Yaşamın Sevinci…
Hikmet Çetinkaya
1 Ocak 2012 – Cumhuriyet

Gözlerinin kül rengi ışığında, çocuksu bir gülümsemeyi anımsıyorum, 2012’nin ilk gününde…

Duru göğün altında kapalı bir sessizlik.

Işıksın, sabahsın sen…

Bir şiirsin yaşanmamış günlerden saklı.

Yırtıcı köklerisin sen yaşamımın…

Bir günbatımını özlüyorum, bir kayanın yamacından bakarken.

Çiçekleri, kuşları, denizin pembe çevresinde yeni doğan su perisini.

Donmuş tarlalardan geçiyorum seninle, doğa yeniliyor kendini, yeniden boyamak için çayırları, çatlayan toprağı.

Resmi yalanlarla dolu bir suç ortaklığı dünyayı kuşatırken, dürüst olmanın bedelini ödüyoruz.

Yağmalanan dağlarımızı, ovalarımızı gördükçe içimiz sızlıyor.

Koylarımız, büklerimiz satıldıkça görünmeyen bir okyanusun içine gömülüyoruz.

Dünyanın tüm sorunları açan bir tomurcuk gibi geldiğinde bize, açlıktan ölen çocukları düşünüyoruz.

Katliamları, faili meçhulleri!

***

Kaygılarımız karanlığa yolluyor bizi…

Aşk bir yerlerde güneşi tahta çıkarırken haberimiz bile olmuyor.

Tepeden tırnağa pişmanlıklar, ağlamalar…

Alın yazısı mıdır bilmiyoruz!

Ateş buza vurur ve yaşama…

Gizli bir yeraltı sevinci şafak sökerken mavi sulara.

Edmond Jabes’in “Hayat İçin Yazı Sayfası” ya da “Hayat ile Ölüm Arasındaki Söyleşi” benim ülkemde kız çocuklarını, kadınları anlatır.

Adına töre denilen o vahşeti, çocuk gelinleri…

Harflerin sesinde yüzyılların gururu ve yıkımı var biliyor musun?

Ölü bir gövdede kalan ise ruhun külleridir.

***

Yaşamı delip geçen o dipsiz avuntularla oyalanırken, yıllar hep böyle hızlı gelip geçer.

Ölümcül silahların gölgesinde yaşar çocuklar…

Tıpkı Uludere’de olduğu gibi.

Her ölüm yüreğimizden bir parça alıp götürür.

Tüm beklentilerimiz, özlemlerimiz, umutlarımız yok olur.

“Yürek öğretir mi bağışlamayı

Kaç yılda unutur anımsamayı”

Karanlığın kapkara taneleri kar gibi yağarken yüzümüze, sen ve ben tüm mavileri kuşanmak istesek de kuşanamayız.

Van’ı, Erciş’i düşünürüz…

Soğuktan kırılan bebeleri, insanları…

O çadır yangınlarını, ölümleri!

***

Octavio Paz’ın “Unutuş”u geliyor aklıma yeni yılın ilk gününde.

Senin gözlerin çocuğum…

“Yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta

Gözkapaklarının kırmızı yaprakları altında.

Gömül vızıldasın sesin

Düşen sesin halkalarına

Ve uzaklarda yankılan

Dilsiz bir çağlayan gibi,

Davulların çalındığı yerde.”

Paz’ın saydam bir günün gövdesini açtığı saatlerde, güneş taşına bağlan 2012 yılında.

O sıvı karanlığında uykunun, yıldızları topla…

Barış için, akan kanın durması için.

Zamanın izniyle çığlıklar atarken, sevgi ateşlerini yakmak için…

Artık uyan!

***

Başını çevir gökyüzüne ve haykır:

“Sen yaşamın en büyük sevincisin. Yılların yılgınlığından beni sen kurtardın. Asla bitmesin öykümüz, gözlerimiz hep buluşsun. En güzel sevdiğim çiçeklerin kokuları içinde delişmen bir yaşam sürsün. Umutlarımız ülkemizin ışığı olsun.”

Tümcelerin bir yaprak gibi ağaç dallarında açarken yeniden sesleniyorum işte:

“Sonsuza kadar var mısın?”

Beyaz çizgileri ve ay çarpmış aleviyle gözlerinin…

Özlemin kıskaç gibi olduğunun.

Yaşamın!

Farkında mısın?

Tüm engelleri atlamanın zorluğu gibi…

Şu yaşam denilen hikâyenin…

2012’nin ilk sabahında…

Yeni yıla kocaman bir “merhaba” demek için!

Söyle var mısın?

1 Ocak 2012 – Cumhuriyet