Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin, benim kişisel tarihimde çok özel bir yeri vardır. Babam orada doktordu, diş doktoru olan amcam ise akıl hastası olarak yıllarca orada yattı ve orada öldü. Babamın çalıştığı yıllarda oranın adı Bakırköy Akıl Hastanesi ya da kısaca “Bakırköy”dü; hatta halk arasında “tımarhane” denirdi. Hastalar ise “deli”ydi.

Babam, Bakırköy’ün “tanrısı” Ordinaryüs Profesör Doktor Mazhar Osman’ın öğrencisi ve yakın çalışma arkadaşıydı…

“Akıl hastalığı” denince bugün hâlâ akla gelen ilk mekân olan Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin, Cumhuriyet’le yaşıt 84 yıllık zengin geçmişi, artık bir müze ile karşımızda.

Fotoğraflar, belgeler, o dönemde hastaları sakinleştirmede kullanılan elektroşok aleti, ilaç şişeleri, mektuplar ve 60’lı-70’li yıllardaki Türk filmlerinden ‘Bakırköy’ sahneleri alınarak oluşturulmuş bir belgesel..

Mazhar Osman ve Babam

Müzenin açılışıyla ilgili davetiye gazeteye geldiğinde dondum-kaldım. Zira davetiyeye esas teşkil eden üstteki fotoğraf, bizim evde babamın albümünde de var ve Mazhar Osman’ın arkasında duranlardan biri de 40 yıl önce kaybettiğim babam.

Açılışa koşa koşa gittim ve ev sahiplerine merhaba bile demeden derhal Mazhar Osman’ın öğrencileriyle olan fotoğraflarını -babamın bir fotoğrafına daha rastlar mıyım diye- uzun uzun inceledim.

Sonra etrafıma bakmaya başladım: Mazhar Osman’ın meşhur cübbesi ve duvarda asılı duran beyaz deli gömleği, 1960’larda başlatılan “En kıymetli hazinemiz aklımızdır” kampanyasının afişleri, “deli”den “ruh hastası”na, “tımarhane”den “ruh ve sinir hastanesi”ne geçişin öyküsü…

Henüz emekleme çağında olan ve yapılacak fotoğraf ve belge bağışlarıyla zenginleşecek bu müze, Başhekim Medaim Yanık’ın verdiği bilgiye göre Türkiye’nin ilk ruh sağlığı müzesi.

Delilik Üzerine

Müzenin açılışında delilik üzerine fikir jimnastiği de yaptık: Ortaçağ’da deliler, gündelik yaşamın bir parçası sayılır, sokaklarda ellerini-kolları nı sallayarak dolaşırlarmış. ılk kez 18. yüzyılda deliler tehlikeli sayılmaya, tımarhanelere kapatılmaya başlanmış.

Fransız filozof Michel Foucault Deliliğin Tarihi’nde, her çağın kendi ütopyası içinde kendini arındırdığı, idealleştirdiğ i tarihsel yolculukta, deliye de bir yer ve rol verildiğini savunur. Akıl, kendini ancak deliliğin zıddı olarak tanımlayabildiğ i için delilik, toplum düzeninin varlığı için
gereklidir…

Babamın muayenehanesi, evimizin giriş katında olduğu için “deliler”, bizim hayatımızın bir parçasıydı. Babamın “sevgili hastaları” olduklarından olsa gerek ben, deli sıfatını genelde sıradışılık ifade eden bir iltifat olarak kullanırım.