Alev Coşkun
Atatürk, Cumhuriyet yönetim sisteminden geniş anlamda demokrasiyi anlıyordu. Kendi el yazısıyla şöyle yazmıştır: “Binaenaleyh (bundan dolayı) demokrasi prensibinin en asri (çağdaş) ve mantıki tatbikini (uygulamasını) temin eden (sağlayan) hükümet şekli cumhuriyettir.”
Ege Cansen “Cumhuriyet Bir Demokrasi Projesidir” başlığını taşıyan yazısında şöyle diyor: “İlk defa farkına vardım ki, bilinçli olarak tasarlanmamış olsa bile 87 yıl önce kurulan Cumhuriyet aslında muhteşem bir demokrasi projesidir.” (Hürriyet 2 Ocak 2010)
Hemen ertesi gün Başyazar Oktay Ekşi, Cansen’in bu yazısını ele aldı ve: “…1946’dan beri kâh batarak kâh çıkarak yaşatmakta olduğumuz ‘demokrasi projesinin belki de bilinçsizce’ başlatılmış bir sürecin ürünü gibi gösterilmesine karşıyız” dedi ve “Atatürkçü düşünce’nin Türkiye’yi hep “demokrasiye” yönlendiren ilkelere dayandığını belirtti. (3 Ocak 2010)
Bu düşün alışverişini vesile sayarak, Atatürk’ün “Cumhuriyet projesinin”, aslında bilinçli olarak tasarlanmış bir “demokrasi projesi” olduğunun kanıtlarını ortaya koymakta yarar var. Osmanlı Devleti gerileme döneminde, toparlanmak için kimi önlemler almak zorunda kalmıştır. Pozitif bilime dayalı Tıbbiye, Mülkiye, Harbiye gibi kısıtlı da olsa modern okulların açılması, bu gereksinmeden doğmuştur. Ancak Sanayi Devrimi’ni, Rönesans ve Reformu yapan, Aydınlanma devrimini gerçekleştiren Avrupa’yı birkaç tane çağdaş okul açarak yakalamak olanaksızdı. Jön Türkler, hiçbir zaman “yeni bir devlet”, hele bir “Cumhuriyet” kurma düşüncesini taşımadılar, Cumhuriyet kavramının yanından bile geçmediler. Bütün gayret, nasıl olur da Osmanlı Devleti kurtulabilir üzerine yoğunlaşmıştı. Atatürk’ü Jön Türkler’den ayıran niteliği ondaki “Cumhuriyet” düşüncesidir. Ondaki devrim ve Cumhuriyet düşüncesi, daha Harp Okulu ve Harp Akademisi’ndeki öğrencilik dönemlerinde doğdu. Fransızcayı tam öğrenince Atatürk, Montesqieu ve J.J. Rousseau gibi Aydınlanma düşünürlerini kaynaklarından okuyarak Aydınlanma düşüncesinin ve Fransız Devrimi’nin fikri temellerine ulaşmıştı.
Ali Fuat Cebesoy “Sınıf Arkadaşım Atatürk” adlı eserinde, Atatürk’ün henüz 21 yaşında, 1902 yılında Harp Akademisi’nin birinci sınıfındayken “Cumhuriyet” fikirleri taşıdığını, 1905’te atandığı ilk görev olan Şam’a gitmeden önce arkadaşlarıyla yaptığı bir toplantıda “Asıl dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan önce bir Türk devleti çıkarmaktır” dediğini belirtiyor.
(1) Yeni Türk devleti Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi öncesi günlerinde Mustafa Kemal, yanında yer almış olan Kuvayı Milliyeci Bitlis Valisi Mazhar Müfit Kansu’nun not defterine: “Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır” diye yazdırdı.
(2) Henüz Erzurum Kongresi bile yapılmamış. Henüz Sıvas Kongresi yok, Meclis kurulmamış, vatan toprakları işgal ediliyor. Kimsenin gelecekten umudu yok… İşte böyle bir ortamda Mustafa Kemal, ileride Cumhuriyetin kurulacağını müjdeliyordu. Erzurum ve Sıvas kongreleri ve Amasya Bildirgesi dikkatle incelenirse, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan ilkelerin ilk kez oralarda ortaya atıldığı anlaşılır. Çünkü gerek Amasya Bildirgesi, gerek Erzurum ve Sıvas kongrelerinin temeli, şu cümle ile özetleniyordu. “Kuvayı Milliye’yi amil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır.” (Kuvayı Milliye’yi gerçekleştirmek ve milli iradeyi egemen kılmak esastır.) 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Millet Meclisi, bütün yetkileri kendinde toplayan bir “ihtilal ve milli mücadele meclisi” idi. 1921 Anayasası, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Halkın kendi mukadderatını (yazgısını) kendisinin tayin etmek hakkıdır. Kanun yapmak ve icra etmek salahiyetleri milli camiayı (topluluğu) temsil eden TBMM’de toplanıp tecelli etmiştir” der. Anayasa Profesörü Ali Fuat Başgil’in de belirttiği gibi “1921 Anayasası, reisi cumhursuz bir cumhuriyet kurmuştur.” 9 Eylül 1922 zaferinden sonra ilk adım, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılışıdır. Bundan sonraki adım 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanıdır. Böylece, 1919 Temmuz’unda Erzurum’da Mustafa Kemal’in Mazhar Müfit Kansu’ya not ettirdiği en önemli nokta gerçekleşiyordu. Cumhuriyetin ilanından dört ay sonra 3 Mart 1924’te Halifelik ile Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılışı ve Eğitim Birliği yasalarının kabul edilmesi çok büyük devrimlerdi. Bu yasalar, kurulan cumhuriyetin niteliklerini apaçık belirtiyor, din devleti yerine laik ve çağdaş bir cumhuriyetin kuruluşunu ortaya koyuyordu. Atatürk’e göre “milli egemenlik” bir ulusun kendi yazgısına bizzat egemen olmasıdır. Atatürk’ün bağımsızlıktan ve cumhuriyetten de anladığı budur. Milli Egemenlik Cumhuriyetçilik ise “devlet yönetiminde milli egemenliği, milli iradeyi ve özgür seçimi kabul eden ilkedir.” Atatürk Cumhuriyet yönetiminden geniş olarak “demokrasiyi” anlıyordu. Bu konuda şunları söylüyor: “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.” Atatürk’ün cumhuriyetle, demokrasiyi düşünüp anladığını gösteren önemli belge Medeni Bilgiler kitabıdır. Bu kitap ilk kez Prof. Afet İnan tarafından “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” adıyla 1930 yılında yayımlandı, ortaokul ve liselerde ders kitabı olarak okutulmaya başlandı. Bu kitabın büyük bir bölümünün bizzat Mustafa Kemal tarafından yazıldığı belgelenmiştir. Afet İnan, Atatürk’ün ölümünün 25. ve daha sonra 30. yılında Atatürk’ün bu konudaki el yazılarını “Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün Bu Konudaki Elyazıları” adıyla yayımlamıştır. Afet İnan şöyle diyor: “Bu kitaplar benim ismimle çıkmış olmasına rağmen, Atatürk’ün fikirlerinden ve telkinlerinden mülhem (esinlenmiş) ve üslubun tamamen kendisine ait olduğunu tarihi hakikatleri (gerçekleri) belirtmek bakımından bana düşen bir ödev telakki ediyorum” der. Mustafa Kemal bu kitapta vurucu olarak şöyle diyor : “Binaenaleyh (bundan dolayı) demokrasi prensibinin en asri (çağdaş) ve mantıki tatbikini (uygulamasını) temin eden hükümet şekli cumhuriyettir.”
(3) Cumhuriyet-Demokrasi Atatürk’ün Cumhuriyet anlayışı hakkında yabancı yazarlar ne diyorlar? Onu da kısaca özetleyelim: Lord Kinros kitabında, 1930 yazı boyunca “Mustafa Kemal Atatürk’ün sofrasında muhalefet partisi düşüncesi tartışılıyordu”, “Mustafa Kemal kendisini Roma Sezar’ı August’a benzetiyordu. O da Roma’nın cumhuriyet olduğu dönemde Senato’dan kendisine tam yetki almış, ancak öldükten sonra Roma’daki cumhuriyet unutulup gitmişti, yerine geçenler imparatorluklarını ilan etmişlerdi. Atatürk Türkiye’de böyle bir şeyin olmasını istemiyordu, ilke olarak diktatörlüğü yermekteydi.” Kinros ilave ediyor: “Asıl dilediği şey, ölümünden sonra ayakta durabilecek ve ülkesinin yararına olacak, Batı biçiminde bir demokrasi gibi gelişecek bir sistem yaratabilmekti.”
(4) Bernard Lewis’e göre; “bu konularda her ne düşünülürse düşünülsün, şu kadarı tartışma götürmez bir gerçektir ki, Kemalist devrim Türk halkına, tarihin en karanlık anında, yeni bir hayat ve umut getirmiş, enerjisini ve özsaygısını yenilemiş ve onları sadece bağımsızlık yolunda değil, çok daha nadir ve çok daha değerli olan özgürlük yolunda sapsağlam yerleşmiştir.”
(5) Dilimize Prof. Ergun Özbudun tarafından kazandırılan “Siyasi Partiler” adlı yapıtında ünlü siyaset Bilimci M. Duverger, Tek Parti ve Demokrasi bölümünde bu konuları irdeliyor. Duverger, “Tek partilerin genellikle totaliter partiler olduğunu, ancak gerek felsefeleri gerek yapıları bakımından bu yargının her ülke için geçerli olmadığını” söylüyor. Demokrasi söylemi Duverger’e göre Atatürk’ün yarattığı anayasada “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” ilkesiyle faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite söyleminin yerini Kemalist Türkiye’de “demokrasi söylemi” almıştır. Bu da, tam olarak siyasal demokrasinin ilkelerini içermektedir. “Atatürk’ün liderliğindeki tek particilik, tekelciliğe dayanarak liberal demokrasiyi tıkamamıştır. Hatta Mustafa Kemal sahip olduğu güçten rahatsızlık duymuştur. Çeşitli fırsatlarla bu tekele son vermeye çalışmıştır.” Duverger’e göre “bu olgu tek başına bile derin bir anlam taşımaktadır”. Hitler Almanyası’nda ya da Mussolini İtalyası’nda böyle bir şey düşünülemezdi.
(6) Görülüyor ki “Atatürk demok-ratik bir kültür oluşturmak, demokratik kurumları kurmak ve geleceğin sivil toplumunun temellerini atmak için büyük çaba göstermiştir”. Atatürk’ün yazdığı Medeni Bilgiler kitabı çok önemlidir. Tarihte henüz demokrasinin adını bile duymamış, demokrasinin koşullarına sahip olmayan bir topluma; demokrasiyi, özgürlükleri öğretmek ve benimsetmek için kitap yazmış bir diktatör var mıdır?
1) Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, Temel Yayınları, 2000, s. 130.
2) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne kadar Atatürk’le Beraber, Ankara, TTK. 1986. s. 131.
3) Afet İnan, Medeni Bilgiler, İstanbul, 1931 s. 53-55; ayrıca Medeni Bilgiler, Örgün Yayınevi, 2003. s. 10-11, (Kitaba Atatürk’ün el yazıları konulmuştur.)
4) Lord Kinros, Atatürk, Altın Kitapları 1994 s. 519.
5) B. Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Son Geliştirilmiş Baskı), Arkadaş Yayınları, 2008 s. 392
6) Maurice Duverger, Siyasi Partiler, Bilgi 1974, s. 360-364