Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Dr.MOS" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Ayakkabı bağlamaya başlamadan bilgisayar kullanıyorlar

Gelişmiş ülkeleri kapsayan bir araştırma, 2006-2008 tarihleri arasında doğan çocukların daha ayakkabı bağlarını bağlamayı öğrenmeden önce teknolojiyle tanıştıklarını ortaya koydu.

Ankara– İtalyan Corriere della Sera gazetesinde çıkan habere göre, merkezi Çek Cumhuriyeti’nde bulunan güvenlik yazılımı üreticisi AVG, çocuklar ve teknoloji arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için çocuklarının yaşları 2 ile 5 arasında değişen 2 bin 200 anneyle anket yaptı. Dünyanın en gelişmiş ülkelerini kapsayan araştırmada, annelere çocuklarının alışkanlıklarıyla ilgili sorular yöneltildi. Ankete verilen yanıtlar, bu yaş aralığındaki çocukların yüzde 58’inin bilgisayar oyunlarıyla oynayabildiğini, bisiklete binebilen çocukların oranının ise yüzde 52 olduğunu gösterdi.

Araştırmaya göre, yüzde 77’si yapboz yapmayı başaran çocuklar arasında en yaygın diğer yetenekler ise yüzde 69’la mouse kullanabilmek ve yüzde 63’le bilgisayarı açıp kapatabilmek. Bu yaştaki çocuklara ev adresleri sorulduğunda ise doğru yanıt verebileceklerin oranı sadece yüzde 37’de kaldı. Ankete göre, çocukların yüzde 28’i cep telefonundan arama yapabiliyor, yüzde 25’i internete girebiliyor, yüzde 19’u dokunmatik ekrandaki bir uygulamayla oynayabiliyor, ancak yine sadece yüzde 11’i ayakkabısını bağlamayı becerebiliyor.

Anne ve babalara çocuklarına sadece dijital dünyada değil, gerçek dünyada da nasıl hareket edeceklerini öğretmeleri gerektiğini hatırlatan uzmanlar, aksi takdirde çocukların ayakkabı bağlamayı öğrenmek için bile internetten faydalanmak durumunda kalacağını belirtiyor.

İnsanın evrimi konusunda bilmediklerimiz

Biz insanlar günümüzde de evrilmeye devam ediyoruz…hem de eskisinden çok daha hızlı bir biçimde. Açık ten rengi, sarı saç ve sütü sindirebilme yeteneği gibi özelliklerin tümü de kısa bir geçmişe uzanan evrimsel yenilikler…

1924 yılında, Güney Afrikalı bir taş işçisi kazı yaparken şimdi Australopithecus adıyla bilinen ve 2,5 milyon yıllık bir insansı türü olan Taung çocuğunun taşıllaşmış kafatasıyla karşılaştı. Bu bulgu, Charles Darwin’in 150 yıl önce “Türlerin Kökeni” başlıklı yapıtında ortaya attığı, insanların daha önceki maymunlardan türedikleri yönündeki kurama da somut bir kanıt getirmiş oldu.

•O dönemde kendilerini Piltdown adamının büyüsüne kaptırmış olan insanların çoğu Taung çocuğuna pek yüz vermedi. Gelgelelim, 1953 yılında The Times gazetesinde yayımlanan bir haber sonucunda sözde atamız olduğu öne sürülen ve çene kemiği bir orangutana, kafatası insana ait olan Piltdown adamının şaka olduğu anlaşıldı.

• Piltdown aldatmacası, Arthur Conan Doyle’dan Fransız rahip Pierre Teilhard de Chardin’e, çok sayıda kişiye mal edildi. Artık hemen hemen herkes bu işin Britanyalı amatör kazıbilimci ve reklam dünyasının kötü üne sahip kişilerinden Charles Dawson’un başının altından çıktığı görüşünde birleşiyor.

• Taung çocuğunun önemini fark eden Avustralyalı insanbilim uzmanı Raymond Dart bu türe Australopithecus africanus adını verdi. 1940’lara gelindiğinde buna benzer başka bulguların elde edilmesi üzerine Dart’ın meslektaşları da Taung çocuğunun goril yavrusu olmadığını kabul ettiler.

• 3.2 milyon yıllık Australopithecus afarensis türünün bir örneği olan çarpıcı bütünlükteki Lucy, 1974 yılında, Donald Johanson tarafından Etiyopya’nın Hadar bölgesinde gün yüzüne çıkartıldı. Lucy öylesine değerli bir bulguydu ki, kalıntıları uzun bir süre Etiyopya Ulusal Müzesi’nin gözlerden ırak bir köşesinde tutuldu.

• Lucy 2007 yılında Afrika’yı terk ederek A.B.D’ye doğru bir yolculuğa çıktı. Yolculuğu sırasında Houston, Seattle ve New York gibi kentlere uğradı. Sergiyi kaçıranlar yakında internetten Lucy’nin ayrıntılı CT taramalarına ücretsiz olarak ulaşabilirler.

• Bu ayaklar yürümek için yapılmış. Homo erectus çağdaş insan gibi dik yürüyen ilk atamız olabilir. Ne var ki, Orrorin tugenensis in (Kenya’da bulunan bir primat fosili) kalça kemikleriyle ilgili yeni bir çözümleme 6 milyon yıl önce, yani Homo erectus’tan 4 milyon yıl önce, ilk insansı primatların arka bacakları üzerinde rahatlıkla yürüyebildiklerini ortaya koydu.

• Sıkı dostlar. İnsan ile şempanzenin evrimsel süreçleri o dönemlerde, ilkin en az 6.3 milyon yıl önce ve ardından yüzlerce bin yıl sonra olmak üzere, iki kez kesişmiş olabilir. Bu durum iki türün eninde sonunda yollarını ayırmadan önce kendi aralarında çiftleşmiş olabileceklerine işaret ediyor.

•DNA düzeyi açısından ele alındığında, insanlarla şempanzeler arasında yaklaşık %95 oranında bir benzerlik olduğu görülüyor. İkisi arasındaki en belirgin farklılığın konuşma dili oluşturma yetisiyle ilintili FOXP2 geninde olduğuna dikkat çekiliyor.

• Britanyalı bir araştırma ekibi Londralı geniş bir ailenin bireylerinde görülen kalıtımsal bir konuşma bozukluğunu incelediği sırada FOXP2 geni ile dil arasındaki bağlantıya tanık oldu. Söz konusu genin değişime uğramış bir biçimine sahip olan aile üyeleri sözcükleri dile getirme konusunda zorlanıyorlardı.

•Almanya’daki Max Planck Enstitüsü evrimsel genbilim uzmanlarından Svante Paabo Hırvatistan’da bulunan üç fosilden elde edilen ve hiç bozulmamış genetik malzemeler içeren 3 milyar DNA parçasının dizilimini yaparak Neandertal gen haritasını oluşturdu. Sonuçlar Neandertallerin de dil ile bağlantılı FOXP2 genine sahip olduklarını ortaya koymaktaydı.

•Çağdaş insanların Neandertallerle konuşup konuşmadıklarını bilmiyoruz, ama birbirlerine kur yapmış olabilirler. Washington Üniversitesi’nden Erik Trinkaus’un 2006 yılında Romanya’da elde ettiği fosil kanıtları iki türün birbirleriyle çiftleştiklerine işaret ediyor. Ancak, çağdaş insanlar bu görüşü destekleyecek Neandertal DNA’sından yoksunlar.

• Doğal olarak Neandertaller ile çağdaş insanlar her zaman dostluk duygularıyla biraraya gelmiyorlardı. Shanidar 3 adıyla bilinen erkek bir Neandertalin kalıntılarından kaburga kemiğinde derin bir yarık olduğu anlaşılıyor. Çağdaş insanın fırlattığı bir mızrağın bu yarığa neden olabileceğine inanılıyor. (Neandertaller yalnızca vurmalı, ağır silahlar yapıyorlardı.)

Çağdaş insanlarla aralarındaki çekişme Neandertallerin yaklaşık 28,000 yıl önce yeryüzünden silinmelerine yol açmış olabilir.

• Bizler, bir olasılıkla, Neandertallerden daha iyi besleniyorduk. Neandertal kemiklerindeki kimyasal izler bu türün et ağırlıklı beslendiklerine işaret ederken, çağdaş insanların av hayvanları, deniz ürünleri ve su kuşlarıyla beslendikleri biliniyor. Daha çeşitlilik içeren bir beslenme düzeni atalarımızın aşırı iklim koşullarında yaşamda kalmalarına yardımcı olabilirdi.

• Yalnız insansı: Tarih boyunca dünya üzerinde farklı insansı türlerinin birarada yaşadıkları bilinse de, günümüzdeki tek insan türünü bizler oluşturuyoruz. Nitekim, yakın akrabalarımız tarihin başlangıcına yakın bir döneme dek varlıklarını sürdürdüler- Hobbit insanları adıyla bilinen ve minicik kemikleri 2003 yılında gün yüzüne çıkarılan canlılar en az 17,000 yıl önce şimdiki Endonezya topraklarında yaşamlarını sürdürmekteydiler.

• Boyun önemi yok mu? Hobbit insanlarının beyinleri şempanze beynine eşit büyüklükteydi, ama bu insanlar yine de taştan aletler yapma konusunda bizler gibi yetenekliydiler.

•DNA incelemeleri günümüzde yaşayan tüm insanların 60,000 yıl önce Afrika’dan göç eden birkaç yüz insandan türemiş olabileceklerini ortaya koyuyor.

• Dünya üzerindeki tüm insanların mitokondriyal DNA’larındaki çeşitliliğin (genetik bağlantıları belirlemenin standart bir yolu) Afrika’da yaşayan yerel şempanze nüfuslarına kıyasla daha az olduğu görüldü.

• Evet, biz insanlar günümüzde de evrilmeye devam ediyoruz…hem de eskisinden çok daha hızlı bir biçimde. Açık ten rengi, sarı saç ve sütü sindirebilme yeteneği gibi özelliklerin tümü de kısa bir geçmişe uzanan evrimsel yenilikler. Wisconsin Üniversitesi’nden bir insanbilim uzmanına göre, 5000 yıl öncesinin insanları bizlerden çok Neandertalleri andıran genetik özelliklere sahiptiler.

Rita Urgan, kaynak Discovery

“Gazetecilik virüsünü kardeşime bulaştırdım annem beni haşladı”

Altan Öymen, meslekte 60. yılını doldurdu. Mekteb-i Mülkiye’ye kaymakam hayaliyle başlamıştı. Ama daha ilk sınıfta kıyısından köşesinden başladığı gazetecilikte, meslek virüsünü kapınca kaymakamlık hayali de suya düştü. Gazetecilik aşkı yüzünden okulunu da iki yıl gecikmeli bitirdi.

Miyase İlknur

Bir iki yıl önce dostlarıyla birlikte Altan Abi’nin 50. evlilik yıldönümünü kutlamıştık. Şimdi de meslekte 60. yılını kutluyoruz. Sirkülasyonun çok yoğun olduğu basın sektöründe 60. yıla merdiven dayamak kolay iş değil. Altan Öymen de mesleğe dönem dönem ara vermek zorunda kalmış. Ama ara verişler, sektörün içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanmıyor. Birincisi kurucu meclis üyeliği ve akabinde basın ataşeliği, 1977 ve 80 darbesi arasında kalan dönemde de aktif siyasete girmesi nedeniyle olmuş. 1990’ların sonrasında CHP genel başkanı seçilmesi sonrasında da yine kendi iradesiyle kısa bir ayrılık dışında mesleğini aralıksız sürdürmüş bir duayen. Öymen’le 60 yıllık bir geziye çıktık.

– Mekteb-i Mülkiyeyi okuyan biri olarak neden gazeteciliği seçtiniz?

Öymen: Kaymakam olma amacıyla bu okula girmiştim. Kaymakamlığı biraz da idealist nedenlerden dolayı istiyordum. Ama gazeteciliğe de merakım var. Tabii evdeki şartları, babamın dergi çıkarması gibi etkenler bir araya geldi ve birinci sınıftan ikinci sınıfa geçtiğim zaman bir de gazeteciliği denedim. Ama onu devamlı bir iş olarak değil de okulumu bitirene kadar yaparım diye düşünüyordum. Sonra bir girdim işin içine çıkmak mümkün değil, kaymakamlık hedefi kenarda kaldı.

– Gazetecilik virüsünü ailenize ve çevrenize de bir hayli bulaştırdınız galiba.

Öymen: Önce kardeşim Örsana bulaştırdım. Ben 1955’te Tercüman gazetesinin Ankara temsilcisiyim. Bir büromuz var. O büroya akşamları Örsan da gelirdi. O zamanlar Ankara’dan İstanbul’a telefonla haberler yazdırılıyor. Örsan’a bazen şunu telefonda okur musundiye başlayan ricalarım bir süre sonra şu basın toplantısına gider misine dönüştü. Haberleri beğeniliyordu. Dünya’nın o dönemde Ankara temsilcisi olan Oktay Ekşi, Örsan’ı transfer etti. Fakat annem Örsan’ı da bu işe bulaştırdığım için bana kızmaya başladı. Çünkü gazeteci dediğinin mesaisi belli değil, sık sık seyahate çıkıyorsun, biraz bohem takılıyorsun. Bunları düşünerek herhalde annem beni karşısına alıp Oğlum bir aileden bir tane serseri çıkması yeter, Örsanı bari teşvik etmediye haşladı. O sırada gazetecilik serserilikle eşdeğer görülüyordu demek ki.

Aysel Hanımla evlenirken kayınpederiniz de gazeteciliği meslek olarak görmemiş.

Öymen: Evet doğru. Aysel, benimle dolaşırken babasına yakalandığında evde ufak bir soruşturma geçirmiş. Babasına ilişkimizin ciddi olduğunu anlatınca o da benim mesleğimi sormuş. Aysel Gazetecideyince Kızım ben mesleğini soruyorumdemiş. O zamanlar gazetecilik bir meslek bile sayılmıyordu.

‘Yavrum gül gibi mesleğin var, ne işin var siyasette?’

– Kızınız Aslıya da virüsü siz bulaştırdınız herhalde. Aysel Hanım kızının da bu mesleği seçmesine bozulmadı mı?

Öymen: Öyle ama Aslı mesleğe başladığı yıllarda gazetecilik artık serserilik değil, tam tersine itibarlı bir meslek olarak kabul görüyordu. Aslı, Fransa’da sosyoloji okudu, Türkiye’ye döndükten sonra Günaydın’da Tahtakale söyleşileriyaparak başladı. Gazetecilik bir evrim geçirmiş ve toplumda ciddi bir iş olarak görülüyordu. 1977 yılında ben ANKA ajansının sahibi ve yönetmeniyim ve Ecevitten milletvekili adayı olmam yönünde bir teklif aldım. Ben bu teklifi kabul ettim ama ajansın abonesi olan gazete patronlarına haber vermek için İstanbul’a geldim. Önce Cumhuriyet’in patronu Nadir Nadiye gittim. O zaman Cumhuriyet’te de haftada bir iki yazım çıkıyor. Nadir Bey, beni teşvik etti ve yazmaya devam etmemi istedi. Ardından, Günaydın’ın patronu Haldun Simaviye gittim. O çalışanlarına yavrumdiye hitap ederdi. O beni dinledikten sonra Yavrum, senin gül gibi mesleğin var, ne işin var siyasette? Siyaseti işi gücü olmayan insanlar yapardedi. Gazeteciliğin gül gibi meslek olduğunu da o zaman öğrenmiş oldum.

– 1980 darbesinden sonra eski mesleğinize geri döndünüz.

Öymen: Benim kaderim iki meslek arasında gel-gitleri yaşamak oldu. 12 Eylül darbesinden sonra siyasetten yeniden gazeteciliğe avdet ettik. CHP Genel Başkanı seçildikten sonra yeniden gazetecilik mesleğine ara verip siyasete döndük. Genel başkanlıktan ayrıldıktan sonra yeniden gazeteciliğe başladık.

– Ama 12 Eylül cuntasının tebliği keyfinizi kaçırdı.

Öymen: Evet. Askeri yönetimin 52. sayılı tebliği ile 1980 öncesinde partilerde yöneticilik yapanların iç siyasetle ilgili yazı yazması yasaklandı. Cumhuriyet beni yurtdışına gönderdi. Dış ülkelerdeki toplantıların yanında bir de ülke içinde gezi röportajları yapardım. Mesela; bir Adana gezisi vardı. Yirmi gün sürdü ve önemli bir doktriner tartışma başladı. Adana kebabına soğan konur mu konmaz mı? Bunları yazıp çizerek o süreci kazasız belasız atlattık.

Atlas Okyanusu’nda ton balığına uygulanan kotalarla ilgili 48 ülkenin katılımıyla düzenlenen uluslararası toplantı, Greenpeace örgütünün protestosuna hedef oldu.

Paris’teki toplantının düzenlendiği otele dev bir pankart asan örgütün militanları, bazı ülkelerin, kırmızı etli ton türüne uygulanan kotaların yukarı çekilmesi önerisine karşı çıktı.
Pankart, çevreci örgütün üyelerinin karşı koyma girişimine rağmen, güvenlik güçleri tarafından indirildi.

Greenpeace Fransa sorumlusu Francois Cartier, basına yaptığı açıklamada, AB Komisyonu’nun kotanın altı bin tonda kalmasını 10 gün önce önerdiğini hatırlatarak, bazı ülkelerinin bunun düşürülmesinde ısrarcı olmasını eleştirdi.

Denizlerdeki kırmızı tonun 1957 yılından bu yana yüzde 75 azaldığın belirten yetkililer, bu balık türünün tamamen yok olmasından endişe ediyor.

Bu balık türünü avlayan balıkçılarsa, kotaların kendilerini ekonomik açıdan zor duruma düşürdüğünü belirtiyor.

Kırmızı ton avı, Akdeniz’in en fazla gelir getiren balıkçılık türlerinin başında geliyor.
Greenpeace, Akdeniz ülkelerinin balıkçı filoları tarafından yürütülen korsan ton avının, yasal kotaların çok üzerine çıktığı görüşünde.