Benim ülkem; kadın olmanın, devrim ve kanunlarla dünyaya göre erken kabul edilerek onurlu sayıldığı ve kadınların öncülüğünde aydınlanmayı uzun zamandır hak eden bir ülkedir.
Oysa ki, 1924’te EÄŸitim ve Öğretim birliÄŸini saÄŸlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 1926 Türk Medeni Kanunu’nun kabulü, 1934’te seçme ve seçilme hakkının elde edilmesinin üstünden neredeyse bir asır geçmiÅŸtir. Bugün, Avrupa genelinde gerçekleÅŸtirilen bir araÅŸtırmaya göre, Türk kadınının parlamenter siyasetteki temsil oranı yüzde 9,1 olarak saptanmaktadır. Tüm dünyada bu istatistik bizi sondan üçüncü sıraya yerleÅŸtirmektedir. Tarih, erkek egemen bir sistemin devamı ve yönetsel sorunların gölgesinde bu topraklarda yerinde saymanın veya yetersizliklerin sonucunu sıklıkla kaydetmiÅŸtir. Bu durum yüklenilmesi gereken bir günah olarak kadınlara mal edilemez. Kadının adeta bir köle ve meta gibi konumlandırılacağı bir toplum modeline doÄŸru sürükleniyorken, dünyada eÅŸi ve benzeri bulunmayan bir fırsatla Atatürk devrim ve kanunlarıyla, bizim için planlanmış bir karanlığa çalım atmayı baÅŸarmış mücadeleci ve özgün bir halk modeliyiz.. Kimileri, tepeden inme olarak yorumladıkları bu devrimlerin, ne endüstri devrimini ne de aydınlanmayı yaÅŸamamış bir toplumun neredeyse ÅŸeriatın keskin kılıcının korkusuna doÄŸru itilebileceÄŸinin veya bağımlı ve basiretsiz bir toplum olarak sonsuza dek hizmet eden konumunda kalacağımız tespitini yapmaktan kaçınmaktadır. Benim ülkem, gaflet ve delaletten bir an önce kurtulabilen akıllı ama yatırım yapılmayan kadınların yaÅŸadığı güzel bir ülkedir. Bu yüzdendir ki kadının, devrim ve kanunlardaki yeri daima birinci sınıf bir yer olarak kurgulanmış; çaÄŸdaÅŸlaÅŸmanın önderleri olarak görülmüş ve ileride durmayı görev kabul eden bir anlayışa hazırlanmışlardır. Benim ülkemde, kurtuluÅŸ mücadelesi kadınların baskın gücüyle verilmiÅŸ bir ülkedir. Bu ülkenin kadını emekçidir, fedakardır, mücadelecidir, paylaşımcıdır, deÄŸerlerine ve ülküsüne baÄŸlıdır, kırılgandır ancak inatçı ve sorgulayıcıdır, çoÄŸu azdan var edebilendir… Åžeyhlerin, şıhların, masalcıların, kralların, ÅŸarlatanların üç adım gerisinden gelmeyi hak etmediÄŸini bilerek yürümüştür bu yolu… Hak edilmiÅŸ haklarından haberdar olmayı pekala bilir; eÄŸer öğretilmemek için özel bir çaba harcanmazsa, yeterince dersliÄŸi, aydın öğreticileri, istihdam olup örgütleneceÄŸi alanları, koltuÄŸunun altına sıkıştırılmış kitapları olabilirse… Bu ülkenin kadınları, bu ülkenin bağımsızlığı için direnmiÅŸ kadınlardır. Örgütlü hareketin gücünü, tesadüfen bile bir araya gelebildiÄŸinde sezgisel olarak dahi keÅŸfedip düşünce üretebilecek potansiyele sahiptir; eÄŸer yalnızca seçim sandığı için bir ‘sürü’, siyasi oluÅŸumlar için vitrin, tüketim unsurları için banknot, evlerimiz için ucuz işçi, düzenin devamı için çaresiz katılımcılar olarak görülmezlerse… Bir toplumda kadınlar için sığınma evleri açmak, kadınları güvence altına almak deÄŸildir. Kadının birey olabilmesinin önünü açmak, kadını beyin takımının içinde konumlandırmak, yönetimi kadınla paylaÅŸmak, kadını kendi niteliklerine göre doÄŸru yerlerde bir vatandaÅŸ olarak deÄŸerlendirebilmek, temel hak ve özgürlüklerinden bahsedebilmek demektir. Parlementoda kadını bir klanın veya feodalitenin rızası ve lütfuyla o sıralara oturtulmuÅŸ bir model olarak görmeyi bırakır; daha fazla kadın diplomat, bilim insanı, hukukçu, siyaset bilimcisi, sanatçı, sendika baÅŸkanı, yönetici, edebiyatçı, filozof ve birçok alanda önce kendi kendine yetebilen sonra da toplumuna hizmet edebilecek yeterlikte birey yetiÅŸtirme cesareti gösterebilirsek yol alabiliriz. Böylece “kadın ÅŸairâ€, “kadın kaymakamâ€, “kadın milletvekili†gibi, mesleklerin önüne cinsiyet ayırımı içeren belirleyiciler eklemeden yaÅŸayıp gitmeyi pekala baÅŸarmış oluruz.
ÇarÅŸaflarının iki parmak aralığından, dünyaya iflah olmaz bir ÅŸiddetin hüküm sürüp gittiÄŸi çaresizlik ifadesiyle bakan ülke kadınlarının dertlerini, iyi gözlemleyen ve kendi gerçekliklerinin iyileÅŸtirilmesi adına hep daha fazla çaba harcayan kadınlar öncelikle Türkiye Cumhuriyeti kadınları olmalıdır. Bugün hala kadınlarının % 20’sinin okur yazar olmadığı bir ülkede, medeni nikahı olmadan yaÅŸamaya zorlanan, aile içi ve dışı ÅŸiddete yüksek oranda maruz kalan, kiÅŸilik haklarından nasibini alamayan, ilkel ve kapalı alan koÅŸullarında yaÅŸamaya doÄŸru itilen kadınlarımızın haklarını bir kez daha düşünmemiz gerekiyor. Cumhuriyet’in kadına saÄŸladığı en önemli hak, kadın ve erkek eÅŸitliÄŸini öngören düzenlemelerdir. Bugün, yalnızca haklarını talep eden bir kimlik olmanın ötesinde, çaÄŸdaÅŸlaÅŸmaya çalışan kadının üstlenmesi gereken sorumluluklar vardır. MesleÄŸi, ekonomik özgürlüğü, olumlu koÅŸulları ve yeterli olanakları olup da, zamanını hoyratça ve bilinçsizce harcayabilen kadın örnekleri, bu toplumu yaÅŸadıkları süre boyunca biraz daha ileriye götürebilmek için kendilerini sorumlu hissetmek durumundadırlar. Kadının hangi ÅŸartlarda olursa olsun gerçek emekçiler olduÄŸunu anımsayacak olan eÄŸitimli kadın, koltuÄŸuna çantasını sıkıştırıp sadece tüketici rolünü üstlenmeden kendisini gerçekleÅŸtirebilen, toplumuna ve güncel gerçeÄŸine duyarlı varlığıyla, güce gereksinimi olan kadınlar için bir model oluÅŸturabilmelidir. Cumhuriyet kadınlarının bu ülkede daha fazla sorumluluk almaya mecburiyetleri vardır. Post-gerici bir zihniyet ancak ve ancak bu koÅŸullarda alt edilebilir ve kolektif bilincin yine kadınların öncülüğünde oluÅŸabileceÄŸi anlaşılabilir. Türkiye Cumhuriyeti kadını, çaÄŸdaÅŸlaÅŸmanın temel deÄŸeridir. Gerçek demokratik yatırımlardan biri, ailenin toparlayıcısı ve toplum dinamiÄŸinin yapıtaşı olan kadınların özgürleÅŸmesine yönelik planlamalardır. Kadın ve erkeÄŸin bir bütün olarak algılanabildiÄŸi uygar bir toplum umuduyla…