Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Hikmet Çetinkaya’nın, gazetenin İmtiyaz Sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk ile yaptığı son görüşmesi bugünkü Cumhuriyet’te…

Hikmet Çetinkaya

Cumhuriyetİlhan Selçukla demokrasiyi, siyasi partileri, askeri ve sivil vesayeti, Cumhuriyetin yayın çizgisini konuştuk bu hafta…

Sanayileşmemiş bir İslam ülkesinde, Bilimsel Devrimin ürettiği Aydınlanma felsefesine, iktidar-asker ve medya ilişkisine de değindik…

İlhan Ağabey’e sordum:

Cumhuriyetin hem imtiyaz sahibi hem de başyazarı olarak, askeri darbelere ve baskıcı otoriter tek partili rejimlere nasıl bakıyorsunuz?

İlhan Ağabey koltuğunda oturuyordu ve kucağından günlük gazeteler vardı…

İlhan Selçuk:

Artık askeri darbeler dönemi kapandı. Ben bunu yazılarımda da belirtmiştim. Türkiye darbe olacak mı, olmayacak mı tartışmalarını yapmamalı. O dönem kapandı.

Türkiyenin demokrasiyi ve özgürlükleri geliştirmesi gerekir. AKP, demokratik açılım dedi ama bugüne değin yaptığı bir şey yok. Önce şu Seçim ve Partiler Yasası değiştirilsin.

İlhan Ağabey ardından ekledi:

Temel hak ve özgürlüklerin olmadığı, basının teksesli hale getirilmek istendiği bir ülkede demokrasiden ve özgürlüklerden söz edilemez.

Biz Cumhuriyet gazetesi olarak ne askeri vesayeti ne de sivil vesayeti sahipleniriz. Askeri vesayeti ortadan kaldıralım derken, bir bakarsınız sivil baskıcı bir rejimin vesayeti altına girmişiz. O zaman ne yapacağız? Biz demokrasiden ve özgürlüklerden yana tarafız. Cumhuriyet Vakfı senedinde her şey yazılı. Cumhuriyetin anayasası bu. Laik demokratik Cumhuriyet, üniter devlet yaşayacak.

Cumhuriyet öyle kolay kurulmadı. Aydınlanma Devriminin ışığında yürüyeceğiz. Demokrasimiz ancak öyle gelişebilir.

***

Bu haftaki sohbetimiz çok uzun sürdü. Karşılıklı şakalaştık. Yaşamdan söz ettik, eski anılarımızı anımsadık…

İlhan Ağabey’e sordum:

Erken seçim olursa nasıl bir politika izleyeceğiz?

Selçuk:

Biz tüm partilere eşit uzaklıkta duracağız. AKPli bakanlarla da görüşeceğiz, Başbakan Erdoğanla da, Cumhurbaşkanı Gülle de. CHP lideri Baykalla da ve MHP lideri Bahçeliyle de.. BDPlilerle de…

Biz ne bir siyasi partiyiz, ne de demokratik kitle örgütüyüz. Haberde yayın çizgimiz belli. Temel hak ve özgürlükleri savunuyoruz. AKPye karşı muhalif çizgimizi koruyacağız. Irk ayrımcılığına karşıyız. Daha demokratik ve daha özgür bir Türkiyeden yanayız.

Yunus Nadinin 1924 yılında yayımladığı yazısında değindiği gibi, Cumhuriyet ne hükümet gazetesidir ne de parti gazetesidir. Cumhuriyet yalnız Cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın anlatımıyla demokrasinin savunucusudur. Cumhuriyet ve demokrasi fikir ve esaslarını yıkmaya çalışan her kuvvete karşı mücadele edecektir.

İlhan Ağabey, “Bizim yaşamımız demokrasi ve çağdaşma yoludur” dedikten sonra önemli bir noktanın da altını çizdi:

Ülkemizde her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için, Cumhuriyet gazetesi tüm varlığıyla

çalışacaktır. Atatürk devrim ve ilkelerinin açtığıaydınlanma’ yolunda, aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması, laiklik ilkesinin toplumca benimsenmesi için çaba gösterecektir.

İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Bildirgesini, demokrasinin evrensel anayasası olarak benimseyen Cumhuriyet, amaçlarına ancak Atatürkün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığı ve bütünlüğü kapsamında ulaşılacağını temel ilke sayar.

Ayrıca şunu belirteyim: Atatürkçülük ve ulusalcılık adı altında şoven milliyetçilik yapılıyor. Bu yanlış; Atatürkün milliyetçiliği şovenizm değil, kültür milliyetçiliğidir. Bir de sandıkla gelen sandıklagider. Türkiyenin geleceği asker-sivil baskıcı rejimlerde değil, demokrasidedir. Bugün yaşadığımız sorunlara sınıfsal temelde bakmak zorundayız.

***

İlhan Ağabey, Türkiye’de ve dünyadaki tüm olayları yakından izliyor…

Gazeteleri ve dergileri okuyor, köşe yazılarını hiç kaçırmıyor…

Bu arada bir espri patlatıyor:

Yılbaşında televizyonları seyredince Türkiyeye irtica-mirtica gelmez dedim, ortalık ayağa kalktı… Bak Hikmet, kimse asker darbe yapacak diye siyaset yapmasın. Artık Türkiyede askeri darbeler dönemi kapanmıştır.

Ben Türkiyenin zaman yitirmeden demokratikleşmesini istiyorum. Demokrasi ve özgürlükleri kim genişletirse ona gönülden destek veririm.

Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasından, ülkemize barış ve huzur gelmesinden, akan kanın durmasından yanayım.

Türkiye kendisiyle yüzleşmeli. Başta söylediğim gibi, askerin de sivil rejimin de vesayetine giremem, giremeyiz Cumhuriyet olarak.

***

Sohbetimiz uzadıkça uzuyor… İlhan Ağabey her geçen gün iyileşiyor…

Gözleri pırıl pırıl ve aydınlık…

Kız kardeşi Ülfet Ertel kahve sunuyor… Onun da gözlerinde bir mutluluk çiçeğinin açtığını görüyorum…

İlhan Selçuk daha sonra şöyle diyor:

TEKEL işçilerinin haklı direnişlerini alkışlıyorum. Onlara selam gönderiyorum. Örgütlü bir toplum olmalıyız.

Demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur bu. Temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gerekir. Gazeteciler, yazarlar, bilim insanları düşüncelerinden ötürü hapis yatmamalı.

İdeolojileri ne olursa olsun, onlar özgürce yazmalı ve konuşmalı. Bak, az daha unutuyordum, Tayyar Eraslan’a selam söyle, kendine iyi baksın!”

Dışarıya çıkıyorum…

Otomobile binip gazeteye dönerken Fazıl Hüsnü Dağlarcanın bir şiiri geliyor aklıma:

Milyarları saysın çelik dev ne çıkar

Yaşamam tek

Kocaman bir gözüm, kocaman bir ağız

İşte akar düşüncemde gece su

İşte akar yüreğimde su çiçek.

***

Bu hafta İlhan Selçuk’la sohbetimizin bir bölümünü yazdım… Devamı önümüzdeki pazartesi… İlhan Ağabey’in önemli mesajları var…

Alev Coşkun

Atatürk, Cumhuriyet yönetim sisteminden geniş anlamda demokrasiyi anlıyordu. Kendi el yazısıyla şöyle yazmıştır: “Binaenaleyh (bundan dolayı) demokrasi prensibinin en asri (çağdaş) ve mantıki tatbikini (uygulamasını) temin eden (sağlayan) hükümet şekli cumhuriyettir.”

Ege Cansen “Cumhuriyet Bir Demokrasi Projesidir” başlığını taşıyan yazısında şöyle diyor: “İlk defa farkına vardım ki, bilinçli olarak tasarlanmamış olsa bile 87 yıl önce kurulan Cumhuriyet aslında muhteşem bir demokrasi projesidir.” (Hürriyet 2 Ocak 2010)

Hemen ertesi gün Başyazar Oktay Ekşi, Cansen’in bu yazısını ele aldı ve: “…1946’dan beri kâh batarak kâh çıkarak yaşatmakta olduğumuz ‘demokrasi projesinin belki de bilinçsizce’ başlatılmış bir sürecin ürünü gibi gösterilmesine karşıyız” dedi ve “Atatürkçü düşünce’nin Türkiye’yi hep “demokrasiye” yönlendiren ilkelere dayandığını belirtti. (3 Ocak 2010)

Bu düşün alışverişini vesile sayarak, Atatürk’ün “Cumhuriyet projesinin”, aslında bilinçli olarak tasarlanmış bir “demokrasi projesi” olduğunun kanıtlarını ortaya koymakta yarar var. Osmanlı Devleti gerileme döneminde, toparlanmak için kimi önlemler almak zorunda kalmıştır. Pozitif bilime dayalı Tıbbiye, Mülkiye, Harbiye gibi kısıtlı da olsa modern okulların açılması, bu gereksinmeden doğmuştur. Ancak Sanayi Devrimi’ni, Rönesans ve Reformu yapan, Aydınlanma devrimini gerçekleştiren Avrupa’yı birkaç tane çağdaş okul açarak yakalamak olanaksızdı. Jön Türkler, hiçbir zaman “yeni bir devlet”, hele bir “Cumhuriyet” kurma düşüncesini taşımadılar, Cumhuriyet kavramının yanından bile geçmediler. Bütün gayret, nasıl olur da Osmanlı Devleti kurtulabilir üzerine yoğunlaşmıştı. Atatürk’ü Jön Türkler’den ayıran niteliği ondaki “Cumhuriyet” düşüncesidir. Ondaki devrim ve Cumhuriyet düşüncesi, daha Harp Okulu ve Harp Akademisi’ndeki öğrencilik dönemlerinde doğdu. Fransızcayı tam öğrenince Atatürk, Montesqieu ve J.J. Rousseau gibi Aydınlanma düşünürlerini kaynaklarından okuyarak Aydınlanma düşüncesinin ve Fransız Devrimi’nin fikri temellerine ulaşmıştı.

 Ali Fuat Cebesoy “Sınıf Arkadaşım Atatürk” adlı eserinde, Atatürk’ün henüz 21 yaşında, 1902 yılında Harp Akademisi’nin birinci sınıfındayken “Cumhuriyet” fikirleri taşıdığını, 1905’te atandığı ilk görev olan Şam’a gitmeden önce arkadaşlarıyla yaptığı bir toplantıda “Asıl dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan önce bir Türk devleti çıkarmaktır” dediğini belirtiyor.

(1) Yeni Türk devleti Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi öncesi günlerinde Mustafa Kemal, yanında yer almış olan Kuvayı Milliyeci Bitlis Valisi Mazhar Müfit Kansu’nun not defterine: “Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır” diye yazdırdı.

 (2) Henüz Erzurum Kongresi bile yapılmamış. Henüz Sıvas Kongresi yok, Meclis kurulmamış, vatan toprakları işgal ediliyor. Kimsenin gelecekten umudu yok… İşte böyle bir ortamda Mustafa Kemal, ileride Cumhuriyetin kurulacağını müjdeliyordu. Erzurum ve Sıvas kongreleri ve Amasya Bildirgesi dikkatle incelenirse, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan ilkelerin ilk kez oralarda ortaya atıldığı anlaşılır. Çünkü gerek Amasya Bildirgesi, gerek Erzurum ve Sıvas kongrelerinin temeli, şu cümle ile özetleniyordu. “Kuvayı Milliye’yi amil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır.” (Kuvayı Milliye’yi gerçekleştirmek ve milli iradeyi egemen kılmak esastır.) 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Millet Meclisi, bütün yetkileri kendinde toplayan bir “ihtilal ve milli mücadele meclisi” idi. 1921 Anayasası, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Halkın kendi mukadderatını (yazgısını) kendisinin tayin etmek hakkıdır. Kanun yapmak ve icra etmek salahiyetleri milli camiayı (topluluğu) temsil eden TBMM’de toplanıp tecelli etmiştir” der. Anayasa Profesörü Ali Fuat Başgil’in de belirttiği gibi “1921 Anayasası, reisi cumhursuz bir cumhuriyet kurmuştur.” 9 Eylül 1922 zaferinden sonra ilk adım, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılışıdır. Bundan sonraki adım 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanıdır. Böylece, 1919 Temmuz’unda Erzurum’da Mustafa Kemal’in Mazhar Müfit Kansu’ya not ettirdiği en önemli nokta gerçekleşiyordu. Cumhuriyetin ilanından dört ay sonra 3 Mart 1924’te Halifelik ile Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılışı ve Eğitim Birliği yasalarının kabul edilmesi çok büyük devrimlerdi. Bu yasalar, kurulan cumhuriyetin niteliklerini apaçık belirtiyor, din devleti yerine laik ve çağdaş bir cumhuriyetin kuruluşunu ortaya koyuyordu. Atatürk’e göre “milli egemenlik” bir ulusun kendi yazgısına bizzat egemen olmasıdır. Atatürk’ün bağımsızlıktan ve cumhuriyetten de anladığı budur. Milli Egemenlik Cumhuriyetçilik ise “devlet yönetiminde milli egemenliği, milli iradeyi ve özgür seçimi kabul eden ilkedir.” Atatürk Cumhuriyet yönetiminden geniş olarak “demokrasiyi” anlıyordu. Bu konuda şunları söylüyor: “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.” Atatürk’ün cumhuriyetle, demokrasiyi düşünüp anladığını gösteren önemli belge Medeni Bilgiler kitabıdır. Bu kitap ilk kez Prof. Afet İnan tarafından “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” adıyla 1930 yılında yayımlandı, ortaokul ve liselerde ders kitabı olarak okutulmaya başlandı. Bu kitabın büyük bir bölümünün bizzat Mustafa Kemal tarafından yazıldığı belgelenmiştir. Afet İnan, Atatürk’ün ölümünün 25. ve daha sonra 30. yılında Atatürk’ün bu konudaki el yazılarını “Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün Bu Konudaki Elyazıları” adıyla yayımlamıştır. Afet İnan şöyle diyor: “Bu kitaplar benim ismimle çıkmış olmasına rağmen, Atatürk’ün fikirlerinden ve telkinlerinden mülhem (esinlenmiş) ve üslubun tamamen kendisine ait olduğunu tarihi hakikatleri (gerçekleri) belirtmek bakımından bana düşen bir ödev telakki ediyorum” der. Mustafa Kemal bu kitapta vurucu olarak şöyle diyor : “Binaenaleyh (bundan dolayı) demokrasi prensibinin en asri (çağdaş) ve mantıki tatbikini (uygulamasını) temin eden hükümet şekli cumhuriyettir.”

(3) Cumhuriyet-Demokrasi Atatürk’ün Cumhuriyet anlayışı hakkında yabancı yazarlar ne diyorlar? Onu da kısaca özetleyelim: Lord Kinros kitabında, 1930 yazı boyunca “Mustafa Kemal Atatürk’ün sofrasında muhalefet partisi düşüncesi tartışılıyordu”, “Mustafa Kemal kendisini Roma Sezar’ı August’a benzetiyordu. O da Roma’nın cumhuriyet olduğu dönemde Senato’dan kendisine tam yetki almış, ancak öldükten sonra Roma’daki cumhuriyet unutulup gitmişti, yerine geçenler imparatorluklarını ilan etmişlerdi. Atatürk Türkiye’de böyle bir şeyin olmasını istemiyordu, ilke olarak diktatörlüğü yermekteydi.” Kinros ilave ediyor: “Asıl dilediği şey, ölümünden sonra ayakta durabilecek ve ülkesinin yararına olacak, Batı biçiminde bir demokrasi gibi gelişecek bir sistem yaratabilmekti.”

(4) Bernard Lewis’e göre; “bu konularda her ne düşünülürse düşünülsün, şu kadarı tartışma götürmez bir gerçektir ki, Kemalist devrim Türk halkına, tarihin en karanlık anında, yeni bir hayat ve umut getirmiş, enerjisini ve özsaygısını yenilemiş ve onları sadece bağımsızlık yolunda değil, çok daha nadir ve çok daha değerli olan özgürlük yolunda sapsağlam yerleşmiştir.”

(5) Dilimize Prof. Ergun Özbudun tarafından kazandırılan “Siyasi Partiler” adlı yapıtında ünlü siyaset Bilimci M. Duverger, Tek Parti ve Demokrasi bölümünde bu konuları irdeliyor. Duverger, “Tek partilerin genellikle totaliter partiler olduğunu, ancak gerek felsefeleri gerek yapıları bakımından bu yargının her ülke için geçerli olmadığını” söylüyor. Demokrasi söylemi Duverger’e göre Atatürk’ün yarattığı anayasada “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” ilkesiyle faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite söyleminin yerini Kemalist Türkiye’de “demokrasi söylemi” almıştır. Bu da, tam olarak siyasal demokrasinin ilkelerini içermektedir. “Atatürk’ün liderliğindeki tek particilik, tekelciliğe dayanarak liberal demokrasiyi tıkamamıştır. Hatta Mustafa Kemal sahip olduğu güçten rahatsızlık duymuştur. Çeşitli fırsatlarla bu tekele son vermeye çalışmıştır.” Duverger’e göre “bu olgu tek başına bile derin bir anlam taşımaktadır”. Hitler Almanyası’nda ya da Mussolini İtalyası’nda böyle bir şey düşünülemezdi.

(6) Görülüyor ki “Atatürk demok-ratik bir kültür oluşturmak, demokratik kurumları kurmak ve geleceğin sivil toplumunun temellerini atmak için büyük çaba göstermiştir”. Atatürk’ün yazdığı Medeni Bilgiler kitabı çok önemlidir. Tarihte henüz demokrasinin adını bile duymamış, demokrasinin koşullarına sahip olmayan bir topluma; demokrasiyi, özgürlükleri öğretmek ve benimsetmek için kitap yazmış bir diktatör var mıdır?

1) Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, Temel Yayınları, 2000, s. 130.

 2) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne kadar Atatürk’le Beraber, Ankara, TTK. 1986. s. 131.

3) Afet İnan, Medeni Bilgiler, İstanbul, 1931 s. 53-55; ayrıca Medeni Bilgiler, Örgün Yayınevi, 2003. s. 10-11, (Kitaba Atatürk’ün el yazıları konulmuştur.)

4) Lord Kinros, Atatürk, Altın Kitapları 1994 s. 519.

5) B. Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Son Geliştirilmiş Baskı), Arkadaş Yayınları, 2008 s. 392

6) Maurice Duverger, Siyasi Partiler, Bilgi 1974, s. 360-364

Kozmik patates erotik domates-YILMAZ ÖZDİL,Hürriyet

Bütün sorunları hallettiler ya…

Sıra yemekleri düzeltmeye geldi.

*

Geleneksel lezzetlerin korunması için kanun tasarısı hazırlamış arkadaşlar… Bundan böyle isimleri “genel ahlaka aykırı olmayacak”mış.

*

E aşçıyı suikastçı diye yakalarsan,
şıllık tatlısına orospu muamelesi
yapman da gayet normal tabii.

*

Kadınbudu köfte mesela…

Selülitsiz olanı makbul.

Dilberdudağı ki…

Şahsen dudak tiryakisiyim.

Yengen var…

Behlül’ün en sevdiği yemek.

Oturtma’ya hiç girmeyeyim.

*

Hanımgöbeği; piercingli.

Tadı damağında kalır…

Sütlü Nuriye, ban ban ye.

*

Yemeği yemek yapan salça.

Sen kafayı kırdıysan…

Karpuz bile kalça.

*

Veya, mercimek…

Siz bakmayın masum masum oturduğuna, ver bak fırına neler oluyor!

*

Sanırım bu nedenle “Aile salonumuz üst kattadır” yazar lokantalarımızda… Çünkü, alt katta, domalan mantarı,
koç yumurtası, vezirparmağı,
kolböreği filan, gırla.

*

Ve, hadi diyelim, kerane tatlısı adaba mugayirdir… Manisa Milletvekili Bülent Arınç, neden mesir macunu dağıtıyor her “mart” ayında? Kedi midir ahali?

*

Madem edepsizliktir nimet üzerine yapılan belden aşağı espriler, koskoca devletin fındığı gösterip, aganigi naganigi diye reklam yapması nedir?

*

“Tek parti” olsun.

“Tek adam” yönetsin.

“Tek tip” düşünülsün.

Bunu istiyorsun ama…

İstediğin kadar yoğur.

Bin yıllık mutfak bu kardeşim…

“Terbiyeli köfte”den ibaret değildir!

ABD’de yapılan bir araştırma, uyuşturucu, alkol ve sigaraya bağımlılığın ortadan kaldırılması yolunda önemli bir adım atılmasını sağladı.

 Araştırmada, sürekli kokain kullanımının beyindeki genetik yapıyı nasıl değiştirdiği anlaşıldı ve bulgunun, uyuşturucu, alkol ve sigara gibi çeşitli maddelere bağımlılıkların ortadan kaldırılmasını sağlayacak etkili bir tedavi için öncü olabileceği bildirildi.

New York’taki Mount Sinai Tıp Okulundan Ian Maze ve meslektaşlarının fareler üzerinde yaptıkları deneylerle ilgili araştırma sonuçları, Science dergisinde yayımlandı. Deneylerde, kronik kokain kullanımının, belirli bir enzimin beynin zevk alma devrelerinde bulunan genlerin çalışmasını durdurduğu görüldü. Bu durumun da, farenin uyuşturucuyu giderek daha fazla istemesine yol açtığı anlaşıldı.

Çalışmayı fonlayan, ABD Uyuşturucu Alışkanlığı Ulusal Enstitüsü’nden Dr. Nora Volkow, araştırmanın, “kokain kullanımının, beynin yapısını nasıl değiştirdiğinin anlaşılmasına yardım ettiğini” belirtti. Volkow, “bulgular, sürekli uyuşturucu kullanımının, nöronların (beyin hücreleri) çalışma biçimlerinin uzun vadeli biçimde değişimine nasıl yol açtığını anlamamızın kapısını araladı” dedi.

Deneylerde bir grup fareye düzenli olarak kokain verildi, diğer bir grup fareye ise düzenli olarak önce tuz, ardından da bir doz kokain verildi. Böylece, kokainin, beynin ödüllendirme devrelerini körleştirdiği görüldü. Bunun da, genlerin çalışmasını durdurması veya başlatmasında kritik rol oynayan bir enzimi üreten 9A geninin baskılanması yoluyla olduğu gözlendi.

Diğer bazı çalışmalar, kokain kullanımının bazı genlerin çalışmasını durdurup başlatması, böylece kokaine giderek daha fazla istek duyulması üzerinde etkili olduğunu göstermişti ancak bu yeni çalışma, bunun 9A geninin baskılanması yoluyla olduğunun keşfini sağladı. Dolayısıyla çalışma, kokain bağımlılarındaki bu sürecin, 9A geninin faaliyetinin arttırılarak tersine çevrilebileceğini de ortaya koymuş oldu. Volkow, “Bu yapılabilirse, kronik kokain kullanımının ortaya çıkardığı etkiler de tersine çevrilebilecek” diye konuştu.

Volkow, bu mekanizmasının sadece kokain bağımlılığının ortadan kaldırılmasıyla sınırlı kalmayacağını, diğer uyuşturucular ve alkol ile sigara (nikotin) bağımlılığının da ortadan kaldırılmasında yeni bir çığır açacağını kaydetti. Volkow, “Sorularımızdan biri, uyuşturucu kullanımı kesildiği halde, bağımlılığın hala neden sürdüğüydü. Bu mekanizma, muhtemel sorumlulardan biri” dedi.

5 yeni film vizyona giriyor

Bu hafta 5 yeni film sinemaseverlerle buluşacak. Mira Nair’in yönettiği ‘Amelia’ güçlü oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Thomas Alfredson’un yönettiği, ”Gir Kanıma/Lat Den Ratte Komma In-Let The Right One In” vampir filmlerine yeni bir soluk getiriyor.

 Mira Nair’in yönettiği ve Hilary Swank, Richard Gere, Ewan McGregor ile Christopher Ecceleston‘un rol aldığı ”Amelia” güçlü oyuncu kadrosu ile haftanın öne çıkan filmleri arasında yer alıyor.

Amelia Earhart’ın yayıncı George Putnam ile yaptığı fırtınalı ortaklık ve bu ortaklıktan doğan nihai evliliği, Earhart’ın havacılıkta elde ettiği erken başarı, şöhret ve servete kavuşmasının da arkasındaki güç oluyor.

Birbirlerine karşılıklı ihtiras, hayranlık ve büyük bir aşkla bağlı olan çiftin aralarındaki bağı, Earhart’ın Gene Vidal ile yaşadığı kısa tutkulu ilişki bile sarsamıyor.
 

Vampirler geri geldi

Thomas Alfredson‘un yönettiği ve Kare Hedebrant, Lina Leandersson, Per Ragnar ile Henrik Dahl‘ın oynadığı ”Gir Kanıma/Lat Den Ratte Komma In-Let The Right One In”, vampir filmlerine yeni bir soluk getiriyor.

John Ajvide Lindqvist’in çok satan romanından uyarlanan ve 1982 yılında Stockholm’de geçen bir hikayenin anlatıldığı filmin konusu şöyle:

”Oskar’ın hayatı, kendi yaşlarında bir çocuğun mahalleye taşınmasıyla değişir. Soğuktan pek etkilenmeyen bu beyaz yüzlü ve gizemli yeni komşu Eli ile Oskar arasında bir arkadaşlık gelişir. Fakat Eli’nin gelişiyle eş zamanlı olarak civarda cinayetler işlenmeye başlanır. Yeni arkadaşının bir vampir olduğunu öğrenen Oskar için arkadaşlığı, korkusundan daha önemlidir.”

Çeşitli festivallerde büyük ilgi gören film, Saturn Awards, Boston Society of Film Critics Awards, British Independent Film Awards gibi birçok ödüle de layık görüldü.
 

Aşkın hikayesi

Pedro Almodovar’ın yönettiği ve Penelope Cruz, Lluis Homar, Blanca Portillo ile Jose Luis Gomez’in oynadığı ”Kırık Kucaklaşmalar/Los Abrazos Rotos-Broken Embraces” karanlıkta yazan, yaşayan ve seven bir adamın hikayesini anlatıyor.

Kader, kıskançlık, güç, trajedi, suçluluk duygusu tarafından yönetilen çılgın ve mantıksız bir aşkı anlatan filimin konusu şöyle:

”Mateo Blanco, geçirdiği korkunç trafik kazasında sadece görme yeteneğini değil, Lena’yı, yani hayatının kadınını da kaybetmiştir. İki isim kullanır: ‘Harry Caine’, senaryo, hikaye ve edebi yazılarını yazarken kullandığı takma adıdır. ‘Mateo Blanco’ da yönetmenlikte kullandığı gerçek adıdır. Kazadan sonra gerçek kimliğini reddeder ve takma adı ‘Harry Caine’ ismini kullanır. Hayatta tutunabilmesi için Mateo Blanco’nun, sevgilisi Lena ile öldüğü fikrini kabullenir.

Senaryoları sayesinde yaşayan Harry Caine’e, eski sadık yapımcısı Judit Garcia ve Judit’in oğlu ve yazılarını kağıda döken Diego yardım eder. Yaşamaya ve yazmaya karar verdiğinden beri, Harry acıyla alay eden ve bilinçli olarak geçmişini unutan, hayattan zevk almak için diğer duygularını geliştiren çekici bir adamdır. Gerçek kimliği olan Mateo Blanco’nun tüm izlerini hayatından siler. Bir gece Diego bir kaza geçirir ve Harry o gece onun başından ayrılmaz ve ona bakar. Diego ona, Mateo Blanco’ya birkaç şey sormak istediğini söyler, Harry şaşkınlığının ardından kabul eder ve 14 yıl önce olanları, bir babanın uykuya dalan oğluna masal anlatması gibi anlatmaya başlar.”

İntikam peşinde

James Mc Teigue‘nin yönettiği, Rain, Naomie Harris, Ben Miles ile Rick Yune‘ın oynadığı ”Ninja’nın İntikamı/Ninja Assassin” dünyanın en ölümcül suikastçılarından olan ”Raizo”nun hayatını konu alıyor.

Aksiyon sahneleriyle dikkat çeken filmin konusu şöyle:

”Raizo, dünyanın en ölümcül suikastçısıdır. Daha çok küçük bir çocukken sokaklardan alınıp, varlığı efsaneye dönüşmüş ‘Ozunu Klanı’ adlı gizli bir örgüt tarafından, eğitimli bir katil olarak yetiştirilmiştir. Ama arkadaşının klan tarafından merhametsizce öldürülmesi üzerine kaçar ve ortadan kaybolur. Şimdi intikamı için hazırlanarak, beklemektedir.”
 

Dağdaki yaşam mücadelesi

Yönetmenliğini Philipp Stölzl’ün yaptığı, senaryosunu Christoph Silber, Philipp Stölzl, Benedikt Roeskau Johannes Naber ve Rupert Henning’in yazdığı ”Nordwand/ North Face” filminde, Benno Fürmann, Ulrich Tukur, Johanna Wokalek, Arnd Schimkat ve Florian Lukas rol aldı.

Almanya’da, 1936 yılında, dağda geçen bir hikayenin anlatıldığı filmin konusu şöyle:
”Çocukluk günlerinden beri arkadaş olan Toni ve Andi özellikle bir dağla, ‘ölü taraf’ olarak da bilinen kuzey tarafı daha fethedilmemiş Eiger Dağı’yla ilgilenmektedir. İki arkadaş hala yapabileceklerine ikna olmuştur ve eğer başarırlarsa yalnızca özlemini duydukları toplumsal takdiri kazanmakla kalmayacaklar, olimpiyat altın madalyasına da göz kırpacaklardır.

Kuzey tarafının yamacındaki hazırlıklar sırasında Toni’nin sevdiği ilk kadın Luise’le karşılaşırlar. Bir gazeteci olan Luise, Nazi muhabiri Arau’yla birlikte Toni ve Andi’nin denemelerini haber yapmak için buradadır. Aralarındaki ateş yeniden alevlenmiştir, ama Luise, Arau’ya karşı da bir çekim hissetmektedir. Toni, kuzey tarafına Andi’yle birlikte tırmanmaya başladığında umutsuzluk içindedir.

Başta her şey iyi gider ve hızlı bir ilerleme kaydederler. Ama bir süre sonra dağcılar için işler kontrolden çıkar, zamana ve doğanın güçlerine karşı bir yarış başlar.”
 

İngiltere’de 2010 yurt dışı tur rezervasyonlarında Türkiye, İspanya’yı geride bırakarak ilk sırada yer aldı.

Daily Mail gazetesi, tur operatörlerinin kriz ortamında tatilcileri çekmek için fiyatlarını düşürdüğünü duyurduğu haberinde “Türkiye, tatil patlamasına doğru” derken Gazete, “Tur operatörlerinin son verilerine göre tatil rezervasyonları için en yoğun dönemi başlarken Türkiye, 2010 yılı tatilleri için en popüler destinasyon olarak ortaya çıkıyor” diye yazdı.

Türkiye’deki tatil destinasyonlarının, “2010 favorileri” olarak geleneksel İspanyol tatil yerlerini geride bıraktığı”nı belirten gazete, Dalaman’a yönelik rezervasyonların geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 82 arttığına dikkat çekti.

Gazeteye göre, 2010 yılının ilk 10 tatil destinasyonu listesinin başında Bodrum bulunuyor. Bunun ardından Yunanistan’ın Girit adası ve Mısır’ın Şarm El Şeyh limanı geliyor

Sağlık Bakanlığı’ndan, ”domuz gribi”ne karşı Türkiye için 43 milyon doz aşı bağlantısı yapıldığını, ancak yapılan değerlendirme sonucunda ihtiyaca göre alım miktarının azaltıldığını bildirildi.

AA

Ankara– Sağlık Bakanlığı Pandemi Koordinasyon Birimi, Bakanlığın internet sayfasında ”Dünyada ve ülkemizde H1N1 pandemisinin seyri” başlıklı bülten yayımladı.

Salgının şu ana kadarki seyri ve geçmiş salgın tecrübelerine göre, salgın süresince toplumun beşte birinin hastalanmasının beklendiği ifade edilen bültende, ”Hastalık üçte bir oranında belirtisiz geçirilmektedir. Hastalık şiddet açısından halen hafif/orta seyirli olup her 10 bin vakadan yaklaşık birinde ölümle sonuçlanmaktadır. Pandemi süresince toplam nüfusa göre her 100 bin kişiden 2 (1-3) kişinin kaybı söz konusudur” denildi.

Hastalığın, kuzey yarımküredeki birçok ülkede son haftalarda zirve seviyesini tamamladığı belirtilen bültende, şu bilgilere yer verildi:
”Hastalık, kuzey yarım küredeki birçok ülkede son haftalarda zirve seviyesini tamamlamıştır. ABD ve Kanada’da grip aktivitesi, mevsimsel olarak normal seviyeye inmiştir. Orta ve Güney Amerika’da da birkaç ülke dışında benzer durum söz konusudur.

Akdeniz kıyısı boyunca Kuzey Afrika ülkelerinde hastalığın aktivite ve yayılımındaki yoğunluk devam etmektedir. Güneydoğu Asya dışındaki Asya ülkelerinde hastalık genel olarak azalma eğilimindedir. 27 Aralık 2009 tarihi itibariyle uluslararası grip izleme ağı olan DSÖ-FluNet’e 13 Aralık-19 Aralık 2009 döneminde yapılan bildirimlere göre, grip pozitif örneklerin yüzde 87’si pandemik (H1N1)’dir. Bugüne kadar dünya genelinde oseltamivire dirençli 168 pandemik (H1N1) grip virüsü tespit edilmiştir. Tüm bu virüsler aynı mutasyonu göstermektedir ve zanamivire duyarlıdır. Bugüne kadar incelenen tüm pandemik (H1N1) grip virüsleri, mevcut pandemik grip aşısında kullanılan virüs ile antijenik ve genetik bakımdan oldukça benzer bulunduğundan aşı etkinliği devam etmektedir.

Hastalık, Avrupa ülkelerinin çoğunda zirve yaptıktan sonra azalma eğilimine girmiştir. Avrupa’da pandemik gribin en aktif olduğu alanlar Orta ve Doğu Avrupa’dır. Güney ve Doğu Avrupa’da pandemik grip ile birlikte yoğun olarak solunum yolu hastalığı da görülmektedir.”

Pandeminin Türkiye’deki seyri

Türkiye’de pandemi aktivitesinin detaylı olarak işlendiği bültende, pandeminin zirveye ulaşıp yaklaşık 3 hafta plato çizdikten sonra azalma eğilimine girdiği ifade edildi.

Şüpheli grip vakalarından alınan numunelerin 40-52. haftaları arasındaki seyrine yer verilen bültende, 40. haftada gripli vakalardan alınan numunelerin yüzde 5.9’u domuz gribi çıkarken, hastalığın 47. haftaya kadar arttığı ve 47. haftada alınan numunelerin yüzde 60’ında domuz giribi virüsüne rastlandığı belirtildi. Hastalığın bu haftadan 50. haftaya kadar azaldığı, 51. haftada ise ufak bir artış göstererek 52, haftada tekrar düşme eğilimine girdiği bildirildi.

Bültende, Türkiye’de 12 Kasım-30 Aralık tarihleri arasında pandemik grip ön tanısı ile gerek hastanede gerekse yoğun bakımda yatan hasta sayısının yatan hasta sayısının Aralık ayının ilk haftasında zirveye çıktığı belirtildi.

Aynı tarihler arasında 13 bin 111 kişinin hastaneye yattığı, 2 bin 721 kişinin yoğun bakıma alındığı ve bin 161 kişinin de ventilatöre bağlandığı ifade edilen bültende, ”dün itibariyle domuz gribi nedeniyle hayatını kaybeden kişilerin yüzde 59.1’inin altta yatan kronik hastalığı olan, yüzde 34.8’inin önceden sağlıklı olan, yüzde 6.1’inin ise gebe ve lohusalardan oluştuğu” kaydedildi.

Bültende, ölümlerin en sık 23-29 Kasım ile 7-13 Aralık arasında olduğu belirtildi. Nüfusa göre ölüm oranına yer verilen bültende ölümlerin yüzde 14.5 ile en çok 65 yaş üzerindeki hastalarda görüldüğü, bunu yüzde 11.8 ile 0-4 yaş arasıdaki çocukların takip ettiği belirtilen bültende, en az ölüm oranın ise yüzde 4.5 oranı ile 5-24 yaş aralığında görüldüğü bildirildi.

Pandeminin tahmini seyri

Pandeminin tahmini seyrine ilişkin bilgi verilen bültende, pandeminin pik döneminden sonra azalma sürecine girerek dalgalı bir seyir izleyeceği öngörüldü.

Türkiye’de yaklaşık olarak 6.5 milyon kişiye pandemik grip virüsünün bulaştığı tahmin edildiği ifade edilen bültende, ”Dalgalanma, havaların soğuması, kapalı alanlarda geçirilen sürenin uzaması, hastalıkla henüz karşılaşmamış grupların varlığı ile ilişkilidir. Kışın dalgalanmalar dışında mevsimsel grip aktivitesinde seyretmesi beklenen pandemik gribin, yaz döneminde düşük aktiviteli seyir izlemesi, sonbaharla birlikte 2009 yılındakinden daha küçük bir alevlenme yapması beklenmektedir. Salgın azalma eğilimi göstermekle birlikte önümüzdeki aylarda hastalık aktivitesinde artış görülebilir” denildi.

”Yaklaşık 8 milyon doz aşı teslim alındı”

Hastalıktan korunmada aşının en önemli tedbir olduğu ve risk grupları başta olmak üzere aşılanmaya devam edilmesi gerektiği vurgulanan bültende, şunlar kaydedildi:
”Pandemi İzleme Bilim Kurulu’nun önerileri doğrultusunda ülkemizin ihtiyacı olan aşıyı temin etmek, Sağlık Bakanlığı olarak görevimizdi. Aşının temin edilememesi durumunda bir tek insanımızın hayatını kaybetme riski dahi kabul edilmez ve hiçbir ekonomik değerle karşılaştırılamaz.

Bu hassasiyetle ülkemizin ihtiyacı olan 43 milyon doz aşı bağlantısı yapılmıştır. Ancak son durum tekrar değerlendirilmiş ve ihtiyaca göre alım miktarı azaltılmıştır. Ayrıca bağlantı ve siparişe göre değil, teslim alınan aşı miktarı kadar ödeme yapılmaktadır.
Mutasyon riski sebebiyle bir miktar aşının stokta tutulması planlanmaktadır. Yaklaşık 8 milyon doz aşı teslim alınmış olup, bunun yarıya yakını kullanılmıştır. Aşılama devam etmekte ve tüm sağlık kuruluşlarımızda ücretsiz olarak yapılmaktadır.”

Elma suyu ve elma özlerinin içerdiği bazı özel bileşenler kötü kolesterol olarak bilinen LDL-kolesterolün oksidasyonunu engelliyor.

 Uzmanlar elma ve elma suyunun sağlıklı beslenmede önemli rolü olduğunu vurguluyor. Elma suyu ve elma özlerinin içerdiği bazı özel bileşenlerin kötü kolesterol olarak bilinen LDL-kolesterolün oksidasyonunu engellediği ve böylece damarlara zarar vermesini önlediği belirtiliyor.

Elma suyu, antioksidan etkisi en fazla olan meyve sularından biri. ‘Quercetin’ adlı güçlü bir antioksidan içeren elma suyu, sağlıklı beslenmede önemli bir yer tutuyor. Kötü kolesterolün oksidasyonunu önlemenin yanı sıra, vücudunuzu ultraviyole ışınları, yanıklar ve sigara gibi birçok çevresel faktörün oluşturduğu zararlardan arındırıyor.
 

Antioksidan etkisi var

Vücudumuzda enerji üreten tüm hücreler düzenli olarak oksijene ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle oksijen yaşamın temelini oluşturuyor. Diğer yandan oksijen vücut hücrelerinde yandığında, serbest radikaller veya oksijen içeren son ürünler oluşuyor.

Antioksidanlar vücudumuzdaki vücut hücrelerinde, dokularda ve hücre çoğalmasını kontrol eden DNA’nın yapısında hasara neden olan serbest radikallere karşı savaşıyorlar. Bunların dışında ultraviyole ışınları, yanıklar ve sigara gibi çevresel faktörler de serbest radikal oluşumuna neden oluyor.

Serbest radikallerin neden olduğu hücre hasarı kanser, kalp ve damar hastalıkları, katarakt, artritler ve yaşla birlikte gelen diğer bozukluklar gibi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Bu sorunlarla karşılaşmamak için erken yaşlardan başlayarak sağlıklı beslenmek önem taşıyor.

Elma suyu, içeriğindeki en fazla antioksidan kapasiteye sahip ‘Quercetin’ nedeniyle bu sorunlara karşı savaşta, sofradan eksik edilmemesi gereken bir yardımcı.

Televizyon dünyasında son yılların en popüler iş alanlarından birisi olan yerli diziler “yaprak dökümü” yaşıyor. Altı büyük kanalda geçen yıldan devam eden ve yeni yayına giren 64 diziden 28’inin yayından kalktığı belirlendi.

 Aylık iş ve ekonomi dergisi CNBC-e Business’ın yaptığı araştırma, son dönemde televizyonlarda yayımlanan yerli dizi sayısının ciddi şekilde azaldığını ortaya koydu. Buna göre, son bir yılda reyting canavarına kurban giden pek çok yerli dizi yayından kaldırılırken, kanal yönetimlerinin dizi yapımcılarına bölüm başına ödediği ücretler yüzde 50’ye varan oranlarda geriledi, ödeme vadeleri ise iki haftadan altı aya kadar uzadı. Oyuncu ücretleri de yüzde 30 civarında gerileme gösterdi. Krizin de tetiklediği bu gelişmelerin etkisiyle kriz öncesi 650 milyon dolara ulaşan sektördeki iş hacminin yaklaşık 350 milyon dolar seviyesine kadar gerilediği ortaya çıktı.

Yayına girmeden kaldırılan dizi bile var

Araştırma ayrıca, son zamanlarda yayına giren dizilerin ne kadar kaliteli olursa olsun, en çok izlenen programlar arasına giremediği zaman derhal yayından kaldırılabildiğine işaret edilirken, yayına girmeden kaldırılan dizilerin de olduğuna dikkat çekildi. Buna göre, “Kış Masalı”, “Nefes”, “Elveda Rumeli”, “Yalancısın Sen”, “Aşk Bir Yalan”, “Kül ve Ateş” ile “Sonbahar” ve “Balkan Düğünü” gibi, bu yıl yayına giren ya da geçen yıllardan devam eden 64 dizinin 28’inin yayından kaldırıldı. Yine, araştırmada bu nedenle, son zamanlarda tanınmış oyuncuların yer aldığı iddialı dizilerin yanı sıra özellikle genç oyuncuların yer aldığı ve daha az kişinin rol aldığı düşük maliyetli dizilerin tercih edildiği belirtildi.


Dizisi kaldırılan yapımcıyı ağır maliyet bekliyor

Sektör temsilcilerinin verdiği bilgilere göre herhangi bir dizinin yayınına son verilmesi, yapımcılar için “dizisi kaldırıldı, başarısız oldu” imajını da aşan ağır maliyetlere yol açıyor.

Altıoklar Prodüksiyon’un kurucu ortağı Mehmet Altıoklar, kanalların sadece dört bölüm için garanti verdiğini belirterek, “Oysa, bir dizinin kendini kurtarması için en az 13 bölüm yayınlanması gerekiyor. Dizi çekilmeden önce dört aylık bir hazırlık aşaması oluyor. Bu dönemde bir Ar-Ge yatırımı var. Dekor ve lansman giderleri de eklendiğinde ortaya ciddi bir maliyet çıkıyor. Bu giderlerin riski tamamen yapım şirketlerine kalıyor. Bu maliyetleri karşılayamayan küçük şirketler yerlerini birkaç büyük şirkete bırakıyor. Şu anda sektör 3-5 şirketin bütün dizileri yaptığı bir yapıya bürünüyor. Küçük şirketlerin yapımları deneme amaçlı kullanılıyor. Finansman gücü yüksek yapımcılar daha fazla risk alarak daha fazla iş alabilecekler. Küçükler, projesi olsa bile finansman riskini alamadığı işe giremeyecek” dedi.

Dizilerin altın çağı bitti

Yönetmen Osman Sınav da dizi sektörünün altın çağı geride kaldığını belirterek, “Hepimiz hesaplarımızı ona göre yapmalıyız. Kriz tamamen bitse, ekonomi yeniden büyümeye başlasa bile o altın çağı yakalamak zor. Kanalları hâlâ diziler taşıyor, taşıyacak da…” diye konuştu.

ABD’deki iş bulma portallarından Careercast.com’un araştırmasına göre herkesin hayalini süslemese de “az stres-iyi kazanç” getirmesi nedeniyle 2010’un yapılabilecek en iyi mesleği “sigorta uzmanlığı.”

 Geçen yıl tüm dünyada kendini hissettiren ekonomik krizle birlikte işten çıkarma, iflas ve daralma paketleri gibi terimler daha fazla kullanılmaya başlandı. Böyle bir ortamda yeni bir iş bulmak ise neredeyse kabus haline dönüştü. Nitekim, geçen yıl birçok kişinin en büyük korkusu, yeni bir iş bulmak zorunda kalmak oldu. ABD’deki iş bulma portallarından Careercast.com da 200 iş kolu üzerinde yaptığı araştırmayla iş bulma hayallerini bu yıla saklayanlar için, “2010’un en iyi ve en kötü” mesleklerini belirledi.

Ancak bu listede, genellikle “en iyiler” listesinde görmeye alışık olunan “hayalleri süsleyici” meslekler yer almıyor. İnternet sitesi de araştırmasıyla ilgili açıklamasında, birçok kişi için ulaşılması zor “yıldız yaratan ve milyonlar kazandıran” meslekleri sıralamak yerine, hem geniş kesime hitap eden hem de sağlığı riske atmayan, düşük stresli, hoş çalışma ortamlı, düzenli gelir sağlayıcı ve güçlü büyüme potansiyeli olan mesleklere yer verdiklerini belirtiyor.

Sitenin, “ekmeğin aslanın midesinde” olduğu gerçeğinden hareketle stres, çalışma ortamı, fiziksel güç, gelir ve istihdam durumuna göre belirlediği bu yılın seçilebilecek en iyi mesleği “sigorta uzmanlığı.” Bu iş kolu, düşük fiziksel güç istemesi, az gerilimli bir meslek olması, güzel çalışma ortamı sunması ve iş kolları arasında güçlü performans göstermesi nedeniyle birinci sırayı alıyor. Sigorta uzmanlarının ABD’de yıllık ortalama gelirinin 85 bin dolar olduğu ifade ediliyor.

“Yazılım mühendisliği” ise 200 meslek arasında en iyi istihdam oranına sahip olduğu için 2010’da yapılabilecek en iyi ikinci meslek. Yine stres, çalışma ortamı ve fiziksel güç kullanımında çalışanın hayatını zorlamayacak bir meslek olan yazılım mühendisliği, aynı zamanda son yılların dikkat çeken işleri arasında yer alıyor. Bu meslekte de ABD’de yıllık ortalama gelir 85 bin dolar civarında.

Bilgisayar çağında bulunulması nedeniyle yıllık ortalama kazancı 76 bin dolar olan “Bilgisayar Sistem Analistliği” de işten keyif alma yönünden 2010’da seçilebilecek meslekler arasında üçüncü sırayı alıyor.

Bunun yanında, küresel ısınmadan dolayı tehlikelerle karşı karşıya kalan doğayla iç içe olmayı sağlayan mesleklerden biyologluk listede 4. sırada bulunuyor.
Ayrıca, siteye göre bu yıl tarihçilerin yılı olabilir. Bu meslek, rakamlarla iç içe olmayı sevmeyenler ve dünyanın geçmişini merak edenler için 2010 yılının önerilen meslekleri arasında.

Listede, 2010 yılının diğer en güzel meslekleri ise matematikçilik, avukat asistanlığı, istatistikçilik, muhasebecilik, dişçilerde hijyen uzmanlığı.
 

“En kötü” işler en çok yoran işler

Site, yorucu çalışma saatleri, sağlığı olumsuz etkilemesi ve iş ortamlarının kötü koşulları gibi nedenlere dayanarak 2010 yılının “en kötü” mesleklerini de belirledi. Listenin başında ise özellikle kol gücüne dayanan ve yıllık geliri düşük olan işler var.

Çok erken kalkılması, genellikle 12 saat çalışılması, tehlikeli olması, özel hayata yer bırakmaması ve yıllık gelirinin 31 bin dolar düzeyinde kalması nedeniyle gemi işçiliği birinci sırayı alıyor. İkinci sırada odunculuk, üçüncü sırada demir işçiliği var. Mandırada çalışmak, kaynakçılık yapmak ve çöpçülük de yılın yapılması güç ve insan sağlığı açısından “kötü” işlerinden.

Listede, bu kategorideki diğer meslekler ise taksicilik, inşaat işçiliği, tesisatçılık, postacılık olarak sıralanıyor.