Benim televizyon programıma konuk olarak davet ettiğim Prof. Kadir Özer’le
mutluluk üstüne konuştuk. Dedim ki, “evlenme teklif eden insanlar, mutluluk
vaat ederek evlenirler. Şimdiye kadar, “Benimle evlenirsen anandan doğduğuna
seni pişman edecem, inim inim inletip sürüm sürüm süründüreceğim, haydi gel
evlenelim,” diyen görmedim. Ama bakıyorsunuz evliliklerin çoğu sanki böyle
söylenmiş gibi bir yolda ilerliyor, niçin, diye sordum.

“Kişiler benim bildiğimi bilseler, aslında evlenenlerin çoğunun mutsuzluğa
davet olduğunu anlarlar,” dedi. Yani sen anlayabilir misin, diye sordum.
“Evet,” dedi ve açıkladı: (Konuşmalarımız aynen bu kelimelerle olmadı, ama
anlamları bu yazdıklarıma yakındı!)

“İnsan yaşamının üç gerçeği vardır: 1- İnsan yorum yapan bir yaratıktır ve
yaptığı yorumla insan olaylara, ilişkilerine ve yaşamına anlam verir. 2-
İnsanlar arasında bireysel farklar vardır; özellikle aynı konularda insanlar
birbirlerinden farklı yorumlar yaparlar. 3- Aynı insanın içinde birbirinden
farklı özler, farklı bakışlar, bilinçler, yorumlar vardır; yani insan tek
bir çiçek değil, farklı çiçeklerden oluşan bir demettir.”

Prof. Kadir Özer Bilişsel Varoluşçu Terapi uygulayan bir psikoterapisttir.
Ona göre yukarıdaki gerçekleri anlamamak insan ilişkilerinde oluşan
sorunların temelini oluşturuyor.

Sözüne şöyle devam etti: “Erkek karısının olaylara kendisi gibi bakmasını,
aynı anlamı vermesini ve aynı duyguları hissetmesini bekler. Niçin? Çünkü
doğru olan onunkidir de ondan. Kadın ise kendi yorumunun gerçekçi ve doğru
olan olduğunu düşünür; içinden bilir. Evlenmeden önce kadın ya da erkek bu
farklılıkları görmemezlikten gelir, evlenince onu değiştiririm, diye bir
umudu vardır. Kendisinin doğru olduğuna o kadar inanır ki, eninde sonunda
eşinin gerçeği göreceğine bilir.”

“Bir başka senaryo da şöyle gelişir: ben kendimin tek bir insan olduğumu
sanıyorum. Hâlbuki gerçekte ben birçok çiçekten oluşan çok renkli bir
buketim. Yeni tanıştığım, çekici bulduğum kişinin buketindeki bir çiçeği ile
benim bir çiçeğim uyuşur ve ben sevgilimin yalnız o çiçekten ibaret olduğuna
inanır ve yalnız o çiçeği çok severim. Bütün gördüğüm o tek çiçek. Ne
kendimin, ne de onun diğer çiçeklerimin farkındayım. Evlendikten bir süre
sonra kendimi aldatılmış hissediyorum, çünkü onun diğer çiçeklerinin de
olduğunun farkına varmaya başlıyorum. Yeni farkına vardığım çiçekler benim
için sürpriz ve pek sevdiğim çiçekler değil. Tabii, aynı süreçten öbürü de
geçiyor; o da bende yeni keşfettiği çiçekleri pek istenir görmüyor. İkimiz
de birbirimizden hayal kırıklığına uğruyoruz.”

O zaman öfke de işin içine girmiyor mu, diye soruyorum. “Evet,” diyor,
“öfke, kaygı ve çaresizlik mutsuzluğun bir parçası. Bana danışan kişilerin
en temel duyguları bu üç duygudur: değişik derecelerde olabilir, ama
hepsinde öfke, kaygı vardır ve hepsi az veya çok kendilerini çaresiz
hissederler. Terapinin amacı kişilerle öyle bir etkileşim kurmak ki, kişiler
bir yandan kendilerini tanısınlar bir yandan da yeni oluşturdukları bilişsel
şemaları, yani yorum sistemlerini davranışa dökebilsinler.”

Bu tür bir sorunun yalnız karı koca ilişkilerinde değil, anababa çocuk
ilişkilerinde de geçerli olup olmadığını sordum. Gülümseyerek tüm ilişkiler
için geçerli olduğunu söyledi. “Anababa çocuk, öğretmen öğrenci gibi
ilişkilerde biri güçlü diğeri güçsüz olduğu için, güçlü olan anne ya da baba
doğal olarak kendi yorumunun doğru, çocuğunkini yanlış kabul eder. Çünkü
kendisi daha deneyimli ve eğitimlidir, daha çok görmüş geçirmiştir.”

Gülümseyerek, “İnsanın kendisiyle ilişkisinde de geçerlidir!” dedi