Herkes bikinili ve ateşli…

Güzel adamlar ve kadınlar geçiyorlar Katalunya Meydanı’ndan. Kalabalık, gürültülü, her daim güneşli. Kulağa ne kadar da hoş geliyor kelimesi bile ‘Barcelona’nın, hani bazı kelimeler vardır ya, sadece kendileri tek başlarına yeterler göz süzmeye.

Işık Cansu Canayak

Cumhuriyet/ DergiBarcelona hakkikaten öyle de bir yer işte. Daha önce bir mart ayında gelmiştim buraya, soğuktu, griydi. Limanından meşhur akvaryumuna doğru yürürken şaşırmıştım biraz, sanki bu şehir kış da olsa her daim güneşli, pırıl pırıl olmalıydı… Ama yazın tam havasını bulmuştu Barcelona. Las Ramblas’ın çiçekçileri rengârenk açıyor, Katalanlar ancak turist olduğumuz için bizlerle İspanyolca konuşuyor, fena halde Fransızcayı andıran ama ucundan da olsa İspanyolca kalmış dilleriyle muhabbet ediyorlardı şehrin en eski kafelerinden Bazaar’da. Bir de şiir dinletisi sürüp gidiyordu kafede, onca hengâmenin arasında.

Katalunya bölgesi, turistik anlamda İspanya’nın birincisi, ekonomik olarak ise en çok sanayileşmiş bölgelerinden. Art Nouveau’nun ve Katalunya’nın en önemli mimarlarından Antonio Gaudi’nın masalsı eli her yerine değmiş Barcelona’nın. Sinemada olsa Fellini olurdu sanki Gaudi, yazar olsa Gabriel Marquez. Büyülü bir gerçekçilikle yapmış belli çünkü Casa Calvet’i, Casa Mila’yı, bitiremeden önce öldüğü ve hâlâ bitmemiş olan Sagrada Familia’yı ama bence en çok da Güell Park’ını… Bütün Barcelona’nın önünüzde uzanıp gittiği, palmiyelerin arasında “Alt tarafı park yahu bu ama bu bu kadar mı özel olur, Alice Harikalar Diyarı’nda mıyım da şimdilik bilmiyorum” düşünceleri arasında Gaudi’nin o tek parça, upuzun bankında oturduğunuz o parktan bahsediyorum…

Üstelik her yıl 23 Haziran’da, Festival de San Juan’ı, tabir-i caizse yaza merhaba demeyi kutluyorlar Katalunyalılar. Hava kararır kararmaz başlayıp gün ağarana kadar, şehrin her yerinden kesintisiz olarak atılan havai fişekler ile gündüz kadar aydınlık olan şehirde aklınıza gelen herkes sarhoş ve mutlu bir şekilde düşüyor yollara, istikametleri deniz kenarı, en çok da şehrin orta yerindeki plaj Barceloneta… Yaza gelişi kutluyorlar, gökte havai fişekler, yerde kamp ateşleriyle… Herkes bikinili, ateşli, “Akdenizliyim, tutmayın beni” diye haykırıyor neredeyse… Sabah saat 5, hâlâ yüzenler var denizde, kumlarda kurumayı bekleyenler de… Yeni yeni sönüyor kamp ateşleri ve havada hâlâ havai fişeklerin tozu, kokusu…

İspanya’nın her bölgesi ayrı birer ülke gibi diyoruz, bu doğru elbette ama benim gördüğüm kadarıyla değişmeyen bazı şeyler de var: Bu insanlar mutlular ülkelerinden, bir sorun, günahıyla sevabıyla başka hiçbir yerde yaşamak istemez hiçbir İspanyol… Kendilerine kültürel olarak en yakın olan Portekizliler’de ya da İtalyanlar’da da yoktur hiç gözleri. Onlar bilirler İspanyolluklarını damarlarında gürül gürül akan, bağıra çağıra yaşarlar hayatı, ama Madrid’de ama Barcelona’da…