Kent ve mimarinin İstanbul’u okurlara sunuluyor

YEM Yayın, bu yılki teması ‘İstanbu’u Yazmak’ olan 29. İstanbul Kitap Fuar’nın Onur Yazarı, ünlü mimarlık tarihçisi Prof. Doğan Kuban’ın ‘Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları’ adlı kitabının genişletilmiş 2. baskısını yayımladı.

Doğan Kuban, bu kitapla okuyucuyu tarihe sevgi beslemeye ve geleceği eleştirel bir yaklaşımla ele almaya davet ediyor. YEM Yayın, bu yılki teması “İstanbul’u Yazmak” olan 29. İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı Doğan Kuban’ın Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları adlı kitabının genişletilmiş 2. baskısını yayımladı. Ünlü mimarlık tarihçisi Kuban kitapta, 1953’ten bu yana hem tarihçi ve yazar hem de bir İstanbullu olarak edindiği gözlemlerini aktarıyor.

Doğan Kuban’ın Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları, bir yandan geçmişin gurur veren fakat giderek varlığı yeni kent kaosu içinde kaybolan mirasını, öte yandan geleceğin düşündürücü karanlığını dile getiren bir seçki. Kitap, okuyucuları tarihe sevgi beslemeye ve geleceği eleştirel bir yaklaşımla ele almaya davet ediyor.

100’e yakın fotoğraf ve gravürün yer aldığı 372 sayfalık kitapta, Kuban’ın özellikle Osmanlı Mimarisi (YEM Yayın, 2007) adlı kitabında ayrıntılı olarak anlattığı bazı anıtlara ilişkin bilgilerin yer aldığı yazılar, yerini, kentsel ve sosyal gözlemlere ağırlık veren yeni yazılara bırakmış. Böylece kitap, betimlemeden çok eleştirel gözlemlere ağırlık veren bir üslup kazanmış.

Kuban, “Eski İstanbullu” adlı şiiriyle başlayan kitabında okuyuculara çok zengin bir İstanbul panoraması sunuyor ve İstanbul’un arkeolojisinden Romalı-Bizanslı kimliğine, Osmanlı dönemindeki gelişmesinden son elli yılda geçirdiği dönüşümlere; Boğaziçi, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Süleymaniye gibi simgelere; İstanbul’da yaşanan kültürel ikilemlerden yeni kentlilere kadar çok sayıda olguya değiniyor.

İstanbulluların yaşadıkları kenti sevmeleri kadar sorgulamalarının da önemli olduğunu vurgulayan Kuban’a göre, en büyük ve en güzel kentimize ve onun gelişimine eleştirel bir gözle bakmamız gerekiyor.

Her şeye karşın umutlu bir tablo çizen Kuban, bunu belki de en güzel şu sözleriyle ifade ediyor: “Topoğrafyanın ve tarihin mirası olmasa, İstanbul’da güzeli bulmanın artık çok zor olduğunu itiraf etmeliyim. Ancak İstanbul’un hâlâ yok edemediğimiz doğal mekânları var. Deniz ve tepelerle oluşan, kıyılarla insanın gözünü uzaklara sürükleyen mekânlar.

Üsküdar’la Beşiktaş ve Eminönü arasında gidip gelirken, Bebek’ten Kandilli’ye geçerken, Kadıköy’den Köprü’ye gelirken, Sarayburnu’ndan Boğaz’a bakarken, köprülerden geçerken, kıyı yollarında dolaşırken, Boğaz’dan Karadeniz’e açılır ya da Karadeniz’den Boğaz’a girerken, Marmara’dan ya da Salacak’tan İstanbul’a bakarken, hangi kültür tabakasından gelirseniz gelin bakmaya doyamayacağınız güzellikler var.

Hele bunları baharın, dumanla kirlenmemiş bir sabahında, güneş sizi ısıtmaya başladığı zaman, İstanbul’un bir kıyısında, bir kahvesinde, hafif sisler içinde, Sisley’den bir tablo gibi algıladığınız zaman insanların yaptığı bütün kötülükleri unutabilirsiniz. Hafif bir kader ezikliğiyle belki affedebilirsiniz bile. Düşünceyi katmadığınız saf algı anlarında İstanbul’dan daha güzel bir kent olmadığını, dünyayı burada yaşadığınız için şanslı olduğunuzu bile düşünmeye başlayabilirsiniz…”