‘Çare kadim bilgilerde ve Marksist yorumda’

Veda-Bir Dostluğun Öyküsü ve Sanat Uzun Hayat Kısa. İki Zülfü Livaneli yapıtı… Veda-Bir Dostluğun Öyküsü, çocukluk arkadaşı Mustafa’yla, Kurtuluş Savaşı kahramanı Mustafa Kemal Paşa’yla ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’le pek çok yaşantıyı paylaşmış, kederine, tasasına ve sevincine şahit olmuş Salih Bozok’un ve Mustafa Kemal’in can kardeşliği konu ediliyor romanda.

Kardeşliğin, dostluğun, yurtseverliğin, savaşın, göçün, acıların, kurtuluşun, sevinçlerin öyküsü anlatılıyor iç içe, omuz omuza. Sanat Uzun Hayat Kısa adlı kitabı ise çok boyutlu bir sanatçının okuyarak, besteler yaparak, filmler çekerek, romanlar yazarak ve hepsini halkla iletişim halinde üreterek yaşarken birikmiş sözlerinin süzülmesinden oluşuyor.Livaneli ile Veda-Bir Dostluğun Öyküsü ve Sanat Uzun Hayat Kısa adlı kitaplarını konuştuk.

-‘Veda’ ile ilgili aldığınız en sık eleştiri ve en gönendirici değerlendirme neydi? Herkes bir şeyler söyledi… Asıl tanımını Atatürk ve Salih Bozok’ta bulan idealler, dostluk, kardeşliğin ekranda devleştiğini söyleyen de oldu, klişenin klişesi diyen de… ‘Veda’nın yaklaşımını en yalınından sizin dilinizden aktarmalı, nasıl bir yaklaşım benimsedi yazar-yönetmen Livaneli, geçişleri, insani anekdotları nasıl eklemledi ve geliştirdi?

– ‘Veda’nın Türkiye’de büyük bir sarsıntı yaratacağını biliyordum. Tam da bu nedenle yaptım filmi. Çünkü Türkiye bugüne kadar Atatürk’e ilişkin bir sinema filmi yapamamıştı. Belgeseli, TV dizisini, sinema filminden ayıramayan birileri epey gürültü yaptılar ama onların hiçbir önemi yok.

Nasıl 1978 yılında Nâzım bestelerinden oluşan ilk ve tek uzunçaları yapmak bana nasip olduysa, Atatürk’le ilgili ilk sinema filmini çekmek onuru da benim özgeçmişime yazıldı.

Nâzım Türküsü yayınlandığı yıl kopan gürültüyü duysaydınız korkardınız. Birtakım karanlık yürekli yarım aydınlar beni neredeyse çarmıha geriyorlardı. Ben kim oluyormuşun da Nâzım besteliyormuşum falan filan. Benim yerimde daha yüreksiz birisi olsaydı korkudan işi gücü bırakır, bir daha beste yapmaya tövbe ederdi.

Bir de bugünkü duruma bakın. O gürültüyü koparanları hayat harcadı, kimi bir köşede kıskançlık krizleri geçirerek öldü, kimi hayata küstü. Adlarını hatırlayan yok. Ama Karlı Kayın Ormanı, Memetçik Memet, Hoşgeldin Bebek, Hoşçakal Kardeşim Deniz gibi besteler milyonların dilinde marş halinde söyleniyor. Hem de sadece Türkiye’de değil. İspanya’dan Japonya’ya kadar birçok ülkede.
 

Avrupa’nın son romantik lideri

‘Veda’ filminde de durum aynıdır. Sadece Türkiye’de bir milyonu aşkın insan, filmi alkışlarla ve gözyaşlarıyla izledi. Açın Facebook’u ‘Veda’ yazıp bakın, gençler hayatlarında gördükleri en güzel film olduğunu haykırıyor. FIPRESCI Genel Sekreteri Klaus Eder gibi saygın otoriteler filmi göklere çıkarıyor. Bana da artık bir kenara çekilip ‘Veda’nın klasik oluşunu izlemek kalıyor.

Üzüldüğüm tek şey; yapımcıların yanlış bir kararla filmin 2.5 saatlik normal halini değil de kısaltılmış versiyonunu göstermiş olmaları. Kesilen sahnelere canım canıyor.

Bir de şu var: Atatürk, dünya tarihinin gördüğü en olağanüstü şahsiyetlerden birisi. Bir dâhi. Büyük İskender ya da Napolyon gibi sadece asker değil. Bir kültür adamı, müthiş bir siyasetçi, merhametli, hümanist bir aydın. Avrupa’nın son romantik lideri. Bir tek filmle böyle bir insanı anlatmanın mümkün olmadığı açıktır. Bunu bildiğim için Salih Bozok’un aynasından yansıyan Atatürk’ü anlatmak gibi sınırlı bir yöntemi tercih ettim. Zaten bu yöntemi bulmasaydım filmi çekmezdim.

Yabancı eleştirmenler bu buluşu alkışladı, Yaşar Kemal, Yıldız Kenter, Türkan Şoray gibi ustalar harika sözler söylediler. Ama filmin orasına burasına takılıp, ‘Zeybek böyle oynanmaz’ diye saçmalayanlar bile çıktı. Çünkü cahiller. Rumeli’de, Selanik’de nasıl zeybek oynandığını bilmiyorlar. Dünya şampiyonu zeybek hocalarının aylarca koreografi üzerinde çalıştığını kavrayamıyorlar. Kendi bilmedikleri şey de ‘yok’ oluyor.

– ‘Veda’ çekilecek başka Atatürk filmlerine de esin olacaktır kuşkusuz.

– ‘Veda’ amacına ulaşmıştır. Türkiye’nin tarihine Atatürk’e ilişkin ilk ve tek sinema filmi olarak yerleşmiştir. Gelecek kuşaklar daha iyisini, daha büyüğünü mutlaka çekeceklerdir ve bugün gösterdiğimiz çabayı teşekkürle anacaklardır.
 

AKP Atatürk konusunda nasıl çark etti?

– AKP’nin Atatürk hakkında hayret verici şekilde dehasını olumlar sözler sarf etmeye, nitelemeler kullanmaya başlamış olmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Bence AKP, bu ülkede Atatürk’e karşı çıkarak bir yere ulaşamayacağını anladı. 1938 yılında vefat etmiş olan büyük lider hâlâ öyle güçlü ki onun köklü mirasını sarsmaya kimsenin gücü yetmeyecek. Bu ülkenin harcında Atatürk aydınlığı var ve bu hiçbir zaman kararmayacak. Bence pragmatik yönü güçlü olan AKP yöneticileri iktidar dönemlerinde bu gerçeği kesin bir biçimde gördüler ve bir politika değişikliğine gittiler.

– Denemelerden oluşan ‘Sanat Uzun Hayat Kısa’ sizi en ortaya koyan yapıtınız olsa gerek… Bu bağlamda okurla nasıl bir buluşma oldu ‘Sanat Uzun Hayat Kısa’?

– Bu kitap benim hayatımın, düşüncelerimin, hatta duygularımın özüdür diyebilirim. Denemeler sadece düşüncelerle değil, sezgilerle oluşur. Bilim insanları gibi ispat yükümlülüğü de yoktur. Adı üstünde denemeler işte. Ben Alain, Montaigne, Maurois gibi denemecileri çok ama çok severim ve sürekli okurum. ‘Sanat Uzun Hayat Kısa’ adlı denemelerim bir anlamda kendi yüreğimin derinliklerini keşfetme çabasıdır.

‘Denemelerim Marx’ın izindedir”

– Peki çok yönlü bir toplam olarak değerlendirilirse bu denemeler nasıl bir Zülfü Livaneli toplamı olsa gerek?

– Bernard Shaw çok güzel bir şey söyler: ‘Zaman içinde ölçülerimin değiştiğini anlayan bir tek insan oldu: O da terzim!’ der. Ben de değişen ölçülerimi, hayat hakkındaki görüşlerimi bu kitabı yazarak kavradım. Görüşlerimde temel bir değişiklik olmadığını da sevinerek gördüm. Marx’ın öngörülerine, 1844 elyazmalarında yani Genç Marx’ta dile gelen evren kavrayışına giderek daha çok bağlandığımı görmekle mutlu oldum.

Nasıl bütün dinler hurafelerle, kör inançlarla kaplanmış ve özünden uzaklaşmışsa, diyalektik ve tarihsel materyalizmi bir din haline getirenler de çeşitli sol hurafeler ve yanlış ritüellerle bozmuşlar Marksizmi. Oysa bugün Marx’a en çok ihtiyaç duyulan, vahşinin vahşisi bir kapitalist diktatörlük dönemine girdik. Elmas madeni kazar gibi, Marx’ı yeniden keşfetmeliyiz.

Kitabımda çok fazla Marx ismi geçmediği için belki de bu sözlerim şaşırtır sizi. Ama denemelerimin tümü Marx’ın konuları dahilindedir. Yani ‘İnsanım ve insani olan hiçbir şey bana yabancı değildir’ sözü kapsamına girer.

– Didaktik değil, paylaşım usulü ilerliyor gibi yapıt… Kimi deneme kitabı gibi despot değil hani… Yanıldım mı?

– Yalnız yazıda değil, hayatın her alanında despotluktan nefret ederim. Didaktik olan hiçbir metni de sevmem. Ayrıca ben kimim ki insanlara bir şey öğreteyim. Ancak sorular sorar ve insanları bu sorular üstünde düşünmeye çağırabilirim. Bir seferinde şöyle bir şey söylemiştim: ‘Ben hiçbir şey bilmem ama her gün yeni bir şey öğrenirim.’ Yazmak da öğrenme yollarından biri.
 

‘Yeni romanımı yaşar’

Kemal’le paylaştım’

– Yapıtta en sık duyumsanan, çağın her alanda neredeyse töze inen baştan savmalığı, basmakalıplığı, naylon üretimi, kültürü şeker gibi eritişi, kentleri tüketişi, tarihe hunharca el atılışı, memleketin mutedil aralıklarla ustaca gerilişi, bölünüşüne o haklı isyan… Bu noktada nasıl bir panzehir önerisi getiriyor Sanat Uzun Hayat Kısa?

– Mutluluk romanımda bir bölüm başlığı vardır: ‘İnsan insanın zehrini alır’ diye… İşte panzehir budur. Çare insanda, insanlığın kadim bilgilerinde ve 21. yüzyılın Marksist yorumunda.

– Yeni tasarılarınızı sorarak bitirelim söyleşimizi.

– Her yaratıcının kafasında romanlar, melodiler, filmler uçuşur durur. Bazen biri öne çıkar bazen öteki. Şu sıralarda üstünde çalışmaya başladığım ve konusunu sadece Yaşar Kemal’le paylaştığım roman beni mutlu ediyor.

gamzeakdemircumhuriyet.com.tr

Veda-Bir Dostluğun Öyküsü/ Zülfü Livaneli/ Remzi Kitabevi/ 88 s.

Sanat Uzun Hayat Kısa/ Zülfü Livaneli/ Remzi Kitabevi/ 398 s.