Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Fuat BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

New York’ta bu yıl 10’uncusu düzenlenecek Türk Filmleri Festivali bugün sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanıyor.

New York’ta Türk sanatı ve kültürünü öne çıkarmak amacıyla hareket eden sivil toplum kuruluşu “Moon and Stars Project” tarafından 3-11 Ekim günleri düzenlenen festivalde 24 film gösterilecek.

Festival çerçevesinde, bu yıl da Manhattan’daki “Antology Film Archives” gösterim merkezinde tanınmış Türk filmlerinin yanı sıra yeni filmler de izleyicilere sunulacak.

Festivalin açılışı dolayısıyla verilecek resepsiyonun ardından, Mustafa Emin Büyükcoşkun’un kısa metrajlı filmi “Sardunya” ve “Klasik Türk Sineması” kuşağında Erden Kral’ın 1979 yapımı “Bereketli Topraklar Üzerinde” adlı filmi gösterime girecek.

Festivalde gösterilecek filmler arasında, “Beyaz Melek”, “Mutluluk”, “Yaşamın Kıyısında”, “Münferit”, “Kabadayı”, “Ulak”, “Cenneti Beklerken”, “Güvercin Taklası” gibi filmler bulunuyor.

Kısa sürede hızlı kilo verme bireyin hastalıklara karşı direncini düşürüyor. Sık kilo alıp verme sonrasında ise ‘Yoyo Sendromu’ gelişiyor. Sendromun ardından diyet tedavisi, fiziksel aktivitenin artırılması, davranış değişikliği tedavisi, gerekli durumlarda ilaç ve cerrahi tedavi de uygulanabilir.

Sık kilo alıp vermenin, bağışıklık sistemini zayıflattığı ve metabolizmayı yavaşlattığı tesbit edildi.

Beslenme ve diyet uzmanı Lale Sağlık, sık kilo alıp vermeye bağlı metabolizmanın yavaşlamasının ”Yoyo Sendromu” olarak adlandırıldığını belirterek, ”Bu sendrom adını bir oyuncaktan alıyor. İpe sarılı ensiz makara biçimindeki oyuncakta bir ileri bir geri giden top benzeri kiloların bir alınıp bir verilmesiyle birlikte seyrediyor” dedi.

Sağlık, ”Yoyo Sendromu”na, başta dış görünüş için kilo verme arzusuna dayalı estetik kaygılar, kısa sürede hızlı kilo verme amacıyla uygulanan bilinçsiz ve kişiye özgü olmayan diyetlerin neden olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:

”Özel günler için (doğum günü, düğün, tatil gibi) kısa sürede hedef kiloya yanlış diyetlerle kavuşup sonrasında ulaşılan kiloyu koruyamamak da en sık görülen nedenler arasında yer alıyor. Bunun dışında, uzman kontrolünde sağlıklı bir şekilde hedeflenen ağırlığa ulaştıktan sonra, sağlıklı beslenme önerileri alışkanlık haline getirilmediği ve aniden eski beslenme alışkanlıklarına dönüş yapıldığı için kilolar tekrar geri alınabiliyor.

Bilinçsizce kullanılan zayıflama ilaçları, bireyin kilo verdikten sonra yaşadığı psikolojik durum değişiklikleri de dengesizliğe yol açabiliyor.”

Sağlık, sık kilo alıp vermenin genellikle 20-40 yaş arasındaki kadınlarda estetik kaygısına bağlı olarak ortaya çıktığını söyledi. okumaya devam edin…

Diyetisyen Zuhal Güler Çelik, yurttaşların bayramda bayramda aşırı miktarda besin tüketiminin başladığını, özellikle tatlı ve et tüketiminin arttığını vurguladı. Çelik, günlük sıvı ihtiyacının çay, kahve gibi kafeinli içeceklerle sağlanmaması gerektiğini belirtti.

İstanbul- VKV Amerikan Hastanesi’nden Diyetisyen Zuhal Güler Çelik, midenin, bayramda tatlı ve hamur işi yiyeceklerle yorulmaması ve bayramın ilk günlerinde az ve sık aralıklarla sebze ve meyveye ağırlık vererek beslenilmesi gerektiğini bildirdi.

Çelik, yaptığı yazılı açıklamada, ramazanın ardından, bayramda aşırı miktarda besin tüketiminin başladığını, özellikle tatlı ve et tüketiminin arttığına işaret etti.

Ramazan ayı boyunca iki ya da üç öğünden oluşan farklı bir beslenme tarzına alışan midenin ve metabolizmanın, bir anda çok yoğun bir besin tüketimiyle karşılaşınca, hemen tepki gösterdiğini vurgulayan Çelik, bu durumun başta mide ve bağırsak hastalıkları olmak üzere çeşitli sorunlara sebep olabildiğine dikkati çekti.

Çelik, fazla miktarda ve yağlı besin tüketimiyle kişilerde gaz, hazımsızlık, mide bulantısı gibi mide ve bağırsak sistemi rahatsızlıklarının görülebildiğini ifade ederek, özellikle bu dönemde hamurlu tatlı tüketiminin kandaki yağ ve kolesterol düzeyini yükseltebildiğini belirtti.

Zuhal Güler Çelik, ailesinde kalp, hipertansiyon ve şeker hastalığı gibi kronik hastalığı ve mide rahatsızlığı bulunan kişilerin, bu konuda daha dikkatli davranmaları uyarısında bulundu.

Özellikle yaşı ilerlemiş ve çeşitli sağlık problemleri olanların daha dikkatli olması gerektiğini belirten Çelik, şu bilgileri verdi:

”Ramazanda bir ay dinlenmeye çekilen mide, bayramda tatlı ve hamur işi yiyeceklerle yorulmamalı ve bayramın ilk günlerinde az ve sık aralıklarla sebze ve meyveye ağırlık vererek beslenilmelidir. Vücudun eski düzenine dönmesi daha yumuşak ve sağlıklı bir geçişle sağlanmalıdır. Ramazan süresince kişilerde sıvı alımı düşmektedir. Bu yüzden mutlaka bayram süresince ve sonrasında su ve asitsiz içecekler içilerek, günlük sıvı ihtiyacı karşılanmalıdır. Ayrıca çay, kahve gibi kafein içeriği yüksek içecekler yerine bitkisel çaylar tercih edilmelidir.”

Yüzyılın hastalığı olarak nitelendirilen depresyonun antik çağlardan beri insanlığının sorunu olduğu bildirildi. Gülhane Askeri Tıp Akademisi Psikiyatri Anabilimdalı Öğretim Üyesi Yrd. Dr. Sinan Yetkin, Homeros’un İlyada destanında düş kırıklığından, çökkünlükten ve intihardan söz ettiği bilgisini verdi. Hipokrat’ın yaptığı depresyon tanımına da işaret eden Yetkin, “Efesli Soranus ile İbni Sina ve İshak İbni İbram gibi hekimler de bu konuda önemli gelişim göstermişlerdir” dedi.

Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Psikiyatri Anabilimdalı Öğretim Üyesi Yrd. Dr. Sinan Yetkin, antik çağlardan itibaren depresyon örneklerine ait kayıtlar bulunduğuna, Manisa’nın Sipil Dağı’nda yer alan Niobe’nin taş yüzü depresyon sembolize ettiğini ifade etti.

İzler İlyada Destanı’nda

Homeros’ın 3 bin yıl öncesinde yazdığı İlyada destanında Kral Ajax’ın aşırı hareketli durumu ile düş kırıklığı, çökkünlükleri, hızlı döngüsel geçişlerinden ve intihar etmesinden bahsedildiğini anlatan Yrd. Doç. Dr. Yetkin, şunları söyledi:
”Bu da olasılıkla hızlı siklus gösteren manikdepresif duruma ilk örnektir. Samuel’in kutsal kitabında Kral Saul’un öyküsünde depresif bir sendrom tanımlanmıştır. Depresyonun ona eziyet vermek için tanrı tarafından gönderilen kötü bir ruh olduğu belirtilmiştir. Tarih öncesi dönem tedavileri içinde Troyalı Helena’nın keder ve üzüntüleri azaltmak için nepenthes adlı bitkiden elde edilen bir morfin türevini antidepresan amaçlı kullandığı bildirilir. Bu belki de depresyonun kaydedilmiş en eski farmakolojik tedavisidir.”

Hipokrat’dan depresyon tanımı

Tıbbın babası olarak nitelendirilen Hipokrat’ın depresyon gibi ruhsal fenomenlerin beyinden kaynakladığını söylediğini kaydeden Yetkin, şöyle devam etti:

”Hipokrat’a göre, beynin balgam ve safradan etkilendiğini, balgamın etkilediği kişilerin sakin kişiler olmasına rağmen safranın etkilediği kişileri ise sakin durmadıklarını, daima şaka yaptıkları, hileye başvurduklarını tanımlamıştır. Melankolinin aşırı miktarda barsak ve dalakta biriken kara safra ile oluştuğu, toksit olan bu maddenin beyni etkilediğinden bahsetmiştir. Melankolinin uzun süreli stres yaratıcı durumlarda ortaya çıktığını söylemiştir.

Efesli Soranus hastaların tedavisinde bugün lityum içerdiğini bildiğimiz kaynak sularını kullanmıştır. Türk ve Arap dünyasında ise İbni Sina ve İshak İbni İbram gibi hekimler bu konuda önemli gelişim göstermişlerdir.”

Depresyondan nasıl korunuruz?

Deprasyondan korunmak için genel yaşam koşullarının iyileştirilmesinin çok önemli olduğunu sözlerine ekleyen Yetkin, ”Binlerce yıllardır var olan depresyon konusunda maalesef günümüz insanının birçoğunun yeterli bilgisi yok. Kültür seviyesi arttıkça hastalığın tedavisi için tıbbi yardım alanların sayısı artıyor” dedi.

Süreyya Operası, 2008-2009 sezonunu Rahman Altın’ın, Şeyh Galip’in ünlü mesnevisi Hüsn-ü Aşk’tan esinlenerek hazırladığı ”Hüsn-ü Aşk’a Dair” adlı modern bale ile 4 Ekim Cumartesi günü açacak. Kadıköy Belediyesi’nden yapılan yazılı açıklamada, Süreyya Operası’nın, İstanbul Devlet Opera Balesi’nin İstanbul’daki tüm konserlerine ev sahipliği yapacağı kaydedildi.

İstanbul’un ikinci operası olarak 80 yıl aradan sonra perdelerini açan Süreyya Operası’nda sezonun ilk gösterisinin, 4 Ekim Cumartesi günü Rahman Altın’ın, Şeyh Galip’in ünlü mesnevisi Hüsn-ü Aşk’tan esinlenerek hazırladığı ‘Hüsn-ü Aşk’a Dair’ adlı modern bale olacağı bildirildi.

Açıklamada, İstanbul Devlet Opera Balesi’nin tüm gösterilerinin yanı sıra Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası Genel Sanat Yönetmenliği’nin de konser ve resitaller hazırladığı belirtilerek, Süreyya Operası’nın temsil programıyla ilgili ayrıntılı bilgilere ”www.sureyyaoperasi.org” adlı web adresinden ve 0216 346 15 31 numaralı telefondan ulaşılabileceği kaydedildi.

Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası’nda, 4-5 Ekimde ”Hüsn-ü Aşk’a Dair”, 9-11-14-16 Ekimde ”Sihirli Flüt”, 12-19-26 Ekim’de ”Heidi” çocuk müzikali, 18 Ekim’de Ustalara Saygı (Ayhan Baran) konseri, 24-25-29 Ekim’de 9. Senfoni/Koral Fantazi, 28-31 Ekim’de ”Kamelyalı Kadın” sahnelenecek. 30 Ekim’de ise dans programı gerçekleştirilecek.

Başbakan, bu bayramın ‘şeker bayramı’ olarak adlandırılmasını ‘kültür yozlaşması’ olarak niteledi ve bayramın adının ‘dört dörtlük ramazan bayramı olduğunu’ söyledi. Bu açıklamada ‘ulus-cemaat’ ayrımı bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor.

‘Ramazan Bayramı’, dinsel bir bayramdır ve Müslümanların bayramıdır. Hatta, daha da irdelenirse, ramazanda eksiksiz oruç tutanların bayramıdır. Kimi camilerde ‘bayram namazı’na gidenlerin, imam tarafından ‘oruç tutanlar bu namaza gelsin’ diye azarlandığı da görülmüştür. Acaba ilerde de ‘bu bayram ancak oruç tutanlar için geçerlidir’ de denebilir mi, bilmiyorum.

Toplum yaşamını din temeline göre biçimlendirirseniz işin nereye varacağı bilinemez. Bu durumda ‘yılbaşı tatili’ için ne denecektir? ‘Pazar günü tatili’ ilerde nasıl yorumlanacaktır? ‘Cuma tatili’ne dönüş mü yaşanacaktır? Kimi zaman bilinçaltından çıkıveren bir söz çok daha fazlasını düşündürür. Oysa, bayramlar toplumları birleştiren, dargınları barıştıran uzlaşma zamanlarıdır. Bayramlarımızı da ayırmaya kalkarsak bu toplum nerelere gider? Ulusun bayramı ‘Şeker Bayramı’dır. Cemaatin bayramı ‘Ramazan Bayramı’ mı? Demek ki ülkemiz bu yol ayrımına gelmiş durumda: Ulus muyuz, cemaat mi? Hiç kuşku duyulmasın ki, ulusuz. Laik, bağımsız, demokratik Türkiye Cumhuriyeti ulusuyuz. Müslümanı, Hıristiyanı, Musevisi, dindar olanı, olmayanı ile laik bir toplumuz.

Şeker Bayramı’nız kutlu olsun.

Biletlerinizi tükenmeden öncelikli alın, indirimlerden yararlanın!

Lale üyeleri için ön satış 23 ve 24 Eylül, genel satış 25 Eylül Filmekimi, yedinci yılında 21 muhteşem filmle yine sinemaseverlerle buluşuyor! Beyoğlu Emek Sineması’nda 10-16 Ekim tarihlerinde düzenlenecek Filmekimi’nin biletleri 25 Eylül’de satışa çıkıyor! Lale üyeleri ise biletlerini 23 ve 24 Eylül tarihlerinde öncelikli olarak alabilecekler. Yaklaşan yeni sinema sezonunun habercisi olan Filmekimi bu yıl da ödüllü filmler, Wim Wenders’den Kim Ki-duk’a, Miyazaki’den Wong Kar-wai’ye usta sinemacıların merakla beklenen son yapıtları ve Sundance, Cannes, Venedik gibi saygın festivallerde gösterilen başarılı eserleri izleyiciyle buluşturacak.

Siz de hemen Lale üyesi olun, biletlerinizi %25’e varan indirimlerle ve öncelikli satın alın!

Tam İndirimli (öğrenci ve 65 yaş üstü) Lale Tam Lale İndirimli
Hafta içi (11.00-13.30- 16.00) 3,50 YTL 3,50 YTL 3,50 YTL 3,50 YTL
Diğer 12 YTL 8 YTL 9 YTL 6 YTL
Gala 15 YTL 15 YTL 12 YTL 12 YTL

Festival biletleri

Emek sineması (Gişeler bayram boyunca da açık olacak) ve Biletix satış kanallarında (www.biletix. com, Biletix Çağrı Merkezi 0212 556 98 00 ve Biletix satış noktaları) ve Lale üyeleri için 0216 556 98 56 numaralı Lale kart iletişim MerkeziLale üyeliği ile ilgili bilgi almak için (212) 334 07 73 numaralı telefondan Dilan Beyhan’ı arayabilirsiniz.

Ağır bir ÖSS sorusu gibiydi Esquire dergisininki… ‘Hayattan ne öğrendiniz?’,

Verilen süre içinde aklıma gelenleri aşağıda yazdım. Yanlışların doğruları götürmeyeceğini umuyorum:

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi… Ağladım.

Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla… Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim…

İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu… Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi… Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu… Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini… Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra… Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…

Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi… Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta… Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde… Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün… Ve gerçeğin acı olduğunu… Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Bu yılki teması ”1968-40 yıl önce, 40 yıl sonra” olan 27. İstanbul Kitap Fuarı’na, “68 hareketi”nin önemli aktivistlerinden yazar ve tarihçi Tarık Ali konuk olacak. Fuarda, panel, söyleşi, şiir dinletisi ve çocuk etkinlikleri gibi 250 kültür etkinliğinin yanı sıra fuarın onur yazarı Füruzan’ın yaşamı ve çalışmalarından kesitlerden oluşan bir fotoğraf sergisi de açılacak.

İstanbul- TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş ve Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi Beylikdüzü’nde 1-9 Kasım arasında düzenlenecek teması ‘1968-40 yıl önce, 40 yıl sonra’ olan 27. İstanbul Kitap Fuarı’na yaklaşık 550 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılması bekleniyor.

Fuarda, panel, söyleşi, şiir dinletisi ve çocuk etkinlikleri gibi 250 kültür etkinliğinin yanı sıra fuarın onur yazarı Füruzan’ın yaşamı ve çalışmalarından kesitlerden oluşan bir fotoğraf sergisi de açılacak.

”68 hareketi”nin önemli aktivistlerinden yazar ve tarihçi Tarık Ali’nin konuk olacağı fuarda, Ali tarafından 2 Kasım Pazar günü ”Avrupa’da 68 Hareketi” konusu işlenecek. Fuarda ayrıca, Amerikalı gazeteci yazar Mark Kurlansky, 1 Kasım Cumartesi günü ”68 Hareketi Dünyayı Sarsan Yıl” panelinde okurlarıyla buluşacak.

Fuarın diğer konukları ise Filistinli şairler Moaen Shalabia, Naim Aradiy, Agi Mishol, Hava Pimhas Cohen, Mageed Asakly, S. Fischer Vakfı’nın konuğu olarak Almanya’dan Thomas Brüssig, Thomas Glavinic ve Avusturya’dan Dimitre Dinev, Romanya’dan Nicolae Breban, Aura Christi ve İngiltere’den çocuk kitabı yazarı Ian Beck olacak.Fuarda, ”68 hareketi”nin ruhu ve bugüne yansımaları üzerine etkinlikler düzenlenerek, dönemin edebiyat, sinema, sanat ve kültür hayatına katkıları ele alınacak.

”İstanbul’da Bir Sürrealist: Salvador Dali” sergisinin açılışı dün gece gerçekleşti. Açılışını Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı geceye, sanat, medya ve iş dünyasının önde gelen isimleri katıldı. Sürrealizmin önemli temsilcilerinden olan Dali’nin yarın açılacak sergisi 20 Ocak 2009’a kadar gezilebilecek. Sergide Dali’nin 385 eseri sanat severlerle buluşacak. okumaya devam edin…