Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…
Bekir Coşkun
Tıkır tıkır…

ÜNLÜ işadamlarını-işkadınlarını reklamlarda izliyorsanız, nasıl çalışıyormuş Türkiye’nin makineleri:
Tıkır tıkır…
Makineler tamam da, Türkiye nasıl?..
Fokur fokur…
Görüyorsunuz, sokakta insanlar birbirlerini boğazlamaya, vurmaya, öldürmeye, doğramaya başladılar..
Kıtır kıtır…

Kaç senedir Türkiye’nin hangi maceraya sürüklendiğini bildikleri halde, (sırf zenginler ekonomisi iyi gidiyor diye) sermaye kesiminin dilinde her şey yolundaydı…
Pırıl pırıl…
Paranın sesi her zaman güzeldir çünkü…
Şıngır şıngır…
Bir yandan yok edilme sırası gelen patronlar borsa tahtalarından dökülürken patır patır… Geri kalanların tepkisi sadece kulaktan kulağaydı…
Fısır fısır…
Kimisi gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında öyle bir yandaşlık sergilediler ki, tam yedi sene uyudu koca toplum…
Mışıl mışıl…

Oysa devlet ekonomiden çekildikçe onun yerini dolduran patronlara, (eğitimsağlık-ulaşım-haberleşme gibi) devletin daha birçok sorumluluğunu yükler liberal sistem:
Ülkenin geleceği, bölünmez bütünlüğü, aydınlığı, çağdaşlığı, güvenliği, huzuru…
Gerçekten de o tıkır tıkır çalışan makineleri yapmaya başlayan, uluslararası kendini kanıtlayan, Türkiye’nin yüzünü güldüren tek yanı özel girişimcilik; laik cumhuriyetle kavgalı bir iktidarla nereye varılacağını görmek istemedi…
Ama bugünler çoktan geliyorum demişti…
Bangır bangır…
Makineler tıkır tıkır iyi de…
Ancak bu ülke başına geleni geç de olsa anladı… Nasıl ağlaşıyor ulusal yazgı, duyuyor musunuz?..
Zırıl zırıl…

Okumaktan zarar gelmez, oku, ama Lanet okuma!
Emek ver, kulak ver, ama hiç bir zaman Boş verme!
Rakibini geç, sınıfını geç, ama hiç bir zaman Gülüp geçme!
Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama, hiç bir zaman Yerinde sayma!
Yaklaş, konuş, tanış, ama Uzaklaşma!
Hedefe koş, serhada koş, yardıma koş, ama Ortak koşma!
Paranı ver, gönlünü ver, canını ver, ama Sırrını verme!
Elini aç, gözünü aç, kalbini aç, ama Ağzını açma!
Zulmü devir, nefsi devir, ama Can devirme!
Ev al, araba al, akıl al, ama Beddua alma!
Eşini sev, işini beğen, aşını beğen, ama Kendini beğenme!
Davet et, hayret et, affet, tövbe et, ama İhanet etme!
Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol, ama Bölücü olma!
Ne yap, ne yapma, itil, atıl, ama Satılma!
Seslen, uslan, ama Yaslanma!
Doğrul, devril, ama Eğilme!

16 Aralık 2009

Yılmaz ÖZDİL

 yozdil@hurriyet. com.tr

Keyfi yerinde olan?

Bi mutsuzluk…

Bi bezginlik…

Bi keder hâkim ortalığa.

Havada hüzün asılı sanki.

Gülümsemiyor kimse…

Veya, patlar gibi gülüyor.

Olur olmaz ağlıyor sonra.

Bak mesela, grizudan ölen 19 gariban madenciyi emekli etmişler, ödül olarak Bursa’da… Halbuki, 6 tanesi zaten emekli… Emekli maaşı yetmediği için inmiş taa 220 metre aşağıya.

Dramımız komik.

Komedimiz trajik.

Vicdanlar sağırlaştı.

Duygular kataraktlı.

Bi bıkkınlık, bi güvensizlik.. .

Ve, kesif korku.

Molotof mu yiyeceğiz otobüste?

Şu herif canlı bomba mı yoksa?

Bir yandan terk edilmişlik hissi…

Yalnızlık tarifsiz.

Bir yandan garip bir merak…

Aleviymiş Ayşe.

Duydun mu, Kürt’müş İbrahim.

Bi taraftan geçmişe özlem.

Bi taraftan gelecekten endişe.

Çocuklarımız n’olacak filan.

18 yaşında karamsar.

78 yaşında huzursuz.

Şeytan diyor…

Tası tarağı topla, çek git!

Gitsen, gidemezsin.

Kalsan, manasız.

*

Hiçbir yere giden oyuncak trenin yolcuları gibiyiz, dön dolaş, aynı yer.

Aynı çaresizlik.

*

Ne Anayasa Mahkemesi çözebilir bu işi, ne savcı, ne polis, ne de bana göre işlevini yitirmiş olan Meclis… Ne seçim tarihi kimsenin umurunda, ne de rekor ikramiye ve şıkırtılı hayaller vaat eden piyango.

*
Yılbaşına, taze umutlara 2 hafta kalmış ama, sanırsın 2 asır ötede… Psikiyatra ihtiyacı var Türkiye’nin. Toplu terapiye.

Sinema, müzik, tiyatro… Tiyatronun yerini ayrı tutsa da yıllardır üçünü de büyük bir sevgiyle yapıyor Zuhal Olcay. Bugünlerde Moira Buffini’nin modern topluma ağır eleştiriler getiren tiyatro oyunu ‘Şölen’ ile karşımızda. Sahneden günümüzün acı gerçeklerini ‘insanlara bağırdığını’ söylüyor. Duyulursa ne âlâ…

Şirin Güven

Zuhal Olcay’ın yeni oyunu Şölen bir tür modern toplum eleştirisi. Aysa Prodüksiyon’un yapımı olan Tiyatro Stüdyosu’nun oyunu gerçekleri izleyicilerin suratına bir tokat gibi çarpıyor birbiri ardına… Sevgisiz ve yalnızlaşmış bireyler, yozlaşmış ilişkiler, tahammülsüzlük, “Tanrılaşma”, gerçeklerle yüzleşince saldırganlaşma… Medya ve bilim dünyası eleştirisi de işin cabası… Kısaca çok şey söylüyor Şölen. Ama daha da önemlisi düşündürüyor… Zaten oyunun amacı da bu… Tıpkı Zuhal Olcay’ın dediği gibi insanları düşünmeye, dünyayı ve dünya içindeki konumlarını sorgulamaya yöneltmek. Zuhal Olcay ile oyunu ve onun anlatmak istediklerini konuştuk.

Sizce Şölen izleyicisine ne anlatıyor?

– Oyun çok şey söylüyor aslında. Bir kere ortada burjuva ahlak anlayışına çok ciddi bir eleştiri var. Ayrıca insanların ikiyüzlülüğü ve zavallılığı üzerine de işaret ediyor. Çevreyle ilgili de insanı rahatsız edecek kadar çarpıcı sözler geçiyor metinde. İlişkiler, ikiyüzlülük, insanların kolaycılığı, hiçbir şey üretmemeleri… Mesela başroldeki Paige karakteri tamamen bir olumsuzluk abidesi.

Hiçbir şey üretmemiş, hiçbir şey yapmamış hayat boyu. Sadece bir tane adamın peşine takılmış… Bu oyunla yazar gibi ben de insanlara bir şeyleri aktarabileceğimizi umut ediyorum. Bir beynin içine minicik bir virüs soktuysak, sokabiliyorsak ne mutlu bize… İnsanları düşünmeye, kendini, çevresini, hayatını, dünyayı ve dünya içindeki konumunu sorgulamaya yöneltiyorsak azıcık da olsa, oyun amacına ulaşmıştır.

Oyun metnini ilk okuduğunuzda ne düşünmüştünüz?

– İyi bir tiyatro metni Şölen. Yani teknik olarak da iyi yazılmış. Moira Buffini genç bir yazar. 42 yaşında daha ve bu yaş bir yazar için genç sayılır. Güzel bir teknikle can acıtan bir meseleyi, aslında hepimizin söylemek, hatta bağırmak istediği ama bir türlü yapamadığı şeyleri çok güzel bir teknikle yazmış. Sonuçta insansınız ve bir şeylere öfkeleniyorsunuz. Bu oyun gibi oyunlar öfkelerin ortaya konuşu aslında. Yani bir yazar böyle kusmuş öfkesini. Sen de bir oyuncu olarak, “Hah işte benim anlatmak istediklerimi anlatan bir metin. Ben bunları anlatmak isterdim. Çok şükür biri var ve bunları aktarabileceğiz” diyorsun. Ben böyle dedim en azından. Toplu terapiler gibi yalnız olmadığınızı hissediyorsunuz. “Ay bak o da benim gibi. Ne güzel benim gibi düşünen birileri varmış. Bunu yazmış ve şimdi ben de onunla birlikte bunu bağıracağım insanlara” diyorsunuz…

Samimyetten uzaklar

Oyundaki karakterler mutsuz, sevgisiz, yalnızlaşmış, tahammülsüz… Günümüz insanının tasviri mi bu karakterler?

– Evet, yazar günümüz insanına çok güzel ışık tutuyor aslında. Ali Poyrazoğlu geçenlerde bir şey söylemişti: “İnsanların ellerinde bir manytetik tebeşir var. Etraflarına bir daire çiziyorlar ve o manyetik alana kimseyi sokmuyorlar. Ne de kendilerini dışına çıkarıyorlar”. Tam da böyle işte. O kadar denk düştü ki bu cümlesi oyunumuzda anlatılmaya çalışılan şeyle. Herkes o alanının içinde, samimiyetten, yakınlıktan ve içtenlikten uzak… O alanının içinde eriyor… Hani oyunda “silahlı marburg” diye bir mikroptan söz ediliyor ya… Kendi gövdesini sıvılaşıncaya kadar yok ediyor ve kendi pisliği içinde yok oluyor diye… Öyle bir durum. Bu anlamda çok çarpıcı imgeler var oyunda. İnsanı rahatsız edecek kadar… Bütün bunlara sözünü açıkça, sakınmadan söyleyen bir oyun Şölen.

Ulvi işler yapan, bilgili görünen insanlar ama içleri boş gibi. Asıl olması gereken insani değerlere sahip değiller…

– Evet, modern toplumlardaki insanlara çok ciddi bir gönderme var. Yani bugünkü insan modelinin çok acıklı bir portesini çizmiş aslında yazar. O ulvi şeyler… Wynne karakteri kalkıyor ve ölüm üzerine, “Ben ölüm işini hallettim. İnsanın en büyük orgazmı kendi ölümüdür” diyor. Tamamen saçmalık aslında bunlar, palavra! Bir yerden bakıyorsun ve “iğrenç” diyorsun. Başka bir mesafeden bakınca da acıklı bir şefkat duyuyorsun insanın o haline…

Oyundaki Lars karakteri ve yazdığı kitap da çok ilginç…

– Evet son zamanlarda modern felsefe adı altında bize kakalanan bir sürü kitap var. Hepimiz zaman zaman o tuzaklara düştük ve acaba mı diyerek okuduk. Bunu itiraf edelim. Bunda da bir yamukluk yok, çünkü insanız ve zaaflarımız var. Hepimiz varlığımızı sorgulayıp anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bundan daha doğal ne olabilir? İşte o modern felsefe adı altında insana dayatılan kitapların içeriğiyle ve varlığıyla ilgili de çok ciddi bir eleştiri var. Ne acı ki, Lars onlardan birini yazan olarak nasıl saldırganlaşıyor oyunun sonunda ve ne kadar zavallı bir duruma düşüyor. Bir kamyonet şoförünün iki dürtüklemesiyle nasıl kontrolden çıkıp çılgına dönüyor. Madem o kadar kendi hayatının tanrısı, o kadar yüce ve her şeyi halletmiş bir varlık neden orada gerçekten davranması gerektiği gibi davranamıyor?

Evet, bir de “Tanrılaşma”nın altı çizilmiş oyunda.

Evet oysa hiçbirimiz Tanrı değiliz. Birtakım ulvi hallerle insanların Tanrıcılık oynamaya çalışması komik… Eğer illa biri Tanrıcılık oynayacaksa bence ona en yakın yerde duranlar doktorlar. Ama onların da Tanrıcılık oynayanlarının durumu çok vahim oluyor. Çünkü hiçbirimiz değiliz.

Bir yozlaşma hali gösteriliyor sanki…

– Evet. Kadın erkek ilişkisi üzerine de çok ağır şeyler söylüyor… Hal, kadını delirtmiş, şimdi yeni bir kadınla. Öbürü karısının önünde vıcık vıcık eski sevgilisiyle kırıştırıyor. Yozlaşma ötesi… Bunu sahnede izlediğinizde insana çok ağır geliyor ama gerçek hayatta da küçüçük çevrelerde bile bunların bin beteri yaşanıyor.

Toplum olarak hafızamız yok

İçinde bulunacağınız bir oyunu ya da filmi seçerken neye dikkat ediyorsunuz?

– Benim tek ölçüm içi dolu metinler. Sözü olan metinler… Metin ne diyor, ne anlatıyor? Senin derdin benim de derdimse iş bitmiştir. Benim için sadece bir derdi olması ve onu tiyatro eserinin nasıl olması gerektiğine dair kriterlere uygun anlatması önemli. Tüm derdim bu.

Dediğiniz gibi içi dolu metinler sık çıkıyor mu karşınıza?

– Hayır çok sık çıkmıyor maasef. Klasikler içinde de oynanabilecek çok güzel metinler var aslında. Onların yeniden başka bir anlayışla gündeme gelmesinden de çok zevk alırım ve severek öyle bir oyunda oynarım. Türkiye’de oyun yazarlığı konusunda çok eksiğiz.

Özel tiyatroların sayısı her geçen gün artıyor. Ne düşünüyorsunuz, beğeniyor musunuz genel olarak onları?

Bence herkes tiyatro yapsın çünkü tiyatro o kadar güzel bir iş ki! Başarılı olan zaten kalır, olamayan da erir gider. Ama “Bu çok fazla çıktı” ya da “Bu çok az oldu” deme hakkını kimse kimsede görmesin. Çıksın olmuyorsa biter gider. Zaten toplum olarak hafızamız da yok.

Öncelikle oyuncuyum

Tiyatro, sinema ve müzik… Yorulmuyor, bölünmüyor musunuz?

– Hepsi beni besliyor o kesin. Ama bu sanıldığı gibi çok yorucu değil. Türkiye gibi ülkelerde hiçbir şey sürekliliğini koruyamıyor maalesef. Yani şimdi sinema için ne yapacaksınız bir oyuncu olarak? Bekleyeceksiniz ki bir film teklifi gelecek. Bir de ben çok seçiciyim, aşırı derecede… Böyle olduğum için de son derece memnunum ve böyle olmayı da sürdüreceğim. Ee ne yapacaksınız, istediğiniz gibi bir sinema yok. Televizyon zaten bir para kazanma aracı ve ben de onu hak ettiği bölümde tutuyorum. Şarkıcılığı da çok seviyorum tabii ama zaman zaman o da tıkanıyor. Ben de o zaman tiyatroya sarılıyorum. Çok şanslıyım aslında bu anlamda. Kendimi öncelikle oyuncu olarak tarif ediyorum ama şarkıcılığı da çok severek yapıyorum tabii ki. Sonuçta hepsini bu kadar severek yaptığım sürece tümünü sürdüreceğim

Kitapların 20 yıl öncesine kadar yakıldığı bir ülkede yaşıyorsanız, bilincinizin sizi kitap okumaya zorlaması pek de beklenen bir şey olmamalı. Bilgi Üniversitesi’ndeki Toplum Gönüllüleri Vakfı üyeleri de bunun farkında. Bu yüzden farkındalığı arttırmak için iki haftadır her Cuma günü Üniversitenin Eyüp’teki kampüsünde bir eylem düzenliyorlar. Kitap okuma eylemi.

Her gün meydanlarda karşılaştığınız pankartlı, yürüyüşlü, sloganlı eylemlere pek benzemiyor. Öğlen saatlerinde kampüsün bahçesinde, kantinde toplu ya da dağınık halde kitap okuyan beyaz tişörtlü çocuklar görüyorsunuz. İlk bakışta çok rahatsız edici ya da farkındalık yaratıcı bir ylem gibi görünmüyor ama hiç de öyle değil. Çevreden geçenlerin alaycı bakışları ya da konuşmaları dikkatlerden kaçmıyor.

Eylemcilerden Kerim Arslan benzer tavırlara küçüklüğünden beri yabancı değil. “Oha kitap mı okuyorsun?” veya “entel misin?” soru cümleleri bir meraktan çok önyargıyı vurgulamak için kullanılmış. Ancak onlar bu durumdan bir hayli hoşnut. Çünkü farkındalık yaratmanın tepki çekmekle başladığını biliyorlar. Volkan Ağır üniversitedeki kişisel gözlemlerini aktarıyor, “İnsanların yüzde yetmişi kitap okumak yerine farklı şeyler yapmayı tercih diyor. Kitap okumanın kendilerine çok farklı özellikler katacağından habersizler. Sürekli batak oynanan kampüslerimiz var. Oynanmasın demiyorum ama sürekli olunca etrafın farkında olmak zorlaşıyor.”

Dilara Karşıdağlı’ysa kantinde batak oynamak yerine kitap okumayı tercih eden nadir isimlerden, hemen hemen boş bulduğu her anı kitap okuyarak değerlendiriyor. “Metroda, bir arkadaşımı beklerken, beş dakikalık ders aralarında bile kitap okuyorum” diyor. Medyanın ve eğlence teknolojilerinin on-onbeş yıldaki hızlı gelişimi kendisinden dokuz yaş küçük kardeşiyle arasında büyük bir fark oluşmasına sebep olmuş. Çünkü kardeşinin neredeyse hiç kitap okuma alışkanlığı yokmuş. Zamanının çoğunu çantasında bulundurduğu dvd ya da mp3 çalarla ilgilenerek geçiriyormuş. “Boş zamanlarda kitap okumak” denildiğinde aslında önemli bir yanlışın içinde olduğumuzu da atlamamak gerekiyor. Volkan da “boş zamanımız hiç olmuyor ki” diyor. Soru şu kitap boş zamanlarda mı okunması gerekn yoksa okumak için zaman yaratılması gereken bir şey mi?

Kerim için insanları kitaptan uzaklaştıran bir diğer etken de yanlış seçimler. Herkesin harcı olmayan uzun edebiyat klasiklerinin insanlarda farklı bir önyargı oluşturabileceğini söylüyor. Üçünün de birleştiği ortak fikir, kitap okumaya çocuk yaştan alışılması gerektiği. İlerleyen yaşlardaysa bu alışkanlığı edinmek çok zor. Bu yüzden eylemleri üniversiteyle sınırlı değil. Çocuk kitapları toplayarak bunları ilkokullara dağıtmak gibi bir hedefleri var. Üniversite içindeki eylemleriyse dönem sonuna kadar devam edecek.

İstanbul Modern Sanat Müzesi’nin kuruluşunun 5. yılı dolayısıyla gerçekleştirilen gecede, Mübariz Mansimov, koleksiyonundaki sanatçı Balkan Naci İslimyeli’nin, elle işlenmiş 85 yıllık Türk bayrağını, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) hediye edeceğini açıkladı.

İstanbul Modern Sanat Müzesi’nden yapılan açıklamaya göre, kuruluş yıl dönümü dolayısıyla müzenin güzel sanatlar alanındaki faaliyetlerine ve eğitim projelerine destek sağlamak amacıyla dün akşam bir gece düzenlendi.

İş ve sanat dünyasından davetlilerin katıldığı gece, müzenin 5 yılda yaptığı faaliyetleri içeren ”İstanbul Modern” filminin gösterimiyle başladı.

İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, yaptığı konuşmada, İstanbul Moderni kuruluşundan beri destekleyen kuruculara, sponsorlara, destekçilere, sanatçılara, sanatseverlere, müze çalışanlarına ve müzenin kamuoyu ile iletişimini kuran yazılı ve görsel medyaya teşekkür etti. Oya Eczacıbaşı, İstanbul Modernin eğitime verdiği önemi vurgulayarak, geceye katılanların verdikleri destekle, müzenin güzel sanatlar alanındaki eğitim etkinliklerinin çoğalmasını ve çeşitlenmesini sağladıklarını belirtti.
 

Destek yarışı

Müzenin güzel sanatlar alanındaki eğitim etkinliklerine destek sağlamak amacıyla Raffi Portakal yönetiminde gerçekleştirilen destek yarışında, sanatçılar Kutluğ Ataman, Mehmet Güleryüz, Selma Gürbüz, Mustafa Horasan, Ergin İnan, Balkan Naci İslimyeli, Ahmet Oran, İrfan Önürmen ve Sarkis’in, geceye özel olarak hazırladıkları çalışmalar ile müzenin gelecek dönemde gerçekleştireceği güzel sanatlar faaliyetlerine ve eğitim projelerine destek sağlandı.

Destek yarışında, İstanbul Modern’e en büyük desteği 650 bin TL ile iş adamı Mübariz Mansimov (Gurbanoğlu) verdi. Mübariz Mansimov, Balkan Naci İslimyeli’nin bu gece için özel olarak yeniden yorumladığı, kendi koleksiyonundan seçtiği elle işlenmiş 85 yıllık Türk bayrağını TSK’ya hediye edeceğini belirtti.

Ethem Sancak da Ergin İnan’ın kendine has desenleriyle ve Mevlana’nın dizeleriyle donattığı sandalye ile İstanbul Modern’e 150 bin TL’lık önemli bir destek sağladı.
Ayrıca, görme engelli çocuklara yönelik ”Dokunduğum Renk” başlıklı eğitim projesinden esinlenilerek, Braille alfabesiyle üretilen özel tasarım bilezikler ile de müzenin önümüzdeki dönemde gerçekleştireceği güzel sanatlar faaliyetlerine ve eğitim projelerine katkı verildi.

Gecede, İspanya’nın divası olarak adlandırılan Monica Molina, mini konser verdi.

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halis Akalın, grip aşısı yaptırmanın, bu hastalığın ve neden olduğu diğer komplikasyonların önlenmesi için en etkili yol olduğunu söyledi.

Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi de olan Akalın, İnfluenza (grip) aşılarının, ”inaktif aşılar (canlı virüs içermeyen)” ve ”canlı virüs içeren aşılar” olmak üzere 2 tip olduğunu, ayrıca aşıların, içinde ”Adjuvan” bulunup bulunmamasına göre de iki gruba ayrıldığını belirterek, şöyle devam etti:
”Canlı virüs içeren aşılar içinde hastalık yapıcı etkisi oldukça azaltılmış az miktarda virüs bulunur ve bu aşılar burundan püskürtülerek uygulanır. İnaktif aşılar içinde ise virüsün hemaglütinin adı verilen bir parçası bulunur. Hemaglütinin virüsün solunum yollarına tutunmasını sağlayan yapıdır. Virüs solunum yollarına tutunamazsa hastalık oluşturamaz. Virüs cansız hale getirildikten sonra bu hemaglütinin yapısı alınarak aşı için (antijen olarak) kullanılır. Bu aşının uygulanmasından 7-10 gün sonra bağışıklık sistemimiz hemaglütinine karşı koruyucu proteinler (antikor) oluşturur. Bu koruyucu proteinler hemaglütinine bağlanarak solunum yolu hücrelerine virüsün tutunmasını engellerler ve böylece hastalıktan korunuruz.”

Prof. Dr. Akalın, tüm dünyayı etkileyen bir salgınla karşı karşıya olunduğu ve çok fazla kişiyi aşılamak gerektiği için daha az ‘‘hemaglütinin” kullanarak antikorun yeterli miktarda ve uzun süreli olmasını sağlamak amacıyla aşıların içine ayrıca adjuvan konulduğunu dile getirdi.

Adjuvanın aşının içindeki görevinin, hemaglütinine karşı daha uzun süreli ve yeterli miktarda antikor yapımının sağlanması olduğunu anlatan Akalın, uzun yıllardan beri aşıların içinde adjuvan kullanıldığını vurguladı.

En sık kullanılan adjuvanların ”Alüminyum fosfat” ve ”Squalene” olduğuna işaret eden Akalın, ”Avrupa’da üretilen ve uygulanan aşıların çoğu bu adjuvanlardan birini içermektedir. Ülkemizde kullandığımız A gribi (H1N1) aşılarının içinde de adjuvan olarak ‘Squalene’ bulunmaktadır. Daha önce yaklaşık 40 milyon kişiye uygulanmış olan mevsimsel grip aşılarında da bu adjuvan kullanılmış ve önemli bir yan etki bildirilmemiştir” diye konuştu.

Akalın, çocukluk döneminde uygulanan bazı aşıların içinde de adjuvan olarak alüminyum fosfatın kullanıldığına dikkati çekerek, şunları söyledi:
”H1N1 aşısının içinde bulunan ‘thiomersal’ adlı koruyucu madde de genel olarak aşılarda koruyucu olarak bulunur. İnsana hiç bir zararının olmadığı bilimsel olarak gösterilmiştir. Yalnız bu aşıda değil birçok virüs aşısında koruyucu madde olarak uzun yıllardan beri kullanılmaktadır.”

61. Emmy ödülleri sahiplerini buldu. ‘Mad Men’ bu yıl da en iyi dizi seçilirken, Charlie Sheen 4. kez eli boş döndü. Jessica Lange ödülünü alırken Alec Baldwin’i ateşli bir şekilde öpünce salonda alkış koptu.

61. Emmy ödülleri, Los Angeles’taki Nokia Theatre’da düzenlenen törenle sahiplerine verildi.

Ödül töreninden önce gelenek olduğu üzere kırmızı halı seremonisi yapıldı. Ünlü isimler tören salonuna giderken, kırmızı halıda poz verdiler. Halı üzerinde adeta şıklık yarışı yaşandı.

“How I Met Your Mother”ın Barney’si Neil Patrick Harris’in sunduğu ödül töreni, simultane çeviriyle CNBC-e’de, orijinal sesiyle ise e2’den canlı olarak yayınlandı.

‘MAD MEN’ EN İYİ DİZİ
Törenlerde e-2’de yayınlanan “Mad Men” drama dalında “En İyi Dizi” ödülünün sahibi oldu.

’30 ROCK’ VE ALEC BALDWIN’E ÖDÜL
Komedi dalında “En İyi Dizi” ödülünü ise “30 Rock” dizisi kazandı.

Dizinin başrol oyuncusu Alec Baldwin de komedi dalında “En İyi Erkek Oyuncu” seçildi. ‘Urited States Of Tara”da oynayan Toni Collette, yine aynı dalda en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı.

DRAMDA EN İYİ OYUNCU ÖDÜLLERİ
Drama dizisi dalında “En İyi Erkek Oyuncu e2’de yayınlanan “Breaking Bad” ile Bryan Craston seçilirken; bu dalda “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülünü “Lost”daki rolüyle Michael Emerson kazandı.

Drama dalında “En İyi Kadın Oyuncu Ödülü”, “Damages” dizisindeki rolüyle Glenn Close’un olurken, bu daldaki “Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü” de CNBC-e dizisi “24”‘deki rolüyle Cherry Jones’un oldu.

KOMEDİNİN EN İYİLERİ
Komedi dalında “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülü CNBC-e’de yayınlanan “Two and A Half Men” ile John Cryer’ın olurken, bu dalda “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülünü yine CNBC-e’de yayınlanan bir diğer dizi “Pushing Daisies” ile Kristin Chenoweth kazandı.

İşte gecenin bütün kazananları:

Drama
En İyi Dizi: Mad Men
En İyi Kadın Oyuncu: Glenn Close (Damages)
En İyi Erkek Oyuncu: Bryan Cranston (Breaking Bad)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Michael Emerson (Lost)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Cherry Jones (24)
En iyi Kadın Konuk Oyuncu: Ellen Burstyn
En İyi Erkek Konuk Oyuncu: Michael J. Fox
En İyi Yönetmen: E.R
En İyi Senaryo: Matthew Weiner ( Mad Men)

Komedi
En İyi Dizi: 30 Rock
En İyi Kadın Oyuncu: Toni Collette ( United States of Tara)
En İyi Erkek Oyuncu: Alec Baldwin ( 30 Rock)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Kristin Chenoweth (Pushing Daisies)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Jon Cryer (Two and a Half Men)
En İyi Kadın Konuk Oyuncu: Tina Fey
En İyi Erkek Konuk Oyuncu: Justin Timberlake
En İyi Senaryo: Matt Hubbard (30 Rock / Reunion)
En İyi Yönetmen: Jeffrey Blitz (The Office)

Sadece mimarlara değil herkese yönelik temel bir başvuru kaynağı olan “Mimarlık” çıktı.

Bu kitapta tarih öncesinden günümüze dünya mimarisinin yapı taşlarını bulacaksınız. İlkçağ’dan Ortaçağ’a, Rönesans’tan 20. yüzyıla belli başlı akımlar (Neoklasisizm, Modernizm vb.), tanınmış mimarlar ve önemli yapıtlar ortaya konuyor.

Her bölümün başındaki zaman çizelgeleri, o dönemdeki siyasi, toplumsal ve bilimsel gelişmelere dair kısa bir giriş, dönemin ünlü mimarlarına derinlemesine bakış ve önemli eserlerin resimleri kitabın akıcılığını ve anlaşılırlığını arttırıyor.

“Başvuru Kitapları” adı verilen bu yeni seri, ilerleyen günlerde serinin diğer kitaplarıyla devam edecek.Mimarlık, kitapçılardan 30 TL’ye, internet yoluyla http://kitap.ntvmsnbc.com adresinden de 24 TL’ye edinilebilir.

Dünyaca ünlü pop müzik yıldızı Madonna, İtalya’da yaşayan yönetmen Ferzan Özpetek’ övgü yağıdırdı. Madonna, “O bir dahi” dedi.

Pop yıldızı Madonna, “Fox” televizyonundaki röportajında soruları yanıtladı.

İtalyan sinemasından sevdiği isimler sorulan Madonna, Marcello Mastroianni ismini söylerken, yenilerden ise Ferzan Özpetek’i sevdiğini belirtti.

“Kutsal Yürek ve Karşı Pencere’nin yönetmeni kimdi?” diye röportajı yapan İtalyan sunucuya soran Madonna, “Ferzan Özpetek” cevabı üzerine “O bir dahi” şeklinde konuştu.

Bu arada Ferzan Özpetek’in son filmi “Serseri Mayınlar”ın (Mine Vaganti) montajının da tamamlanmak üzere olduğu, filmin gelecek Mart ayında İtalya’da gösterime gireceği belirtildi.