Sıkı kurallarla yönetilen bir Katolik okulunda, ‘diktatör ruhlu’ müdireyle liberal yaklaşımlı bir pederin mücadelesini, yaşanmışlığı tartışmalı bir olayın etrafında anlatan ‘Şüphe’, muhteşem oyunculuklarıyla sezonun en iyi filmlerinden biri

UĞUR VARDAN

Oyuncuların en sevdiği senaryolar, tiyatro uyarlamaları olsa gerek. Malumbu tür çabalarda sinemanın ‘modern yan öğeleri’yle (mesela teknoloji, mesela özel efektler) olan işbirliği rafa kaldırılır ve film elindeki en iyi şeye, yani oyuncu kalitesine dayanılarak çekilir. Geçen hafta böyle bir örnek vizyona girmişti. Ron Howard’ın ‘Frost/Nixon’ından sonra bu hafta da benzer bir yapıya sahip olan ‘Şüphe’yle (Doubt) haşır neşir oluyoruz. ‘Frost/Nixon’, ‘En iyi film, yönetmen, erkek oyuncu, uyarlama senaryo ve kurgu’ dallarında Oscar’a adaydı, ‘Şüphe’ ise ‘En iyi kadın, en iyi yardımcı erkek, en iyi yardımcı kadın (ki bu dalda iki temsilci yolluyor ‘Akademi meclisi’ne) ve en iyi uyarlama senaryo’da heykelcikleri kapmak için yarışacak.
Film, yönetmeni John Patrick Shanley’in yazdığı ama hiç sergileyemediği tiyatro oyununun sinema uyarlaması. 1964’de, Bronx’ta çocuklara Katolik eğitimi veren St. Nicolas Kilisesi’nde geçen filmde, dört ana karakterin bir ‘şüphe’ etrafında giriştikleri psikolojik savaşı anlatılıyor. Okulun müdiresi rahibe Aloysius Beauvier, modernizmden nefret eden eski kafalı bir yöneticidir. Tek bir ‘şiarı’ vardır; disiplin. Peder Flynn ise liberal görüşlüdür ve rahibenin ‘küflenmiş’ bakış açısının artık tarihin çöplüğüne yuvarlanması gerektiğini düşünür. Rahibe James ise, mesleğinin başında, tüm saflığıyla mücadele alanına dahil olan, okulun yeni öğretmenlerindendir. Genç rahibe, etrafı ve insanları tanıma aşamasındayken, kendince ‘işkillendiği’ bir olayı müdire hanıma aktarır. Bunun üzerine rahibe Aloysius, peder Flynn’e savaş açar.
Shanley, yer okul deneyimlerinden de yararlanarak yazdığı ‘tiyatro oyunu-filmi’nde, bir şüphenin insanlar üzerinde yarattığı etkileri sorguluyor. Aslında filmin derdi şüpheden çok ‘dedikodu’yla ilgili. Rahip Flynn, bizim imamların ‘Cuma hutbeleri’ni andıran vaazında, muhteşem bir ‘dedikodu tasviri’ne soyunuyor. Bu bölüm, belki de hikâyenin kalbinin attığı yer. Flynn’ın anlattıklarını dinledikten sonra, öyküdeki her şey yerli yerine oturuyor. Zaten yönetmenin kimi söyleşilerinde vurguladığı gibi filmin meselesi rahip Flynn’ın mevzubahis olunan suçu işleyip işlememesi değil, insanoğlunun kendi inandıkları doğrultusunda, karşı tarafı mahkûm edebilme ve vicdanını, kendi durduğu noktaya göre temiz tutabilme ‘kabiliyeti’.
Şimdi bir kıyas düzlemine soyunalım: ‘Şüphe’, ‘türdaşı’ ‘Frost/Nixon’a göre şöyle bir avantaja sahip, film sadece oyunculuk performanslarıyla değil, aynı zamanda sinemasal anlarıyla da ilgiye değer bir çaba. ‘Frost/Nixon’, özel bir dönemin ifadesiydi. ‘Şüphe’ ise genel insanlık durumları üzerine çok şey söylüyor. Ayrıca öykünün geçtiği 60’lar, Amerikan tarihi açısından ‘özel’e kayabilecek unsurlara da sahip. Kennedy öldürülmüştür, sivil hareketin sesini yükseltme zamanıdır, ırkçılıkla hesaplaşma başlamıştır, Vietnam’ın ayak sesleri duyuluyordur ve işte bu dönemde, daha çok İrlandalı ve İtalyan kökenli ailelerin çocuklarının gittiği bir okula, siyahi bir öğrenci alınmıştır. Ve fakat işte bu öğrencinin de içinde bulunduğu bir ‘skandal’ın patlama zamanıdır.

Amerikan ‘Sonbahar’ı…
Meryl Streep, ‘diktatör ruhlu’ müdirede muhteşem oynuyor, karikatürize bir karaktere hayat ve gerçeklik katıyor. Keza peder Flynn’da Philip Seymour Hoffman da, en az Streep kadar muhteşem. ‘En iyi yardımcı kadın’da rahibe James rolüyle aday olan Amy Davis, bence daha çok ‘iyi’ tanımlamasını hak ediyor. Siyahi öğrenci Donald Miller’ın annesi rolündeki Viola Davis, Oscar tarihinin ‘en kısa ama öz performansıyla heykel alanlar listesi’ne dahil olabilir.
Sonuçta Roger Deakins’ın kamerası sayesinde ‘sonbahar’ın hüznünü son derece başarılı ve yüreğe seslenen kadrajlarla önümüze getiren ve uzaktan uzağa Arthur Miller’ın ‘Cadı Kazanı’nı çağrıştıran ‘Şüphe’, Oscar alsa da almasa da gönlümüzün Oscar’ını kaptı bile.