Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Son aylarda Türkiye’de domuz gribinin hızla yayılması, jel, çamaşır suyu, doğal bitkiler, maske ve mendil gibi ürünleri içine alan dev bir ”grip” pazarı oluşmasına yol açtı.

Mevsimsel gribe oranla daha hızlı yayılan ancak öldürme oranı daha az olan domuz gribi, özellikle birkaç aydır ülkede büyük paniğe yol açtı. İnsanların eve girerken ve çıkarken, toplu taşıma araçlarına iniş-binişlerde daha dikkatli hareket etmesi, ilk etapta antibakteriyel jel satışlarında patlamaya yol açtı, ardından doğal bitkilere olan talepte ciddi artışlar oldu. Kısa süre içinde jel, çamaşır suyu doğal bitkiler, maske, antibakteriyel mendil, özel sabunlar gibi ürünleri içine alan dev bir pazar oluştu.

Semt pazarlarında bile domuz gribine karşı etkili olduğu belirtilen sarımsak, ıhlamur, adaçayı, limon, zencefil gibi ürünlerin satıldığı ”domuz gribi” stantları oluşturuldu. Bu ürünler, pazarda da büyük ilgi gördü. Aktarlar son yılların en yoğun dönemini yaşarken, büyük marketlerde bile doğal bitkiler ve jellerin satışa sunulduğu reyonlar kuruldu.
 

Domuz gribi reklam aracı oldu

Oluşan pazara internet siteleri de dahil oldu. Domuz gribi ürünlerinin satıldığı internet siteleri son dönemlerde en fazla tıklananlar arasına girmeyi başardı. Siteler de dahil olmak üzere birçok firma, domuz gribine karşı hazırladıkları özel paketlerden satıyor. Bu paketlerde maske, jel, sıvı sabun, antibakteriyel mendil gibi ürünler bulunuyor. Yurttaşlar, korunmak için genellikle paketlere yöneliyor.

Domuz gribi ve ürünleri, yoğun ilgi görmesi nedeniyle reklam aracı bile oldu. İnternet sitelerinde domuz gribinin belirtileri, önlemleri konusunda açılan bilgilendirme siteleri yoğun reklam almaya başladı. Bazı kamu kurum ve kuruluşları, bina girişlerine, ellerde hijyeni sağladığı belirtilen sıvıların bulunduğu bazı küçük cihazlar yerleştirdi. Çalışanlar, çalıştıkları yere girerken öncelikle bu sıvılarla ellerinde temizliği sağlıyor.

Okullar, otobüsler, stadyumlar, metrolar, alışveriş merkezleri, iş yerleri, fabrikalar gibi insanların yoğun olarak bulunduğu ve domuz gribinin daha fazla yayılma gösterebileceği yerlerde kullanılan dezenfektan ürünleri de oluşan dev pazarda önemli pay alıyor. Bazı firmalar, gelen talebi zaman zaman karşılamakta güçlük çekiyor.
 

Panik, üretim ve satış rakamlarını giderek artırıyor

Viking Temizlik ve Kozmetik A.Ş’nin Pazarlama ve İletişim Müdürü Fatih Yüzbaşıoğlu, domuz gribinden ölümlerin olmasıyla birlikte panik havası oluştuğunu söyledi. Ailelerin genellikle çocuklarından korktuğunu dile getiren Yüzbaşıoğlu, şunları kaydetti: ”Okullar için tüketim grubu oluştu. Taleplerimiz sürekli yükseliyor. Vardiya artırma yoluyla talebi karşılamaya çalışıyoruz. Üretimimizde 5 ay öncesine göre yüzde 300’lük artış oldu. Jelimiz 1,5 yıllık ürün ancak satışları ciddi boyutlara ulaştı. Yurt dışına farklı markalar adı altında bizim ürünümüz satılıyor. Yurt dışından da yoğun talep alıyoruz. Genel anlamda temizlik sektörü, domuz gribinin etkisiyle inanılmaz büyüdü. Domuz gribinin oluşturduğu dev pazar tahmin edilemeyecek rakamlara ulaştı.”
 

Her 100 kişiden 90’ı jel kullanıyor

Yüzbaşıoğlu, temizlik sektöründe en fazla jele talep olduğunu dile getirerek, ”Türkiye’de her 100 kişiden 90’ı jel kullanıyor. Bu inanılmaz bir rakam. Jel ile sıvı sabuna yardımcı yan bir pazar oluştu. Hemen her yerde hizmet ediyor” dedi. Firma olarak yakında antibakteriyel sıvı sabunu piyasaya sunacaklarını belirten Yüzbaşıoğlu, ”Mendil, sıvı sabunlar, jel, çamaşır suyu kullanımı daha önceleri azdı ama hastalıkla birlikte bu ürünler insanların hayatına tamamen girmiş oldu. Burada bilinç de çok önemli. İnsanlar artık, temizlik konusunda daha fazla bilgi sahibi” diye konuştu.

Türk Sağlık-Sen’in, sağlıkçıların domuz gribi aşısına yaklaşımlarını belirlemek amacıyla yaptığı ankete göre, domuz gribi aşısı yaptırmayı düşünmeyenlerin yarısı, buna gerekçe olarak ”aşı ile ilgili tartışmalardan duydukları tedirginliği” gösterdi.

 
Türk Sağlık-Sen’in açıklamasında, sağlık çalışanlarının domuz gribi aşısı ile ilgili tereddütlerini belirlemek amacıyla internet üzerinden yapılan ankete, aşı yaptırmayı düşünmeyen 545 sağlıkçının katıldığı bildirildi.
 
Buna göre, ankete katılanların yüzde 50’si, aşı yaptırmamaları na gerekçe olarak, ”Aşıyla ilgili tartışmalardan duydukları tedirginliği” gösterdi.
 
 
Katılımcıların yüzde 34’ü ”Aşının zararlı olabileceği”, yüzde 13’ü ”Faydası olmadığı’‘, yüzde 2’si ise ”özel sebeplerle” aşı olmayı düşünmediğini belirtti. Yüzde 1’i de herhangi bir sebep göstermedi.
 
Anketle sağlık çalışanlarının domuz gribi aşısı ile ilgili bilgilendirilip bilgilendirilmedikl eri de araştırıldı.
 
Buna göre, katılımcıların yüzde 18’i ‘‘yeteri kadar bilgilendirildiğini”, yüzde 48’i ”yeteri kadar bilgilendirilmediğini”, yüzde 34’ü de ”kısmen bilgilendirildiğini” ifade etti.
Ankete katılanların yüzde 44’ü ”domuz gribinden korunmak için aşının yeterli olmayacağını”, yüzde 30’u ”kısmen yeterli olacağını”, yüzde 6’sı ”yeterli olacağını” düşünürken, yüzde 20’sinin bu konuda bir fikri yok.
 
Ankete katılanların hastanelerdeki hijyen ile ilgili düşünceleri de soruldu.
Katılımcıların yüzde 63’ü ”Hastanelerin domuz gribine karşı hijyenik olmadığını”, yüzde 31’i ‘‘kısmen hijyenik olduğunu”, yüzde 6’sı ‘‘hijyenik olduğunu’‘ dile getirdi.
Anket sonuçlarını değerlendiren Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, sağlık çalışanlarının aşı ile ilgili tereddütlerinin giderilmediğini savundu.
 
Sağlık çalışanlarının aşı ile ilgili tedirgin olduğunu kaydeden Kahveci, ”Özellikle Başbakan’ın ‘aşı olmayacağına’ yönelik açıklamaları ve ‘Sağlık Bakanı ile aynı düşünmediğini’ ifade etmesi, çalışanların kararlarında etkili olmuştur. Yaşanan bu olaylar çalışanları aşı konusuna kararsızlığa, tereddüte ve aşı olmamaya yöneltmiştir” ifadesini kullandı.
 
 
Kahveci, hastanelerde idari hizmetlerde görevli memurlar, hizmetliler ve taşeron isçilerine aşı yapılmadığına dair bilgiler geldiğini ifade ederek, ”Bu kişiler de hastanelerde görev yapmaktadırlar ve risk grubundadırlar. Risk grubunda olan, hastanede görev yapan ve aşı olmak isteyenlere bu aşının yapılması şarttır. Bu sorununda çözülmesini talep ediyoruz” görüşünü dile getirdi.

Deniz yolculuklarında, vapurların güverteleri oyun alanlarına dönüşür. Güneşli havalarda güvertede halka atılır, satranç ya da seksek oynanır. Dalgalar arasında salınan bir gemide salıncağa binmenin tadı ise apayrıdır.

 Sunay Akın

Günlerdir Haliç’te bekletilen Ege vapuru bir hurdacı tarafından satın alındığında, söküm işinde çalışan bir işçi güvertedeki salıncak karşısında duraksar bir süre… Akşam eve döndüğünde, bahçeye çağırdığı çocukları, bir ağacın dalına asılı Ege vapurundan sökülen salıncağı görünce sevinç çığlıkları atarlar ve ilk binen olmak amacıyla koşuşurlar!
Ege vapurunun seferde olduğu 1930 yılının 28 Kasım günü, içindeki çocuğun sesini dinleyen bir yolcu salıncağa oturur ve yerden keser ayaklarını… Salıncağın salınımları, çocukluğunun bir döneminin geçtiği köye götürür onu…
On altı yoksul çocukla birlikte sünnet edildiği günü yeniden yaşamaktadır. Karagöz’ün karşısında gülerken, eve süslenerek getirilen koçların kavrulan etlerinin taşındığı tepsilere takılır gözü. Kıyafetine bakar; kendisi de süsler içindedir.
– Ah babacığım!
Sünnetçinin karşısındaki acı dolu bu haykırışı üzerine annesi, kısa bir süre önce kaybettiği eşini anımsar ve gözyaşlarını gizlemek için davetliler arasından kuytu bir köşeye doğru uzaklaşır. Sünnet töreninin ardından hokkabazın gösterilerine başlamasıyla neşelerine kavuşur çocuklar yeniden.
Ege vapurunun yolcusu salıncakta değil, bir duvar saatinin sarkacında oturmaktadır sanki. Zaman denilen o kıyısız denizdeki yolculuğunda, toprağı kazıyarak yaptığı oyuncak evdedir bu sefer. Burası bir sığınaktır onun için. Taşlardan yaptığı ocakta pişirdiği yemekleri kız kardeşi ve Çingene çocuklarla paylaşmaktadır. Bir gün, “Aziz” adlı arkadaşı ocağı yakmak isterken otlar aniden tutuşur ve oyuncak ev yanmaya başlar. Alevler arasından zorlukla dışarı çıkarır kız kardeşini…
Oyunlarında bir prenses gibi sakınır kardeşi Makbule’yi. Dallardan bir kulübe yapmak için yeniden kolları sıvar. Üç basamaklı bir merdiveni olan kulübe tamamlandığında kız kardeşini içine oturtur ve koşarak uzaklaşır… Geri döndüğünde bir karpuz vardır ellerinde. Karpuzu dilimler ve kardeşine uzatır. Sonra, kulübenin duvarına yaslanır ve gülümseyerek Makbule’nin karbuzu iştahla yemesini seyreder.
Daniel Defoe’nun ölümsüz kahramanı Robinson Crusoe gibi davranmaktadı r oyunlarında; O da, hiç sevmediği, canının alabildiğine sıkıldığı köy günlerinde, ıssız bir adaya düşmüş gibi kulübeler yapmaktadır ağaç dallarından.
Jean Jacques Rousseau, Robinson’daki bireyciliği mutlak yalnızlık olarak değil, doğanın yeniden altedilmesi ve uygarlığın yeniden üretilmesinin bir başarısı olarak görür. Fransız düşünürün bu değerlendirmesi, Ege vapurunun salıncağında çocukluk günlerine dönen yolcu için tüm yaşamının bir özetidir sanki!
Salıncaktaki adam, martı çığlıklarıyla kendine gelir… Yolcuların bir kısmı ekmek atmaktadır deniz kuşlarına. Onun da güvercinleri vardı çocukluğunda. Kümes bile yapmıştı onlara. Dallardan, tahtalardan oyuncaklar üretmekte ustaydı. Hatta, bir tanbura bile yapmış, üzerine teller takıp çalarak tüm arkadaşlarını eğlendirmişti.
Mustafa Kemal’dir salıncakta oturan yolcunun adı. Kulübeler yaptığı yer de, babasının ölümünün ardından annesi Zübeyda Hanım’ın isteği üzerine gitmek zorunda kaldığı, dayısı Hüseyin Efendi’nin Langaza’daki çiftliğidir. Mustafa Kemal’in, büyük bir göl kenarında olan Langaza’daki günleri, onun hayat ve okuldan uzaklaştığı bir dönem olarak görülse de, burada oynadığı oyunlar gelecekteki başarısının bir habercisidir aslında. Oyunlarıyla benzeştiği roman kahramanı olan Robinson Crusoe’da şöyle bir bölüm vardır: “Ekini biçmek için bir orak ya da tırpan yokluğu çekiyordum. Tek yapabildiğim şey gemiden kurtardığım silahlardan büyük bir kılıcı tırpan yerine kullanmak oldu.”
Kılıç ve sapan… Mustafa Kemal Atatürk’ün de söyleyeceği vardır bu konuda: “Kılıçla toprak ele geçirenler, sabanla toprak ele geçirenlere yenilmekten, sonunda bulundukları yerleri bırakmaktan kurtulamazlar.”
Bağımsızlığın, özgürlüğün emeğe dayalı politikalarla korunabileceğini çok iyi bilen Atatürk, zorbalığa, sömürüye karşı emeğin yanındadır. Sonunda kazananın emekçilerin olacağını şu sözleriyle açıklar: “Kılıç kullanan kol yorulur, nihayet kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkûm olur. Lakin sapan kullanan kol gün geçtikçe daha ziyade kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikç e daha çok toprağa sahip olur.”
İstanbul Oyuncak Müzesi’nin bahçesi için bir Atatürk heykeli düşünüyorum: Bir ağaç dalına asılı salıncakta oturmuş, gülümsüyor… Tıpkı, 28 Kasım 1930’da, Ege vapurunun güvertesinde çekilen fotoğrafındaki gibi…
Salıncaktaki Atatürk’ü sallamak için ağacın ve dolayısıyla heykelin bulunduğu alana yalnızca çocuklar girebilir.
Çocukların salladığı bir Atatürk heykeli…
Çocuklar dedim, çünkü bir onların elleri kaldı kirlenmemiş!

Avrupa’nın en büyük müzik ödül töreni olarak kabul edilen MTV Avrupa Müzik Ödülleri, Almanya’nın başkenti Berlin’de dağıtıldı.

MTV Avrupa Müzik Ödülleri töreninde, ”Avrupa’nın En İyi Sanatçısı Ödülü’‘nü Türk rock müzik grubu Manga alırken, ”Single Lady” videosuyla ”En İyi Video” ve ”Halo” şarkısıyla ”En iyi şarkı” kategorilerinde ödül alan Beyonce, aynı zamanda ”En İyi Kadın sanatçı Ödülü”nü de alarak törenden 3 ödülle birden ayrıldı.

MTV Avrupa Müzik Ödülleri kapsamında Türk rock müzik grubu Manga ”Avrupa’nın En İyi Sanatçısı Ödülü”nü aldı.

”En iyi erkek sanatçı ödülü” Eminem, ”En İyi Müzik Grubu Ödülü””Tokio Hotel”, ”En İyi Rock Grubu Ödülü”Green Day kazanırken, ”En iyi çıkış yapan sanatçı Ödülü”Lady Gaga, ”En iyi canlı performans gösteren grup ödülü”nü İrlandalı grup U2 ve ”En iyi sahne performansı” kategorisinde de Linkin Park ödül aldı.

İrlandalı rock grubu U2, törenden önce Berlin Duvarı’nın yıkılışının 20. yıldönümü nedeniyle tarihi Brandenburg Kapısı (Brandenburger Tor) önünde bir konser verdi. Konseri, çok sayıda U2 hayranı izledi.

Tüm dünyayı etkisi altına alan domuz gribinde en riskli grubun şişmanlar olduğu ortaya çıktı.

New York– ABD’nin Kaliforniya eyaletinde yapılan bir araştırma, domuz gribinin sadece küçük yaştakiler üzerinde değil, her yaştan insan üzerinde etkili olduğunu ortaya koydu.

Aynı araştırma, domuz gribine karşı en tehlikede olan grubun ise obezler olduğu sonucuna vardı. Amerikan Tıp Derneği Dergisi’nde yayınlanan araştıma, bu yılın 23 Nisan ile 1 Ağustos tarihleri arasında, hastanelerin acil servislerine giden 1088 domuz gribi hastasından elde edilen verilere dayanıyor.

Araştırmayı gerçekleştiren California Halk Sağlığı Bölümü’nden Doktor Janice Louie, küçük yaştaki çocuklar kadar, yaşlı nüfusun da domuz gribine karşı dayanıksız olduğunu, çocuk ve yaşlıların domuz gribine yakalanmaları durumunda ölme olasılıklarının da hemen hemen aynı olduğunu açıkladı. Doktor Louie, domuz gribine yakalanma durumunda ölme riskinin ise en çok obezlerde olduğunu açıkladı.

Araştırmada, genel olarak domuz gribi teşhisiyle hastaneye kaldırılanların yüzde 11’inin yaşamını yitirdiği, ancak 50 yaşından büyüklerde bu oranın yüzde 20 civarında olduğu belirtildi. Sözkonusu araştırmaya göre, obezlik, domuz gribine yakalanma durumunda zatürre ve solunum yolları hastalıklarından daha çok ölüm nedeni olabiliyor. Aynı araştırma, domuz gribinin şiddetlenmesinde en etkili neden olarak yine obezliği gösteriyor.

Ayşe Kulin’in Türkan Saylan’ın hayatını anlattığı “Türkan, Tek ve Tek Başına” kitabı Everest Yayınları’ndan çıktı.

Anılarını, mektuplarını ona emanet etti. Ayşe Kulin’in kaleminden bir Türkan Saylan kitabı.

Bir ülkeden cüzzamı kovdu. Türk, Kürt, Süryani demeden, kırsalın evlere hapsedilmiş kızlarına kapıları araladı, ışık tuttu yollarına…

 

Hırpaladılar, yerden yere vurdular, ne gâvurluğu kaldı ne Kürtçülüğü, ne de komünistliği. Ömrünün son döneminde de darbeci yerine kondu. Umurunda bile olmadı.

Çünkü o sadece yüreği insan sevgisiyle dolu bir hekimdi… Hayatı boyunca tek isteği, iyi ve dürüst bir insan olmaktı.

“Tüm insanlığın aklın ve vicdanın aydınlattığı yolda yürümeyi seçeceği gün er veya geç gelecekti. Buna bütün kalbimle inanıyordum. Sabrımı ve sükunetimi bu inançtan alıyordum. O güne kadar, başa gelen çekilecek! Oyunun kuralı böyle! Yaşam oyununun!

Ne demiş şair: ‘Yaşamak şakaya gelmez…’”

 

“Bütün işlerimi tamamladım. Konser gecesini de atlattıktan sonra, kemoterapiyi kestireceğim. Yolcu yolunda gerek!”

 

Türkiye’nin en sevilen yazarı Ayşe Kulin, Türkiye’nin en çok tartışılan kadınını yazdı.

‘Nefes’ filmi gösterimdeki ikinci haftasının sonunda 1 milyon 200 binden fazla izleyiciye ulaştı…
.
Levent Semerci’nin yönettiği ‘Nefes: Vatan Sağolsun’ filmi gösterime girdiği ikinci haftanın sonunda 1 milyon 215 bin 146 kişilik izleyici sayısına ulaştı. Film, geçen günlerde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a devlet adamlarının da ilgisiyle karşılaştı. 

Bu arada film dünyanın en prestijli sinema sitesi imdb’nin ‘En İyi Savaş Filmi’ listesinde zirveye oturdu. ‘Nefes’ 10 üzerinden 9 puanla ‘Schindler’in Listesi’ (8.9), ‘Kıyamet’, (8.6) ‘Zafer Yolları’ (8.6) ve ‘Arabistanlı Lawrence’ (8.6) gibi kült savaş filmlerini geride bıraktı.

Filmde Güneydoğu’da Irak sınırına yakın bir ilçedeki komando tugayında bulunan ve bir röle istasyonunu korumakla görevli bir yüzbaşı komutasındaki 40 askerin hikayesi anlatılıyor.

Atatürk’ün 90 yıl önce eğitimde kadın erkek eşitliğini başlattığı Türkiye, “Kızların Eğitime Katılabilmesi” sıralamasında 134 dünya ülkesi arasında 110’uncu sırada oldu. “Türbanın serbest olduğu” Suudi Arabistan 92, Mısır 107’nciliğe yani Türkiye’nin yakınlarına yerleşti.

Türkiye’de kadın ve erkeklerin toplumsal haklara erişimleri arasındaki eşitsizliğin 2005 yılından bu yana giderek arttığı ortaya çıktı.

Dünya Ekonomik Forumu’nun geleneksel “Küresel Cinsiyet Eşitliği Raporu 2009” (The Global Gender Gap Report 2009) yayımlandı. Harvard Üniversitesi’nden Ricardo Hausmann, University of California Berkeley’den Laura D.Tyson, Dünya Ekonomik Forumu’ndan Saadia Zahidi gözetiminde çalışan uzmanların hazırladığı 205 sayfalık rapor, 134 dünya ülkesini kadın erkek hakları açısından ele aldı. Ülkelerin kaynak ve fırsatlarını kadın ve erkek nüfus arasında, bu kaynakların genel seviyesi göz önüne alınmadan, ne şekilde dağıttığı sorusuna yanıt arayan raporda ana endeks, “Ekonomik Katılım ve Fırsat Eşitliği”, “Eğitime Erişim”, “Siyasi Yetki”, “Sağlık ve Yaşamın Sürdürülebilmesi” başlıklı dört alt endeksten oluşturuldu.
 

Türkiye 129.luğa geriledi.

Raporun “Küresel Cinsiyet Eşitliği Endeksi” bölümünde Türkiye 134 ülke arasında 129’uncu sırada yer aldı. Türkiye endekste 2006 yılında 115 ülke arasında 105’inci, 2007 yılında 128 ülke arasında 121’inci, geçen yıl 130 ülke arasında 123’üncü, bu yıl ise dört sıra gerileyerek 129’uncu oldu.

Raporda sonuç yorumlanırken şöyle denildi:
“Gürcistan (84’üncü sıra), Malta (89), Azerbaycan (90), Ermenistan (91), Arnavutluk (92) ve Türkiye (129) Avrupa’nın sonunda yer alıyorlar. Türkiye’nin 2009’daki performansı 2008’dekinden daha kötü durumda. Kadınların iş gücüne katılımı, liderlik konumlarında, yasama görevi, üst düzey bürokrat ve yönetici posizyonları içindeki yüzdelerinin 8’den 10’a yükselmesiyle küçük kazanımlar gösterse de kadın ve erkekler arasındaki uçurum daha da açılarak yüzde 29’dan yüzde 26’ya düştü.”

DEF: “Dünya, bazı ülkeler hariç eşitlikte ileri gidiyor

DEF’ten raporla ilgili yapılan açıklamada, dünyada sosyal haklara erişim açısından kadın erkek arasında en az eşitsizliğin İzlanda’da bulunduğu belirtildi. İzlanda eşitlik endeksinde birinci sırada yer alırken Finlandiya 2’nci, Norveç 3’üncü, İsveç ise 4’üncü sıraya yerleşti. Raporda Güney Afrika ve Lesotho adlı ülkenin ilk 10’a girerek cinsiyet uçurumunu gidermede büyük adımlar attıkları belirtilirken, Filipinler’in ise son dört yılda zemin kaybettiği ancak yine de Asya ülkeleri içinde sıralamada en iyi durumdaki ülke olduğu kaydedildi.

Raporda, “2006’dan bu yana ele alınan 115 ülke arasında üçte ikisinden fazlası genel endeks sonuçları itibarıyla kazanım sağladı, bu ülkeler zemin kayıplarına uğrasa da, dünyanın genelde kadın-erkek eşitliğine doğru bir ilerleme sağladığına işaret ediyor” denildi.

Ekonomik katılım ve fırsat eşitliği

Türkiye ana endeks oluşturulurken gözönüne “Ekonomik Katılım ve Fırsat Eşitliği” alt endeksinde kadın-erkek eşitliği açısından en kötü sonucu aldı ve 130’uncu oldu. Bu bölümde dünya ülkeleri arasında işgücüne katılımda eşitlik açısından 125, eşit ücret açısından 84’üncü, yasama, üst düzey bürokrasi ve iş âleminde yöneticilik sıralamasında 108’inci, profesyonel ve teknik işçilik eşitliği sıralamasında da 95’inci sırada bulundu.
 

Eğitime erişim

“Eğitime Erişim”de kadın-erkek eşitliği alt endeksinde ise Türkiye 110’uncu sırada yani kötü bir durumda bulunuyor. Bu bölümde okuryazarlık oranı sıralamasında dünyanın 106’ncı ülkesi olan Türkiye, ilköğretime erişimde “eşitlik” sıralamasında 110, ortaöğretime erişimde 119, yükseköğrenime erişimde ise 101’inci sırada yani geri sıralarda yer alıyor.
 

Sağlık ve yaşamın sürdürülebilmesi

Sağlık durumu ve yaşamın sürdürülebilmesinde, kadın ve erkekler arasındaki eşitliğin incelendiği endekste Türkiye 93’üncü sırada yer aldı.
 

En iyi derece Tansu Çiller zamanında

Türkiye kadın ve erkeklerin siyasette sahip oldukları yetkilerdeki eşitsizlik açısından yapılan dünya sıralamasında son sıralarda yer alarak 107’nci oldu. Kadınların parlamentoda temsili sıralamasında 134 ülke içinde 108’inci olan Türkiye, bakanlık pozisyonundaki kadınlar sıralamasında 127’nci ülke. Son 50 yılda kadınların devletin başında bulundukları sürelere göre yapılan sıralamada Türkiye dünya 24’üncüsü oldu. 50 yılda 47 yıl erkek yöneticiler devlet yönetiminin başında bulundu,

Tansu Çiller Başbakanlığında geçen üç yıl ise Türkiye’ye tüm eşitsizlik endekslerindeki eşitlik sıralamalarında en iyi derece olan 24’üncülüğü getirdi. Rapora göre Türkiye’de yetişkin kadınlar arasında işsizlik oranı yüzde 10.23, erkekler arasında ise yüzde 9.79 oldu. Tarım dışı ücretli işlerde işgücünün yüzde 21’ini kadınlar oluşturuyor.

Eğitimde kadın- erkek eşitliği hamlesi 90 yıl önce başlamıştı

Atatürk’ün Cumhuriyetle birlikte 86 yıl önce başlattığı eğitime erişimde kadın-erkek eşitliği hamlesi 2009 raporunda dünya 110’unculuğuyla sonuçlanırken bu alandaki dünya listesi ilginç sonuçlar da ortaya çıkardı.

Türkiye’de kız ve kadınların eğitime erişememe nedenleri olarak türbanın okullarda yasaklanması gösteriliyordu. Rapora göre “türbanın okullarda serbest olduğu” bazı ülkelerin “Kadın ve Erkeklerin Eğitime Eşit Erişim” sıralamasındaki yerleri de Türkiye’nin yakınlarında çıktı.

Türbanı serbest ülkelerin eğitimde kadın-erkek eşitliği endeksindeki yerleri şöyle: Pakistan 128’inci, Suudi Arabistan 92’nci, Mısır 107’nci, Fas 118’inci, Cezayir 99’uncu, Malezya 77’nci, Bengaldeş 105’inci, Umman 93’ncü, İran 96’ncı, Türkiye (kısmi türban yasağı var) 110’uncu.
 

Rapordan notlar

Dünya Ekonomik Forumu raporunda genel eşitlik listesinde en iyi durumda bulunan Müslüman ülkeler Kafkaslardaki Türk Cumhuriyetleri oldu. Kırgızistan ana endekste 41’inci sırada yer alarak Türk dünyasını en iyi temsil eden ülke oldu. Diğer Türk Cumhuriyetleri, 129’uncu sıradaki Türkiye’nin önünde yer aldılar. Azerbaycan 92’nci sırada bulunuyor.

G20 ülkeleri arasındaki sıralamada ise Türkiye kadın erkek eşitliği açısından sondan ikinci oldu. Türkiye kadın erkek eşitliği açısından G20 ülkelerinden sadece Suudi Arabistan’ı geçti.

Amerikalı pop yıldızı Michael Jackson’ın son konser provalarının kayıtlarından oluşan, “Michael Jackson: This is it” adlı film, gösterime girdiği ilk günde 20,1 milyon dolar hasılat yaptı.

Los Angeles– Columbia Pictures film şirketinden yapılan açıklamada, Amerikalı pop yıldızı Michael Jackson filminin dünya genelindeki ilk gösterim gününde ABD ve Kanada’da 7,4, diğer ülkelerde ise toplam 12,7 milyon dolar hasılat getirdiği kaydedildi.

Uzun yıllar Jackson ile birlikte çalışan Kenny Ortega’nın yönettiği film, Michael Jackson’ın ölmeden önce hazırlandığı Londra konseri provalarından çekilmiş yaklaşık 100 saatlik canlı kayıtları ve kamera arkası görüntülerini 2 saatte anlatıyor. Michael Jackson, 25 Temmuzda 50 yaşındayken hayatını kaybetmişti.

Türk filmlerinin Almanya’da yaşayan geniş Türk nüfusunun yanı sıra,Türk sinemasına ilgi duyan Alman vatandaşlarına da ulaşmasını ve iki kültür arasında köprü oluşturmayı amaçlayan Frankfurt Türk Film Festivali’nin dokuzuncusu 1-8 Kasım tarihleri arasında yapılacak

Frankfurt Türk Film Festivali kapsamında Türkiye’den 25’e yakın güncel sinema filminin yanında göçmenlik, ırkçılık, kuşaklar arası çatışma ve din, çevre gibi konuları işleyen belgesel ve kısa filmler de gösterilecek. Festivalin bir önemli yeniliği de ünlü sanatçımız Türkan Şoray‘ın açılışını yapacağı Sinema Kostümleri Sergisi olacak. Türk filmlerini Almanya’da geniş kitlelere ulaştırmayı hedefleyen Festival programında bu yıl, Türkiye’de yüksek gişe rakamlarına ulaşan Devrim Arabaları, Pandoranın Kutusu, Güz Sancısı, Uzak İhtimal gibi filmlerin yanı sıra Son Cellat, Hayat Var, Usta, Dinle Neyden, Nokta, Gölgesizler, İki Dil Bir Bavul, Köprüdekiler, Mommo, Sıcak‘ın aralarında bulunduğu filmler yer alıyor.
 

‘Festivale ilgi artıyor’

Festivalin bu yıl iki onur konuğu var. Türkan Şoray ve Kadir İnanır‘a Festivalde onur ödülleri verilecek. Festivalin açılış filmi ise Türkiye’de adından çok söz ettiren ve yüksek bir seyirci kitlesine ulaşan Devrim Arabaları isimli film olacak. 9. Frankfurt Türk Film Festivali hakkında bilgi veren Festival Direktörü Hüseyin Sıtkı, Festivalin kentin kültürel yaşamında kalıcı bir etkinlik olarak Frankfurt ve çevresinin sosyal yaşamında yerini aldığını belirtti. Sıtkı, bu yıl bir dizi yeni etkinliğe imza atacaklarını ve hedeflerinin 500 bin seyirciye ulaşmak ve filmlerin başka Alman kentlerinde de gösterimini sağlamak olduğunu söyledi. Sıtkı, üç bölümden oluşan festival programında birinci bölümde, Türkiye’de önemli yönetmenlerin imza attığı ve sinemaseverlerin büyük ilgisini çeken ve hakkında çok konuşulan 25 güncel filmin yer alacağını, ayrıca ikinci bölümde ise Almanya’dan Türk kökenli sanatçıların çektiği veya oynadığı 4 filmin gösterileceğini kaydetti.

Sıtkı, üçüncü bölümde ise Avrupa Filmleri Forumu adı altında uyum, göçmenlik, ırkçılık, kuşaklar arası çatışma ve din, çevre gibi festival yönetim kurulunun belirlediği bir konuyu işleyen yapımlara yer verileceğini ve bu yıl bu kapsamda dört filmin sunulacağını belirtti. Sıtkı, “Festival Hessen Eyaleti Başbakan Yardımcısı, Adalet Bakanı ve Uyum ve Avrupa İlişkilerinden sorumlu Devlet Bakanı Jörg Uwe Hanh ile Frankfurt Anakent Belediye Başkanı Petra Roth ve Frankfurt Başkonsoluğu’nun himayesinde ve desteğinde 8 yıldır başarılı bir şekilde yapılıyor. Türkiye’ den Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yanı sıra TRT Kurumu ve daha pekçok kuruluş festivale destek veriyor” dedi.
 

Türkan Şoray açılışı yapacak

Bu yıl festivalin 1 Kasım Türkan Şoray- Sinema Kostümleri Sergisi’nin açılışı ile başlayacağı bilgisini veren Sıtkı, açılışa ve 2 Kasım’da Frankfurt CineStar Metropolis sinemasında yapılacak geniş katılımlı gala gecesine Türkan Şoray’ın şahsen katılacağını ve Şoray’a festival onur ödülünün sunulacağını  söyledi. Sıtkı, 2 Kasım’daki festivalin açılış galasında Devrim Arabaları’nın gösterileceğini ve filmin yönetmeni Tolga Örnek ile filmin oyuncularından Vahide Gördüm, Altan Gördüm ve Selçuk Yöntem ile birlikte siyasetten ekonomiye, kültürden sivil toplum temsilcilerine kadar 800′ e yakın Türk, Alman ve diğer etkinliklerden davetlinin geceye katılacağını kaydetti. Festivalin bu yılki ikinci onur konuğunun Kadir İnanır olduğunu ifade eden Hüseyin Sıtkı, 6 Kasım’da Kadir İnanır için özel bir gece düzenleneceğini ve gecede sanatçının en son oynadığı ‘Son Cellat’ adlı filmin gösterileceğini kaydetti. Bu yıl Yılmaz Güney‘ in ölümünün 25. yıldönümü nedeniyle özel bir bölüm hazırlandığını aktaran Hüseyin Sıtkı, bu kapsamda Güney’ in Sürü, Seyit Han ve Ağıt filmlerin de gösterime sunulacağını açıkladı.
 

Çağan Irmak Türk sinemasını anlatacak

Festival Direktörü Sıtkı 1-8 Kasım tarihleri arasında sinema üzerine bir dizi etkinlik ve seminer düzenleneceğini belirtti. Sıtkı, “Bilindiği gibi yurt dışında yapılan Türk film gösterilerinin amaçlarından biri de gösterilen filmler çerçevesinde tartışmalar ve söyleşiler düzenleyerek, içinde yaşadığımız ülke halkını Türkiye’nin sinema sanatçıları ve yaratıcıları ile bir araya getirip, ortak kültürlerin paylaşıldığı yeni dostlukların, işbirliklerinin doğduğu ve yaşamın barış içerisinde yaşanılabildiği ortak bir zemin hazırlamaktır” dedi.

Festivalde bu kapsamda Çağan Irmak ve Türk Sineması konulu bir seminer verileceğini söyleyen Hüseyin Sıtkı, Frankfurt Goethe Üniversitesi Theater-, Film und Medien Wissenschaft/Tiyatro-Sinema ve Medya Fakültesi’ nde Almanca olarak yapılacak seminerde Çağan Irmak’ın konuşmacı olarak katılacağı bilgisini verdi. Nur Onur ve Alican Sekmeç‘ in konuşmacı olarak katılacakları ‘Sinema ve Gençlik’ adlı ikinci seminerin de 6 Kasım’da Frankfurt Goethe Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde, Türkçe olarak özellikle Türkoloji okuyan, Türkçe bilen veya Türk diline ve kültürüne ilgi duyan öğrencilere yönelik olarak yapılacağını kaydetti. Sıtkı, bu yıl ilk defa Türkiye’den İstanbul Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Aydın Bil Üniversitesi gibi 15′ e yakın üniversitenin sinema bölümü öğrencilerinin eserlerinin katıldığı bir kısa film yarışmasının da düzenleneceğini söyledi.