Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Şizofreni çoğumuzun adını duyduğu bir hastalıktır. Bu hastalık insanları ürpertir. Şizofreni hastaları televizyonda, sinemada ve kimi zaman basında tehlikeli, şiddet kullanan ve suç işleyen insanlar olarak sunulur. Yanlışlarla dolu olan bu önyargı şizofreni hastalarıyla toplum arasında kalın bir duvar oluşturarak şizofreni hastalarının dışlanmalarına neden olur. Bu yaklaşım nedeniyle hem şizofreni hastasının hem de ailesinin tedavi için toplumsal desteğe duyduğu gereksinim karşılanamaz.

 

Şizofreni nedir?

Şizofreni, kısaca insanın yaşadığı gerçeklikten uzaklaşarak kendine özgü bir dünya yarattığı bir durumdur. Çevresinde olup bitenleri değerlendirme biçimi, olaylara bakışı, diğer insanlarla ilişkisi hastalığın etkisiyle tekrar şekillenir. Hepimiz uykuda çeşit çeşit rüyalar görürüz. Rüyalarımızdaki dünya, başka bir dünyadır. Kimi zaman üstün yeteneklerle donanmışızdır. Çocukluk yıllarımıza ya da geleceğe ait zamanın içinde kendimizi buluruz. Kimi zaman birileri ya da gerçek dışı yaratıklar peşimizdedir. Rüya dünyası hem hoş hem de kötü sürprizlerle doludur. Ama biliriz ki, rüya dünyası ayrıdır ve uyanınca gerçek dünyadayızdır. Şizofrenide ise kişi adeta gerçek dünyayla rüya dünyasını aynı anda ve uyanıkken yaşar. Alışılagelmiş algılama ve yorumlama biçimleri onun için yabancılaşır. Daha önce değer verdiği kavramlar anlamsız hale gelirken kendi dünyasında yarattığı değerler, korkular ve düşünceler ön plana çıkar.

Şizofreni nasıl bir hastalıktır?

Şizofreni hastaları yüzyıllardır farklı isimlerle, o kültüre özgü değerler doğrultusunda, kimi zaman ayrıcalıklı insanlar olarak, kimi zaman ise cezalandırılması gereken ve kötü ruhların etkisindeki insanlar olarak tanımlanır. Şizofreni hastalarında görülen belirtilerin farklı şiddette olması bu hastalığın tanımlanmasını güçleştirir. Hastalığın şiddeti kişiden kişiye değişiklik gösterir. Kimi zaman ise aynı kişide krizler arasında dönemsel artışlar da olabilir. Son yıllarda yapılan araştırmalarla şizofreniye ait genel bir tanımlama oluşturuldu ve belirtilere göre farklı alt gruplara ayrıldı. Şizofreni genellikle 45 yaşın altında ortaya çıkar. Kadınlarda ve erkeklerde aynı oranda görülür. Genellikle maddi güçlükleri olan ailelerde daha sık olduğu ileri sürülür, ancak bu konu henüz netlik kazanmadı. Şizofreni güç fark edilen, sinsi başlayan, kronik bir hastalıktır.

Şizofreni hastalığı yaygın mıdır?

Şizofreni sanıldığının aksine yaygın bir hastalıktır. Ülkemizde hastalığın yaygınlığı araştırılmadı, ancak ülkemizdeki oranların yurtdışında yapılan araştırmalardaki oranlarla benzer olduğu düşünülüyor. Araştırmalara göre yaşam boyu her 100 kişiden biri bu hastalığa yakalanır.

Şizofreni hastalığına yatkınlıktan bahsedilebilir mi?

Kalıtsal yatkınlığın şizofrenide önemli bir rolü vardır, ancak yapılan araştırmalardan elde edilen genel kanı kalıtsal yapının, kişinin beyin hücrelerindeki kimyasal bozuklukların, olumsuz çocukluk yaşantılarının, viral hastalıkların, annenin gebelik döneminde ve doğum sırasında yaşadığı sağlık sorunlarının farklı oranlarda etkili olduğudur.

Yoğun stres ya da üzüntü şizofreniye neden olur mu?

Yaygın yanlış inanışlardan biri de hastalığın yaşanan kötü bir olay nedeniyle ortaya çıktığı düşüncesidir. Bu düşünce ailenin gereksiz yere kendisini ya da çevreyi eleştirmesine ve suçlamasına yol açar. Stres ve üzüntü sağlıklı kişilerde şizofreniye yol açmaz, ancak bardağı taşıran son damla etkisi yaparak yatkınlığı olan kişilerde hastalığın ortaya çıkmasına neden olabilir.

Şizofreni hastalığı nasıl başlar?

Hastalığın başlangıcı ani ve şiddetli olabileceği gibi sinsi de olabilir. Bu dönem özellikle aile ve yakın çevre tarafından fark edilir. Kişi çevreye karşı isteksizdir, fazla konuşmaz, içine kapanmaya, önceleri zevk aldığı etkinliklerden uzaklaşmaya başlar. Arkadaşlarını ve ailesini ihmal edebilir. Okulda ya da işyerinde ilgisizdir, başarısı düşmeye başlar. Kişi kendini gittikçe tuhaf, şaşkın ve amaçsız hisseder. Çabuk sinirlenmeye ve olaylara karşı eskisine göre daha aşırı tepkiler göstermeye başlar. Manevi ve dini konulara ilgi artışı sıkça görülür. Toplumdan uzaklaşıp eve kapanabilir. Evde huzursuz ve dağınıktır. Korkular, şüpheler yaşamaya, garip davranışlar göstermeye, mantıksız düşüncelerle meşgul olmaya başlayabilir. Kıyafetlerine özensizlik, bedensel temizliğine ilgisizlik, uyumsuz giyinme gibi davranışlar olabilir. Bu bulgular günler içerisinde olabileceği gibi haftalar hatta yıllar içerisinde yavaş yavaş da gelişebilir.

Şizofreni hastalığının zekayla ilişkisi var mıdır?

Halk arasında zeki insanlarda ruhsal rahatsızlık olmayacağı yönünde bir yargı vardır. Şizofreni hastalığıyla zeka geriliği arasında bir ilişki yoktur. Ancak kişide hastalığın etkisiyle olaylara bakış ve yorum değişir. Zekada bir kayıpsa söz konusu değildir.

Şizofreni hastalığı nasıl seyreder?

Şizofrenide hastalık dalgalanmalar gösterebilir. Genel içe kapanmanın olduğu dönemler ve kriz dönemleri nöbetler halinde ortaya çıkabilir. Genel içe kapanma döneminde kişi dikkatsizdir. Çevresiyle ilişkilerinde arkadaşlarına ve ailesine karşı sorumsuz ve ilgisiz olabilir. Eğlencelere karşı ilgisi azdır. İşine ya da okuluna devam etmez. Temizliğine ve kıyafetine özensizdir. Kıyafet değiştirmeyebilir, banyo yapmayabilir. Tekdüze bir yüz ifadesi vardır, duygularını mimikleriyle ifade edemez. Konuşması azdır, sesindeki duygusal tonlamalar silinir. Basit cümleler kurmaya başlar. Kriz döneminde ise kişinin gerçekle ilgili algısı büyük oranda bozulur. Çevresindeki olayları ve kişileri olduğundan farklı görür ve yorumlar. Bu dönemde çevresinden kendisine yönelik düşmanlık yapıldığını ve bundan zarar görebileceğini, insanların kendi düşüncelerini etkilediklerini, yakınları ve sevdikleri tarafından ihanete uğradığını, insanüstü ya da dini özelliklere sahip olduğunu düşünebilir. Aslında var olmayan sesleri duyabilir ve bu sesleri dinleyerek bunlara yanıt verebilir. İnsanlar, kendi kendisine konuştuğunu fark eder. Gözünün önüne görüntüler, burnuna kokular gelebilir. Bu dönemde düşüncelerini toplaması ve aktarmasında güçlükler ortaya çıkabilir. Dağınık, saçma ve garip konuşmalar yapabilir. Tuhaf davranışlarda bulunabilir.

Şizofrenler saldırgan olurlar mı?

Şizofreni hastalarında kendisine ve çevresine zarar verici davranışlar kimi zaman ortaya çıkabilir. Bu davranışlar hastalığın kriz döneminde sık görülür. Gerçekten kopma nedeniyle hasta şaşkın ve sinirli olabilir. Çevresinde olan olayları yanlış yorumlar, gerçek dışı seslerin etkisiyle ve sıklıkla kendisine gelecek bir zarardan kurtulmak için savunmaya geçer. Kriz döneminde hastaya yönelik eleştiri, bağırma, azarlama, hareketlerini kontrol etmeye çalışma gibi yaklaşımlar saldırgan davranışın ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Soğukkanlı davranmak, eleştirmeden sakin, açık, basit ifadeler kullanarak konuşmak, kriz döneminde saldırgan davranış riskini azaltır. Yapılan araştırmalar şizofreni hastalarıyla ruhsal rahatsızlığı olmayan insanlar arasında suç işleme oranı açısından farklılık olmadığını ortaya çıkartır. Yani şizofreni hastaları daha çok ve sık suç işlerler yargısı çoğu araştırmacı tarafından çürütülür.

Şizofreni hastalığı nasıl ilerler?

Şizofreni kronik bir hastalık olmasına rağmen, erken dönemde tanı konulduğunda ve tedaviye başlanıldığında hastaların yüzde 60’ının belirgin düzeyde ya da tam olarak iyileştiği tespit edildi. Hastanın sosyal çevresindeki destek tedavi başarısını etkiler. Hastaların bir kısmında ise yıllar içerisinde çevreye uyum zorlaşabilir, içe kapanma derinleşebilir. Düzenli tedavi görmeyen hastalarda kriz dönemleri sıkça ortaya çıkabilir.

Şizofreni hastalığı nasıl tedavi edilir?

Tedavide doktor, hasta ve hasta yakınlarının işbirliği yapması gerekir. Tedavide kullanılan ilaçlar her geçen gün yenileniyor ve bu alanda başarılı sonuçlar elde ediliyor. İlaç tedavileri kriz döneminde daha yoğun olmak üzere diğer zamanlarda da uygulanır. İlaç düzenlemesinin uygun bir biçimde yapılabilmesi için hasta-doktor ve hasta ailesi işbirliğinin sürekli olması gerekir. Kimi zaman hastanede yatarak tedavi gerekebilir. İlaç tedavisi dışında terapi ve eğitim amaçlı görüşmeler hasta ve ailesi için önemlidir. Ailenin içten, sıcak tutum ve olumlu yaklaşımları hastalığın seyrini iyi yönde etkiler, kriz dönemlerinin sıklığını azaltır. Şizofreni tedavisi uzun süreli ve fedakarlık gerektiren bir süreçtir. Umudun canlı tutulması, hastanın dünyasını anlama çabası önemlidir.

Önemli noktalar

Şizofreni insanın yaşadığı gerçeklikten uzaklaşarak kendine özgü bir dünya yarattığı bir durumdur. Sıklıkla güç fark edilen, sinsi başlayan, kronik bir hastalıktır.

Araştırmalara göre yaşam boyu her 100 kişiden biri bu hastalığa yakalanır. Hastalığın başlangıcı günler içerisinde olabileceği gibi haftalar hatta yıllar içerisinde yavaş yavaş da gelişebilir. Şizofrenide hastalık dalgalanmalar gösterebilir. Genel içe kapanmanın olduğu dönemler ve kriz dönemleri nöbetler halinde ortaya çıkabilir.

Şizofreni kronik bir hastalık olmasına rağmen, erken dönemde tanı konulduğunda ve tedaviye başlandığında, hastaların önemli bir bölümünün belirgin düzeyde ya da tam olarak iyileştiği görülür. Şizofreni tedavisinde hasta, doktor ve aile işbirliği çok önemlidir. Şizofreni tedavisi uzun süreli ve fedakarlık gerektiren bir süreçtir. Hastanın ve ailesinin umudu canlı tutulmalı, hastanın dünyasını anlamak için çaba gösterilmelidir.

 

Kahve Bahane köşemizin bu günkü konuğu Bolu İzzet Baysal Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Hülya Ensari. Dr. Ensari’den hastanedeki poliklinik çalışmaları, hastalıklar ve çözüm yolları, hastaneye bağlı birimlerin çalışmaları hakkında ruhunuzu aydınlatacak bilgiler aldım.

Hastane hizmetlerinizden bahseder misiniz?

Bolu İzzet Baysal Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi bugün için Türkiye’nin 8’inci bölge hastanesi konumunda olan ruh sağlığı ve hastalıkları alanında hizmet veren özel dal hastanesidir. Bölge olarak geniş bir kitleye hitap ediyoruz. Bolu dışında Zonguldak, Karabük, Bartın, Düzce, Kırıkkale ve Ankara’yı da içine alacak şekilde geniş bir bölgeye hitap ediyoruz. Dolayısıyla Bolu dışından gelen ağır ruhsal hastalığı bulunan kişilere hem poliklinik hem de yataklı ünite olarak hizmet veriyoruz. Kadro olarak 10 Psikiyatri uzmanı, 5 psikolog,1 sosyal hizmet uzmanı, hemşiresi, sağlık memuru ve diğer çalışanlarıyla birlikte yaklaşık 150 personelimizle hizmet vermeye çalışıyoruz. Yataklı bölge hastanesi olmamızdan dolayı yataklı ünitede ağır ruhsal hastalığı olan hastalarımıza hitap ediyoruz. Bunlar şizofreni, Şizoaffektif bozukluk, duygudurum bozuklukları, ağır depressif bozukluk gibi hastalıkları içeren gurupları kapsıyor. Poliklinik hizmeti olarak ise ortalama 150 hastaya ayaktan hizmet veriyoruz. Yatak kapasitesi olarak 100 yatak kapasitemiz var. Yüzde doksanın üzerinde yüksek yatak işgal oranıyla çalışıyoruz.

Polikliniklerde en çok hangi hasta gruplarına bakıyorsunuz?

Poliklinik de baktığımız hasta gurubu çok geniş bir yelpazeyi içeriyor. Ne yazık ki insanlarda psikiyatrik hastalıklar konusunda, psikiyatri hastanelerine karşı olumsuz bir önyargı var. Oysa aramızda birçok kişi fark etmeden depresyona girebiliyor ve anksiyete (kaygı) bozukluğu yaşayabiliyor. Çekingenliği, aşırı titizliği, kaygı bozukluğu, panik atakları olan, alkol-madde problemi, cinsel işlev bozuklukları, depresyon ve sigara bağımlılığı gibi hepimizi ilgilendiren herkesin ailesinde mutlaka birinin şikâyetçi olduğu bir hastalık var. Ama insanlar nedense psikiyatri hastanelerini ağır hastaların başvurduğunu yerler olarak algılıyorlar. Bu geçmişten kalan bir ön yargıdan kaynaklanıyor. Sadece ağır akıl hastalarının halk arasında “deli” olarak adlandırılan kişilerin yardım aldığı merkezler olarak algılanıyor. Oysa psikiyatri hastanelerinde özellikle ayaktan poliklinik bölümlerinde toplumun her kesimini ilgilendiren çocuk, ergen, erişkin, bayan, erkek her yaş grubuna ait tüm ruhsal sorunlarla ilgileniyoruz. Dolayısıyla hastanemiz ayaktan polikliniklerinde ruh sağlığı ile ilgili her türlü danışmanlık, tanı ve tedavi (bireysel ve grup psikoterapileri dahil) uygulanmaktadır. Buna evlilik içi sorunlar ve aile terapileri de dahildir. Psikiyatrik hastalıkların büyük bölümü tahmin edilenin aksine ayaktan takip ve tedavi ile tam düzelen hastalıklardır. Ve yine tahmin edilenin aksine tedavi ile birlikte hastalar aynı zamanda işlerine devam edebilmekte veya öğrenciler okullarına gidebilmektedirler. Yine ayaktan tedavi edilen hastalıklarımızın büyük çoğunluğu kişinin kendisine ızdırap veren, tedavi edilmediği takdirde kişinin yaşam kalitesini bozan hastalıklardır. Dolayısı ile bizim amacımız herkesin kısa süre içinde önyargılarından sıyrılıp, ruhsal tüm sorunlarını ve sıkıntılarını bizlerle paylaşmak için tıpkı diğer hastanelerin polikliniklerine başvurdukları gibi çekinmeden sıkılmadan bizlere yardım için başvurabilmeleridir.

Depresyon tedavisi ile ilgili bilgiler verir misiniz?

En sık başvurulan hastalıkların başında depresyon geliyor. Depresyon çok yaygın olarak toplumda görülen bir hastalık, ama ne yazık ki bu konuda bile insanlar gelip yardım almıyorlar. Ondan sonra basında biz son zamanlarda üzücü haberlerle karşılaşıyoruz.

İşte o kişi intihar etti, gencecik çocuk yaşamına son verdi gibi birçok haber duyuyoruz. Ne yazık ki Bolu’da da son zamanlarda aynı haberlerle karşılaşıyoruz. Herkes oturup bunu sorgulamaya başlıyor. Bu intiharların altında, altta yatan bir depresyon vardır. Ama depresyon çevre tarafından kişinin kendisi tarafından da çok rahat fark edilen bir durum olmadığından bu kadar tatsız sonuçlara kadar ulaşılabiliyor. O zaman önce depresyonu tanımak lazım. Depresyon bizim çok sık gördüğümüz duygudurum bozukluğu olmakla beraber;  tedavi ile tam düzelen bir hastalıktır. Tedavisinde her hangi bağımlılık, alışkanlık yapan ilaçlar yoktur. Düzenli olarak, başka hastalıklar gibi nasıl doktora gidip rahatlılıkla yardım alınabiliniyorsa depresyonla ilgilide gelip bizden yardım alabilirler. Depresyon tedavisinde en az altı aylık bir tedavi süremiz var. Bununda sebebi kişinin altı ay sonra iyileşeceğinden değil, tam tersi ilaçların etki mekanizması gereği yanıtı 1–2 ayda aldığımız, bunu kalıcı kılmak adına tedaviyi altı aya sürdürmemiz gerektiğinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla herkes tarafından bir kere depresyonun tamamen düzelen tedavi edilebilir bir hastalık olduğunun; bunun tedavisinde verdiğimiz ilaçların alışkanlık yapmadığının bilinmesini ve tedaviyle birlikte günlük işlevlerini çok rahat bir şekilde yerine getirebileceklerinden emin olmalarını istiyoruz. Bu tip sorunları olan hastalar bize çok rahat bir şekilde müracaat edebilirler.

Depresyonun belirtileri nelerdir?

Depresyonun en temel 2 belirtisi vardır.1’incisi kişide ilgi ve istek kaybının olmuş olması. Yani eskiden ilgi duyduğu zevk aldığı etkinliklere karşı son zamanlarda ilgide azalma, istekte azalma, zevk alamamaya başlaması en temel belirtilerdendir. Kişi kendisini son zamanlarda en az 15 gün boyunca mutsuz hissetmeye başlar, gün boyu devam eden üzüntü, sıkıntı hali,  genel isteksizlik, yaptığı etkinliklerden zevk alamama, bıkkınlık, bitkinlik, hareketlerde yavaşlama, uyku düzeninde bozulma, uykusuzluk veya aşırı uyku hali, iştahta bozulma, aşırı iştah veya iştahsızlık şeklinde görülebilir. İşe gitmeye karşı isteksizlik yaptığı her zaman ki rutin işlerde ki performansında düşme, dikkat dağınıklığı bütün bunlar depresyonun belirtileri. Eğer yukarıda saydığımız belirtilerden iki tanesi 15 gün boyunca tüm gün devam ediyorsa, bu arada mesleksel ve işlevsel bozulmada eşlik ediyorsa, örneğin öğrenciyse okula gidemiyorsa, derslerinde düşüş varsa, iş yerindeki performansında düşüş varsa, devamsızlık, düzensizlik başlamışsa, yavaş, yavaş kişinin çalışma hayatını da olumsuz etkiliyorsa bu kişilerde depresyon var diyebiliriz. Bu kişiler bize ne kadar erken başvurursa o kadar tedavide olumlu yanıt alma şansımız var. İlerleyen döneminde depresyonu fark etmezsek hafif dereceden orta ve ağıra kadar gidebilir ve ağır düzeyde bu sefer kişide intihar düşünceleri eklenir. Şiddetli depresyonda kişide mutsuzluğun yanı sıra çaresizlik duygusu, karamsarlık duygusu, değersizlik duygusu ön plana çıkar dolayısıyla kişinin öz güveni daha bir düşer, hem çevreye karşı ümidi azalır, umutsuz hisseder, gelecekle ilgili beklentisi azalır, karamsar olur dolayısıyla kendine öz güveni azaldığı için, hem de gelecekle ilgili ümitsizliği arttığı için bu çaresizlik duyguları içinde intihar duyguları belirginleşir ve intihara teşebbüs bu aşamada daha sık karşılaştığımız bir durum olur. Dolayısıyla bu kadar kötü bir sonuca giden bir tablo olduğu için başından depresyonun yakalanması çok, çok önemli. Hastanemize ağır aşamalarda veya psikotik belirtiler eşlik ediyorsa yatırıyoruz. İlerleyen durumlarda intihar düşünceleri ilave olabilir, bazı durumlarda psikotik özellikli depresyon dediğimiz durumlarda kişide algı bozuklukları başlayabilir bu gibi durumlarda hastaneye yatırmak söz konusu olabilir. Ancak hastalığın erken aşamasında ayaktan yardımla tedavi edilebilir olduğundan emin olmamız lazım. Tek tedavisinin ilaç tedavisi olmadığını; psikoterapinin de tedavinin içinde yer aldığını bilmek lazım. Belki kişi başvurduğunda depresyonda değildir, ama depresyona yatkındır. Sadece danışmanlık hizmetinden fayda görecektir. Veya geldiğinde ilaç tedavisi yanında piskoterapi yönteminden yararlanacaktır. Son çare olarak ta ağır durumda ise yatış söz konusu olabilir. Bu olanakların hepsini hastanemizde sağlamamız mümkün. 

Hastanenin yatak kapasitesi ve doluluk oranı nedir?

Hastanemizde yatak olarak 100 yatağımız var. Genelde de %90’ın üzerinde yatak doluluk oranımız var. Hastaların toparlanıp taburcu olmaları süreleri yaklaşık 20 gün gibi bu döngüyü bu şekilde sağlamaya çalışıyoruz. Hastanemizde yatan hastaların yarısından fazlası il dışından sevkli geliyor. Özellikle Ankara ve diğer illerden (Zonguldak, Karabük, Düzce, Bartın, Kırıkkale) sevkli hastalar geliyor. Bu da bölge hastanesi olmamızdan kaynaklanan bir durum.

Krize Müdahale ve İntiharı Önleme Birimi’nizin yürüttüğü çalışmalar nelerdir?

İzzet Baysal Bolu Devlet Hastanesi’nin acil bünyesinde bize bağlı bir ünite olarak kurulan Krize Müdahale ve İntiharı Önleme Psikososyal Destek Birimi’miz var. Mesai saatleri içerisinde sürekli orada kalan bir psikologumuz var. Acile intihar girişimi ile gelmiş olan vakaların kayıtlarını burada tutuyoruz. Hastaların ilk müdahaleleri bittikten sonra bu hastaların psikolojik durumlarının değerlendirilmesinde, altta yatan bir psikiyatrik problem olup olmadığına bakıyoruz. Sonrasında gerekirse psikiyatrist ile konsültasyonun sağlandığı veya psikologlarla görüşmelerin planlandığı bir ünite. Burada ki amacımızda krizle veya intihar düşüncesi ile gelen hastanın o yoğunlukta kaybolup gitmemesi; bunların kayıt altına alınıp sonra düzenli takiplerinin yapılmasının sağlanması.

Anksiyete (Kaygı) bozukluğu ve sosyal fobi hakkında bilgi verir misiniz?

Poliklinik müracaatlarımız arasında depresyonun dışında ankisiyete (kaygı) bozukluğu da çok sık karşılaştığımız bir problem. Örneğin gençlerde sınav kaygısı çok yoğun karşılaştığımız bir durum. Gelip bizden yardım alabiliyorlar. Erişkinlerde gün boyu devam eden endişe, kaygı her an başına kötü bir şey gelebilecekmiş gibi tedirginlik, gerginlik hali vücutta bir takım somatik yakınma dediğimiz bedensel ağrılarla giden aslında temel problemin ruhsal gerginlik olduğu tabloyla giden durumlar. Bunlar arasında sosyal fobi dediğimiz bir durum var. Halk arasında kaçıngan kişiler diye adlandırılan topluma girmekten kaçınan, kendisini ifade etmekten çekinen, kalabalığa hitap etmekten kaçan, kız arkadaşıyla konuşmaktan çekinen özellikle gençler arasında çok yaygın olarak gördüğümüz kişiler aslında sosyal fobisi olan insanlardır. Bu kişiler takip ve tedavide çok güzel sonuçlar aldığımız tam olarak düzelen hastalarımızdır. Ama maalesef bu saydığımız özellikleri taşıyan hastalarımızın birçoğu gelip yardım almıyorlar. Hastanemize müracaat etmeleri durumunda yaşadıkları bu sorunların büyük bir çoğunluğunu tamamen ortadan kaldırabiliriz.

Travma sonrası stres bozukluğu dediğimiz tablolar var. Özellikle 1999 depremini yaşamış bir il olarak 10 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen halen deprem olmasından korkan, yüksek binalara girmekten çekinen kişilerde travma sonrası stres bozukluğundan söz ediyoruz. Bu tip rahatsızlıkları da polikliniklerimizde tedavi ediyoruz.

Dr. Hülya Ensari “Panik atak hastaları en son bize geliyorlar”

Halk arasında çok duyduğumuz çok panik yapıyorum. Panikledim denilen birçok insanın panik atak olduğu halde kardiyoloji polikliniklerine, oradan da dâhiliye birimlerine gittiğini biliyoruz. Bu hastalarımız maalesef en son psikiyatri servisine geliyorlar. Çok tipik belirtileri olan panik bozuklukta nöbet halinde gelen kişide çarpıntı, terleme, nefes almada güçlük, titreme, o anda yere düşecekmiş,  bayılacakmış hissi veya ölüm korkusu ile gelen nöbetler; nöbetlerin olmadığı zamanlarda beklenti endişesi ve kaçınma davranışları ile karakterize bir tablodur. Bu hastalar ne yazık ki öncelikle kalp krizi geçiriyorum diye acillere veya kardiyologlara gider ama nedense bize en son başvururlar. Oysa panik bozukluk yine  %100 ayaktan tedavi ile tam düzelen hastalıklarımız arasında yer alır. Ama tedavi edilmediklerinde evde yalnız kalıp yanlarında birilerini mahkûm edebiliyorlar, kalabalık ortamlara örneğin camiye, insanların yoğun olarak bulunduğu yerlere gidemiyorlar. Oysaki diğer polikliniklere gidip vakit kaybedeceklerine bize gelseler sorunlarını kısa sürede çözebilecekler.

Başhekim Ensari, “Titizlik hastaları hastalıklarının farkında değiller”

Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) dediğimiz halk arasında titizlik hastalığı denilen; sık sık ellerini yıkayan, banyoda uzun süre kalan, arabasını veya evinin kapılarını kilitleyip, kilitlemediğinden emin olamayıp; defalarca dönüp bakan; yolda giderken tabelaları sayan aramızda birçok kişi vardır ama bunların tedavi ile düzelebilir bir durum olduğunu bilmezler. Bu hastalık kişinin kafasından söküp atamadığı takıntılar, saplantılar veya kontrol etmekte zorlandığı davranışlarla giden bir tablo. Aslında temel problem ruhsal sıkıntıdır. Bu sıkıntıyı tedavi ettiğinizde bu belirtiler ortadan kalkar ama tedavi edilmediği takdirde aile içinde çok büyük sıkıntılara sebep olan bir tablodur. Kişinin gerçek performansını ortaya koymasına engel olan bir tablodur. Çünkü her şeyi kafasına taktığı için gerçek işine konsantre olamaz ve istediği verimi gerçek kapasitesini işine yansıtamaz. Oysaki bu durumu da tedaviyle ortadan kaldırmamız mümkündür.

Sigara, alkol- madde bağımlılığı:

Bağımlılık, gençlerimizin stresle baş edemediği dönemlerde, kendilerini alkol veya uyuşturucu madde gibi zararlı ama anında rahatlatıcı şeylere yönelmeleriyle başlayan bir süreç. Alkol bağımlılığı, birayla başlayıp, zamanla rakıya ve diğer içkilere dönüşüyor. Aynı şey uyuşturucu için de geçerli. Gençler arasında arkadaş seçimi çok önemli. İyi bir arkadaş seçimi olmadığı takdirde onların önerileri ile sıkıntılı bir gününde denediği uyuşturucuyu çok rahat alışkanlık haline getirip bağımlısı haline gelebiliyor. En önemlisi sigara tüketimi. Neredeyse herkesin olağan karşıladığı sigara tüketimi birçok uyuşturucu madde ve alkol tüketiminin başı aslında. Alkol içen birisi bunun yanında sigara içiyor, sigara içen biri bunun yanında alkol kullanıyor. Sigara deyip geçmemek lazım. Sigara bağımlılık yaptığından bağımlı bir kişide her zaman için diğer maddelere karşı bağımlılık potansiyeli vardır. Çok rahat grup arkadaşları, çevre etkisiyle ya da stresle baş etme yöntemi olarak madde ve alkole kayabiliyorlar. Bağımlılıklarından kurtulmak isteyen sigara, alkol ve madde bağımlısı hastalarımız bize başvuruda bulunurlarsa bağımlılıkları ile ilgili ayaktan destek alabilirler. Danışmanlık hizmeti verebiliriz. Bunun için yaptığımız grup psikoterapiler de var bunlardan da isterlerse yararlanabilirler.

Problemsiz evlilikler ruh sağlığını olumlu yönde etkiliyor:

Aileler koruyucu ve destek sisteminin temel taşlarından birisidir. Dolayısıyla depresyonda da, intihar oranlarına da baktığımızda bekarların oranları evlilere göre daha yüksek. Bu da bize evlilik mekanizmasının koruyucu bir mekanizma olduğunu gösterir. Sosyal destek ve paylaşımın kişinin sıkıntı ve streste baş etmede ne kadar önemli olduğunun bir göstergesi. Bu söylediklerim sağlıklı evlilikler için geçerli. Birde problemli evlilikler var. Biz istiyoruz ki ister bekar ister evli olsunlar bizden gelip psikolojik danışmanlık hizmeti alabilirler. Boşanmaların en önemli sebeplerinden biriside aile içi çatışmalarda taraflardan birinin ruhsal sıkıntısının olması. Boşanma öncesi bize geldiklerinde bakıyorsunuz ki eşlerden birinin ruhsal problemi var. Düzenli olarak tedavi edilince ortada problem kalmayabiliyor. Bununla birlikte bir sürü yuva dağılmaktan kurtulabiliyor. Bizim tavsiyemiz evlilikte sorun yaşayanlar çok rahat evlilik danışmanlığı hizmeti alabilirler. Aile terapisi dediğimiz kavram var. İlk önce eşlere ayrı, ayrı daha sonra ikili görüşmelerle sorunlarına çözüm bulmaya çalışıyoruz Yine cinsel işlev bozuklukları insanların çekindiği için gidip yardım almadığı tabloların başında geliyor. Bazı evlilikler bu yüzden bitebiliyor. Mesela bayanda vaginismus dediğimiz bir rahatsızlık söz konusu olabiliyor. Bu aslında tamamen psikolojik bir problem. Bedenen, hiçbir problemin söz konusu olmadığı bir durum ama birçok evliliğin bitmesine neden olabiliyor. Ayaktan psikiyatri polikliniklerimizde psikoterapi ile çözülebilecek bir problem. Ama insanlar bunu ifade etmekten çekindiği için gelip yardım almıyorlar. Oysa aramızdaki doktor arkadaşlardan bunun özel eğitimini, kursunu alan arkadaşlarımız var. Psikiyatri denilince illa akıl hastası akla gelmemeli. Endişesi, kaygısı olan aile problemleri, cinsel sorunları olan herkesin başvuru yapabileceği ayaktan tedavi polikliniklerimiz var. Beni üzen bu kadar uzman kadroyla hizmet ettiğimiz bir ilde poliklinik sayımızın az olması. Daha fazla olmasını beklerdim. Bunun altında yatan temel etkenlerin başında ön yargı olduğunu düşünüyorum. İşte kimse beni görmesin, Bolu küçük bir yer görenler hakkımda ne der. Bunların artık aşılması gerektiğini düşünüyorum. Bu kadar az nüfusa bu kadar uzman doktorun düştüğü bir ilde bu hizmetlerden hastalarımızın daha fazla yararlanmalarını temenni ediyorum.

Bu yıl ilk defa Bolu’da çocuk psikiyatrisi uzmanımız var. Bu yıllardır büyük bir eksiklikti. Biz erişkin psikiyatrisler olarak çocuklara da yardımcı oluyorduk ama çoğu durumda sevk etmek durumunda kalıyorduk. Ama şimdi sadece çocuk ve ergenlerle ilgilenen bir çocuk psikiyatristimiz var. Çocuklardaki dikkat eksikliği, davranış bozukluğu, çocukluk çağı depresyonu, endişe, kaygı, okuldaki uyum problemleri gibi hepsine direk hitap edebilecek bir uzmanımız var. Çocuklar ve ergen gençler aileleri ile birlikte gelip çok rahat danışmanlık hizmeti alabilirler.

Toplum ruh sağlığı merkezi’nde ne tür çalışmalar yürütüyorsunuz?

Ek bir ünite olarak Toplum Ruh Sağlığı Merkezi’miz var. Bu da Türkiye’de ilk defa bizim hizmete açtığımız bir projedir. Avrupa da yaygın olarak geçilen bir sistemin, toplum temelli ruh sağlığı hizmet modelinin bir parçası aslında. Türkiye’de şimdiye kadar psikiyatrik hizmetler hastaneye dayalı yapılıyordu. Hasta hastalandığı zaman hastaneye geliyor, yardım alıyor evine gidiyor bir daha da kimse onu arayıp sormuyordu. Bir daha ne zaman hastalanırsa o zaman geliyordu. Bilinçli hastalar kendileri geliyor gününü, ilacını takip ediyorlar ama birde ağır ruhsal hastalığı olan kesim var ki aileleri için bir yük, büyük bir sorun. Sürekli ailenin bakımına muhtaç olan bir hasta grubu. Bunlar hastalıklarını kabul etmedikleri için takiplerini de yapamıyorlar. O zaman ne oluyordu sık, sık hastalık tekrar ettiği için yatış oluyor, tekrar çıkıp tekrar geliyor, böyle kısır bir döngü halinde hastaneye dayalı bir yöntem vardı. Ama bizim gidip gördüğümüz Avrupa gezilerinde gelişmiş ülkelerin toplum temelli ruh sağlığı modelini benimsediklerini, 150- 200 bin nüfuslu bölgeye bir toplum  ruh sağlığı merkezi açarak mahallenin içinde halkın rahat ulaşabileceği mekânlarda bu hastaların ayaktan düzenli tedavisini yaparak, rehabilite ederek kontrol altına alıp topluma yeniden kazandırmayı hedef alan bir yöntem olduğunu gördük. Bizde bunun ilk örneğini Bolu’da yaptık. Nüfus olarak 150–200 bin nüfusa hitap edebilecek toplum ruh sağlığı merkezi açtık. 2008 yılında açtığımız merkez önce küçük bir merkezdi. Semerkant Aile Merkezi’nin alt katındaydı. 2010’a kadar gayet güzel çalışmalar yaptık. Bu çalışmalar içerisinde Bolu nüfusuna kayıtlı ağır hastaları bu merkezimize yönlendirdik. Düzenli olarak hastaları ve aileleri bilinçlendirecek psikoeğitim grupları yaptık. Aile eğitimleri yaptık. Aileleri bilinçlendirmek için bu çok önemli. Mesela aileler hastasını tanımıyor. Nasıl davranacağını bilemiyor, ilacını ne zaman verecek ne zaman bize müracaat edecek bunları bilmediği için bu eğitimler şarttı. Bunun yanı sıra sosyal beceri eğitimi dediğimiz eğitimleri verdik. Hastalık nedeniyle kaybettikleri yeteneklerini yeniden kazandırmaya yönelik gurup tedavileri. Halk eğitim merkezinden gelen öğretmenlerle iş uğraşı tedavileri başlattık. Resim, müzik ve el sanatları konusunda. Evin bir köşesinde duran, çalışmayan, atıl vaziyetteki hastaları toplumun içine alıp üretken ve kendi ayakları üzerinde duran bireyler haline getirmeye çalıştık. 2008 yılından bu yana Bolu merkezde ulaştığımız toplam 800 ağır ruhsal problemi olan hastamız var. Bunlardan 316’sını merkezimize kayıt etmiş durumdayız. Bipoler hastalığı olan hastalardan da 740’ına ulaştık. Yine bu hastalardan da 56’sını merkezimize kaydını yaptırdık.  Bu çalışmalarımızı yürütürken baktık ki merkez bize yetmez oldu.  2010 ocak ayında boşalan MİT Lojmanı’nı valilik bize tahsis etti. 7 aydır bu binada hizmet veriyoruz. Şimdilik bir bölümünü aktif olarak kullanıyoruz. İdari bölümde ise şu anda tadilat var. Sayın Ahmet Baysal’ın açtığı bir kampanya söz konusu oldu. Buraya devam eden bir şizofreni hastasının yazmış olduğu bir mektup sonrasında sayın Ahmet Baysal bu mektuptan çok etkilenip bu projenin çok önemli bir proje olduğuna inanarak il çapında bir kampanya başlatılmasını ve bu merkezin en azından tadilat kısmına destek sağlanmasını istedi. Bunun sonucunda Bağışçılar Vakfı projeyi üstlendi ve şu an o binanın ek idari binasında tadilat işlemleri sürüyor. Tadilat sonrasında basit atölyeler açarak hastaların seri bir şeyler üretmelerini sağlayacağız. Bu merkezimizde Bolu Belediyesi’nin katkılarıyla hastalar evlerinden alınıyor, merkeze getiriliyor. Burada yemeklerini yiyor ve gün boyu grup tedavilerine aktivitelere katılıyorlar. Tedavileri gözden geçirilen hastalar tekrar servislerle evlerine bırakılıyorlar. Dolayısıyla bu proje Türkiye’de bir ilk. Sağlık Bakanlığı’ da bu modele geçilmesi konusunda karar verdi. Şu aşamada tek örnek Bolu. Bu anlamda tüm psikiyatrisler ve böyle bir merkezi açmayı düşünen kurumlar Bolu’ya merkezimizi görmeye geliyorlar. Hem Türkiye de ilk olmanın, hem de örnek olmanın halklı bir gururunu yaşıyoruz.  Kasım ayında uluslar arası bir sempozyum yaparak, İtalya’dan İngiltere’den konuşmacıları çağırarak Türkiye’de bulunan tüm psikiyatrisleri, psikologları ve hemşireleri merkezimize davet edeceğiz.

Gezici ekip çalışmaları ile ilgili bilgiler verir misiniz?

Ağır ruhsal problemi olup merkeze gelmeyen, tedavisini aksatan grupları biz tek, tek kayıtlardan bulup evlerine ulaşıyoruz. Hastanemizin aracı ile beraber bir psikolog, hemşire ve şoförden oluşan ekibimiz hastaların evlerine ziyaretlerde bulunuyor. Hastalıkları hakkında, merkez çalışmaları ile ilgili bilgiler verilerek toplum ruh sağlığı merkezine davet ediyoruz. Amaç hastayı sisteme dahil etmek ve bu merkezden faydalanmasını sağlamak. Bu güne kadar 504 eve gezi yapıldı. Bu hastalarda 180’i kabul edip polikliniklerimize müracaat ettiler. İlkleri ve birçok işlemi bünyesinde gerçekleştiren hastanemiz İSO kalite belgesini almış bir hastanedir.

TTB Genel Sekreteri Feride Aksu Tanık, uzun yıllardır tam gün çalışmayı savunduklarını belirterek, ancak şimdiki Tam Gün Yasası’nın “gerçek bir tam gün yasası olmadığını”, aksine hekimlerin emeğini ucuzlatmaya dönük uygulama olduğunu söyledi.

Türk Tabipler Birliği Genel Sekreteri Feride Aksu Tanık, Tam Gün Yasası’yla ilgili soruları yanıtladı. Tanık, Anayasa Mahkemesi’nin 16 Temmuz’da verdiği kararda sadece farklı kurumlarda çalışmayla ilgili kararı iptal etmediğini, iptal edilen maddeye ilişkin verdiği kararın sonuçsuz kalmaması için yürürlüğü de durdurduğunu ifade etti.

TBB Genel Sekreteri Tanık, Sağlık Bakanlığı’nın “Hekimler kamu dışında çalışmaya devam ederlerse memuriyetten çıkarma dahil her türlü ceza verilecek” açıklamasına “Biz hem Anayasa Mahkemesi’nin hukuki dayanaklarına sığınarak Sağlık Bakanlığı’nı Anayasa’ya ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymaya çağırdık” dedi.
 

“Danıştay kararı AYM yorumumuzun doğruluğunu ortaya  çıkardı”

Tanık, çağrılarının yanıtsız kalması ve Sağlık Bakanlığı’nın bu yöndeki açıklamaları üzerine bakanlık işlerinin yürütmesinin durdurulması ve iptali için Danıştay’a başvurduklarını belirterek, Danıştay’ın da yürütmeyi durdurma kararı aldığını anımsattı. TTB Genel Sekreteri Tanık şöyle dedi:

“Hekimler 30 Temmuz’dan sonra da kamudaki mesailerini tamamladıktan sonra başka yerde de görev yapabilecek. Danıştay’ın kararı da Anayasa Mahkemesi’nin kararına ilişkin bizim yorumumuzun doğru yönde olduğunu işaret etmiş oldu. Önemli olan Türk Tabipleri Birliği olarak hekimlerin tek işte, tehdit edilmeden, zorlanmadan, teşvik edilerek çalışmalarıdır. Bu çalışmanın güvenceli bir çalışma olmasını, emekliliğe yansıyan temel ücretin nitelikli ve yeterli hale getirilmesini, şiddetten arındırılmış bir ortamda çalışmayı, hedef gösterilmemeyi insanca yaşayacakları bir temel ücret almalarını savunuyoruz.”
 

“Hiç kimse akşam 17.00’ya yorulup ikinci işte çalışmak istemez”

Tanık, bu koşullardaki bir çalışmada hekimlerin gönüllü olarak tam gün çalışacaklarını kaydederek, “Hiç kimse akşam 17.00’ye kadar bir hastanede çalışıp, yorulup ondan sonra da çocuklarının okul taksidini ödeyebilmek için başka kurumda çalışmayı tercih etmez” dedi.

TTB Genel Sekreteri Tanık, uzun yıllardır tam gün çalışmayı savunduklarını belirterek, Tam Gün Yasası’nın Meclis’te görüşmeleri sürerken, bu yasanın “gerçek bir tam gün yasası olmadığını”, aksine hekimlerin emeğini ucuzlatmaya dönük uygulama olduğunu söylediklerini belirtti. Tanık, TTB’nin tam gün yasa önerisini hem bakanlığa hem hükümete hem de parlamentoda grubu olan partilere ilettiklerinin dile getirdi. Tanık, “TTB’nin sadece muhalif olduğu, öneri getirmediği” eleştirilerinin doğru olmadığını belirterek, yasa önerileri bulunduğunu bildirdi. Tanık, güvenceli çalışma, emekliliğe yansıyan temel ücretin nitelikli ve yeterli hale getirilmesi, şiddetten arındırılmış bir ortamda çalışma, hedef gösterilmeme ve insanca yaşamayı sağlayacak bir temel ücret almalarını getirecek ilkeler üzerinden temel hesaplamalar yaptıklarını kaydetti. Tanık bu hesaplamalara göre emekli bir hekimin aldığı 3 bin TL aylığın yeterli olmadığını sözlerine ekledi.

Küçük Hindistan: Hakkari

Hakkari, cadde ve sokaklara başıboş bırakılan inekler yüzünden ‘küçük Hindistan’a dönüştü…

 Çöplüklerden beslenen, cadde ve sokakları pisleyen, başıboş dolaşarak hem yayalar, hem de sürücüler için sıkıntı oluşturan inekler, belediyenin aldığı karar doğrultusunda toplanmaya başlandı.

10 kişilik zabıta ekibi, cadde ve sokakları adeta mesken tutan başıboş inekleri yakalayarak, araçlarla kent merkezinden 5 kilometre uzaklıktaki Gopsi mevkisinde oluşturulan barınağa götürdü.

İneklerinin zabıta ekiplerince toplandığını öğrenen vatandaşlar ise geri almak için barınağa akın etti. Zabıta ekipleri ile vatandaşlar arasında tartışma yaşanması üzerine barınağa gelen Belediye Başkan Yardımcısı Hatice Demir ve Zabıta Amiri Fahri Berkaya, vatandaşları son kez uyardı.

Sorumsuzca davranışlar nedeniyle cadde ve sokaklarda beslenen ineklerin, kenti adeta köy görünümüne dönüştürdüğünü vurgulayan Demir, bugüne kadar inek sahiplerinin konuya duyarsız kaldığını ifade etti.

Barınağa bırakılan ineklerin, para cezası kesilerek, tutanak karşılığı sahiplerine son kez teslim edileceğini bildiren Demir, şunları söyledi:
”Zabıta ekiplerimiz çarşıda gıda, sağlık ve benzeri konuları takip etmek yerine sürekli ineklerin peşinde koşuyor. Yaptığımız toplantıda bu ineklerin toplatılmasına karar verdik. İnek sahiplerine sürekli uyarıda bulunduk. Ancak, bu uyarılarımız bugüne kadar dikkate alınmadı. Bizim amacımız özellikle yaz aylarında cadde ve sokaklarda başıboş dolaşan, yaşamı olumsuz etkileyen, kentte kötü görüntü oluşturan bu sorunu gidermek. İl Müftülüğü ve muhtarlar aracılığıyla inek sahiplerini bir kez daha uyaracağız. Bundan sonra başıboş inekleri keserek, etini dar gelirli ailelere dağıtacağız.”

Öte yandan; Hindistan’da, Hindu geleneğinden dolayı inek en kutsal hayvan olarak görülür. İstemeyerek de olsa ineğin öldürülmesi büyük bir günah sayılır.

Hindistan’da sokaklarda sıcaktan bunalmış, iyice hantallaşmış, bir deri bir kemik kalmış ineklere rastlanılması doğaldır. İnekler cadde ve sokaklarda diledikleri gibi dolaşır, yaya kaldırımları üzerinde güneşlenir, tapınaklara girer, pazar yerlerine pislerler, kimse onlara ilişmez hatta saygıyla selamlarlar.

Sanat Uzun Hayat Kısa
Yazar(lar) : Zülfü Livaneli

Sayfa Sayısı : 400
ISBN : 978-975-14-1398-7
Çevirmen :
Özelliği : 134x198mm, 2.Hamur
Fiyatı : 20,00 TL

Hayata ve İnsana Dair Denemeler…

Bu kitap, çok boyutlu bir sanatçının okuyarak, besteler yaparak, filmler çekerek, romanlar yazarak ve hepsini halkla iletişim halinde üreterek yaşarken birikmiş sözlerinin süzülmesinden oluşuyor. Ayrıca, bu ülkede yaşamanın; bu yollarda seyahat etmenin, bu televizyonları izlemenin, bu sokaklarda yürümenin izlerini taşıyor. Livaneli bu kez, yıllar boyunca biriktirdiği bilgiler, karşılaştığı gerçeklikler, tanık olduğu durumlar arasında ilgiler kurarak, kimi sorunlar üstünde düşünüyor. Her insanda olduğu gibi onda da dış dünya bu şekilde zihnine yansıyor.

Zülfü LivaneliKültür ve sanat çabalarıyla dünya barışına yaptığı katkılardan dolayı UNESCO-Paris tarafından büyükelçilikle onurlandırılan Ömer Zülfü Livaneli, otuzdan fazla ulusal ve uluslararası ödülün sahibidir. Bunlar arasında Barnes & Noble ‘Büyük Yazar’, San Remo ‘Yılın Bestecisi’, Alman ‘Plak Eleştirmenleri Birliği’, Hollanda ‘Edison’, İtalya ‘Son 50 Yılın En İyi 2. Şarkısı’, ‘İtalya’nın En Beğendiği Yabancı Şarkı’; Valencia ve Montpellier film festivallerindeki ‘En İyi Film’ ödülleri, Antalya Film Festivali’ndeki üç ‘Altın Portakal’ ödülü sayılabilir. Kitapları 22 dile çevrilen Livaneli, ilk hikâye kitabını 1978’de yayınladı. Arafatta Bir Çocuk adını taşıyan kitap, İsveç ve Alman televizyonları tarafından film yapıldı.

Balkan Edebiyat Ödülü’nü kazanan Engereğin Gözündeki Kamaşma birçok dile çevrildi; İspanya, Yunanistan, Güney Kore gibi ülkelerde en çok satanlar listesine girdi ve dünya basınında övgülerle karşılandı. Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm, 2001 yılı Yunus Nadi Roman Ödü­lü’nü kazandı. Kitabın yayın hakları birçok ülkenin yanı sıra, Fransa’daki Édition Gallimard tarafından satın alındı.
Yazarın dördüncü edebiyat yapıtı olan Mutluluk, Türkiye’de büyük kitlelere ulaşıp bir “kült roman” özelliği kazanmasının yanı sıra Fransa’da Gallimard Yayınevi tarafından yayınlandı ve Nisan 2006’da Fransa’daki 2000 kütüphanece “Ayın Kitabı” seçildi; Amerika’nın büyük yayınevlerinden St. Martin’s Press tarafından yayınlandıktan sonra, Şubat 2007’de Barnes & Noble’ın verdiği Büyük Yazar Ödü­lü’nü kazandı. 100 bini aşan baskı sayısıyla Mutluluk, Abdullah Oğuz tarafından filme çekildi ve çeşitli dallarda ödül kazandı.
Zülfü Livaneli, yankılar uyandıran romanı Leyla’nın Evi’nin ardından, anılarını Sevdalım Hayat’ta topladı.

Neden, bipolar bozukluk-diğer adı ile iki uçlu duygudurum bozukluğu veya manik depresif hastalık-bir hastalık olarak tanımlanır?

Günlük yaşamda herkesin duygusal dünyasında inişiler-çıkışlar olur. Duygularımız öfke, sevinç, üzüntü, coşku, keder, huzursuzluk ve endişe arasında gidip gelir. Ancak bipolar bozuklukta yaşamsal olaylarla kısmen veya tamamen ilişkisiz olarak süren ve yoğun duygudurum değişimleri olur. Bu değişimler düşünceleri, duyguları, fiziksel sağlığı, davranışları ve kişinin işlevlerini, yaşamını etkiler.

BİPOLAR BOZUKLUK NE KİŞİNİN HATASIDIR,

NE DE KİŞİNİN GÜÇSÜZLÜĞÜDÜR.

TEDAVİ EDİLEBİLİR

TIBBİ BİR BOZUKLUKTUR.

 

 

 

Bipolar bozukluk ne zaman başlar?

Genelde ergenlik dönemi ve erken erişkinlikte ortaya çıkar. Ancak ilk hastalık belirtilerinin her yaşta başlayabildiği gösterilmiştir.

Bipolar bozukluğun erken tanı ve tedavisinin olabildiğince erken başlatılmasının önemi nedir?

Bipolar bozukluk sıklıkla depresyon dönemi ile başlamakta, manik dönemler sonraki yıllarda ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden, hastalar doğru tanı ve doğru tedavi ile karşılaşana kadar yıllar geçebilir.

Erken tanı ve uygun tedaviyle aşağıdakiler önlenebilir:

–         Okul, evlilik ve iş sorunları

–         Alkol / madde kullanımı

–         İntihar girişimleri

–         Tedavi öncesi karşılaşılabilecek sorunlar:

Kişi tedavi öncesi ne kadar çok hastalık dönemi yaşadıysa, sonraki atakların tedavisi de o kadar güç olur.

– Yanlış, uygunsuz tedavi:

Kişi bipolar bozukluk yerine örneğin sadece depresyon tedavisi görürse, sonuçta manik atak gelişimine neden olunabilir. Depresyon yani çökkünlük tedavisi için kullanılan antidepresif ilaçlar tek başına kullanıldıklarında maniye yol açabilir.

Bipolar bozuklukta genetik geçiş var mı?

Evet, hastalığın genetik geçişi gösterilmiştir. Araştırmacılar, bipolar bozukluğu olanlarda bazı biyokimyasal sorunların geliştiğini ve bunun genler aracılığıyla taşındığını göstermişlerdir.

Evli çiftlerden birinde bipolar bozukluk var, diğerinde yoksa, çocuklarında bu hastalığın görülme oranı 1/7 olarak kabul edilmektedir.

Bipolar bozukluğun nedenleri nedir?

Kanıtlanabilen bir neden yoktur, ancak genetik geçiş olabileceği gösterilmiştir. Beyindeki biyokimyasal problemler bu kişileri duygusal ve fiziksel strese daha duyarlı hale getirir.

Bipolar bozukluk her yaşta ve her cinsiyette ortaya çıkabilir, kişilerin psikolojik yapıları, sosyal durumları ile ilişkili değildir.

 

BİPOLAR BOZUKLUKTA

TEDAVİNİN ASIL AMACI

UYGUN İLAÇ KULLANIMININ SAĞLANMASI

VE YAŞAM ŞARTLARININ ATAKLARI

AZALTACAK ŞEKİLDE DÜZENLENMESİDİR.

Bipolar bozukluğun bulguları nelerdir?

4 farklı duygudurum süreci olabilir:

1) MANİ

Genelde aşırı keyifli olma, enerji artışı, yaratıcılık, uykuya gereksinim duymama, yorgunluk hissetmeme gibi kişiye hoş gelen duygularla başlar. Bazen hastalandığını o sırada kabul etmeme ve çabuk sinirlenme, aşırı tepki gösterme gibi belirtiler de eşlik edebilir.

Manik dönemde aşağıdaki bulgular günler boyunca devam eder:

  • Kendinin aşırı mutlu ve taşkın, enerjisini artmış hisseder, bazen de aşırı öfkeli olabilir.
  • Çok az uykuya rağmen çok fazla enerjiktir.
  • Diğerlerinin yetişemeyeceği kadar hızlı konuşur.
  • Düşüncede hızlanma olur, zihninde düşünceleri hızla akmaya başlar.
  • Konsantrasyon kaybı vardır, dikkati çabuk dağılır.
  • Kendini güçlü, önemli, diğerlerinden üstün görür.
  • Fazla para harcama, cinsel aktivitede artma, hızlı araba kullanma, aşırı miktarlarda iş yapma gibi davranış değişiklikleri görülebilir.

 

Daha ciddi olgularda gerçekte olmayan sesler duymak, nesneler görmek gibi halüsinasyonlar ve dış gerçeklikle ilişkisiz hatalı inanışlar yani hezeyanlar (şüphecilik, takip edildiğini düşünmek, kendini önemli ve üstün özellikleri olan biri zannetmek vb.) görülür.

2) HİPOMANİ

Maninin daha hafif formudur. Hipomanik dönemde hastanın duygudurumu yükselmiştir, normalden daha iyi hisseder, bu dönemde daha üretkendir. Belirtiler hasta ve yakınları tarafından fark edilebilir ancak manide olduğu kadar hayatı güçleştirmez. Kişi genelde bu duygudurumdan hoşnuttur ve ilaçlarını bile kesebilir. Bu dönemden sonra birden mani veya depresyon gelişebilir.

3) DEPRESYON

Haftalar boyunca hemen her gün ve bütün gün boyu devam eden belirtiler bulunur:

  • Üzgün, kederli hisseder veya normalde zevk aldığı şeylere karşı ilgisini kaybeder.
  • Kendine bakımı azalır.
  • Çok uyumaktan veya hiç uyuyamamaktan, sabah çok erken uyanmaktan yakınır.
  • İştah kaybı veya artışı görülür.
  • Konsantrasyon problemleri veya karar vermede güçlükler yaşanır.
  • Kendini değersiz, suçlu hissedebilir.
  • Enerji kaybı vardır.
  • İntihar, ölüm düşünceleri olabilir.
  • Gündelik hayatını sürdürmekte güçlük çekebilir.

Ağır depresyonda da halüsinasyon veya hezeyan görülebilir.

4) KARMA (MİKST) DÖNEM

Gün içinde sıkça değişen mani ve depresyon belirtilerinin aynı anda yaşanmasıdır.

Bazı hastalar bu dönemlerin hepsi ile zaman zaman karşılaşırken, bazı hastalar sadece manik dönem veya depresyon ve hipomani dönemleri geçiriyor olabilir.

Bipolar Bozukluk nasıl tedavi edilebilir?

Tedavinin Basamakları

  • Akut tedavi (Hastalık belirtileri başladığı sırada)
  • Koruyucu tedavi (Yeniden hastalanmayı engelleme)

Tedavinin içeriği

  • İlaç
  • Eğitim
  • Psikoterapi

 

İlaçla tedavi

Bipolar bozukluğun belirtilerini kontrol etmekte en önemli ilaçlar duygudurum dengeleyicileridir. Ayrıca uykusuzluk, kaygı gibi belirtiler için doktorunuz ek ilaç verebilir.

Duygudurum dengeleyicileri

Hem mani, hipomani, depresyon ve karma dönemlerde, hem de uzun süreli koruyucu tedavide kullanılırlar. Günümüzde duygudurum dengeleyici olarak kabul edilen ilaçlar Lityum, Valproat, Lamotrijin ve Karmabazepindir. Doktorunuz sizin için uygun olanı seçecektir. Yan etkiler nedeniyle birinden diğerine doktor kontrolüyle geçilebilir.

Antidepresif ilaçlar

Sadece depresyon yani çökkünlük dönemi sırasında kullanılırlar. Bipolar bozuklukta antidepresanlar tek başına kullanılmaz; duygudurum düzenleyicilere ek olarak verilir.

Antipsikotikler

Özellikle maninin tedavisinde, bazen de depresyon tedavisi sırasında kullanılırlar. Daha seyrek olmakla birlikte, koruyucu tedavi olarak da uzun dönemde kullanılabilirler.

Elektrokonvülsif tedavi (EKT)

Halk arasında hakkında oldukça olumsuz düşüncelere ve yanlış inanışlar varolmasına karşın EKT özellikle şiddetli depresyonda hayat kurtarıcı, güvenilir ve etkili bir tedavidir. Özellikle önceden başarısızlıkla sonuçlanmamış antidepresif ilaç kullanımı varsa, antidepresif ilaçlarla birlikte sakıncalı olabilecek başka ilaçlar kullanılmaktaysa, ayrıca gebelerde ve yaşlılarda EKT güvenle uygulanabilir. Bazen ilaçlara yanıt alınamayan manik dönemlerde de kullanılabilir.

Psikoterapi

Psikoterapi ile birlikte manik veya depresif atakları tetikleyebilecek stres faktörlerini etkisinin azalması, stresle başa çıkma yöntemlerinin geliştirilmesi sağlanabilir.

Hastalık dönemlerinin kişinin hayat akışını olumsuz etkilemesi sonucunda ortaya çıkan dolaylı sorunların çözümünde de psikoterapiden yararlanılabilir. Ayrıca psikoterapi, yeni bir atağın gelmekte olduğunu işaret eden erken bulguları tanıma konusunda yardımcı olabilir. Psikoterapi bazen bireysel bazen de grup ya da aile terapisi şeklinde planlanabilir. Bipolar bozuklukta  özellikle bilişsel-davranışçı  ve kişilerarası terapi yöntemlerinin etkili olduğu bilinmektedir.

Hastaneye yatış

Tedavi için hastaneye yatış sıklıkla gerekir. Manik hastaların genelde içgörüsü yoktur (hasta olduklarını kabul etmezler). Eğer intihar girişimi riski varsa, hastaneye yatış gereklidir. Manik ve depresif dönemlerin erken tanı ve tedavisi, hastaneye yatış olasılığını azaltır.

Yaşam boyu önleyici tedavi

Bipolar bozukluğun tedavisinin başarıyla sürmesi için, sizin ve ailenizin hastalık ve tedavisi gibi konularda hem ilgili, hem de bilgili olması gerekir. Bazen ilaç tedavinizi kendiliğinizden kesmek isteyebilirsiniz:

1)      Kendinizi iyi hissedebilirsiniz ve artık ilaca gerek kalmadığını düşünebilirsiniz

2)      Coşkulu olan ve kendinizi çok iyi hissettiğiniz dönemlerinizi özleyebilirsiniz

3)      İlaçların yan etkilerinden rahatsız olabilirsiniz.

4)      Bu hastalığın sadece hayatınızdaki stresli olaylarla ilişkili olduğunu düşünüp, bunlardan uzak durarak veya farklı şekillerde başa çıkmaya çalışarak, hastalığı kendi başınıza önleyebileceğinizi düşünebilirsiniz.

İlaç tedavisini kestiğinizde hemen ilk günlerde hastalık belirtileri başlamayabilir ama mutlaka yineleyecektir.

TEDAVİNİZ HAYAT BOYU OLMASA DA,

ÇOK UZUN SÜRECEKTİR

Yapılan çalışmalarda düzenli olarak 5 yıl boyunca koruyucu tedavi kullanan ve bu dönemde hiç hastalanmamış kişilerin önemli bir bölümünde bile ilaç tedavisi kesildikten sonra hastalığın tekrarlamaya başladığı ortaya konmuştur.

Akut manik dönemde duygudurum dengeleyicilerinin seçimi:

Manik dönemin tedavisinde ilk seçilecek ilaçlar duygudurum dengeleyicileridir. Doktorunuz ilaçlardan hangisinin seçileceğine kara verirken daha önce bunlardan birini kullanıp kullanmadığınızı veya sizi etkileyebilecek yan etkilerin varlığını göz önünde bulundurur. İlaçların etkisi 1-2 hafta içinde ortaya çıkar.

Manik dönemde ek ilaç seçimi:

–         Kaygı bozukluğu varlığında bazı ek ilaçlar,

–         Antipsikotikler kullanılabilir.

Bu ilaçlar uykusuzluk ve psikolojik yada fiziksel huzursuzluğun (yerinde duramama, öfkeli davranışlar vb.) azaltılması için kullanılabilir.

Eğer ciddi bir manik dönemdeyseniz, hatta tedavinizi bile reddediyorsanız, ilaçların enjektabl (iğne) formları ile tedaviniz devam ettirilebilir.

Anksiyete giderici ve antipsikotik ilaçlar yan etki olarak sersemlik yapabilirler. Antipsikotik ilaçların kas gerginliği gibi yan etkileri olabilir. Eğer yan etkilerden rahatsız oluyorsanız, doktorunuza söylemelisiniz. Doktorunuz ilaç dozunuzu ayarlayacak veya başka ilaç ekleyecektir.

Antidepresif ilaç seçimi:

Duygudurum dengeleyiciler, özellikle lityum, depresyondan sizi çıkarabilse de, depresif dönem tedavisi için antidepresif ilaç kullanmak gerekebilir. Ancak antidepresif ilaçların tek başına kullanımları, bipolar bozuklukta hipomani veya mani gelişmesine neden olabilir.

Antidepresif ilaçlar etkilerini birkaç haftada gösterir, sabırlı olmak gerekir.

Etkisi görülene kadar, uykusuzluk, kaygı, huzursuzlukiçin doktorunuz yatıştırıcı ilaç ekleyebilir. Depresyondan çıktığınızda, doktorunuz ilacınızı uygun şekilde kesecektir.

Hastaların birçoğunda, hastalık dönemlerinin sayısı ve ciddiyeti yaşla birlikte azalır. Durumunuzdaki değişiklikleri doktorunuza hemen haber verin, çünkü, ilk belirtilerde ilaçlarınızda yapılacak düzenlemeyle normal duydurumuna kavuşabilirsiniz.

 

UZUN SÜRE KENDİNİZİ İYİ HİSSETSENİZ DE

İLAÇLARINIZI ÖNERİLEN ŞEKİLDE

KULLANMAYA DEVAM ETMELİSİNİZ

Bazen hastalar bir kaç yıl boyunca kendilerini iyi hissettiklerinde, bipolar bozukluğun tedavi olduğunu ve ilaca gereksinimlerinin kalmadığını düşünürler.

Ancak unutulmamalıdır ki; ilaçlar, bipolar bozukluğu “tedavi”  etmezler, belirtilerin ortaya çıkmasını engellerler (Soğuk algınlığından, diyabet veya yüksek tansiyon hastalığında kullanılan ilaçların hastalığın belirtilerine iyi gelmesi; hastalığı tümden tedavi etmemesi gibi).

İlaçların kesilmesiyle birkaç ay içinde hastalık tekrarlar.

GEBELİKTE VEYA

KULLANDIĞINIZ İLAÇLARLA

UYUMSUZ OLABİLECEK BAŞKA İLAÇLAR

KULLANMANIZ GEREKTİĞİNDE

İLAÇLARIN KESİLMESİ GEREKEBİLİR;

BUNLAR BİLE İLAÇLARIN BIRAKILMSI İÇİN

KESİN NEDENLER DEĞİLDİR.

BU TÜR DURUMLARLA KARŞILAŞTIĞINIZDA

MUTLAKA DOKTORUNUZA BAŞVURMALISINIZ.

İlaçların neden olduğu yan etkileri, doktorunuza anlatmalısınız

Bu yan etkile kişiden kişiye değişebilir veya uykuya eğilim gibi bir yan etki, uykusuzluk çeken bir hasta için iyi gelebilir.

İlaçların yol açtığı yan etkile şunlara bağlıdır:

  • Kullandığınız ilaç ve dozu
  • Vücut kimyanız
  • Yaşınız
  • Kullandığınız diğer ilaçlar
  • Diğer hastalıklarınız

Akut tedavide yükse doz ilaç kullanımı veya birkaç ilacın bir arada kullanımı yan etkileri artırabilir. Bazı hastalarda görülen ciddi yan etkiler yüzünden ilaç değişikliği yapmak gerekebilir.

Eğer yan etkiler sizin için sorun çıkarıyorsa, doktorunuz şunları önerebilir:

1- Aldığınız ilaç miktarını azaltmak

2- Başka bir ilaca geçmek

3- İlacınızı akşam almak

4- Yan etkiyi azaltacak başka bir ilaca geçmek

UNUTMAYIN:

İLAÇ DEĞİŞİMİ, KARIŞIK BİR KARARDIR,

İLACINIZI KENDİNİZİN DEĞİŞTİRMESİ

ÇOK TEHLİKELİ

SONUÇLAR DOĞURABİLİR!

Eğitim

Siz ve aileniz, bipolar bozuklukla yaşamasını öğrenmelisiniz.

Aşağıda sıkça sorulan sorular görülmektedir:

Hastalığım için kendimin yapması gereken şeyler var mı?

Kesinlikle, evet

ÖNCELİKLE HASTALIĞINIZ KONUSUNDA BİLGİ SAHİBİ OLMALISIINIZ

Bipolar bozukluk örneğin, şeker hastalığı gibi yaşam boyu süren bir hastalık olduğundan siz ve yakın çevreniz hastalık ve tedavisi konusunda bilgilenmelisiniz.

Aşağıdaki konulara dikkat ederek, ufak duygudurum değişiklerini ve stresi azaltabilirsiniz;

  • Düzenli uyku

Genelde aynı saatte uyumak ve uyanmak. Bozuk uyku düzeni vücudunuzda kimyasal değişikliklere yok açar ki bu da duygudurum bozukluklarını tetikleyebilir.

  • Düzenli aktivitenin sağlanması

Alkol veya başka bir madde kullanmayın. Bunlar beyin işleyişinde dengesizlikler yapabilir, duygudurum bozukluğuna yol açabilir, kullandığınız ilaçlarla etkileşebilir.

Özellikle kendinizi iyi hissetmek veya uyku problemi için bunları kullanabilirsiniz ancak durumunuzun daha da kötüleşmesine sebep olabilirler.

Her gün kullanılan düşük miktardaki alkol, kafein, grip/alerji/ağrı için alınan ilaçlar uykunuzu, duygudurumunuzu etkileyebilir, ilaçlarınızla etkileşebilir.

  • Aile, arkadaş desteği yardımcı olacaktır.

Bunun için doktorunuz, terapistiniz sizin ve ailenizin eğitiminde yardımcı olacaktır.

  • İşinizdeki stresi azaltmak

Mutlaka işinizde en iyisini yapmak isteyeceksinizdir, ancak hastalıktan korunmanın da sizin için çok önemli olduğunu unutmayın. İşe gidemeyeceğinizi hissettiğinizde, patronunuza bunu söylemelisiniz.

Duygudurum değişikliğinin erken bulguları nelerdir?

Bu kişiden kişiye değişir; mani ve depresyon için de farklıdır. Ancak bu belirtileri ne kadar erken fark ederseniz, atağın şiddetini de o kadar hafifletmek mümkün olur.

Uzun süreli duygusal iniş-çıkışlar, uyku-enerji-cinsel istek-konsantrasyon  değişikleri, yeni konulara girişkenlik, ölüm düşünceleri, giyim kuşama aşırı önem verme veya hiç önemsememeye başlama gibi değişiklikler mani veya depresyonun bulguları olabilir. Uyku düzeninizdeki belirgin değişiklik birçok hastada ortak olan erken bulgudur. Ayrıca içgörü kaybı da erken bulgu olabilir.

Tüm bu bulgular konusunda yakın çevrenizin de uyanık olmasını sağlamalısınız.

Tedavinizi bırakma hissi doğduğunda ne yapmalısınız?

Tedaviniz konusunda bazen endişelenmeniz doğaldır. Ancak tedaviyle ilgili herşeyi, rahatsızlıklarını doktorunuz, terapistinizle, ailenizel konuşmalısınız. Eğer tedaviyle başarı sağlanamıyor diye düşünüyorsanız veya yan etkilerden şikayetçiyseniz doktorunuza başvurmalısınız, asla ilaçlarınızı kendiniz kesmemelisiniz. Doktorunuz ve siz, size en iyi gelecek ilacı birlikte bulmaya çalışmalısınız.

Hangi sıklıkla doktorumlar görüşmeliyim?

Hastaneye yatmadan, ayakta geçirilen mani veya depresyon ataklarında belirtileri gözden geçirmek, ilaç dozunu kontrol etmek, yan etkileri konuşmak için haftada en az 1 kez, gerektiğinde hergün doktorunuzla görüşmelisiniz. Düzelme sağlandığında birkaç ayda bir görüşebilirsiniz.

Eğer aşağıdakiler varsa, randevunuzu olmasa da doktorunuzu aramalısınız:

  • İntihar düşüncesi veya şiddet hissi olduğunda
  • Duygurumunuzda, uykuda, enerjide değişiklik olduğunda
  • İlaç yan etkilerinde değişiklik varsa
  • Başka ilaçlar kullanmanız gerektiğinde
  • Ani cerrahi müdahale kararında, dişle ilgili cerrahi girişim öncesinde

 

Tedavi seyrini nasıl kaydedebilirim?

Gerektiğinde duygularınızı, aktivitelerinizi, uyku düzeninizi, ilaçlarınızı ve yan etkilerinizi, sizin için önemli olayları kaydedin. Böylece mani veya depresyonun erken bulgularını keşfedebilirsiniz. Ayrıca aylar, hatta yıllar içinde hangi ilaçlardan fayda gördüğünüz de bu arada ortaya çıkar.

YAKINLARINIZ İÇİN

Aile bireyleri, hastanın arkadaşları hastalık konusunda bilgilendirilmelidir. Hastanın doktoruyla görüşebilirler. Manik veya depresif atak öncesinde hastaya “nasıl davranılabilir?” öğrenebilirler.

Hastayı tedavi konusunda teşvik etmelisiniz; alkol ve ilaç kullanımını önlemelisiniz. Eğer hasta uzun süredir tedavi görüyor ve az bir gelişme varsa veya yan etkilerden yakınıyorsa, hastanın tekrar doktorunu görmesini sağlayabilirsiniz.

Hasta, atak sırasında sizi müdahaleci olmakla suçlayabilir; ama unutmayın, o sırada “hastadır”.

İntihar girişiminin erken uyarıcı bulgularını bilmelisiniz. İntihar düşüncesinin hastalıktan kaynaklandığını söylemelisiniz.

Manik döneme eğilim gördüğünüzde, hasta normal duygudurumdayken yaptığınız anlaşmadaki gibi güvenliğiyle ilgili önlemler almalısınız. Kredi kartını, banka işlemleriyle ilgili haklarını, araba anahtarlarını almalısınız.

İntihar düşüncelerinin olduğu depresyon gibi, kontrolsüz manik ataklar da tehlikeli olabilir. Bu durumlarda hastaneye yatış hayat kurtarıcıdır.

Hasta bir ataktan çıkarken, kendi ayakları üstünde durmasını sağlamalısınız. Hayattan ne daha fazla ne de daha az beklentisi olmalıdır. Duygudurumunu dengelemesini sağlamalısınız. Çok koruyucu olmamalısınız. İşleri onunla “birlikte” yapabilirsiniz, onun “yerin” değil. Böylece kendilerine güvenebilirler.

Atak sonrası onlara “normal” davranmalısınız. Erken bulgular konusunda uyanık olmalı ve doktora başvurmasını sağlamalısınız.

Siz ve hastanız “iyi bir gün ile hipomani” ve “kötü bir gün ile depresyon” arasındaki farkı bilmelisiniz. Bu farkları doktorunuzdan öğrenmelisiniz. Bipolar bozukluğu olan kişiler de sağlıklı insanlar gibi bazen iyi veya kötü günler yaşayabilir, bunlar hastalıktan ayrı tutulabilmelidir.

                                                      BASIN AÇIKLAMASI

SAĞLIK BAKANI DR. RECEP AKDAĞ, ANAYASA MAHKEMESİ’NİN KARARINI ISRARLA YANLIŞ YORUMLAMAKTAN VAZGEÇMELİ VE SONUCU KABULLENMELİDİR!

Anayasa Mahkemesi, “Tam Gün Yasası”yla ilgili kararını 16 Temmuz 2010 günü verdi.

Anayasa Mahkemesi;

Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık kuruluşlarında çalışan hekimler, özelde çalışan hekimler ve tıp fakültelerinde öğretim üyeleri yönünden 1219 sayılı Yasa’nın 12. Maddesi’ne konulan başka sağlık kuruluşlarında çalışma yasağını iptal etti. Kararın gerekçesi yayınlanıncaya kadar bu maddenin 30 Temmuz 2010 tarihinde yürürlüğe girmesi halinde giderilmesi güç zararlar doğuracağı için de maddenin yürürlüğünü durdurdu.

Öncelikle belirtmek isteriz ki;

Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra,

Üniversitede olsun Sağlık Bakanlığı’nda olsun kamuda çalışan hiçbir hekim muayenehanesini kapatmaya, işyeri hekimliğini bırakmaya veya ikinci görevinden ayrılmaya zorlanamaz.

Durum böyle iken “Tam Gün Yasası”yla ilgili bütün iddiaları Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla geçersiz hale gelmiş olan Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ın, Mahkeme kararını ısrarla yanlış yorumladığı ve kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği görülmektedir.

Gerek Sn. Bakan tarafından medyada, gerekse Sağlık Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’nin 16.07.2010 günlü  “Tam Gün Kanunu ile İlgili Basın Açıklaması”nda;  “Anayasa Mahkemesinin kararına ve kanuna göre öğretim üyeleri dışında kamuda çalışan tüm doktorların muayenehane açması veya özel sağlık kuruluşlarında çalışması mümkün bulunmamaktadı r. Bu uygulama 30 Temmuz 2010 tarihinden itibaren başlayacaktır” ifadesi altı çizilerek vurgulanmıştır. Hatta kısmi zamanlı çalışmaya devam eden hekimlerin memurluktan atılacağı yönünde hukuk dışı ifadelere yer verilmiştir.

Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarda belirtilen, 30 Temmuz 2010 tarihinden itibaren kamuda çalışan hekimlerin 8 saatlik mesai sonrası işyeri hekimliği yapmasını, özel bir sağlık kuruluşu veya hastanede ya da özel muayenehanesinde kısmi zamanlı çalışmasını yasaklayan düzenlemenin hangi Kanun metninde yer aldığı ise iddia sahipleri tarafından açıklan(a)mamaktadı r.

Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ın “Devlet memurlarının ikinci bir iş yapmaları yasaktır. Devlet hastanelerinde çalışan doktorların ikinci iş yapabilmelerine izin veren bir kanun vardı. Bu kanun sadece doktorlar için bir istisna getiriyordu. Biz Tam Gün Kanunu’na bir madde koyarak bu kanunu kaldırdık. Bu istisna kalkmış oldu. Anayasa Mahkemesi de bu Kanun’u kaldıran maddeyi iptal etmedi. Bu halde doktorlar hem hastanede çalışıp hem muayenehane açamazlar.” yaklaşımı gerçeklerle bağdaşmamaktadır ve hukuki olarak hiçbir geçerliliği yoktur.

Gerçekten de; Sn. Bakan’ın bahsettiği 2368 sayılı “Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun”, Tam Gün Yasası ile 30 Temmuz 2010 tarihi itibariyle yürürlükten kaldırılmaktadı r ve CHP tarafından açılan davada bu düzenlemenin iptali istenmemiş ve bu nedenle de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmemiştir.

Ancak, bu durum kamuda çalışan hekimlerin 8 saatlik mesai sonrası işyeri hekimliği yapmasının, özel bir sağlık kuruluşu ya da hastanede ya da özel muayenehanesinde kısmi zamanlı çalışmasının yasak olduğu anlamına gelmemektedir.

Şöyle ki;

2368 sayılı Yasa’nın 3. maddesinde kamuda çalışan hekimlerin genel olarak kamu dışında çalışmaları, hekimlik mesleğini icra etmeleri yasaklanmış; 4. maddesinde ise belli koşullar altında bu yasağın kaldırılacağı ve serbest çalışmaya izin verileceği düzenlenmiştir. 5947 sayılı Tam Gün Yasası’nın 19/a bendi ile 30 Temmuz 2010 tarihinden itibaren 2368 sayılı Yasa ve bu Yasa’nın 3. maddesinde yer alan kamuda çalışan hekimlerin mesai sonrası mesleklerini serbest olarak icra etmelerini yasaklayan hüküm ortadan kalkmaktadır.

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu da kamuda çalışan hekimler için benzer bir yasaklama içermemektedir.

Çünkü; 657 Sayılı Kanun’da memurların kamu görevi dışında her türlü gelir getirici faaliyeti değil, yalnızca Kanun’un 28. maddesinde belirtilen işleri yaparak gelir elde etmeleri yasaklanmıştır.  Bunlar ise tacir veya esnaf veya ticari mümessil sayılmalarını gerektiren faaliyetlerdir.

657 sayılı Yasa’nın 28. maddesine paralel olarak 1219 sayılı Yasa’nın 12. maddesinde de hekimlerin hekimlik yaparken ticaretle uğraşamayacakları, hekimliğin tacirlikle bağdaşmayacağı belirtilerek yasaklanmıştır. Altı çizilerek belirtmek gerekirse; 1965 tarihli Devlet Memurları Kanunu’ndan çok önce, 1928 yılında çıkarılan 1219 sayılı Yasa, hekimlik mesleğinin ticari bir faaliyet olmadığını açıkça tanımlamıştır.

Bu şekilde, 1980 tarihli ve 2368 sayılı Kanun’dan çok önceden itibaren, 1928 yılından bu yana, hekimler açıkça Yasa ile yasaklanan durumlar dışında kamu görevlerinin dışında mesleklerini kısmi zamanlı olarak icra ede gelmişlerdir.

1219 sayılı Yasanın 12. maddesindeki yasaklayıcı ibarenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi ile birlikte bu yöndeki özel yasak da kalkmıştır. Bu nedenle kamuda çalışan hekimler, tıpkı üniversite öğretim üyeleri gibi mesailerinin bitiminde halen yapmakta oldukları kısmi zamanlı işlerde veya muayenehanelerinde sağlık hizmeti vermeye devam etme hakkına sahiptir.

Aksi yöndeki uygulamalar, Anayasanın 153. maddesinin son fıkrasında yer alan Mahkeme Kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı kuralına aykırı olacaktır.

Öte yandan hekimlerin kısmi zamanlı olarak çalıştıkları işleri, Sağlık Bakanlığı’nın hukuka aykırı açıklamaları ve olası girişimleri sonucu bırakmak zorunda kalmaları halinde doğacak zararların da sorumluları tarafından tazmini gündeme gelecektir.

Bu nedenle, Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ, Anayasa Mahkemesi’nin kararını ısrarla yanlış yorumlamaktan vazgeçmeli ve sonucu kabullenmelidir.

Türk Tabipleri Birliği olarak, Sn. Bakan’ın kendi beklenti ve isteklerini bir kenara koyarak, Anayasa Mahkemesi’nin kararını göz ardı etmeden konuya ciddiyetle yaklaşmasını bekliyoruz.

Öte yandan Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ın Türk Tabipleri Birliği’ne yönelik sağlık hizmetlerinin paralı olmasını savunduğu şeklindeki gerçekle hiçbir ilgisi olmayan mesnetsiz suçlamaları şiddetle kınıyoruz.

Türk Tabipleri Birliği; her zaman ve açık sözlülükle herkese eşit, ücretsiz ve nitelikli sağlık hakkının ve hekimlerin emeklerinin karşılığını alabildikleri bir Tam Gün uygulamasının savunucusu olmuştur ve bu doğrultuda hazırladığı alternatif “Tam Gün Yasa Tasarısı”nı da hekimlerin ve kamuoyunun yanı sıra Sağlık Bakanlığı’nın da bilgisine sunmuştur.

Türk Tabipleri Birliği’nin karşı çıktığı; Hükümet’in “Reform” olarak yansıttığı politikalarla bir yandan sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi-ticarileştirilmesi, bir yandan da hekim emeğinin ucuzlatılmasıdı r.

Sağlık Bakanı’nın “Türk Tabipleri Birliği tarih önünde hesap verecektir” sözlerini de olsa olsa bir ironi olarak kabul ediyoruz.

Türk Tabipleri Birliği’nin; üyeleri, sağlık hizmeti alan vatandaşlar ve tarih önünde veremeyeceği hiçbir hesap yoktur.

Ancak tarih önünde kimin “hesap vereceği” de açıktır.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; Avrupa Birliği Üçüncü Ulusal Programı’nda sağlık sektörünü özelleştirme kapsamına alanlardır.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; vatandaşlara her bir reçete için 15 TL “katılım payı” ödetenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; özel hastanelere müracaat eden sigortalılara yüzde 70, yüzde 100 oranlarında “ilave ücret” ödetenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; vatandaşların sağlık hizmeti alabilmek için yaptıkları cepten harcamaları, uyguladıkları politikalarla dört katına çıkaranlardır.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; gerçekten “istisnai” bir keşifle, bazı sağlık hizmetlerini “istisnai sağlık hizmeti” sınıfına sokarak yüzde 300’e kadar “katılım payı” alınmasını düzenleyenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; vatandaşlardan, sadece ayaktan tedavilerde değil, hastaneye yatarak tedaviler için de “katılım payı” almayı öngörenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; TBMM’ye sundukları “Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı” ile, mevcut devlet hastanelerini şirket hastanelerine dönüştürerek özelleştirmeye hazırlananlardı r.

Tarih önünde hesap verecek olanlar birinci basamak sağlık hizmetlerini özelleştirenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar  “kamu özel ortaklığı” adı altında 3000–5000 yataklı hastane kampüsleri ile adeta hasta fabrikaları için kentin en merkezi yerlerindeki arazileri uluslararası tekeller için rant alanları haline getirenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar “iki, üç maddelik bir yasa çıkarıp kendi üyesi olduğu da dahil muhalefet eden meslek örgütlerini kapatmayı akıllarından geçirenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; Sağlık Bakanlığı’nı “Taşeron Bakanlığı”na çevirenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; hekimleri, sağlık çalışanlarını kötü çalışma ortamlarında, güvencesiz koşullarda, düşük ücretlerle çalışmaya zorlayanlardı r.

Son olarak;

Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ın, kamuda çalışıp muayenehanesi olan hekimler için ısrarla kullandığı “tuzu kuru doktorlar” ifadesi ve geçtiğimiz gün bir televizyon kanalında söylediği  “Neden bir üniversite öğretim üyesi, bir anabilim dalı başkanı, hem anabilim dalı başkanı olacak hem de ’muayenehanem olacak’ der? Bunun sebebi çok açık. O ana bilim dalı başkanlığını muayenehanesi için bir şekilde kullanıyor da ondan.” şeklindeki sözleri için ise şimdilik sadece; kendisinin de politikaya girmeden önce Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’nde öğretim üyesi iken aynı şekilde çalışıp çalışmadığını sormakla yetindiğimizi belirtiyoruz.

Tarihe not düşerek kamuoyuna saygılarımızla duyururuz.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
    MERKEZ KONSEYİ

Her bireyin, evliliğin ne olduğu, eşlerin birbirlerinden neler bekleyecekleri, ideal bir ilişkinin nasıl olması gerektiği yönünde, bir takım düşünceleri vardır. Bu düşünceler, bazen bireysel deneyimlerden, bazen toplumsal yaşamdaki gözlemlerden, bazen konuyla ilgili okunmuş kitaplardan edinilmiştir. Bu edinilen bilgilerin doğruluğu zaman zaman tartışmalı olabilmektedir. 

Öncelikle, ilişkilere ait mitler dediğimizde ne kastettiğimiz önemlidir. Burada kastedilen, kanıtlanabilir yani bilimsel olarak bir temele dayanmayan, geleneksel düşünceler olarak yayılan veya yayılmış olan, popüler sayılacak, masalsı anlatımlardır. Çünkü mitlerin olayları doğru bir şekilde anlamlandırma amacı yoktur. Daha çok olaya özel bir anlam yüklemeye yönelik bir hedefi vardır. Bu nedenle terapilerde mitler, hem terapisti, hem de evlilik terapisi alan çifti, bu konularda gerçekleri anlayarak çözümlemeye yönelik davranıştan uzaklaştırma, buna yönelik baş etme becerileri geliştirmekten alıkoyma  riskine sokabilirler.  

Evlilik terapisine gelen her çift, sorunlarını çözümleme amacıyla gelirler. Ancak, daha önceden bir şekilde öğrenmiş oldukları mitler, terapötik çalışma esnasında engelleyici birer unsura dönüşebilirler. Hatta bunun ötesinde, zaman zaman çatışmanın kaynakları da olabildiği durumlara rastlanabilmektedir. Terapistlerin böyle durumlarda, bu durumun en kısa zamanda farkına vararak, terapiyi etkilemelerine, hatta yön değişimime neden olmalarına engel olması gerekmektedir.  

Bu mitlerin bazılarını sıralayarak bu konuyu daha iyi anlamlandırabiliriz; 

  • “Eşim beni gerçekten sevseydi, beni memnun edecek şeyleri yapmaya istekli olurdu.” 
  • “Eşim bana hak ettiğim değeri vermiyor” 
  • “Haklı tarafı belirleyecek kişi evlilik terapistidir.” 
  • “Terapist benim haklı olduğumu anlayacak ve eşimi düzeltecek, tedavi edecek.” 
  • Terapist bizim tüm sorunlarımızı çözecek ve iletişim kurmayı öğretecek. 

Bu mitlerden de anlaşılacağı üzere, terapilerde gerçekçi olmayan mitler, bireylerin ilişkilerinde çatışmaya yansırlar. Hatta denebilir ki, evlilik terapilerinde, bireylerin seanslardaki çalışmalarını e                  engelleyebilirler. Çünkü kişiler bu inançlarını korudukları sürece terapide objektif olarak çalışamayacaktır. 

Şimdi sıraladığımız bu mitlerin açılımlarına bakarak biraz daha konuyu derinleştirelim; 

  • “Eşim beni gerçekten sevseydi, beni memnun edecek şeyleri yapmaya istekli olurdu.” 

Bazı bireyler, kadın veya erkek olabilir, eşlerinin bu şekilde davranarak kendilerini koşulsuz sevdiklerini kanıtlayacaklarını düşünürler, üstelik bunu hem kendilerine hem de çevrelerine kanıtlamak istercesine talepkar davranabilirler. Bu mite olan inancı,  “Eğer sevgisi gerçek ve koşulsuz olsaydı …………” ifadelerinde rahatlıkla görebiliriz. Böyle bir durumda eşten beklenen, tabiî ki, “akıl okuyucu” olmasıdır ve diğer eşi mutlu etmeye her zaman “istekli-hazır” olmasıdır. Burada mitin etkisi, duygu ve davranışın ayrıştırılamamasıdır. 

  • “Eşim bana hak ettiğim değeri vermiyor” 

Bu mitin destek aldığı duygu özellikle ilişkilerde “adaletli bir paylaşım” içeriğine dayanmasıdır. Bireyin  hak etme, kandırılma kaygısı, aldatılma kaygısı gibi duyguları açığa vurulur. Birey sürekli olarak bir mahrumiyet durumu hissettiğini vurgular. Bireyin bu hissini  destekleyen de, bazen kıskançlık duygusu, bazen de hırstır. Taraflardan birinin özellikle karşı tarafta suçluluk uyandırma ve boyun eğdirmeye yönelik bir manevrasıdır. Bu mitin çiftler arasında çok kullanıldığı gerçeği göz önünde tutulmalıdır.  

Bu miti yaşantısına dahil eden kişi, genellikle, çaresiz, kısık bir sesle, adeta inildeyerek, belirsiz bir talep olarak ifade etme eğilimi gösterir. Diğer konularda son derece makul ve mantıklı bir yetişkin tavrı içerisindedir.  

Son zamanlarda farklı bir formda, cinsiyet eşitliği şeklinde de açığa çıkmaktadır. Bu olumsuz formlar, kimin, kim için, neler yapıldığının muhasebesi şeklinde cereyan eder. Burada özellikle dikkati çeken durum, hemen eşler arasındaki dengelerin sağlanmasının gerekliliğidir. 

  •  “Haklı tarafı belirleyecek kişi terapisttir.”

 Çiftlerin ilişkilerinde hata bulmaya yönelik, birbirlerinin hatasını bulmaya çalışan, kimin  daha çok yanlışı olduğunu araştıracak şekilde davranan bireylerin ilişkilerini anlatan bir mittir.  Çiftler bu nedenle terapisti yargıç rolünde görme eğilimi gösterirler. Bu konuda son derece içtenlikli bir inanca da sahip olabilirler. Kişiler, çatışmalarındaki kişisel rollerini görmek istemezler. Bireysel anlamda kendilerini geliştirmeye yönelik çabaları yoktur.  

  • “Terapist benim haklı olduğumu anlayacak ve eşimi düzeltecek, tedavi edecek.” 

Bu mite inanan bireyler, ilişkilerinde, kendilerini problemin bir parçası olarak algılamaz ve kabul etmez. Birey evlilik terapisinde, eşinin probleminin çözümüne yardımcı eleman olarak algılar kendini.  

  • Terapist bizim tüm sorunlarımızı çözecek ve iletişim kurmayı öğretecek. 

Bu miti kullanan çiftlerde dikkat çeken şey, her iki eşin de ilişkilerindeki problemlerin farkında olduğu ve sorumluluğunu aldığı izlenimi yaratmalarıdır. Buradaki mekanizma, “ben kendimi daha iyi ifade edersem, eşim benim isteklerime olumlu cevap verir” veya “eşim beni dikkatli dinlerse, istediklerimi yapar” şeklinde özetlenebilir. Bu çiftler, evlilik terapisine, evliliklerine ait iletişimlerindeki pürüzlerin temizleneceği beklentisi ile gelirler.  

Bireyler olarak hepimiz, mit karakteri taşıyan bazı inançlara sığınma ve bazı beklentilerimizi bu mitlere yükleme eğilimi göstermeye yatkınızdır. Bu durum özellikle toplumun kültürel değerlerinin değişiminin yoğun olduğu dönemlerde daha çok ve açık olarak gözlemlenebilir, yaygınlaşabilir.  

Yukarıda örnek olarak bahsedilen ve daha pek çok mit, bireylere karmaşık görünen, bir çok soruna basit ve kolay anlaşılabilen cevap, sorun çözücü gibi görünürler.  Bu sayede kişiler üzerinde daha büyük ve yoğun bir etki oluştururlar. Bahsedilen mitlerin bir başka özelliği olarak ayartıcı, kafa karıştırıcı bir çekicilikleri vardır.  

Mitlerin birey olarak davranışlarımıza yansımasında bir etken de, bizim karşımızdaki kişiye vermek istediğimiz mesajı güçlendirme eğilimimizi tetikleyici özelliğe sahip olmalarıdır.  

Normal şartlarda baktığımızda, bir çok mit, ortak yaşama zarar vermeyecek içeriğe sahip olabilirler. Evlilik terapisinde önemli olan, bireysel sorunların çözümüne engel olan veya terapötik çalışmayı engelleyecek güçte inançlar oluşturmamasıdır.

Sınır(Borderline) kişilik bozukluklarından bahsederken, uzun bir zaman sürecine yayılan, esnek olmayan davranış örüntüleri sergileyen kişilerden bahsedilmektedir.

     Sınır Kişilik Bozukluklarında Tanı Konması 

DSM IV-TR’de, Kişilik bozuklukları Eksen II’de yer almaktadır. Bu sorunun, tipik olarak ergenlik çağında başladığı bilinmektedir. Kişilik bozukluklarına tanı koymak, güvenilirlik anlamında zordur. Kişilik bozukluklarının değerlendirilmesinde, kişi ile özel olarak yapılandırılmış bir görüşmeye gereksinim vardır. Tanı koymada, çoğunlukla saf bir “kişilik bozukluğu” ndan çok, farklı kişilerde bulunan özellikleri, farklı bir renklilikle gözlemlemek mümkündür. Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluğu tanısı konulurken, kişilik bozukluğu ile ilgili kriterlerin, bu sorunu uç noktada yaşayan kişilerin baz alınarak tanımlandığı ve bu sorunun, farklı derecelerle kişilerde bulunma olasılığının yüksek olduğu, her zaman göz önünde tutulmalıdır.

 

                  Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluklarında Belirgin Özellikleri

Sınır Kişilik Bozuklukları’nda dürtüsel öfke patlamaları karakteristik bir haldir. Sınır Kişilik Bozukluğu yaşayanlar dönem dönem öfkelerini kontrol edemezler. Öfkelerini, sık sık ve orantısız ve oldukça yoğun sayılabilecek şekilde ifade ederler. Öfkelerini daha sonra pişman olacakları şekilde, aşırı bir tarzla dışa vururlar. Bu aşırı davranışlardan daha sonra suçluluk ve pişmanlık duyarlar.

Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluğu yaşayan kişilerde sıklıkla madde ve ilaç kötüye kullanımı vardır.

Bu kişilerin, yaşamlarındaki olayları algılamaları ve değerlendirmeleri farklı olabilir. Yaşam olaylarını çevrelerindeki yakınları ile paylaşmakta isteksiz davranabilirler. Sorunları ile ilgili olarak çözümleme yoluna gitmektense, savunma amaçlı inkar mekanizmalarını çalıştırarak, sorunlarından kaçma eğilimi gösterirler.

Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluğu yaşayan kişiler daha sonrasında suçluluk hissetseler de,  ayırım gözetmeden ve içinde duygusallığın bulunmadığı cinselliği yaşayabilirler. 

Bu insanlar için, kişiler arası ilişkilerde, arkadaşlıklarında sınır koyamama, olumsuz davranışlar gösterseler bile onlardan uzak duramama, kaçınamama söz konusudur.

Depresyon ve boşluk duyguları ile öfke patlamaları arasında gelgitler yaşayabilirler. Öfke yaşantıları esnasında, eşyaları kırıp dökme, çevrelerindeki kişilere küfür etme veya kendine zarar verme şeklinde açığa çıkabilmektedir. 

Bu kişilerde intihar(cuicide) girişimi tehdidi ve kendine zarar verme davranışlarına da sıklıkla rastlanabilir.

DSM IV-TR’ ye göre, Sınır kişiliklerin ilişkilerinde, duygu-durum ve kendilik imgelerinde kişilik sınırları bağlamında, hareketlilik ve geçirgenlik vardır. Duygulanımları kararsızlık gösterir ve beklenmedik şekilde oynayabilir. Duygulanımlarındaki bu oynamalar genellikle öfkeye dönüşme eğilimi gösterir. Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluğu yaşayanlar, tartışmacı ve huzursuz bir yapıya sahiptir. Çevrelerindeki insanlara karşı iğneleyici davranırlar.  Her türlü dürtüsel davranışa yatkınlıkları vardır. Bunlara örnek olarak, kumar, kontrolsüz cinsel yaşam, aşırı para harcama, aşırı yeme davranışları verilebilir. 

Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluğu yaşayan bireyler, uyumlu davranabilen, çevrelerindeki yakınlarına açık bir benlik davranışı geliştirememişlerdir.  Bireysel değerleri (örneğin, sadakat, toplumsal bilinç gibi) netleşmemiştir ve belirsizlik içerir. 

Sorunu Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluğu olan kişiler, yalnızlığa katlanamazlar ve yalnız kaldıklarında kendilerini reddedilmiş olarak algılarlar. Yaşamlarına giren bazı kişileri, bir süre idealize ederken, bir süre sonra yerden yere vurabilirler. Çevrelerindeki kişilere karşı saplantılı duygulanımlar edinerek, onları idealize etmişlerdir. Onlarla ilgili geleceğe dönük planlamalara girişebilirler. Ancak bir süre sonra, idealize etme durumu ortadan kalkarak, kişiden uzaklaşırlar. Bu sırada o kişileri yoğun bir şekilde suçlama eğilimi gösterirler. İçlerinde hissettikleri ise yoğun bir aldatılmışlık duygusudur.

Bu sorunu yaşayan kişilerin, depresyon yaşantısı nedeniyle, intihara kalkışabildikleri veya kendilerine zarar verebildikleri bilinmektedir. Bu durum, stresle başa çıkamadıkları için, yoğun stres altında oldukları dönemlerde açığa çıkar.

 Sınır kişiliklerde DSM IV-TR’ ye göre, kendi sorunlarının belirtilerinin yanı sıra, Eksen I’ de yer alan paranoid veya dissosiyatif belirtileri de gösterebildikleri saptanmıştır. Bunun haricinde, Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluğu tanısı alan kişilerden yaklaşık yarısı da Travma Sonrası Stres Bozukluğu(TSSB) tanısı ölçütlerini göstermektedir.

 

                                     Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluklarında Terapötik Yardım

Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluğu, toplum içinde görülme sıklığı açısından, daha yoğun olarak kadınlarda görülmektedir.

Bu sorunu yaşayan kişilerin çocukluk dönemlerinde fiziksel ve cinsel istismar öykülerine sıklıkla rastlanır. 

Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluklarında farmakolojik tedavilerin istatistik olarak belirgin bir yararı belirlenememiştir. Bu tür sorunların tedavisinde, kişilere gerçeklik yaşantısını test edebilmelerine yardımcı olunmasına ihtiyaç vardır. Pek çok Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluğu tedavisinde, psikoterapiden çok yararlı sonuçlar alınmaktadır.

            Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluklarının tedavilerinde, öncelikle kişinin kendine olan güvenini yükseltmek öncelikli bir durum olarak görülür. Bunu sağlanmasının yanı sıra kişinin yaşamını disipline bir şekilde planlayarak, kontrollü olarak devamını sağlaması desteklenmesi gereken bir unsurdur. Bu konuda “Bilişsel Terapötik Teknikler” in yararlı olacağı düşünülebilir.

            Madde ve ilaç kötüye kullanımının olduğu Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluklarında, bu konuda profesyonel desteğin verilerek, eğer mümkünse, bağımlılık boyutuna gelmesi için profesyonel destek verilmelidir. Kişi eğer madde ve ilaç kötüye kullanımında bağımlılık boyutuna gelmişse zaten artık bu profesyonel anlamda çözümlenme zorunluluğundadır. Bu konuda destekleyici ve bağımlılığını tedavi etmeye yönelik  bir planlama yapılmalıdır.

            Madde ve ilaç kötüye kullanımında olduğu gibi, kişinin kendine zarar verme durumları içinde psikolojik destek gereksiniminin bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır. 

Tedavide daha çok “Nesne İlişkileri Kuramı”ndan yola çıkılarak yapılandırılan “Nesne İlişkileri Psikoterapisi” etkili olmaktadır. Bunun nedeni de Otto Kernberg’ in Modifiye Analitik Tedavisi, kişinin yeterince gelişmemiş, veya güçlü olmayan egosunu güçlendirmeye yönelik planlanmasıdır. Bu kişilerin dünyayı siyah yada beyaz olarak algılamaları, yaşamın farklı tonlarını algılayamayışları ve anlamlandırmada güçlük yaşamaları nedeniyledir. Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluğu yaşayan kişilerin nesne ilişkileri kötü niyetli biçiminde tanımlanmaktadır. Bu kişilerin Projektif Testlere verdikleri tepkilerin analizinde görülmüştür ki, bu sorunu yaşayan insanlar, diğer insanları nedensiz bir şekilde zararlı ve yıkıcı olarak değerlendirirler. Bu değerlendirmenin nedeni de basedilen kişilerin zayıf bir egoya sahip olmalarıdır. 

Sınır(Borderline) Kişilik Bozukluk yaşayan kişiler için yararlı olabilecek bir başka terapötik yardım çeşidi de “Diyalektik Davranış Tedavisi”dir. Bu tedavi, Marsha Linehan tarafından yapılandırılmıştır. Bu yaklaşımda, danışan merkezli bir planlama söz konusudur. Empati ve davranışçı yöntemlerin bir arada kullanılarak yöntem belirlemesi yapılır. 

Bu yöntemde, terapist, bu kişilerin işlevsel olmayan davranışlarında veya yanlış inançlarını empatik olarak anlamlandırmasına yardımcı olmaya çalışır. Kişinin kendini, bireysel uyuşmazlıklarını, öfke patlamalarını, önemseyerek kabullenmesi sağlanmaya çalışılır. Bu tedavi yönteminde, davranışçı yöntemlerle, terapist, kişinin sorunlarını çözmeyi öğrenmeleri, duygularını kontrol etmelerini sağlama çabasını öğretmeye çalışır. Özellikle, terapötik yardımda günlük yaşama ait sorunlarla başa çıkabilecek şekilde vasıf kazanmalarına yardımcı olunmaya çalışılır. Bu kişiler sosyal becerileri arttırılarak kabul edilebilir, toplumun ve yakın çevrelerinin kabul edeceği  yöntemleri kullanmaya yönlendirilir. Terapötik yardım esnasında, kişilerin kaygılarını kontrol edebilmeleri üzerinde çalışmalar yapılır. Bu tedavi uzun süreli bir tedavi planlaması olarak düşünülmelidir ancak önemli ölçüde verim alınabildiği görülebilmektedir. Özellikle dürtü kontrolünde verimli ve ciddi gelişmelerin sağlanabilmektedir.

 

Boşanma, bireyleri varsa özellikle çocukları derinden etkileyen bir deneyim olarak karşımıza çıkar. Anne ve babaların boşanmaları sonucu çocukların yaşadığı geçişler, onlarda yüksek seviyede stres, kaygı ve öfkeye neden olmaktadır.

Boşanan aile çocuklarının %20-25’i ciddi davranış problemleri gösterirken, anne ve babası bir arada olan çocuklarda bu oran %10’dur Boşanmanın çocuklara etkisi üzerine yapılan kapsamlı çalışmalar, boşanmanın çocukların benlik tasarımı üzerinde olumsuz etki yaptığını, boşanmış aile çocuklarında ciddi uyum güçlükleri olduğunu göstermektedir.

Gerek bireylerin gerekse çocukların yaşamında birtakım değişim sağlamalarını gerektiren boşanma, bu özelliğiyle bir geçiş dönemi olarak da nitelendirilebilir. Bu sürecin ne yönde çözümleneceği, bireylerin kişilik özelliklerine, baş etme becerilerine, alacakları yardım ve desteğe bağlıdır.

Ebeveynlerin bu sorunlarla başa çıkma yolları, çocuk üzerinde doğrudan ve büyük bir etkiye sahiptir. Belki ne olduğunu ya da olacağını anlamayacak kadar küçük olsa da mutlaka sarsıntılarla sallanacaktır. Boşanma sırasında çocuğun yaşının, çocuğun psikolojik ve sosyal uyum ve anne-baba ile ilişkilerine üzerine en anlamlı etki eden faktör olduğunu saptamışlardır.

Her çocuğun gelişim hızı aynı olmasa da, aynı yaş grubundaki çocuklar benzer özellikler taşır. Ailenin dağılması, aynı yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da bir çok değişik duygusal tepkiye yol açar. Çocuklar bu duyguları ilerideki yaşamlarının çeşitli aşamalarında tekrar tekrar yaşayabilirler. İçinde bulundukları yaşa göre bazı duygular öne çıkar, diğerleri geri planda kalıp ileriki yaşlarda tekrar yoğunluk kazanır.

Eğer boşanma evliliğin başlarında gerçekleşmişse ve çocuk 0-3 yaş grubunda ise; anne ve çocuk hatta baba ve çocuk arasındaki duygusal ilişkileri azalttığından, çocuğun duygusal beslenmeyi yeteri kadar sağlayamaması büyüme ve gelişimini geciktirebilir.

Bunun yanı sıra uyku ve yeme problemleri ve ayakta durmak, oturmak gibi bazı motor yetenekler ve kekeleme ve kelimeleri yutma gibi bazı dil gelişimi problemleri de görülebilir. Okul öncesi dönemde ise; içe kapanık ya da tam tersi fazla atılgan olma ancak her iki durumda da sosyal ilişkilenmede güçlükler yaşama görülebilir.

Bu dönemde oluşan özgüven kaybı karakteristik bir şekilde kişilik yapısında yer alabilir. Bütün bunlara ek olarak zihin gelişimi gecikebilir ve önlenebilir. Dikkati toplamada yaşanan güçlükler çocuğun verimli öğrenmesini ve akıl yürütmesini zorlaştırır ve son derece olumsuz etkiler. Okul çağında ise; ön planda görünen okul başarısızlığı ve uyum bozukluğudur. Çocukta ilgi ve dikkat problemleri dikkat çekicidir. Uyku ve yeme problemleri devam edebilir. Toplumla ilişkisi zayıflayan çocuk kendini ifade etmekte zorlanacağı için sosyal ilişki güçlükleri yaşayacaktır. Ergenlikle beraber yukarıda sayılan bir çok olumsuz etkinin yanı sıra hayata eleştirisel yaklaşan, olumlu düşünemeyen hedef koyma ve strateji oluşturmada yetersiz, kişiler arası ilişkilerde sorunlalar yaşayan, dürtülerini kontrol edemeyen, sınırlarını kestiremeyen, savunma mekanizmalarını sık ve yanlış kullanan, suç işlemeye eğimli bir kişilik yapısının ortaya çıkması oldukça yüksek bir ihtimaldir.


Sonuç olarak; ister saldırganlık ya da hırçınlık, ister alt ıslatma ve dışkı kaçırma, ister uyku ve yeme problemleri, ister dikkat problemleri ve okul başarısızlığı şeklinde olsun boşanma, çocukta bir takım uyum ve davranış bozukluklarına neden olmakta ve çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu olumsuz etkilerin en aza indirilmesi ancak anne ve babanın olumsuz tutumlardan kaçınmalarıyla mümkündür.

 
BOŞANMADAN SONRA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN KONULAR
 
Boşanma aile birliğinin yıkılması ve yerine yeni bir düzen kurulması anlamına gelen zor bir süreçtir. Çocuk için önemli bir travma nedeni olabilecek bu dönemin en az zararla atlatılabilmesi için ailelerin dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır. Bu başlık altında öncelikle ailelerin bu süreçte düşmemeleri gereken hataları vurgulayalım.

Evlilik esnasında taraflardan biri gerçekten mağdur edilmiş, çok canı yanmış olabilir. Ancak unutulmamalı ki bu mağduriyetin sebebi olarak görülen kişi, aynı zamanda çocuğunuzun annesi ya da babasıdır. Elbette acı çeken bir kişi bunu eşiyle dostuyla paylaşmak isteyecektir fakat bunu yaparken bile çok dikkatli olmak gerekir. Böyle bir konuşma esnasında çocuğun da aynı ortamda bulunmamasına özen gösterilmelidir. Boşanmanın ardından anne babaların çocuğu kazanma yarışına girmelerine sık sık rastlıyoruz. Bazı ebeveynler çocuğu kendi taraflarına çekmek için çocuğa yanlış mesajlar veriyorlar. Öyle şeyler yaşanıyor ki, çocuk annesinden ya da babasından uzaklaşsın, diğer tarafı seçsin diye “Annen/Baban seni sevmiyor zaten” diyenler, karşı tarafı suçlayanlar dahi oluyor. Bu sözler çocuğun ruh dünyasında tahmin edilemez boyutlarda yaralar açar. Bu çok yanlış ve çocuk açısından çok yaralayıcı bir tutumdur. Eşler ayrılsalar bile çocuğu annesinden ya da babasından ayırmaya çalışmak, eski eşten öç almak için çocuğu kullanmak çocuğun ruh sağlığı açısından asla düşülmemesi gereken hataların başında gelir. Boşanmanın ardından anne babalar çocuğu kendi taraflarına çekmek için onun istediği her şeyi yapma yanılgısına da düşebilirler. Her istediğinin yapılması çocukta disiplin eksikliğine yol açar. Oysa ki disiplin, doğru kullanıldığı takdirde sağlıklı bir kişilik gelişimi için elzem bir unsurdur. Disiplinli olmaya alışmamış bir çocuk ileride sosyal yaşama adapte olmakta zorluk çekebilir.

      Boşanan eşler, aralarında yaşanan kötü olaylara rağmen arkadaş olmaya gayret göstermeliler. Yaşamı boyunca çocuğun önüne çıkabilecek bir sürü problem olabilir. Anne babanın kimi zaman bu problemlere birbirlerine danışarak çözüm bulmaları, ortak kararlar alıp uygulamaları gerekir. Herhangi bir iş arkadaşı gibi, hiç olmazsa telefonla görüşülebilir. Unutulmamalı ki anne babanın kendi sorumluğunda olan çocuklar her türlü husumetten, öfkeden daha önemlidir.

Dağılan bazı aileler çocukları için bazen bir araya gelip arkadaş gibi davranabiliyorlar. Bunu başarabilmek çocuğun bu dönemi yaralanmadan atlatmasına yardımcı olacaktır. Boşanma sonrasında ebeveynlerin sorumlulukları artabilir. Boşanmadan önce çalışmayan bir anne ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmaya başlamak zorunda kalabilir. Bir evin sorumluluğunu tek başına yüklenmek, çocuk sahibi olmanın ve işin gereklerini bir arada yerine getirmek zordur. Bir insanın, iyi ve başarılı olması önemlidir ama bundan daha önemlisi iyi bir anne ya da baba olmasıdır. Bir çocuk, anne babasının ilgisine, onlarla birlikte vakit geçirmeye muhtaçtır. Bu noktada sürekli ve nitelikli birliktelik, çocukla geçirilen kaliteli zaman kavramı önem kazanır. Anne ya da baba çocuklarıyla ilgilenirken bütün dertlerini, sorumluluklarını bir kenara bırakıp çocuğa odaklanmalıdırlar. Çocuk annesinin ya da babasının aklının başka yerde olduğunu hissederse kendisini dışlanmış gibi hisseder ve bir yere ait olma ihtiyacı duyar. Çocuk kendisine önem verilmediğini hissetmemeli, kendisini güvende ve ailesine ait hissetmelidir. Çocuğun psiko-sosyal ihtiyaçlarının karşılanması kişilik gelişimi açısından çok önemlidir. Anne baba çocuğunun ihtiyaçlarını görüp doyurmazsa çocuk, içgüdüleriyle bazı anlık zevklere yenilebilir, ait olma duygusunu yanlış insanlarla tatmine yönelebilir. Çocuğun cinsel gelişimi açısından da vurgulanması gereken noktalar var. Bilindiği gibi erkek çocuklar cinsel kimliklerini babadan, kız çocuklar anneden alırlar. Örneğin üç yaşındaki bir erkek çocuk sürekli olarak anne, anneanne, teyze arasında büyürse, çevresinde yeterli erkek model yoksa cinsel kimliği yanlış gelişebilir. Çocuk yanlış cinsel özdeşimler kurabilir. Babanın erkek çocukla zaman geçirmesi önemlidir. Kuşkusuz aynı ilişki anne ve kız çocuk arasında da gereklidir.

    Kimi zaman boşanmaların ardından ikinci evlilikler gündeme geliyor. Anne babalar ikinci evliliklerini yapınca ilk evliliklerden getirilen çocuklarla üvey anne babalar arasında bazı uyum problemleri yaşanabiliyor. Gerçi bu ilişkiyi çok iyi dengeleyen aileler de oluyor. Üvey anne eğer kendisini aşabilen, gerçeklerle yüzleşebilen biriyse denge kurup adil davranmayı başarabiliyor. Fakat problemli ailelere de çok daha sık rastlıyoruz.

Konuyu özetlersek; boşanmalardan çocuğun nasıl en az zararla çıkabileceğini düşünmek gerekir. Çocuğun boşanmadan ötürü kendi suçlaması muhakkak önlenmelidir. Ebeveynlerin “Biz ayrılıyoruz ama annelikten babalıktan ayrılmıyoruz. Arkadaş kalacağız ve senin iyiliğin için elimizden gelen her şeyi yapacağız” mesajını çocuğa vermeleri, ayrıldıktan sonra da geçmişte yaşananlara sünger çekip çocuğun ihtiyacı doğrultusunda dayanışmaya girmeleri çocuk açısından en iyisidir. Çocukluk döneminin kişiliğin oluşması açısından ne denli önemli olduğunu biliyoruz. Çocuğun bu dönemi mümkün olduğunca sağlıklı geçirmesi için aileler ellerinden gelen özeni göstermelidirler.