Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Site varsayılanı" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Kâr amacı gütmeyen, patronsuz, çok ortaklı, “kâinatın tüm seslerine Açık Radyo”, 15 yıl önce doğdu.

 Açık Radyo sebze çorbası gibidir. Her şeyi içerirdiye boşuna demiyor kurucusu ve programcısı Ömer Madra. Bundan tam 15 yıl önce, 92 ortakla patronsuz yola çıktıklarında kolektif yapısı, gönüllü programcıları, ilginç yayınları, dünyanın dört bir yanından çaldıkları müzikleriyle, Türkiye’nin en özgün ve özgür radyosu olduklarını göstermişlerdi.

Bugün 15. yaşını kutlayan, ama tazeliğinden hiçbir şey kaybetmeyen radyo, bir de Sona Ertekin editörlüğünde 15. yıla denk gelen kapsamlı bir ansiklopedik kitap hazırladı: Açık Kitap. 3000 adet basılan kitabın 150 tane özel baskısının kapağını ise tek tek Mehmet Güleryüz resimledi. 29 Kasım’da ise Açık Radyo’ya 15 yıldan bu yana emek veren yaklaşık 1000 programcısı ve 4000 kadar destekçisinin de katılımıyla Santralistanbul’da bir de kutlama yapılacak.

90’ların ortalarında, özel radyoların patladığı bir dönemde hem söyleyecek sözü olan hem de her telden müzik çalmak için yola çıkan hissedarların her birine ortaklık belgesiolarak Abidin Dinonun Tuğralarserisi litografisini vermesi, bu radyonun ruhunu en iyi anlatan şey herhalde…

Madra’nın Açık Radyo, aynı zamanda kaçık bir radyodemesi de bundan.Açık Radyoyu betimlemek için birçok tanım yapabilirsiniz, ama bence 15 yılın ardından bana öyle geliyor ki en belirleyici özelliği kolektif olması. Yola iki kişi çıktık, sonra birdenbire 100 ortaklı bir şey oldu. Sofranın ortasına pat diye düşen bir fikir, sonunda bu hale geldi.

Açık Radyo’da, yapılanmasında önemli olan bir özellik daha var: Bağımsız bir entelektüel faaliyet içinde olması. Örnek mi? Demokratik toplumlardaki en kuvvetli denetlemeyi yapması gereken medyanın artık güvenilirliğini yitirdiği bir dönemde hayatımıza giren radyo, Marmara depremi sırasında ihtiyaçlarla imkânları buluşturmuş ve bütün programlarını iptal ederek yardım amaçlı yayın yapmıştı. Radyo böyle bir durumda çok işlevsel olabiliyor, hızla refleks verebiliyor. Bu açıdan Açık Radyoyu alternatif görmüyorum. Asıl medyanın yapması gereken şey budurdiyor Madra ısrarla.

Vatandaş gazeteciliği

Açık Radyo, yedi senedir devam eden ve Madra’nın yaptığımız en iyi şeydediği “Dinleyici Destek Projesi”yle ve her yerden duyarlılıkla bildirendostlarıyla da Türkiye radyoları içinde ayrı bir yerde duruyor. Bir stajyerden Almanya’daki anti-nükleer direnişin, bir dinleyenden Cide’deki köylülerin HES’ler için nasıl mücadele verdiğinin ya da yakın dostları Tilbe Sarandan Maçka’da kesilen ağaçların haberini alabilirsiniz.

Madra’ya göre, bu, bir raslantı değil, sonuç : Açık Radyonun dinleyicisi, dostlarıyla kolektif olarak kurduğu yakın ilişkinin sonuçları. Benim için ideal habercilik vatandaş gazeteciliğiyle olur. Bu insanların da bizim dinleyicimiz olması bize büyük bir şevk de veriyor. Bilgiyi paylaşmak çok önemli. Küçücük bir radyoda bile bunun müthiş bir işlevi var.

‘Merak böceği kemirmiş bizi’

Bütün Açık Radyocularda Diderotvari, ansiklopedist bir yan vardır. Merak böceği kemirmiş bizidiyor Madra. Yaklaşık 120 yazar çizerin katkıda bulunduğu ve 3000 adet basılan ansiklopedik Açık Kitap’ta 15 yılın bütün birikimi yansıtılmaya çalışılmış. Açık Radyo’nun kişisel tarihi, macerası da dahil, mesele edindiği 550 kadar maddeyi bulmak mümkün. Aralarındadeprem”, “mahalle futbolu”, “Noam Chomsky”, “Pehlivan Beyin gözlüğü(programcılardan Sevin Okyayın sürekli yakın gözlüğünü unuttuğu için radyoda uzun zaman çalışan Pehlivan Bey’in gözlüğünü ödünç almasından doğan bir madde) gibi hem uçuk kaçık hem de ciddi pek çok madde var. 752 sayfalık bu kitabın kendini finanse etmesi için de 150 tanesi ressam Mehmet Güleryüz tarafından resmedilmiş. Madra, Bizim gibi düşünen, Açık Radyonun hassasiyet alanlarını ve insanlık hallerini resmeden Mehmet Güleryüzü, ‘devlet sanatçılığı’ kavramına bayrak açtığı günden beri zaten severizdiyerek sanatçının özgün bir koleksiyon yaptığını belirtiyor.

Fotoğraf sanatçısı Halim Kulaksız’ın, son 10 yıldır üzerinde çalıştığı ve 95 panoramik İstanbul görüntüsünden oluşan ”Siluetler Şehri İstanbul” adlı fotoğraf kitabı okurla buluştu.

Ünlü şair Orhan Veli Kanık’ın ‘‘İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” mısrasıyla başlayan şiirinden etkilenen fotoğraf sanatçısı Kulaksız, ”Gözlerinizi kapattığınız zaman İstanbul’un tüm seslerini, tınılarını, yaşantılarını hissedersiniz, duyarsınız. Ben bir fotoğrafçı olduğuma göre, gözlerim açık olmalı. Yani İstanbul’u izliyorum gözlerim açık” diyerek İstanbul’u fotoğraflamaya başladı.

Yola çıkarken iki amacı olduğunu anlatan Kulaksız, ”Biri siluetler şehri İstanbul’daki nostaljik siluetleri ortaya çıkarmak, diğeri ise 2000’li yılların başlarındaki İstanbul’u gelecek nesillere belge olarak taşımaktı” diye konuştu.

İstanbul için belki binlerce kitap, binlerce hikaye yazıldığını ve yayımlandığını kaydeden Kulaksız, her biri 3 metre veya daha büyük basılacak şekilde ve yüzlerce panoramik fotoğrafından bir seçki olarak hazırladığı kitapla İstanbul’un güzelliğini bir nebze ortaya koymayı ve bunu gözünün algıladığı şekilde gelecek nesillere aktarmayı amaçladığını anlattı.

”Türkiye’de bir ilk”

Eski Kültür Bakanlarından Talat Halman, kitaba yazdığı ön sözde, bilge bir deklanşörle ve gönlü gani bir mercekle aşk hayatı yaşamanın, her görkemli tarihi kentin doğal hakkı olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:
”İstanbul elbette öyle bir uygarlıklar metropolüdür. Yüzyıllar boyunca ressamlar, minyatür tasvircileri ve gravürcüler, 19. yüzyıldan sonra da fotoğraf sanatçıları, onun güzelliklerini ve güçlü kültürel değerlerini ele güne göstermek uğrunda, bazen romantik özlemlerle bazen akılcı bir gerçeklikle çaba verdiler. Bu müstesna sanatçı, olağanüstü bir atılımla, İstanbul’un geniş ufuklarına, hem de eşsiz bir sentez oluşturmuş tarihi panoramasına yönelmiştir. Fotoğraf sihirbazı Halim Kulaksız’ın bu büyüleyici eseri, kültür hattı balasının başyapıtıdır.”

Halim Kulasız kimdir?

Halim Kulaksız, 1944 yılında Gümüşhane’nin Şiran ilçesinde doğdu. Lisede okuduğu sırada fotoğrafla ilgilenmeye başlayan ve Ankara’da 1969 yılında ilk laboratuvarını açan Kulaksız, 1972 yılında New York Institute of Photography’yi başarıyla bitirdi.
Birçok kişisel sergi açan, yarışmalarda ödüller alan, yurt dışında fotoğrafları sergilenen Kulaksız, yurt içi ve dışında pek çok fotoğraf yarışmasında jüri üyeliği yaptı.

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak fotoğraf dersleri veren Kulaksız, Amerika, Japonya, İngiltere, Fransa, İsviçre, Almanya ve İtalya’da renkli fotoğraf konusuyla ilgili geniş kapsamlı çalışmalar yaptı

Muğla’ya gelen turist sayısı yüzde 13 oranında artarken, özellikle Arap turistlerin ilgisi dikkat çekti.

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer, Muğla’ya gelen turist sayısının yüzde 13 oranında arttığını belirterek, Arap ülkelerinden gelen turist sayısında da geçen yıla göre yüzde 50’lik artış yaşandığını bildirdi. Bin 124 kilometre uzunluğundaki kıyı bandının çevrelediği Muğla ve ilçeleri, her yıl 3 milyon yabancı turisti ağırlıyor. 2010 yılının ilk 7 aylık dönemine ait rakamlara göre, Muğla’ya gelen yabancı turistler arasında İngilizler 916 bin 806 kişiyle ilk sırada yer alıyor. 105 bin 432 kişiyle Hollandalı turistler ikinci, 87 bin 382 kişiyle Almanlar üçüncü, 83 bin 227 kişiyle Rusya Federasyonu’ndan gelenleri dördüncü, 63 bin 522 kişiyle de Belçikalı turistler beşinci sırada yer alıyor.       

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Özer, bu yıl Muğla’ya gelen turist sayısında ciddi bir artış olduğunu belirterek, ”Temmuz ayı sonu itibariyle Muğla’ya gelen turist sayısında yıllıkta yüzde 13, aylıkta yüzde 11 gibi bir artışımız var. Ancak bu artışın giderek çoğalacağını tahmin ediyoruz. Bu yıl bölgemize gelen turist sayısının 3 milyonu geçeceğini düşünüyorum. Hedefimiz 3 milyonu geçmek.” dedi.
Özer, özellikle Lübnan, Filistin, Suriye ve Ürdün gibi Arap ülkelerinden gelen turist sayısında geçen yıla oranla yaklaşık yüzde 50’lik bir artış yaşandığına işaret ederek, ”Geçen yıl yaklaşık 14 bin olan Arap turist sayısı bu sene yılın ilk 7 ayında 20 bine ulaşmış durumda. Türkiye’nin komşuları ve Arap ülkeleri ile olan ilişkilerinin çok daha sıcak olması, Türkiye’nin güvenilir ülke olması, dostane ve sosyal ilişkilerin artması, ticari ilişkilerin artması ve aynı zamanda gümrüklerin kaldırılması Arap turistlerin ülkemizi tercih etmesine neden oldu” diye konuştu.
Genel anlamda dış politika ve iç politikada yaşanan gelişmelerin Arap turistlerin Türkiye’ye gelmesini olumlu yönde etkilediğine işaret eden Özer, şu ifadeleri kullandı:
”Ülkemizin terörden uzak müreffeh bir ülke olması, gelen turistlere misafir anlayışıyla sunulan hizmetlerin her biri, turist sayısının artışında çok önemli etkenler. Muğla’nın turizmden gerekli pastayı alabilmesi için marka şehir haline dönüşmesi ve markalaşmayı sağlaması gerekmekte. Bu yönüyle de Muğla’mızı ‘Moda’ değil ‘Marka’ şehir haline dönüştürmemiz lazım. Bu bütünlüğü sağlayabilirsek hem iç hem dış turizm alanında Muğla’nın çok daha geliştirilebileceğini düşünüyorum.”dedi.
Güney Ege Turistik Otelciler Birliği (GETOB) Başkanı İlhan Açıkgöz ise turist sayısındaki artışın sevindirici olduğuna işaret ederek, ”Muğla bölgesine yılda yaklaşık 3 milyon turist geliyor. Bunların içinde farklı milletlerden turistler yer alıyor. Arap turist sayısındaki artışın nedeni bana göre iç ve dış politikada yaşanan olumlu gelişmeler” diye konuştu.

En çok görülen ağrı: Baş ağrısı

Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Cengiz Mordeniz, her beş kişiden birinin kronik ağrılardan yakındığını bildirdi.

Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Cengiz Mordeniz, Valilik Kültür Merkezi’nde düzenlenen bilgilendirme toplantısında, ağrının tıpdaki gelişmelere rağmen toplumsal bir sorun olmaya devam ettiğini anlattı.

Her hastanın ağrıya yanıtının farklı olduğunu belirten Mordeniz, ”Kişilik yapısı, geçmişteki deneyimler ağrıya karşı yanıtta önemli rol oynar. Bu nedenle, her hastanın ayrı ayrı ele alınması ve değerlendirilmesi gerekir. 117 çeşit ağrı vardır. Bu kadar çok çeşit ağrının varlığının bilinmesi, ağrı tedavisinin de başlı başına bir dal olarak ele alınmasına yol açmıştır” dedi.

Her insanın ağrı eşiğinin farklı olduğunu anlatan Mordeniz, korku, yalnızlık, uykusuzluk, üzüntü ve depresyon gibi durumların ağrı eşiğini düşürdüğünü bildirdi. Mordeniz, buna karşın kaygıdan uzak bir yaşantının, her şeyin kontrol altına alınmasının verdiği güven, umut ve uykunun ağrı eşiğini yükselttiğini ifade etti.

“5 kişiden biri ağrı çekiyor”

Ağrının, kişiyi toplumdan soyutlayan, işinden gücünden alıkoyan ve ailesinden uzaklaştıran toplumsal bir olay olduğunu kaydeden Mordeniz, ”Ağrının dünyadaki yıllık iş gücü kaybı yaklaşık 60 milyar dolar. Her 5 kişiden biri kronik ağrıdan yakınıyor. Kronik ağrı çeken insanların sayısı kalp, akciğer, damar ve şeker hastalarının toplamından daha fazladır” diye konuştu.

Mordeniz, şu bilgileri verdi:
”Türkiye’de ise ağrı sıklığı yüzde 63,5’tir. Ağrı çekenlerin yüzde 73,2’sinde bu ağrı 6 aydan uzun süren kronik ağrılardır. Ağrı sıklığı en fazla batıda yüzde 69,6 ve doğuda 69,2 oranındadır. Güneyde ise bu oran 48,5’e kadar düşmektedir. Bu düşüşü güneydeki kentlerde kullanılan acılı ve isotlu gıdalara bağlayabiliriz. Ağrı çeken kadın sayısı erkeklere oranla yüzde 70 daha fazladır. Sosyo-ekonomik durumlara göre ise ağrıyı incelediğimizde, ekonomik düzeyi yüksek kişilerde, ağrı sıklığı azalıyor. Ülkemiz insanlarında en sık görülen ağrı yüzde 26 oranıyla baş ağrısıdır. Bunun dışında yüzde 13,2 bel, yüzde 11,2 de bacak bölgesinde ağrı görülmektedir. Türkiye’de ağrı çekenlerin yüzde 7’si ağrı ile baş etmek için hiç bir yöntem kullanmıyor. Yüzde 23’ü ise sadece ağrı kesici ilaçlar kullanıyor. Ağrı çekenlerin yüzde 58,4’ü doktora giderek, yüzde 15,1 arkadaş tavsiyesiyle, yüzde 7.5’i de eczacıya danışarak ağrı kesici kullanıyor.”

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 1999-2008 döneminde kanser kaynaklı ölümlerin yıllık ortalaması 27 bin 161 kişi.

Kanserin araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, çalışmalarına TÜİK yetkililerini dinleyerek başladı.

AKP Gümüşhane Milletvekili Kemalettin Aydın‘ın başkanlığında toplanan komisyonda, TÜİK uzmanları, Türkiye’deki kanser vakalarına ilişkin verileri aktardılar. Bu kapsamda 1999-2008 dönemine ilişkin kanser istatistikleri komisyon üyelerinin bilgisine sunuldu.

TÜİK verilerine göre; Türkiye genelinde 1999 yılında toplam 185 bin 141 kişi öldü; bunun 104 bin 213’ünü erkek, 80 bin 928’ini kadın nüfus oluşturuyor. 1999 yılındaki toplam ölüm olaylarının içinde kanser kaynaklı olanların sayısı ise 23 bin 71 olarak istatistiklere yansıdı. Bunlardan 15 bin 298’ini ise erkekler, 7 bin 773’ünü ise kadınlar oluşturuyor.

2008 yılında ölenlerin toplam sayısı ise 215 bin 562 kişi. Bunun 119 bin 391’i erkek, 96 bin 171’i ise kadın. Bu ölümlerin 33 bin 188’i kanser bağlantılı. Kanser bağlantılı ölümlerin 21 bin 838’i erkek, 11 bin 350’si kadın.

1999-2008 dönemindeki normal ölümlerin cinsiyete göre dağılımı ise erkeklerde yüzde 56, kadınlarda yüzde 44 olarak gerçekleşti.

Bu verilere göre, kanserden ölümlerin yıllık ortalaması 27 bin 161 kişi. Bu kapsamda, kansere bağlı ölümlerin yaşamını yitirenlerin toplam sayısına oranı ortalama yüzde 14,2. Bu ortalamaya göre kansere bağlı ölümlerin yüzde 16,7’sini (17 bin 876) erkekler, yüzde 11’ini (9 bin 284) ise kadınlar oluşturuyor.

Ölümlere göre kanser türlerine bakıldığında, akciğer kanseri yüzde 33 ile ilk sırasında yer alıyor. Bunu yüzde 27 ile diğer kanser türleri, yüzde 9 ile mide kanseri, yüzde 7 ile bağırsak ve yüzde 5’lik oranla meme kanseri ve lösemi izliyor.
 

Kanser vakaları

TÜİK verilerine göre, 2006 yılında yapılan araştırmalarda erkeklerde en çok görülen kanser vakaları şöyle: Yüzde 26,8 akciğer, yüzde 11,2 prostat, yüzde 8,1 mesane, yüzde 7,1 kolorektal ve yüzde 5,8 mide kanseri.
Kadınlarda ise yüzde 23,7 ile meme kanseri ilk sırada yer alıyor. Bunu yüzde 8,2 ile kolorektal, yüzde 6,9 ile tiroid, yüzde 5,1 ile uterus korpusu ve yüzde 5 ile mide kanseri takip ediyor.

Komisyonda, TÜİK uzmanları, kurum ve kuruluşların ölüm sayısı ile nedenlerini düzenli takip etmedikleri için güncel ve sağlıklı veri oluşturulmasında sıkıntı yaşandığını söylediler. Uzmanlar, doktorların defin ruhsatını doldurmayı ”angarya” olarak görmemesi gerektiğini dile getirdi.

Görüşmelerde söz alan AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç, TÜİK’in ”muğlak rakamları güncellemesi gerektiğini” kaydetti.

Sağlıklı bir uyku için yapılması gerekenler…

Nöroloji Uzmanı Mehmet Yavuz, Türkiye’de 5 milyon kişinin uyku problemi olduğunu söyledi. Uyuyamayan bir insan verimsiz, uyumsuz, sinirli ve alıngan olabildiğini belirten Dr. Yavuz, uykusuz insanların hata yapma ihtimallerinin de yüksek olduğunu, trafik kazalarının pek çoğunun uykusuz direksiyon başına geçmekten kaynaklandığına dikkat çekti. Dr. Yavuz, sağlıklı bir uyku için neler yapılması gerektiğini anlattı.

Uyku, insan ömrünün neredeyse üçte birini kapsayan ve organizmanın dinlenmesi ve kendini yenilemesi için gerekli bir ihtiyaç. Beynin de dinlenmek için uykuya ihtiyacı vardır. Bazı kişiler uykunun boş yere harcanmış bir zaman olduğunu düşünür. Hatta az uyumakla övünen çok insan vardır. Bu kişiler ‘hayatımı uyuyarak mı geçireceğim’ derler. Hâlbuki bu düşünce ‘hayatımı fazla oksijen tüketerek mi geçireceğim’ sorusu kadar yanlıştır. Oysa sağlıklı ve mutlu yaşamamız için olmazsa olmazlardan bir durumdur uyku.

Uykusuzken hata yapma ihtimali yüksektir

“Genel olarak insanların yeterince uyuyamaması, ruhsal ve fiziksel pek çok soruna yol açabilir” diyen Reem Nöroloji Merkezi kurucusu ve doktoru Mehmet Yavuz,  uyumanın; su içmek, gıda almak gibi insan hayatının olmasa olmazlarından olduğunu vurguladı.

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz’a göre, uyuyamayan bir insan verimsiz, uyumsuz, sinirli ve alıngan olabilir. Uykusuz insanların hata yapma ihtimalleri yüksektir. Trafik kazalarının pek çoğunun da uykusuz direksiyon başında olmaktan kaynaklandığına işaret eden Dr. Yavuz şunları dile getirdi: “Uykusuz insanın beyini, kendi bakımını yeterli derecede yapamaz, bu da hatalara sebep olur. Uyku o denli önemli ki, pek çok işlevimizi etkiler. Bu nedenle uyku sürelerini azaltmak bilinç, zekâ, beceri gibi faaliyetlerimizde gerilemeye yol açabilir. 14 gün uykusuz bırakılan farelerin ölmesi, uykunun önemini anlamak için yeterli olabilir. Uykusuz kalan insanların belli bir süre sonra bilinç kaybı yaşadıkları da bilinmektedir.”

Uykunun evreleri…

Dr. Mehmet Yavuz, uykunun evreleriyle ilgili de bilgi verdi. Yavuz’un belirttiğine göre sağlıklı bir uyku, rüya görülen (REM) ve görülmeyen dönem (non-REEM) diye ikiye ayrılır. Rüya görülmeyen uykunun da iki türü var: Yüzeyel ve derin uyku.

Yatağa girip uyuduğumuzda önce yüzeyel uykuyu yaşarız, sonra giderek derin uykuya geçeriz. Derin uykunun bir yerinde önce rüya görülen, sonra tekrar rüya görülmeyen uykuya geçeriz. Sabaha kadar yüzeyel-derin-rüya görülen uyku paketleri 3–4 kez  tekrarlanır. REM uykusunda zihnimiz toparlanır, beynimiz dinlenir. Uykunun diğer evrelerinde de bedenimiz dinlenir. Eğer uykuyu kesintiye uğratan bir sebep varsa uyku hep yüzeyel uyku döneminde kalabilir. Yani derin uyku ve REM uykusu eksik kalır. Bu da bedenimizin ve zihnimizin dinlenmemesine yol açar. Öğrencilere tavsiyem şu: Sınavlarınıza çalışmayı son geceye bırakmayın gece 4′ e kadar oturup ertesi gün sınava girerseniz yeterli REM dönemi uykusu yaşanamayacağı için başarısız olunabilir. Bu yüzden özellikle sınav öncesinde uykuya çok dikkat edilmelidir.

Ne kadar uyumalıyız?

Genel olarak erişkin insanlar günde 4–11 saat arasında değişen sürelerde uyur. Yeni doğan bebekler 18 saat, okul çağı öncesi çocuklar 12–13 saat uyurlar. Aslında ergenlik döneminin sonuna kadar uyku ihtiyacında azalma olmaz. Beynin öğrenme sürecinde uykudan vazgeçilmemesi gerektiğinin altını çizen Dr. Mehmet Yavuz, “Çünkü öğrenmek, beyinde birtakım sinirsel bağlantıların kurulması ve sürdürülmesi demektir. Bu sürecin doğru olması için uyku gerekir. Uyku sorunu olanlarda bellek bozukluğu, çocuklarda ise öğrenme zorluğu olur. Yaşı biraz ilerlemiş insanlarda uyku süresinin azalmasının nedeni, yeni bir şeyler öğrenmekten vazgeçmiş olmalarıdır.” diye konuştu.

Horlayanlar kaliteli uykudan yoksundur

Uykuda horlama problemi yaşayan insanların kaliteli uykudan yoksun kaldıklarını belirten Dr. Yavuz, bu yüzden bu kişilerin gündüzleri de sık sık uyku atakları ile karşılaştıklarını söyledi. Dr. Yavuz, “Gündüzleri olur olmadık yerlerde şekerleme yapan kişilerin çoğu, uykuda horlayan insanlardır.” dedi.  

Aşırı uyku da sorun

Mehmet Yavuz’a göre, nasıl ki uykusuzluk önemli bir sorundur, aşırı uyuma da aynı şekilde günlük hayatı etkileyen önemli bir problem… Aşırı uyku (Narkolepsi) durumunda da kişilerin iş ve sosyal hayatları olumsuz etkilenir. Bu insanlar çalışırken ya da araç kullanırken çeşitli tehlikelerle karşılaşabilirler. Neyse ki, bugün artık aşırı uykunun ilaçlarla tedavisi mümkün…

En fazla ne kadar uykusuz kalınabilir?

Normalde 2–3 günden itibaren uykusuzluk beyin işlevlerini bozmaya başlar. Hiç uyumama rekoru 11 gündür. Normal sağlıklı bir birey, 48 saatlik bir uykusuzluk döneminden sonra ayakta bile uyumaya başlayabilir.

Sağlıklı bir uyku için nelere dikkat edilmeli?

REEM Nöroloji Merkezi’nden Dr. Mehmet Yavuz, sağlıklı bir uyku için dikkat edilmesi gerekenleri şöyle sıraladı:

  • Çok aç ya da tok olmamak,
  • Kafeinli, alkollü, kolalı içeceklerden ve tütün kullanımından kaçınmak,
  • Düzenli egzersiz yapmak, ancak akşam saatlerinde heyecan oluşturacak aktivitelerden kaçınmak,
  • Uyku gelmeden yatağa girmemek,
  • Yatak odasında başka rutin işler yapmamak, uyuyamadığında uyumaya çabalamamak, yataktan ve yatak odasından çıkarak başka bir yerde zaman geçirip uyku gelince yatağa dönmek. (Kitap okumak bunların dışındadır.)
  • Ne kadar uyunursa uyunsun sabah belirli bir saatte kalkmak,
  • Gündüzleri uyumamak ve yatak odasını ses, ışık, ısı yönünden izole etmek,

Dr. Mehmet Yavuz, ayrıca şu tavsiyelerde de bulundu:

Aerobik egzersizler yapmayı alışkanlık haline getirmek lazımdır. Gününüzün belirli bir bölümünü bu egzersizlere ayırın. Belirli bir süre egzersiz yapmak genelde geceleri rahat bir şekilde uyumanız için yeterli olabilir

  • Yatmadan önce aşırı sıcak olmayan, ılık bir banyo yapmak kaslarınızı gevşeterek uyumanıza kolaylık sağlayabilir.
  • Eğer kas ağrılarınız ve kas spazmlarınız varsa ve bu nedenle uyuyamıyorsanız, şerbetçiotu (Humulus lupulus) bitkisinin çaylarını içebilirsiniz. Bira yapımında kullanılan bu bitki, binlerce yıldır yatıştırıcı ve rahatlatıcı olarak kullanılmaktadır. Aynı şekilde ıhlamur çayı da uyumanıza yardımcı olabilir.
  • Odanız karanlık, rahat ve sessiz olsun. Işık ve ses, uyku kaçırır. Yatak odanızda TV ve bilgisayar bulundurmayın. Odanızın sıcaklığı optimum derecelerde olması gereklidir.

Evcil hayvanınız varsa odanıza almayın!

  • Uyumadan önce ağır yemekten kaçının, ama aç da yatmayın. Bazı besinler uykuya dalmanıza yardımcı olur. Süt, ton ve kalkan balığı, enginar, badem, yumurta, şeftali, ceviz, kayısı, kuşkonmaz, yulaf, patates ve muz uyumanızı kolaylaştırabilir.
  • Gece televizyon başında sakın şekerleme yapmayın. Şekerleme uyku disiplininizi bozabilir.
  • Evcil hayvanınız varsa, odanıza almayın. Kedi ve köpeğiniz sizinle mi uyuyor?

Demek ki uykusuzluğa davetiye çıkarıyorsunuz demektir.

  • Sağlıklı bir kişi, uykusu gelip yatağa gittiğinde ortalama 5 ile 15 dakika arasında uyur. Bu süre, günün koşullarına göre değişebilir. Örneğin yorgun veya üzüntülü iseniz uykuya geçmeniz daha uzun sürer. Eğer uykuya dalmanız yarım saati aşıyor ve bu durum sık sık tekrarlıyorsa, uykusuzluk probleminiz var demektir. Bu durumda artık profesyonel yardım almanızın gereklidir. 

 

Bilim alanında, son 10 yılda yapılan en önemli 10 atılım belirlendi… İşte bilimadamlarına göre en önemli 10 atılım…

Mars’ta su bulunmasından yüzyılın deneyi olarak adlandırılan Büyük Hadron Çarpıştırıcısına, Eris cüce gezegeninin ortaya çıkartılmasından klonlamaya, bilim adamlarının son 10 yıldaki en büyük 10 atılımı şöyle sıralanıyor;


Büyük Hadron çarpıştırıcısı

Yüzyılın en büyük deneyi olarak kabul edilen 10 milyar dolarlık araştırmada, Büyük Hadron Çarpıştırıcısıyla, 14 milyar yıl önce evrenin doğumuna yol açtığına inanılan Büyük Patlama ortamının yaratılması amaçlanıyor.

İsviçre’nin Cenevre kentindeki yeraltı tünelinde yapılan deneyde geçen yıl ilk kez çalıştırılan atom çarpıştırıcısı, bir ton helyumun tünele sızmasına yol açan elektrik bağlantısı arızası yüzünden kapatıldı. Bu yılın sonlarında yapılan ve gelecek yıl yapılacak asıl çarpıştırma operasyonunun provası olarak görülen “Atlas” adlı deneyde ise 1,18 trilyon elektrot volt gücünde, karşı yönlerde yol alan iki parçacık ışınının çarpışmayı doğurduğu açıklandı.
Çarpıştırıcının katedral büyüklüğündeki dev odasında bulunan belli başlı dört detektörden biri, ilk yüksek enerjili proton çarpışmasını dünya rekoru olarak kaydetti. Çarpıştırıcının enerjisi aşama aşama artırılmaya devam edecek.

Deney sırasında tünel boyunca ayrı yönlerde iki proton huzmesi veriliyor. Işın demetleri ayrı istikametlerde, ışık hızına yakın bir süratle halka şeklindeki tünelde yol alıyor. Proton ışınlarının birbiriyle büyük bir enerjiyle çarpışmasının ardından bilim adamları, kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi umuyor.


Cüce gezegen Eris

Tanımı konusunda gökbilimcileri ikiye ayıran ve en sonunda “cüce gezegen” sınıfında yer almasına karar verilen Eris, 2005 yılında keşfedildi.

Dünyaya 15 milyar kilometre uzaklıktaki Eris, keşfinden sonraki ilk yılında güneş sisteminin 10. gezegeni olarak anılırken, Uluslararası Astronomi Birliğinin gezegen tanımını yayımlamasının ardından “cüce gezegen” sınıfına sokuldu.

Buzullarla kaplı gezegenin yeni statüsü, kendisinden daha küçük olan Plüton’un da “cüce gezegen” kabul edilmesine yol açtı ve güneş sistemindeki gezegen sayısı Astronomi Birliğinin kararıyla 8’e düşürüldü.

Keşfedilen gezegene, tanımı üzerindeki tartışmalar nedeniyle, mitolojide kavga ve nifak tanrıçası olarak bilinen Eris’in adı uygun görüldü.

Plüton’dan yaklaşık 115 kilometre daha geniş olan Eris, güneş sistemindeki en uzak gezegen olarak biliniyor. Eris’in güneşten uzaklığı 14,5 milyon kilometreyi buluyor. 2005 yılında yapılan gözlemlerde Eris’in bir de uydusu bulunduğu keşfedildi ve bu uyduya Dysnomia adı verildi.

Eris’in yörüngesi, Güneş sistemindeki diğer gezegenlerin yörüngesel düzlemine 45 derece eğik konumda bulunuyor. Bu eğim yüzünden 2005 yılına kadar gözlerden uzak kaldığı düşünülen Eris, Güneş’in çevresindeki turunu 560 yılda tamamlıyor.


Güneş sisteminin dışınındaki gezegenler

Evrende yalnız olmadığımızı ispatlamaya yönelik araştırmaların odak noktasında bulunan güneş sisteminin dışındaki gezegenlere ilişkin keşiflerin tarihi, 1990’lı yılların başlarına dayanıyor. Bu yıllarda, güneş sisteminin dışında keşfedilen gezegen sayısı tek haneli sayılarla gösterilirken, 2000 yılında 20 kadar gezegen daha bulundu ve bu sayı son 10 yılda yüzlerce olarak anılmaya başladı.

Dünyaya trilyonlarca kilometre uzaklıkta bulunan bazı gezegenlerin teleskoplarla fotoğrafları çekilebildi. Keşfedilen 400’den fazla gezegenin büyük bölümünün, Jüpiter ve Satürn gibi devasa gaz gezegeni olduğu açıklanırken gökbilimciler çalışmalarını, yaşam izine rastlayabileceklerini düşündükleri Dünya benzeri gezegenler üzerinde yoğunlaştırdı


Kök hücrede büyük devrim

Japon bilim adamı Şinya Yamanaka, Kasım 2007’de, insan embriyosu kullanmadan kök hücre üretilebileceğini kanıtlayarak bilim dünyasının kanını donduracak bir atılıma imza attı.

Yamanaka, Kyoto Üniversitesi laboratuvarında, insan embriyosu kullanmadan kök hücre üretilebileceğini, farelerden alınan deri hücreleri üzerinde genetik oynama yaparak gösterdi. Araştırmayla elde edilen kök hücrenin insan embriyosu kullanılmadan üretilmesi, kök hücre çalışmalarına izin vermeyen çevreleri rahatsız etmeyecek olması dolayısıyla da büyük önem taşıyor.

Kısaca iPS olarak adlandırılan, yeni geliştirilmiş kök hücre tipi, yetişkin deri hücrelerine dört gen yerleştirerek ortaya çıkardı. Vücuttaki 220 hücre tipinden herhangi birinin sayısız kopyasını oluşturma yeteneğine sahip embriyonik kök hücreler gibi davranmaya başlayan iPS hücreleri, hastanın kendi yetişkin hücrelerinden türetildiği için bağışıklık sistemi tarafından reddedilme riski taşımıyor. iPS hücreleri, embriyolardan türetilmediğinden büyük bir ahlaki ve dini soruna yol açmıyor.

7 milyon yıllık kafatası

Afrika’nın Çad çöllerinde 2001 yılında bulunan ve 6-7 milyon yıllık olduğu tahmin edilen kafatası, insanoğlunun atasına dair tartışmaların merkezi haline geldi.

Toumai adı verilen kafatasını bulan Michel Brunet liderliğindeki Poitiers Üniversitesi ekibi, kafatasının bir insansıya, insanların atasına ait olduğunu duyurdu.

Bilim dünyasında bu görüşe karşı çıkanlar da oldu. Bir kısım bilim adamı, kafatasını, maymunlarla insan arasındaki kayıp halka olarak kabul ederken, bir diğer kısım bunun bir gorile ait olduğu tezini savundu.

Soyağacında halen belirsiz bir yere sahip olan Toumai’nin karakteristik özelliklerinde hem insan, hem de maymunla bağlantılar kuruldu, ancak halen nihai bir sonuca varılamadı. Bazı bilim adamları, bulunan kafatasından yola çıkarak, insansıların 7 milyon yıl iki ayak üzerinde yürüdüğü iddiasını da ortaya attı.


Klonlama

Klonlama çağı, 1997 yılında ilk memelinin, Dolly adı verilen bir koyunun klonlanmasıyla başladı.

Dolly’i 2000 yılında bir maymun takip etti ve dünyanın farklı yerlerinde birçok araştırmacı, bu iki örneğin ardından at, inek ve kedi gibi birçok hayvan türünü klonlamayı başardı.
2001 yılında Güney Asya öküzü, 2009 yılında ise bir deve ile bir bizon klonlandı.


Mars’ta su bulunması

Kızıl Gezegen Mars’ta su bulunduğu iddiası doğrulandı. NASA, uzay aracı Phoenix’in, suyun varlığını kanıtlamakla kalmadığını, suya temas ettiğini açıkladı.

Mayıs ayından bu yana Mars’ın yüzeyini, mekanik kolunu kürek yerine kullanarak inceleyen robotun, gezegenin daha önce tahlil edilmemiş bölgesinde suyla karşılaştığı belirtildi.


MicroRna

İlk kez 1993 yılında keşfedilen, ancak adını 2001 yılında alan microRNA’lar, sağlık ile hastalık arasında önemli bir rolü bulunan genetik şifre parçacıklarından oluşuyor.

Genin nasıl çalıştığını kontrol eden hücrelerin düzenli çalışması için ihtiyaç duyulan dengenin sağlanmasına yardımcı olan bu parçacıklar işlevini kaybettiğinde hastalıklar ortaya çıkıyor.

MicroRNA’ların bu nedenle yeni ilaçların keşfinde çok büyük önemi bulunduğuna inanılıyor.


Genom Hayvanat Bahçesi

Uluslararası bir çalışma olan Genom Hayvanat Bahçesi projesiyle, bir organizmanın DNA’sında kayıtlı genetik bilgilerin tamamına ulaşılmasında maliyetin düşürülmesi amaçlanıyor.

635 milyon avroya ve 10 yıllık bir çalışmaya mal olan proje, hücrelerin nasıl çalıştığının ortaya çıkarılmasına ve hastalıkların sayısız metotla araştırılmasına katkıda bulunuyor.
Bilim adamları, Genom 10K adı verilen Genom Hayvanat Bahçesi’ni yaratarak, 10 bin omurgalı türün kayıtlı genetik bilgilerinin tamamına ulaşmayı amaçlıyor.

Sadece mimarlara değil herkese yönelik temel bir başvuru kaynağı olan “Mimarlık” çıktı.

Bu kitapta tarih öncesinden günümüze dünya mimarisinin yapı taşlarını bulacaksınız. İlkçağ’dan Ortaçağ’a, Rönesans’tan 20. yüzyıla belli başlı akımlar (Neoklasisizm, Modernizm vb.), tanınmış mimarlar ve önemli yapıtlar ortaya konuyor.

Her bölümün başındaki zaman çizelgeleri, o dönemdeki siyasi, toplumsal ve bilimsel gelişmelere dair kısa bir giriş, dönemin ünlü mimarlarına derinlemesine bakış ve önemli eserlerin resimleri kitabın akıcılığını ve anlaşılırlığını arttırıyor.

“Başvuru Kitapları” adı verilen bu yeni seri, ilerleyen günlerde serinin diğer kitaplarıyla devam edecek.Mimarlık, kitapçılardan 30 TL’ye, internet yoluyla http://kitap.ntvmsnbc.com adresinden de 24 TL’ye edinilebilir.