðun ülkeyi emanet ettiðin diye sorarlarsa
ne derim ben onlara be çocuk?
>
> Olmadý be çocuk olmadý….
>
> Yazan : Taner Yenidoðan

Amerikalı araştırmacılara göre, agresif gençler başkalarının acı çektiğini görmekten hoşlanıyor. Gençler, bir kişinin bir başkasına kazara ya da isteyerek acı çektirdiğini gösteren videoları seyrederken beyinlerindeki haz merkezinin bulunduğu bölgenin faaliyete geçtiği ortaya çıktı.

Washington- Chicoga Üniversitesi psikoloji ve psikiyatri profesörü Dr. Jean Decety, scanner ile beyinleri incelenen agresif yapılı gençlerin, bir kişinin bir başkasına kazara ya da isteyerek acı çektirdiğini gösteren videoları seyrederken beyinlerindeki haz merkezinin bulunduğu bölgenin faaliyete geçtiğinin ortaya çıktığını açıkladı.

Buna karşılık, agresif eğilimleri olmayan gençlere bu türden video gösterildiğinde beyinlerinin bu bölgesinde bir tepki görülmediğini belirten Dr. Decety, normalde merhamet uyandırması gereken bu sahnelere verilen tepkilerin incelenmesi için ilk kez scanner kullanıldığını da kaydetti.

Memur-Sen Genel Sekreteri ve Sağlık-Sen Genel Başkanı Mahmut Kaçar, yaptıkları anketle halkın yüzde 96’sının hastaneye gittiklerinde hekimler tarafından özel muayenehanelere yönlendirilmekten rahatsızlık duyduklarını belirttiklerini söyledi.

Sağlık-Sen’in teşkilatlarına yönelik olarak Aydın’da düzenlenen Bölge Eğitim Toplantısı’nda konuşan Memur-Sen Genel Sekreteri ve Sağlık-Sen Genel Başkanı Mahmut Kaçar, hekimlerin tam gün çalışmasına halkın büyük oranda destek verdiğini belirtti.

Sağlık-Sen’in Tam Gün Yasası ile ilgili 7 bölgede düzenlediği anket sonuçlarını değerlendiren Kaçar, ”Vatandaşlarımızın yüzde 96’sı hastaneye gittiklerinde hekimler tarafından özel muayenehanelere yönlendirilmekten rahatsızlık duymaktadır” diye konuştu.

Sağlık-Sen’in sosyal tarafları tam gün konusunda düzenlediği bir panelde bir araya getirdiğini hatırlatan Kaçar, Sağlık Bakanlığı verilerine göre hekimlerin yüzde 74’ünün yasa çıkmadan tam gün uygulamasına geçtiklerini kaydetti.

Kaçar, tam gün çalışma konusunda Sağlık-Sen’in temel yaklaşımının, sağlık hizmeti alanlarla birlikte sağlık hizmeti sunanların haklarının da korunduğu ve çağdaş düzeye ulaştırıldığı bir düzenlemenin hayata geçirilmesi olduğunu belirtti.

Sağlık-Sen yetkiye hazırlanıyor

Sağlık-Sen’in kurumsallaşması sürecinde eğitim programlarının çok önemli bir yeri olduğunu vurgulayan Kaçar, ”Bugün burada gerçekleştirdiğimiz, önümüzdeki haftalarda Mersin, Antalya, İstanbul ve Ankara ile sürdüreceğimiz bölge eğitim toplantılarıyla teşkilatımızın tüm birimlerini önce 2009 yılındaki yetki mücadelesine, daha sonra da geleceğin sendikacılığına hazırlayacağız” diye konuştu.

İki gün sürecek olan eğitim toplantısında, hukuk, mevzuat, sendikal motivasyon, etkili iletişim ve beden dili konularında katılımcılara seminerler verilecek.

”Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları” adlı bir rapor yayınlandı. Rapora göre, bakım merkezlerinin kent dışında olması, çocukların toplumla ve aileleriyle ilişki kurmasını engelliyor.

İstanbul – Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi ve İnsan Hakları Gündemi derneklerinin işbirliğiyle ”Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları” raporu hazırlandı.

Ekimde açıklanan rapor ve York Düşesi Sarah Ferguson’un Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na (SHÇEK) bağlı zihinsel engelliler merkezlerinde yaptığı gizli çekimlere ilişkin, Sabancı Üniversitesi İletişim Merkezi’nde basın toplantısı düzenlendi.

Toplantıda konuşan İnsan Hakları Gündemi Derneği üyesi avukat Nalan Erkem, 7 kentte yürütülen rapor çalışmasının, Sağlık Bakanlığı’na bağlı 6 akıl ve ruh sağlığı hastanesi ile SHÇEK’e bağlı 6 rehabilitasyon merkezinde gerçekleştirildiğini söyledi. Erkem, raporun hazırlık sürecinde, kurumları, İşkenceyi Önleme Komitesinin kriterleri çerçevesinde ziyaret ettiklerini ifade etti.

Raporda, bakım merkezlerinin kent dışında olmasının, çocukların toplumla ve aileleriyle ilişki kurmasını engellediği, mekansal anlamda tüm kurumların neredeyse şehirlerin dışında ve engellilere uygun olmayan mekanlar durumunda olduğunun vurgulandığını belirten Erkem, çocukların bu mekanlarda kendi engelliliklerini aşacak olanaklara sahip olmadıklarının da tespit edildiğini kaydetti.

Ziyaret ettikleri kurumlardan birinde, normal zekalı çocuk grubunun, ağır zihinsel engellilerle aynı ortamda bulunduğunu belirten Erkem, bunun sakıncalarına işaret etti.

Saray Rehabilitasyon Merkezi

Raporun hazırlık sürecinde Saray Rehabilitasyon Merkezi’ni de ziyaret ettiklerini vurgulayan Erkem, buradaki koşulların da kötü olduğunu ifade etti. Burada, ”çocukların ellerine pet şişe benzeri şeylerin takıldığını ve çocukların yataklara bağlandığını gördüklerini” söyledi.

Sarah Ferguson’un iddiaları

Erkem, York Düşesi Sarah Ferguson’un, SHÇEK’e bağlı zihinsel engelliler merkezlerinde yaptığı gizli çekimlere ilişkin de Saray Rehabilitasyon Merkezi’nin çok büyük bir kompleks olduğunu, her bölümde tespit (bağlanma) odası bulunmadığını ifade etti.

”Tıpkı Sarah Ferguson’un gördüğü gibi biz de yataklarda bez parçaları, ip parçaları gördük. Bunlar tespit amaçlı mı kullanılıyordu bilmiyoruz” diyen Erkem, ayrıca bazı psikiyatri hastalarının ilaç dozlarının uzmanlar tarafından düzenlenmesi gerekirken hemşireler tarafından düzenlendiğini iddia etti.

CAN DUNDAR’A CEVAP

Bu genc arkadas Antalya Universitesi’ in,aslanlar gibi iktidara direnen,rektorunun ogludur.. Bu iletiyi tek basina kaleme aldigini da ogrendim..Helal olsun bu gence. Bu yasta; bu kadar gozlem , bilgi ve ciddiyet…. Bizim Anadolu’muz ne cevherler yetistiriyor. . Okudukca gururlandim. . Ulkemizin yarini asla karanliklarda kalmayacak hatta bir gunes kadar parlak olacak.. Ben zaten umudumu asla kaybetmedim Ne mutlu Turkum diyene,mutlu boyle genclere.. .
******** ***********************************************************
Sayın Can Dundar,
Ben Bilkent Universitesi Bilgisayar Muhendisliği bolumunde yuksek lisans yapmakta olan bir oğrenciyim. Adım Ateş Akaydın.
Ataturk ille ilgili yaptığınız belgeseli uzulerek soyluyorum hic beğenmedim. Ozetle belgeselde rahatsiz oldugum konular şunlar: Oncelikle, Vahdettin’in Ataturku bilinci olarak vatani kurtarmasi icin Samsun’a gonderdiği konusundaki iddia halen tartışılan,temelsiz ve acık soyleyim Fethullah taraftarları ve Osmanli sevdalilari tarafindan sIklikla dile getirilen bir goruştur. Boyle bir konuya belgeselinizin son derece taraflı yaklaşması kanimca cok uzucudur. Bilakis Vahdettin Ataturk icin tutuklama ve idam karari cıkartılmasına on ayak olmuş biridir.
Ikinci olarak, Mustafa Kemal’i Ataturk yapan ve en buyuk savaşlardan biri Canakkale savaşına son derece az yer verilirken, Ataturk’un ozel hayatina, ozellikle Madame Corinne’e yazdiği mektuplara gereksiz derecede cok ye verilmistir.
Belgeselinizde Ataturk’un yuksek idealleri ve amaclari etrafinda sekillenmek yerine, Ataturk’un aldigi – ve kanimca alinmasi Cumhuriyetimiz icin hayati zorunluluk teskil eden – kimi kararları Ataturk’un kişiliğine zarar verecek şekilde kullanmanız kabul edilemez. Ozellikle Ataturk’un Ankara Meclisinin acılması sırasında takiyye yaptiğini ima eder şekildeki aciklamalariniz, Ataturk’ un Lenin kozunu oynadiğini dile getirirken ustune vura ;musluman ve komunist yoldaşlarım;şeklinde ifadelerin gectiği gazete kupurlerine ozellikle yer vermeniz, uslup acisindan cok uzucudur ve kullandiginiz ifadeler de Ataturk’umuzu dinsiz bir komunist gibi gostermektedir. Bu olaylar ile ilgili gercekler, maksatlar ve yontemler ayirt edilebilir şekilde ve duzgun bir uslup ile sunulabilirdi ama siz bundan gordugum kadariyla kacinmissiniz.
Ataturk’un not defterindeki, kendisinin iktidara gelmesi halinde bir darbe ile ve zorla sistemi baştan aşagıya değiştirecegi konusundaki ifadelerin pek cok kere vurgulanmiş olmasi,Terakkiperve r Cumhuriyet Fırkasının liderleri ve silah arkadaslarnı idama gondermiş olması ya da onları bastırmış olması, Mussolini’nin ressamina bir portresini yaptırmıs olmasına ve ressamin yorumlarina ozellikle yer verilmesi ve Avrupada kimi gazeteler tarafından bir diktator olarak nitelendirilmesine ozellikle yer verilmis olması bence Ataturk’un kişiliğine hakarettir. Yine ayni donemdeki gazeteler Ataturk’un dunya tarihinde bin yilda bir gorulen bir dahi oldugunu beyan etmektedir. Ve sizin calismaniz, Ataturk’un butun dunyanin kabul ettigi bir dahi ve gercek bir lider oldugunu adeta saklamak ister bicimde secilmis gazete kupurleriyle doludur. Bunlar Ataturkumuzu sanki bir diktator gibi gostermektedir! Size soruyorum sayin Dundar siz Şeriatla ve Faşizmle yonetilen bir ulkede Cumhuriyeti getirmeyi başaran, kadınları sosyal hayata katan, nerdeyse hic okuma yazma bilmeyen bir halkı 10 sene gibi kısa bir surede okuma yazma bilir hale getiren kac tane diktator gordunuz? Medeniyet icin gerekli yol ve yordamları lutfen diktatorlukle karistirmayiniz. Siz Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının irticai faliyetlerinden bahsettiniz mi? Kubilay olayindan ve Ataturke gonlunu vermis diger kemalistlerden bahsettiniz mi? Gercekten bir diktatorluk ve faşizm ornegi gormek istiyorsaniz lutfen bir İran’a bakin, bir Misir’a bakin, Afganistan’a, Pakistan’a bakin. Ve hatta hatta ozellikle AKP iktidariyla birlikte son donem Turkiye’sine bakin. Hele hele Turkiyemizde Ergenekon gibi eşi kara carşaflı ve kendisi imam hatipli olan ve adı yolsuzluklara bulaşmış bir savcının yonettiği bir dava varken, Ataturkcu dusunce derneginin uyeleri, profesorler, emekli komutanlar, Cumhuriyet gazetesi yazarlari, Cumhuriyet mitinglerini organize edenler, Cumhuriyetle yaşit olan insanlar ve halkin bilinclenmesine gercekten yardım eden insanlar haklarindaki suclama bile netlik kazanmadan ve onlara bildirilmeden tutuklanirken, ceza evlerinde olume terkedilirken ve DARBECILIKLE suclanirken, sizin cikip da Ataturk’e DARBECI demeniz igrenc ve acıklı bir benzetme olsa gerek! Turkiye’nin her gun PKK teroru yuzunden sehit verdigi gunumuzde, ulke ic savaşın ve bolunmenin eşiğine gelmişken, o kadar sacmalıkla doldurdugunuz belgeselinizin arasında sanki cok gerek varmiş gibi “Ataturk de Kurtlere Ozerklik verilmesi ile ilgili konusmustu” gibi ifadeler kullaniyor olmaniz yangina benzinle gitmek demek degil de nedir sayin Dundar? Sizin belgeseliniz vizyona girdigi sırada farkındamısınız ki mecliste DTPliler guzelim ulkemi 25 parcaya bolebilmek icin uğraşmaktaydı?
Ataturk’un gunde bir şişe raki bitiren, sarhoş ve yalniz bir adam olarak nitelenmiş olması ve devletin onemli meselelerinin tartisildigi ve Cumhuriyetin coşkusunun yaşandığı Ataturk’un sofrasinin bayagi ve sıkıcı olarak gosterilmesi de ayrı bir konu…
Sayin Sureyya Ciliv’in ve Turkcell’in sponsorlugunuzu yapmaktan vazgecmiş olmasına şaşmamak gerek. Zaten bu karar bile nasil bir manzara ile karşilaşacagimizi işin en başindan haber vermişti. Zaten size olsa olsa “Bizim Universitemizde Ataturku bile eleştirebilirsiniz” diyen vakıf universiteleri sponsor olabilirdi ve oldu.
Sonuc olarak ben bu belgeseli izledikten sonra sizi gercekten cok ayipladim. Siz benim eskiden tanidiğim Can Dundar olmaktan cıkmışsınız. Bu yapim kanimca sadece iki maksatla yapilmiş olabilir diye dusunuyorum. Ya siz Cumhuriyet’in ve Kemalizm’in ilkelerine ters dusup fethullahcilarin, yobazların ve boluculerin ekmegine yag surer bir hale geldiniz ya da entellektuel anlamda Turkiye’de vatan sevdasini, Ataturk sevdasini yitirmis kimi sanatcilar ve yazarlar gibi doğru bilinen ve kabul edilen degerlere radikal ve uygunsuz bir şekilde ters duşuyor olmanin sanat olduğunu dusunmeye başladiniz. Şahsen ben Turkiyenin ikinci bir Orhan Pamuk’a ihtiyacı olduğunu duşunmuyorum.
Şayet size Ataturk’umuze diktator diyen O Avrupadan ya da O Amerikadanbirkac ay icinde ‘Mustafa’ dan oturu oduller yağmaya başlarsalutfen bu dediklerimi hatirlayiniz ve ozellikle Şevket Sureyya Aydemir’in “Tek Adam”‘ini Ataturk’;un “Nutuk”‘unu tekrar ve busefer anlayarak okuyunuz ve Mustafa’ya Ataturk demeyi ogreniniz!

Vakit ayirdiginiz icin tesekkur ederim,

Ateş Akaydın

Gündelik hayatın tüm sıkıntılarından kurtulmak için yeni bir başvuru kaynağınız var, filmler…

‘Altıncı His’ ölüm acısına iyi geliyor, ‘Esaretin Bedeli’ baba oğul ilişkilerine.

Orta yaş krizi mi yaşıyorsunuz? Suçluluk duygusu içinizi yiyip bitiriyor mu? Sağlıklı ilişkiler kuramıyor musunuz? Bu sorunların çözümü evinizde oturup DVD izlemek kadar kolay olabilir.

En azından psikoterapist ve film meraklısı Bernie Wooder buna inanıyor. Filmlerin iyileştirme gücüne tüm kalbiyle inanan Wooder, film tedavisi manasına gelen movie therapy kalıbını İngiltere’de yaygınlaştırmak için de ön ayak oluyor ve bu terapinin nasıl işlediğini anlatmak için bir kitap yazdı.

Bu sistem Royal College of Psychiatrists tarafından destek amaçlı bir danışma olarak tanımlanıyor ve kişinin problemine göre uygun bir film seçilerek reçete yazılıyor, ardından da konu üzerine konuşularak durum için çözümler üretiliyor. Wooder terapiyi şöyle açıklıyor: “Film terapisi gerçekten de çok güçlü bir yöntem çünkü duygulara direk erişim sağlıyor ve onları mıknatıs gibi yüzeye çekmeyi başarıyor. Filmler insanlara rol modeller sunar, ilişkilerdeki sorunları açığa çıkarır, problemleri ve çözümlerini saptar, insanlara ilham verir ve motive eder. Ve üçüncü kişinin bakış açısından izlediğiniz için film seyrederken gardınızı düşürürsünüz, böylece film kendinizi keşfedebilmeniz için bir sıçrama tahtası görevi görür.

HER HASTALIĞA GÖRE BİR FİLM

68 yaşındaki Wooder, Rocky’den (güven sorunlarını aşması için iş adamlarına) Hayalet / Ghost’a (ölüm gibi büyük bir kayıp yaşayan kişilere) kadar çeşit çeşit filmleri tavsiye edebiliyor. Wooder’ın terapiye olumlu cevap veren hastalarından biri otuzlarında, dışarıdan bakıldığında son derece başarılı görünen ancak derin bir depresyon geçiren Bette (hasta gerçek adını vermiyor). Bette aşağılık kompleksi ile baş etmeye çalışıp sorunun kaynağını anlayamıyor ve mutluluğun onu es geçtiğini düşünürken Wooder’a gidiyor. İçinde bulunduğu durumu ona anlattığında Wooder ona Alfred Hitchcock’un 1940 yapımı gerilim filmi Rebecca’yı izlemesini ve ardında da gelip filmin ona nasıl hissettirdiğini anlatmasını söylüyor. Birkaç görüşmenin ardından (tek görüşme filmin uyandırdığı duyguları ve anımsattığı şeyleri tartışmak için yeterli olmuyor) Bette, kendini her zaman ikinci en iyi olarak hissettiğini, birincinin ise kardeşi ya da eşinin ilk eşi olduğunu düşündüğünü fark ediyor.

Elbette ki olaylar bu kadar basit bir şekilde, averaj bir Hollywood filmi edasında mutlu sona ulaşıp sonlanmıyor ancak Bette, kendini yediden keşfetme sürecine girerek zarar görmüş kendine güvenini ve saygısını onarmaya başlıyor, önceden memnun olmadığı işini bırakarak bir hemşire oluyor. Böylece hayata daha güvenli ve memnun başlamak için bir şansı oluyor.

ALTINCI HİS TEDAVİYE YARDIMCI

14 yıllık çalışmaları sonucunda buna benzer pek çok vaka ile karşılaştığını iddia eden Bernie Wooder ise “Terapinin sonunda tamamen farklı bir insandı” diyor Bette için. Başka bir hastası içinse şunları anlatıyor: “Bir müşterim bana Watership Down’un adeta hayatını kurtardığını söyledi. Ona bunu ben tavsiye etmemiştim, etmezdim de, aklıma bile gelmezdi çünkü animasyon filmlerden hoşlanmam. Ama sonuç olarak film onun babasıyla olan sorunlarının farkına varmasını sağlamış ve ilişkilerini yoluna koymuşlar.”

Wooder insanların bu terapiye sıcak bakmamalarının sebebini anlamadığını söylüyor ve Lord David Puttman’ın 2006 BAFTA ödüllerinde yaptığı konuşmada Altıncı His / The Sixth Sense filminin babasını kaybetmesinin acısını hafifletmekte yardımı olduğunu anlattığını hatırlatıyor. “Şu an film tedavisinin neler yapabileceğini öğrenmenin sadece başındayız, hapishanelerden hastanelere kadar pek çok yerde işe yarayabilir.” demeyi de ihmal etmiyor.

Sıra hangi filmleri izlememiz gerekiyor sorusuna geldiğinde ise “Eski siyah beyaz filmler insanı sakinleştirmek için bire bir çünkü insanda nostalji ve masumiyet hissi uyandırıyor.” diyor Wooder, “İzlerken hissettikleriniz film bittikten sonra geçer, önemli olan ardından size kalandır.”

Birkaç önce de benzer bir uygulama kitaplar ile yapılmaya başlanmıştı. Aralarında Alain de Botton’un da bulunduğu bir grup yazar, Londra’nın edebiyat dünyasının kalbinin attığı Bloomsbury’de bir dükkân açıp ve stresli ve problemli kitapseverlere çözümler önermeye başlamışlardı.

Wooder’a göre tedavi edici özelliğe sahip beş film örneği ise şöyle:
* Günden Kalanlar/ Remains of the Day (1993) Başrollerde Anthony Hopkins ve Emma Thompson
Çekingen ve utangaç mısınız? Bu film duygularını ifade etmekte zorlanan insanlar için tavsiye ediliyor.

* Brokeback Dağı/ Brokeback Mountain (2005) Başrollerde Heath Ledger ve Jake Gyllenhaal
İlişkinizde yakınlık mı eksik? İçten bir şekilde şefkatli olmayı bu filmden öğrenebilirsiniz.

* Zehirli Hayat/ Imitation of Life (1959) Başrollerde Lana Turner ve Juanita Moore
Zor bir anne kız ilişkisi mi yaşıyorsunuz? Kendini kızlarına adamış iki annenin hikayesini izlemeyi deneyin.

* Esaretin Bedeli /The Shawshank Redemption (1994) Başrollerde Tim Robbins ve Morgan Freeman
Baba oğul ilişkinizde zorluk bu çekiyorsunuz? Bu filmi izlediğinizde aradığınız umudu bulacaksınız.

* Şahane hayat /It’s a Wonderful Life (1946) Başrolde James Stewart
Depresyon için tam bir panzehir. Eğer hayatın sizi getirdiği konumdan memnun değilseniz ve hayal kırıklığına uğramış hissediyorsanı z bu güçlü film her şeye farklı bakmanızı sağlayacak.

İstanbul Kitap Fuarı bu sene 27. kez yurtdışından önemli konuklarla kapılarını kitapseverlere açmaya hazırlanıyor. 1-9 Kasım 2008 tarihleri arasında düzenlenecek olan 27. İstanbul Kitap Fuarı bu sene de önemli isimleri konuk ediyor.

İstanbul Kitap Fuarı bu sene 27. kez yurtdışından önemli konuklarla kapılarını kitapseverlere açmaya hazırlanıyor.

TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. ve Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi- Beylikdüzü’nde, 1-9 Kasım 2008 tarihleri arasında düzenlenecek olan 27. İstanbul Kitap Fuarı bu sene de önemli isimleri konuk ediyor. Yaklaşık 550 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı’nda panel, söyleşi, şiir-dinletileri ve çocuk etkinlikleri gibi 250 kültür etkinliğinin yanı sıra 27. İstanbul Kitap Fuarı Onur Yazarı Füruzan’ın yaşamı ve çalışmalarından kesitlerden oluşan bir fotoğraf sergisi gerçekleştirilecektir.

68 Hareketinin Önemli İsimlerinden Tarıq Ali İstanbul Kitap Fuarı’nda

Teması “1968-40 Yıl Önce, 40 Yıl Sonra” olan fuara 68 hareketinin önemli aktivistlerinden yazar Tarıq Ali konuk olarak geliyor. 2 Kasım 2008 Pazar günü “Avrupa’da 68 Hareketi” konulu panele konuşmacı olarak katılacak olan yazar fuarda okurlarıyla da bir araya gelecek. Londra’da yaşayan Tarıq Ali tarihçi kimliğinin yanı sıra New Left Review dergisinin editörlüğünü de yürütüyor.

Tema çerçevesinde gelecek bir diğer konuk ise Mark Kurlansky. Amerikalı gazeteci-yazar Kurlansky ilk kez İstanbul Kitap Fuarı’nın konuğu olarak geliyor. 68’in 40. yılı nedeniyle fuarın konuğu olan Mark Kurlansky, 1 Kasım 2008 Cumartesi günü “1968: 40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra” panelinde okurlarıyla buluşacak.

Tema kapsamında fuarın diğer önemli ismi ise Che Guevara üzerine yazdığı kitaplarla ve çektiği filmlerle tanınan Küba’lı yazar Frolian Gonzales’tir. Gonzales’in Che üzerine 10’dan fazla kitabı bulunmaktadır.

Latin Amerika’dan fuara gelecek bir diğer önemli isim ise bu sene ilk kez fuara katılan Bolivar Cumhuriyeti’nden yazar Luis Britto Garcia’dır. Garcia, Venezüella edebiyatı üzerine çalışmalarda bulunuyor ve fuarda bu konuda bir panele konuşmacı olarak katılacak.

Dokuz gün süresince 68 hareketinin ruhu ve bugüne yansımaları üzerine etkinlikler düzenlenecek; dönemin edebiyat, sinema, sanat ve kültür hayatına olan katkıları ele alınacaktır.

Fuarın diğer konukları Dürzi kökenli, Arapça yazan ve Filistin-İsrail barışında çok etkin bir rol oynayan Filistinli şairler Moaen Shalabia, Naim Aradiy, Agi Mishol, Hava Pimhas Cohen, Mageed Asakly; S. Fischer Vakfı’nın konuğu olarak Almanya’dan Thomas Brüssig, Thomas Glavinic ve Avusturya’dan Dimitre Dinev; Romanya’dan Nicolae Breban, Aura Christi ve İngiltere’den çocuk kitabı yazarı Ian Beck fuarın bu seneki konukları arasındadır.

İstanbul Kitap Fuarı, ARTİST 2008 18. İstanbul Sanat Fuarı ile eş zamanlı gerçekleştirilecektir.

ABD’nin ilk siyahi başkanının yaşam öyküsü, bir Amerikan rüyasının gerçek olması adeta. 60’ların ‘özgür’ ortamında Kenyalı bir Müslüman genç adamla Kansaslı bir genç kızın üniversite aşkının ürünü Obama’yı büyütense, seçimlerden bir gün önce kaybettiği anneannesi…

Beyazlığı ninesinden miras

Barack Hussein Obama’nın, bir gün ABD’nin ilk siyahi başkanı olacağını kim bilebilirdi? Müslüman olduğu iddialarına yol açarak başına “bela” olan göbek adı Hüseyin hakkındaki “Göbek adımı herhalde bir gün başkanlık yarışına gireceğimi tahmin etmeyen biri vermiştir” sözlerinden, bunu Obama’nın dahi kestiremediğini söyleyebiliriz. Gerçi bu “öngörüsüzlük” için onları suçlayamayız. Obama’nın dünyaya geldiği 1961’de, hiç kimse Amerikalıların bir siyahı başkan seçeceğini tahayyül edemezdi. Afrika kökenli Amerikalıların efsanevi kahramanı Marthin Luther King’in ırk ayrımına karşı mücadelesi başlayalı henüz birkaç yıl olmuş, “I Have a Dream/Bir Rüyam Var” konuşması daha yapılmamıştı.

AŞK ÇOCUĞU

Barack Obama’nın şu anda hayatta olmayan babası Kenyalı siyahi bir Müslüman. 1994’te kaybettiği annesi ise ABD’nin göbeğinden, Kansas’tan bir beyaz. Anlaşılan onlarınki bir gençlik hevesi, bir üniversite aşkıymış. Ann Dunham, Hawaii Üniversitesi’nde okurken Kenya’dan gelmiş burslu öğrenci Barack Obama (Sr.) ile tanışmış, çift arasındaki aşk önce nikahla 3 yıl sonra da bebeklerinin doğumu ile taçlanmış. Bebeğe kendi adını veren Barack Obama, geleneklerine uygun olarak Hüseyin ismini de eklemiş. Öykünün sonrası biraz hüzünlü. Obama iki yaşındayken ebeveynleri boşanmış, ten rengini aldığı babası ile bağ kuramamış. Kenya’ya dönen babasını 10 yaşındayken bir kez daha görmüş ama bir daha hiç bir araya gelememişler.

AMERİKALI GİBİ BÜYÜSÜN

Obama 6 yaşındayken, annesi bir Endonezyalıyla evleniyor ve aile Cakarta’ya taşınıyor. Ancak annesi Barack’ın belki de yaşamını tamamıyla değiştiren bir karara imza atarak bir Amerikalı gibi büyümesini istediği oğlunu Hawaii’nin Honolulu kentinde yaşayan anneanne ve dedesinin yanına gönderiyor.

Yani Obama’yı büyüten, belki de ABD başkanı olmasında en büyük katkıya sahip olan, 4 Kasım’daki seçimden bir gün önce hayata gözlerini yuman anneannesi. Obama ilk kez bir Amerikan okuluna gittiğinde siyah/beyaz ayrımını görmeye başladı. WASP (Beyaz-Anglosakson-Protestan) bir aile tarafından yetiştirildi ancak o bir siyahtı. Bugünkü ne siyah ne beyaz -ya da hem siyah hem beyaz- tavrı o günlerden miras kaldı. New Yorker dergisinin Obama portresini hazırlarken görüştüğü bir üniversite arkadaşı bu durumu, “Barack’ın görünürde tezat olan gerçekler arasında sentez oluşturmakta ve onları anlaşılır hale getirmekte çok üstün bir becerisi vardır. Bu, beyaz insanlar tarafından büyütüldüğü evden çıkıp, gerçek dünyada bir zenci olarak görülmekten kaynaklanıyor” diye yorumluyor.

——————————————————————————–

Değişim isteyen siyaset yapmalı

OBAMA mezun olduktan sonra büyük şirketlerde avukatlık yapmak yerine Yurttaşlık Hukuku üzerine çalışmayı tercih etti. Sürekli bu dünyada yanlış giden şeyleri değiştirmekten söz eden birinden de farklı bir hareket beklenemezdi! Kamuda çalışan, sosyal meselelere kafa yoran Obama o yıllarda şunu fark etti: Değişim isteyen siyaset yapmalı. Onun değerlerini temsil eden Demokrat Parti için çalıştı, hatta Bill Clinton’ın kampanyası için çok uğraştı. Tabandan yetişti. 2004’te yüzde 70 oyla girdiği Amerikan Senatosu’nun tek, senato tarihinin ise 5. siyahi üyesiydi.

HİTABETTE USTA

Obama’nın hitabet yeteneği, hırsı ve karizması karşısında etkilenmeden durabilmek çok zor. Öyle ki o dönemde Demokrat Parti’nin başkan adayı olan John Kerry, Obama’ya Kurultay’ın açılış konuşmasını yapma görevi verdi. Obama da bu fırsatı çok iyi kullandı. O gün yaptığı konuşmayı izleyenler bugün geldiği yere pek de şaşırmıyorlar. 2004 Ulusal Demokrat Kurultayı açılış konuşmasında Obama şöyle diyordu: “Siyah Amerika ve Beyaz Amerika, Hispanik ve Asyalı Amerika yoktur; Amerika Birleşik Devletleri vardır. Hepimiz bir milletiz, hepimiz bayrağımıza bağlılığımızı taahhüt ettik, hepimiz Amerika Birleşik Devletleri’ni müdafaa ediyoruz.”

——————————————————————————–

ESRAR VE KIZLAR BOZMADI

Barack Obama hep başarılı bir öğrenci oldu. Hemen hemen her Amerikalı genç gibi “biraz esrar, biraz kızlar”dan oluşan bir dönem yaşasa da başarısı hiç gölgelenmedi. Bu hırs onu Harvard Üniversitesi’nde hukuk eğitimine kadar götürdü… Okul yıllarında eşi Michelle ile tanıştı. Bu güzel, hırslı ve başarılı kadın da şimdi ABD’nin ilk siyahi first lady’si unvanını taşıyor.

Vildan AY