Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…
 
 
PSİKİYATRİ HEKİMİNİN VE PSİKİYATRİNİN KİMLİĞİ
 
Basın yayın organlarında eşcinsellik konusunda yaşanan tartışmalar ile ilgili olarak Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’ın bir soru üzerine basına yaptığıO zaman bu işi yine psikiyatri derneklerine, psikiyatristlere, bilim adamlarına sormak lazım.”  yönündeki açıklaması derneğimiz tarafından olumlu karşılanmıştır. Bu açıklama ruh sağlığı alanı ile ilgili konularda kime danışılacağı ve ruh sağlığı sorunu olan kişilerin de öncelikle kime başvuracağı konusunu gündeme getirmesi açısından önemlidir. Öte yandan ülkemizde hekimlik yetkisi olmayan dolayısı ile psikiyatrik hastalıklara tanı koyma ve tedavi etme yeterliliği ve ehliyeti olmayan çeşitli meslek gruplarına üye birçok kişi istenmeyen sonuçlar doğuracak tanı ve tedavi uygulamalarına girişmekte, bu durum halk sağlığını tehdit etmektedir. Konu ile ilgili yasal düzenlemeler olmasına karşın yetersiz denetim, kimi basın yayın kuruluşlarının bu kişi ve kurumları sorumlu yayıncılık anlayışı ile bağdaşmadığını düşündüğümüz programlarla kamuoyuna tanıtmaları sorunun boyutlarını daha da büyütmektedir. Türkiye Psikiyatri Derneği bu konuda basını ve kamuoyunu bilgilendirme sorumluluğu hissetmektedir.
Ülkemizde, toplumun birçok kesiminde ruhsal sorunlarla uğraşan meslek gruplarının tanımlaması yeterince bilinmemektedir. Örneğin sıklıkla psikolog yada psikiyatrist kavramları aynı anlamda kullanılmaktadı r. Bu kullanım ile aslında aldıkları eğitim olarak çok farklı olan iki grup birbirine karıştırılmaktır. Ruh sağlığı ile ilgili sorun yaşayan kişiler nereye başvuracakları konusunda da kararsızlık yaşamaktadır. Ruh sağlığı hizmeti bir ekip çalışması içerisinde yürütülmelidir. Ruh sağlığı alanında çalışan kişiler şöyle sıralanabilir:
 
1.            Psikiyatri hekimi
2.            Pratisyen hekim/Aile hekimi
3.            Psikolog/Klinik Psikolog
4.            Psikiyatri hemşiresi
5.            Sosyal hizmet uzmanı
6.            Psikolojik Danışmanlar
 
Psikiyatri hekimi
Ruhsal rahatsızlıkları n tanınması, önlenmesi, tedavi edilmesi ve rehabilitasyonunda çalışan tıp fakültesi mezunu, psikiyatri uzmanlık eğitimini tamamlamış hekimdir. Psikiyatri hekimi, 6 yıllık Tıp fakültesinden mezun olmuş ve ondan sonra 4 yıl psikiyatri ihtisası yapmış uzman hekimdir. Aldığı tıp eğitimiyle insanın hem genel hastalıkları hakkında bilgi sahibi olan hem de ruhsal yapısını tanımlama ve gerektiğinde tedavi etme yetki, bilgi ve donanımına sahip olan kişidir.  Psikiyatri hekimi klinik karar verici olarak ruh sağlığı ekibi içinde koordinasyonu sağlamaktadır. Psikiyatrik hizmetin kaliteli olarak verilebilmesi için başvuru, değerlendirme, tedavi, diğer birimlere yönlendirme ve tedaviyi sonlandırma, rehabilitasyon aşamaları tanımlanmıştır. Hastaya uygulanacak tedavinin planlanması ve yürütülen tedavinin değerlendirilmesi tamamıyla psikiyatri hekiminin sorumluluğundadır. Ruhsal sorunlarla ilgili her türlü teşhisi koymak, tedaviyi planlamak, ilaç ve diğer tedavi yöntemlerinin yanı sıra, uygun görülen psikoterapiyi uygulamak da tamamen psikiyatri uzmanlarının sorumluluğu ve yetkisi içindedir. Başka hiçbir meslek grubunun, bu uygulamaları bağımsız olarak yapma yetkisi yoktur. TC Yasaları ile de bu yetki sadece psikiyatri hekimlerine verilmiştir.
 
Pratisyen Hekim/Aile Hekimleri
Ruhsal yakınmalarda sıklıkla ilk başvurulan kişidir. Birinci basamak hekimi olarak ruhsal durum değerlendirmesinin başlangıç aşamalarını yerine getirebilir, sık karşılaşılan bazı ruhsal hastalıkların ilk basamak tedavilerini yapabilir , gerektiğinde daha ileri tedaviler için psikiyatri hekimine sevk eder.
Pratisyen Hekim 6 yıllık standart tıp eğitimi almış hekimdir. Aile hekimi 6 yıllık standart tıp eğitiminin üzerine 3 yıl aile hekimliği ihtisası yapmış uzman hekimdir. Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımladığı çağdaş ilkelere göre toplumda yaygın olarak görülen ruh sağlığı bozukluklarını n tedavisinde birinci basamak sağlık sisteminin güçlendirilmesi, başta koruyucu ruh sağlığı uygulamaları olmak üzere birinci basamak hekiminin yetkinliğinin arttırılması istenmekte ve önerilmektedir.
 
Psikolog/Klinik Psikolog
Fen-Edebiyat fakültelerinde sosyal bilimlerin bir dalı olan  psikoloji bölümünden 4 yıllık eğitim sonucunda mezun olmuş kişilere psikolog denilmektedir. Psikologlar ancak bu lisans eğitimleri üzerine klinik psikoloji konusunda yüksek lisans yaptıkları takdirde klinik psikolog olmaktadırlar. Psikolog/klinik psikolog ruh sağlığı ekibi içerisinde önemli bir yere sahiptir.
Psikologlar olağan koşullarda psikiyatri hekimi ile birlikte çalışırlar, gerekli psikometrik testleri hastalara uygularlar ve sonuçta psikiyatri hekiminin tanı koymasına ve tedavi etmesine yardımcı olurlar. Ayrıca rehabilitasyon çalışmaları, terapötik ortamın düzenlenmesi, ruh sağlığının uzun dönemli korunmasında destek verme gibi konularda çalışırlar. Psikologların tek başlarına tanı koyma ve tedavi etme yetkisi yoktur. Ancak klinik psikologlar özel eğitimlerden geçerek belirli terapi yöntemleri konusunda yetkinlik kazandıklarında şu andaki mevcut yasal düzenlemelere göre psikiyatri hekimi sorumluluğunda, onun önerisi ve yönlendirmesiyle psikoterapi yapabilirler. Klinik psikologlar da psikologlar gibi ruhsal hastalıklara tanı koyamaz ve ilaç tedavisi öneremezler.
 
 
Psikiyatri hemşiresi
Standart hemşirelik lisans eğitiminin üzerine psikiyatri hemşireliği yüksek lisansı yaparak uzmanlaşmış hemşirelerdir. Birinci basamak sağlık kuruluşlarında ve psikiyatri birimlerinde çalışırlar.
Danışmanlık verme, rehabilitasyon çalışmaları, terapötik ortamın düzenlenmesi, tavsiyelerde bulunma, ruh sağlığının uzun dönemli korunmasında destek verme ve hekimin önerdiği medikal tedavileri uygulama görevlerini yerine getirirler.
 
Sosyal Hizmet Uzmanı
Ruh Sağlığı alanında hizmet vermek için özel eğitim almış sosyal hizmet uzmanıdır. Hastalara sosyal yaşamın düzenlenmesi, özlük hakları, barınma, gündelik yaşam, eğitim alanlarında destek olurlar.
 
Psikolojik Danışmanlar
Kişilere günlük yaşam sorunlarıyla daha iyi başa çıkmalarını sağlamaları için danışmanlık hizmeti verirler. Birinci basamak sağlık kuruluşlarında aile hekimi, psikiyatri birimlerinde psikiyatrist denetiminde çalışırlar.
 
Ruh sağlığı ile ilgili her türlü konuda ilk başvurulacak kişi Psikiyatri hekimi olmalıdır. Ruh sağlığı ekibinin koordinatörü olarak, psikiyatri hekimi gerekli gördüğü durumlarda diğer ruh sağlığı çalışanlarına sizi yönlendirecektir.
 
Yukarıda sıralanan meslek grupları dışında kalan “yaşam koçu, NLP vb.” gibi alanlarda çalışanlar ruh sağlığı ekibi içerisinde yer almamaktadırlar.
 
Psikiyatri bir tıp dalıdır. Yine bir tıp dalı olan Nöroloji; epilepsi (sara), serebrovasküler olay (damarsal olaylara bağlı felç), parkinsonizm ve istemsiz hareketler, baş ağrıları, multipl skleroz, kas hastalıkları gibi alanlarda hizmet verir. Psikiyatrinin ilgi alanları ise genel olarak:
 
Depresyon
Anksiyete (Kaygı) bozukluğu
         Panik bozukluk
         Yaygın anksiyete bozukluğu
         Obsesif kompulsif bozukluk
         Sosyal Fobi
         Travma sonrası stres bozukluğu
İki uçlu bozukluk
(Manik depresif bozukluk, Bipolar bozukluk)
Şizofreni
Alkol-madde bağımlılığı
Cinsel işlev bozuklukları
Kişilik bozuklukları
Yeme bozuklukları
Histeri-konversiyon
Hipokondriazis
Tikler
Yaşlılık psikiyatrisi- demans (bunama)
Uzun süren yas
Dürtü kontrol bozuklukları gibi alanlardır.
 
Bir diğer tıp dalı olan Çocuk ve Ergen Psikiyatri ise çocukluk ve ergenlik döneminde görülen psikiyatrik hastalıklar ve ruhsal değerlendirme ve tedaviler ile ilgilenir. Çocuk ve ergen psikiyatri hekimi de psikiyatri hekimine benzer şekilde 6 yıllık tıp fakültesi eğitiminden sonra çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanlık eğitimi almış uzman hekimdir. İlgi alanları genel olarak;
 
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu
Altını ıslatma
Çocukluk çağı ruhsal  sorunları
Ergenlik sorunları, Ergenlik dönemi ruhsal sorunları
Yaygın Gelişimsel Bozukluklar (Otizm vb.) gibi alanlardır.
 
Ruh ve beden sağlığınız bir bütündür. Pek çok ruhsal belirti bedensel bir hastalığa, pek çok bedensel belirti de ruhsal bir hastalığa işaret edebilir. Bedensel rahatsızlıklar gibi ruhsal rahatsızlıkları n tanısı da sadece hekimler tarafindan konulabilir ve tedavisi hekim tarafından ya da hekim kontrolu altında yapılabilir. Psikiyatri uzmanları her türlü psikiyatrik uygulamaya ilişkin temel bilgi, beceri ve donanıma sahiptir. İleri uzmanlık incelemesi, araştırma ya da tedavi-müdahale gerektiren durumları ayırdedip, gerekli önlemleri alarak yönlendirme yapabilir. Her türlü ruhsal sorun ve yakınmanın öncelikle tıp eğitimi almış hekimlerce değerlendirilmesi gerekir, uygulanacak tedavi şekline sizinle birlikte sadece hekiminiz karar verebilir. Ruhsal rahatsızlıkları n çoğu  ilaç tedavisi gibi biyolojik tedaviler ve/veya psikoterapi yöntemleri ile başarıyla tedavi edilebilmektedir. Psikoterapi de tıbbi bir müdahaledir, ancak psikiyatri hekiminiz tarafindan veya onun yönlendirmesiyle belirli bir terapi konusunda eğitim ve yetkinliği olan bir klinik psikolog tarafından yapılabilir. Ruhsal durumunuza uygun olan tedavi şekline sizinle birlikte psikiyatri hekiminiz karar verir.
 
 
Türkiye Psikiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu
 
 
KAMUOYUNA DUYURU
Türkiye’de toplumun kaygı verici ölçüde kutuplaşmaya sürüklendiği bu süreçte BİR TOPLUM SÖZLEŞMESİ olan anayasa değişikliği için olmazsa olmaz olan ASGARİ UZLAŞMA ortamı sağlanmamıştır.
Bu durum ANAYASAL GELENEKLERE aykırı olduğu gibi tamamen iktidar partisine ilişkin ÖZNEL nedenlere dayanmaktadır.
Bu süreç KATILIMCILIK ve ÇOĞULCULUKTAN uzak ve diğer siyasi partilere, sivil toplum örgütlerine, meslek odalarına kısaca ULUSUMUZA DAYATMAYA dönüşmüştür.
Bu girişimin, Türkiye’de olağanüstü dönemler dışında İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ, ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ ve ADİL YARGILANMA HAKKI gibi en temel hak ve güvencelerin en ağır ve sistematik biçimde ihlal edildiği bir iktidar döneminde ve bu iktidar partisi tarafından başlatılmış olması kaygıları daha da artırmaktadır.
Türkiye’de YARGI BAĞIMSIZLIĞI’NI daha da güçlendirmek yönünde öncelikli ve zorunlu olarak yapılması gereken köklü REFORMLARA GEREKSİNİM varken, salt HSYK ve ANAYASA MAHKEMESİ gibi yargının üst kurumlarında yapısal değişikliğe gitmenin bir yargı reformu olarak tanımlanması olanaksızdır.
Siyasi iktidarın özellikle son yıllarda YARGI BAĞIMSIZLIĞI, KUVVETLER AYRILIĞI ve HUKUK DEVLETİ ilkeleri ile bağdaşmayan bir tavır içinde olduğu, YARGIYI kuşattığı ve Adalet Bakanlığı’nın HSYK’nın çalışmalarını bilinçli olarak engellediği kamuoyunca endişeyle izlenmektedir.
İktidar partisince dayatılan anayasa değişikliğinin amacı, kendisine ayak bağı olarak gördüğünü ifade ettiği yüksek yargı organlarını tasfiye etmek ve İKTİDARA BAĞLI BİR YARGI yaratmaktır.
Bu yöntemle ve bu amaca yönelik olarak yapılmak istenen anayasa değişikliği, KUVVETLER AYRILIĞI, YARGI BAĞIMSIZLIĞI ve Anayasanın 2. maddesindeki cumhuriyetin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez niteliklerinden olan HUKUK DEVLETİ İLKESİ ile bağdaşmamaktadır.
Yapılmak istenen, CUMHURİYETİN TEMEL NİTELİKLERİNİ ORTADAN KALDIRACAK VE ÜLKEYİ OTORİTER BİR YÖNETİM BİÇİMİNE GÖTÜRECEK OLAN BİR REJİM DEĞİŞİKLİĞİDİR. Eş söyleyişle DAYATILAN ANTİDEMOKRATİK UYGULAMALAR KURUMSALLAŞTIRILMAK İSTENMEKTEDİR. ANCAK BU REJİMİN ADI “DEMOKRASİ” OLMAYACAKTIR.
Siyasal İktidar, anayasa değişikliği paketi ile KUVVETLER AYRILIĞI sisteminden KUVVETLER BİRLİĞİ
sistemine geçişi amaçlamaktadır. Böylece bağımsız olması gereken YARGI, yasamanın ve yürütmenin,
dolayısıyla SİYASAL İKTİDARLARIN denetimine ve güdümüne girecek,
HUKUK DEVLETİ olma niteliği ortadan kalkacaktır.
SONUÇ OLARAK;
KATILIMCI ve ÇOĞULCU BİR SÜREÇ İÇİNDE GELİŞMEYEN, temel bir UZLAŞMAYA DAYANMAYAN
ve bu nedenle MİLLİ İRADEYİ YANSITMAYAN böyle bir anayasa değişikliğinin ve bunun bütün olarak
halkoylamasına sunulmasının, özünde yöntem olarak 12 Eylül Anayasasının hazırlanma ve kabul sürecinden
hiçbir farkı yoktur. Bu şekilde yapılmak istenen bir halkoylaması süreci; gerçek anlamda halkın görüşünün
sorulması değil, tıpkı 12 Eylül Anayasası gibi bir dayatma ve aldatmaca olacaktır.
Kısaca siyasi iktidar
ÖZGÜRLÜKLER VE HAKLAR ÜLKESİ YARATMAK İÇİN DEĞİL iktidarını daha da güçlendirmek,
YARGI ERKİNİ VESAYET ALTINA ALMAK, ANTİDEMOKRATİK VE BASKICI BİR DÜZEN KURMAK
İSTEDİĞİ İÇİN bu yönde değişiklik yapmak istemektedir. Bu değişikliğin gerçekleşmesi durumunda
ne ANAYASANIN RUHU ve ne de DEMOKRASİNİN adı kalacaktır.
BU TEHLİKELİ GİDİŞE DUR DEMEK
VE YAPILMAK İSTENENLERİN KARŞISINDA OLMAK
SAĞDUYULU VE ÜLKESİNİ SEVEN HER VATANDAŞIN GÖREVİDİR.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

            BENİM  ATATÜRK’ÜM …DR. BEŞİR DOSTER
ATATÜRK diktatördü. Tartışmaya bile gerek yok. Ama öylesi bir diktatör ki halkının ilerlemesine, halkının mutluluğuna engel olan hiçbir kararın altında imzası yok.

ATATÜRK diktatördü. Ama öyle bir diktatör ki Anadolu’daki düşman işgaline karşı
yaptığı ilk iş bölgesel kongreler aracılığı ile halkıyla bütünleşmek, ardından merkezi bir otoriteyle kurtuluşu ve kuruluşu yönlendirmek için Türkiye Büyük Millet Meclisinin oluşumun sağlamak olmuştur.
ATATÜRK diktatördü. Ama öyle bir diktatör ki, kurduğu, kurdurduğu kabinelerde görev
alan bakanlar 30-35 yaşlarında idiler. Mahmut Esat, Mustafa Necati, Cemal Hüsnü, Dr. Reşit Galip gibi. Hatta genç bakanlar O’nun akşam sohbetlerine katılamadıkları ndan ötürü sitem edince ATATÜRK; “Ben size bu genç yaşınızda devleti teslim ettim, soframdakiler
hayatlarını ömür boyu bana hasreden, öl desem ölecek insanlardır” demiştir.
ATATÜRK diktatördü. Ama öyle bir diktatör ki kendisiyle konuşmaya gelen bir yabancı
gazeteciye sorar: “Sen hem diktatör olduğu için Hitler’i eleştiriyorsun, hem de diktatör olduğumu yazıp söyleyen herkese karşı beni savunuyorsun. Bu bir çelişki değil mi?” Gazetecinin cevabı ilginçtir. “Doğrudur. Hitler, devletini yıkan diktatördü, siz devlet kuran
diktatörsünüz.”
ATATÜRK diktatördü. Ama öyle bir diktatör ki Ulusal Kurtuluş Savaşına birlikte başladığı paşalar, savaşın kazanılmasından sonra O’ndan ayrıldılar, karşısına geçtiler, eleştirdiler doludizgin. Öyle ki hızlarını alamayıp siyasi parti bile kurdular, devrimi ters yüz etmek bile istediler, O’nu ortadan kaldırmak isteyenlerin girişimlerine destek oldular.
Fakat O büyük diktatör, “Arkadaşlarımın ufku, muhayyilesi kurtuluştan sonraki Cumhuriyet Türkiye’sini, çağdaş, laik Türkiye kavramını kavrayamadı. Yolları açık olsun” diyerek omuz silkti. Nitekim yıllar sonra o muhalefet hareketinin başı “İçimizdeki en büyük kumandan
O idi. O olmasaydı biz bu işi başaramazdık, fakat biz olmasaydık O işi başarır, memleketi kurtarırdı” diyecektir.
ATATÜRK yalnız adamdı. Dahilere yaraşır, dâhiyane bir yalnızlık. Ancak “Bütün özgürler gibi yalnız, bütün yalnızlar gibi özgürdü.” Sarayından ayrılmayan, köşkünden çıkmayan bir yalnızlık değildi onunki. Tersine sıkıldığında kapağı halkın arasına atardı. Öyle günü birlik gidip gelmelerle değil, günler, haftalar süren gezileri olurdu. Anadolu toprağı ile Anadolu
insanı ile buluşmak en büyük keyfi, sevinci olurdu. Kars’a gelişindeki gezisi Ağustos ayının 20’sinde başlamış, Ekim ayının ortasında bitmiştir. Kırk günü aşkın bir süre. Bıkmaz, usanmaz, yorulmazdı o gezilerinde. Halkının içinde, halkının arasında olmak en büyük mutluluğu idi.
ATATÜRK’ÜN yalnızlığı bir Namık Kemal yalnızlığıdır.  Hani o büyük vatan şairi;
“Görmeden
ölürsem millette ümit ettiğim feyzi,
Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun ben mahzun” demişti ya, öyle.
“Bütün ömrünü hizmetine vakfettiği” ulusunun çağdaş, uygar, mutlu, yaratıcı olmasının umudu ve beklentisi içindeki bir yalnızlık.
ATATÜRK yalnız adamdı. Çünkü o yıllarda 100 yıl sonraki Türkiye’nin resmini çizecek birileri yoktu çevresinde. O nedenle hem yalnız, hem tek adamdı.
ATATÜRK rakı da içerdi. Ama Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında ve önemli ülke sorunlarının tartışıldığı günlerde ağzına içki koymamıştır. Fakat İzmir’i işgal güçlerinden 9 Eylül’de kurtarmış, 10 Eylül’de Konak’ta rakısını içmiştir. Hatta lokantanın perdeleri kapatmak isteyen garsona “Çocuk! Perdeleri aç, açık tut. Milletim beni gerçek yüzümle görsün” demiştir.
Ben o sarhoş Cumhuriyeti, böylesi mümin bir Cumhuriyete bin defa tercih ederim…

Depresyona mı girdiniz, çok sevdiğiniz bir yakınınızı mı kaybettiniz, tikiniz mi veya takıntınız mı var? Yaşamdan zevk mi alamıyorsunuz ya da cinsel sorunlar mı yaşıyorsunuz? Tanı ve tedavi için gitmeniz gereken doğru adres psikiyatrist mi, psikolog mu olmalı?

 Türkiye Psikiyatri Derneği, ruhsal sorunlarla ilgili her türlü teşhisin konulması, tedavi planlaması, uygun görülen psikoterapinin uygulanmasının tamamen psikiyatri uzmanlarının sorumluluğu ve yetkisinde olduğunu belirtirken, Türk Psikologlar Derneği bunun, mevcut yasadaki bir boşluktan kaynaklandığını ifade ediyor.

Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı Doç. Dr. Doğan Yeşilbursa, Türkiye’de ”psikolog” ile ”psikiyatrist” kavramlarının aynı anlamda kullanıldığını ancak ikisinin eğitimlerinin farklı olduğunu söyledi. Ruh sağlığı hizmetinin, psikiyatri hekimi, pratisyen hekim/aile hekimi, psikolog/klinik psikolog, psikiyatri hemşiresi, sosyal hizmet uzmanı ve danışmanları kapsayacak şekilde bir ekip çalışması içerisinde yürütüldüğünü vurgulayan Yeşilbursa, psikiyatri uzmanının, ruhsal rahatsızlıkların tanınması, önlenmesi, tedavi edilmesi ve rehabilitasyonunda çalışan tıp fakültesi mezunu ve 4 yıllık psikiyatri ihtisasını tamamladığını belirtti.

Hastaya uygulanacak tedavinin planlanması ve yürütülen tedavinin değerlendirilmesinin tamamıyla psikiyatri hekiminin sorumluluğunda olduğunu ifade eden Yeşilbursa, ”Ruhsal sorunlarla ilgili her türlü teşhisi koymak, tedaviyi planlamak, ilaç ve diğer tedavi yöntemlerinin yanı sıra, uygun görülen psikoterapiyi uygulamak da tamamen psikiyatri uzmanlarının sorumluluğu ve yetkisi içinde yer alıyor. Başka hiçbir meslek grubunun, bu uygulamaları bağımsız olarak yapma yetkisi bulunmuyor. Yasalar ile bu yetki sadece psikiyatri hekimlerine veriliyor” dedi.

Yeşilbursa’nın verdiği bilgiye göre, ruhsal yakınmalarda sıklıkla başvurulan pratisyen hekimler ise birinci basamak hekimi olarak, ruhsal durum değerlendirmesinin başlangıç aşamalarını yerine getirebiliyor, gerektiğinde antidepresan gibi ilaçları reçete edebiliyor, uygun görürse danışmanlık ve daha ileri tedaviler için psikiyatri hekimine sevk yapabiliyor. Psikolog/Klinik Psikologlar da Fen-Edebiyat fakültelerinde sosyal bilimlerin bir dalı olan psikoloji bölümünden 4 yıllık eğitimin ardından mezun olanlardan oluşuyor ve ”psikolog” olarak tanımlanıyor. Psikologlar, lisans eğitimleri üzerine klinik psikoloji konusunda yüksek lisans yaptıkları takdirde klinik psikolog olabiliyor.

Yeşilbursa, ”Psikologlar, olağan koşullarda psikiyatri hekimi ile birlikte çalışabiliyor, gerekli psikometrik testleri hastalara uygulayabiliyor ve sonuçta psikiyatri hekiminin tanı koymasına ve tedavi etmesine yardımcı olabiliyor. Psikologların tek başlarına tanı koyma ve tedavi etme yetkisi bulunmuyor. Ancak klinik psikologlar, özel eğitimlerden geçerek belirli terapi yöntemleri konusunda yetkinlik kazandıklarında, psikiyatri hekimi sorumluluğunda, onun önerisi ve yönlendirmesiyle psikoterapi yapabiliyor. Klinik psikologlar da psikologlar gibi tanı koyamıyor ve ilaç tedavisi öneremiyor” dedi.

‘Yaşam koçu, ruh sağlığı ekibi içerisinde yer almamaktadır’

Birinci basamak sağlık kuruluşlarında ve psikiyatri birimlerinde çalışan psikiyatri hemşireleri, danışmanlık verme, rehabilitasyon çalışmaları, tavsiyelerde bulunma, ruh sağlığının uzun dönemli korunmasında destek verme ve hekimin önerdiği medikal tedavileri uygulama görevlerini yerine getiriyor. Sosyal hizmet uzmanları da hastalara sosyal yaşamın düzenlenmesi, özlük hakları, barınma, gündelik yaşam, eğitim alanlarında destek oluyor. Kişilere yaşam sorunlarıyla daha iyi başa çıkmalarını sağlamaları için danışmanlık yapan meslek grubundaki kişiler de birinci basamak sağlık kuruluşlarında aile hekimi, psikiyatri birimlerinde psikiyatrist denetiminde çalışıyor. Bunların dışında kalan ”Yaşam Koçu” gibi alanlarda çalışanlar, ruh sağlığı ekibi içerisinde yer almıyor.

Depresyon, kaygı bozukluğu, panik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, sosyal fobi, travma sonrası stres bozukluğu, manik depresif bozukluk, bipolar bozukluk, şizofreni, alkol-madde bağımlılığı, cinsel işlev bozuklukları, kişilik bozuklukları, yeme bozuklukları, histeri-konversiyon, hipokondriazis, tikler, yaşlılık psikiyatrisi-demans (bunama), uzun süren yas, dürtü kontrol bozuklukları psikiyatrinin ilgi alanları arasında yer alıyor. Çocuk ve Ergen Psikiyatri ise çocukluk ve ergenlik döneminde görülen psikiyatrik hastalıklar ve ruhsal değerlendirme ve tedaviler ile ilgileniyor, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, altını ıslatma, çocukluk çağı ruhsal sorunları, ergenlik sorunları, ergenlik dönemi ruhsal sorunları, yaygın gelişimsel bozukluklar gibi alanlara bakıyor.

‘Yasal boşluktan kaynaklanmaktadır’

Türk Psikologlar Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Gonca Soygüt de psikologların yetki konusu ile ilgili, ”Bu, 1928 tarihli ve 1219 sayılı Tebabet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’dur. Kanunun çıkarıldığı dönemde, psikologluk mesleğinin dünyada tam olarak bilinmiyor olduğu ve aynı dönemde ülkemizde psikolog yetiştiren bir bölüm bulunmadığı dikkatten kaçırılmamalıdır’‘ dedi. Türkiye’de tıp dışında sağlık meslek gruplarının yasal bir tanımlaması bulunmadığını ifade eden Soygüt, ”Psikologların tek başlarına tanı koyma ve tedavi etme yetkisi ile ilgili sınırlılıklar, 1928 tarihli yasaların bağlayıcılığı ile ilgilidir. Yasaların ‘tüm yetkiyi psikiyatri hekimlerine verdiği’ yönündeki görüş, henüz psikoloji mesleğinin yasalarla tanımlanmamış olmasıyla ilgili yasal boşluktan kaynaklanmaktadır. Ayrıca, 1920’lerin psikiyatri ve psikolojiye bakış açısını yansıtmaktadır” diye konuştu.

Soygüt, psikoloji biliminin ve mesleğinin gelişmiş olduğu ülkelerdeki yasal düzenlemelerde psikologların, Psikolojik Değerlendirme ve Psikoterapi uygulamalarını yürütme yetkisine sahip olduğunu belirterek, şöyle devam etti: ”Meslek Yasamız, AB’ye uyum süreci doğrultusunda, sağlık mesleklerinin içinde yer aldığı bir çerçeve yasa ile tanımlanacaktır. Psikoloji bilimi ve mesleğinin gelişmiş olduğu ülkelerdeki yasal düzenlemelerde psikoloji tamamen bağımsız bir meslek olarak kabul edilir. Psikolojik hizmetler, ekip çalışması anlayışı ile yürütülür. Klinik psikologlar, kesinlikle ilaç tedavisi yürütmez, asla tıbbi müdahalede bulunmazlar ancak psikoterapi eğitimi almış psikologlar, psikoterapi uygulamalarını yürütebilir. Ayrıca, psikoterapi hizmeti verilen hastalarda ilaç tedavisi gereken bir durum ortaya çıktığında, ilgili vakayı bir psikiyatriste havale ederler veya gereken durumlarda psikiyatristle iş birliği içinde ilacın yanı sıra psikoterapi uygulamaları yürütmek üzere görev alır. Türkiye’de ve dünya genelinde, psikologlar ilaç tedavisi uygulamaz.”

 

Öğrendim ki….
Kimseyi Sizi sevmeye zorlayamazsiniz.
Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz,
Gerisini karsi tarafa birakirsiniz. 

 

Öğrendim ki…
Güveni gelistirmek yillar aliyor,
Yikmak bir dakika.

 

  
Öğrendim ki…
Hayatinda nelere sahip oldugun degil
Kiminle oldugun onemli.

 

 

Öğrendim ki….
Kendini en iyilerle kiyaslamak degil
Kendi en iyinle kiyaslamak sonuc getirir.

 

Öğrendim ki…
İnsanlarin basina ne geldigi degil
O durumda ne yaptiklari onemli. 

 

Öğrendim ki…
Ne kadar küçük dilimlersen dilimle
Her isin iki yüzü var.

 

  
Öğrendim ki…
Olmak istedigim İnsan olabilmem
Cok vakit aliyor. 

 

Öğrendim ki…
Bütün sevdiklerinle iyi ayrilman gerek
Hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun
.

 

  
Öğrendim ki…
‘Bittim’ dedigin andan itibaren
Pilinin bitmesine daha cok var. 

 

  
Öğrendim ki…
Bazi insanlar sizi cok seviyor
Ama bunu nasil gösterecegini bilemiyor. 

 

Öğrendim ki…
Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz
Bazilari hic karsilik vermiyor. 
 
Öğrendim ki…
En iyi arkadasla sıkıcı an olmaz. 

 

Öğrendim ki…
Düştüğün anda Seni tekmeleyecegini düşündüklerinden bazilari
Kaldirmak icin elini uzatir. 

 

Öğrendim ki…
İki insan ayni seye bakip

 

 

Tamamen farkli seyler görebilir. 
  
Öğrendim ki…
Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatir.

 

  
Öğrendim ki…
Duvarda asili diplomalar
İnsani insan yapmaya yetmez.

 

Öğrendim ki…
Ask kelimesi ne kadar cok kullanilirsa, anlam yükü o kadar azalir.

 

Öğrendim ki…
Karsisindakini kirmamak ve inanclarini savunmak arasinda cizginin
nereden gectigini bulmak zor.

 

  
Öğrendim ki…
Gercek Arkadaslar arasina mesafe girmez.
Gercek Aşklarin da ! 
 

 

Öğrendim ki…
Ne kadar yakin olursa olsunlar
En iyi Arkadaşlar da ara sira üzebilir.
Onlari affetmek gerekir. 

 

Öğrendim ki…
Bazen başkalarini affetmek yetmiyor.
Bazen insanin kendisini affedebilmesi gerekiyor. 

 

Öğrendim ki…
Yüreginiz ne kadar kan ağlarsa ağlasin
Dünya Sizin icin dönmesini durdurmuyor. 
  
Öğrendim ki…
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pismanligin uzun yillar sürüyor..

Tüm İnternet Evleri Derneği (TİEV) Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Andiç, ”İnternet kullanımı konusunda çok iyi durumda olduğumuz söylenemez ancak çok iyi aşama kaydettik, internet kullanıcı sayımız ciddi oranda artarak 35 milyona ulaştı” dedi.

Tüm İnternet Evleri Derneği (TİEV) Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Andiç, yaptığı açıklamada, Türkiye’de internetin 17 yaşını doldurduğunu, Türkiye’de internetle tanışan kullanıcı sayısının her geçen gün arttığını belirtti.

İnternet kullanıcı sayısının neredeyse Türkiye nüfusunun yarısına ulaştığını, ADSL kullanıcı sayısının ise 7.5 milyon olduğunu ifade eden Andiç, Türkiye’de çok ciddi bir internet kullanıcı kitlesi oluştuğunu söyledi.

İnternet kullanıcı sayısının artmasında internet kafelerin ve internet evlerinin de önemli etkisi olduğunu kaydeden Andiç, şöyle konuştu:
”İnternet kullanımı konusunda çok iyi durumda olduğumuz söylenemez ancak çok iyi aşama kaydettik, internet kullanıcı sayımız ciddi oranda artarak 35 milyona ulaştı. Sıkıntılarımız yok mu elbette var. Çok ciddi kullanıcı oranlarına ulaştık ama internetin zararları yönünde, bu konudaki düzenlemeler noktasında sıkıntılar yaşanıyor. Bazı sitelerin kapatılması, engellenmesi şifrelenmesi gibi. Henüz tam oturmamış, doğruluğunu yaşayarak öğrendiğimiz bazı kurallarımız var. Youtube’un kapanması gibi sıkıntılar hala yaşanıyor. Bunlara çözüm bulunamadı. Yasaklama dışında farklı yöntemler bulmamız, zararlı içeriklerin kaldırılması yönünde gitmemiz gerekiyor.”

“Türkiye öncü olabilir”

İnterneti bir gazeteye benzeten Andiç, zararlı içerikli sitelerin kapatılmasıyla ilgili olarak ”Yani bir gazetecinin yanlış bir haberi, suç içeren bir haberi nedeniyle gazetenin kapatılması gibi bir durum bu. Bir kişinin işlediği suç nedeniyle bütün sistem kapatılıyor” dedi.

Andiç, sitelerin kapatılması konusuna sınırlama getirilmesi, suçu işleyenin, o veriyi, içeriği siteye koyanın ceza alması gerektiğini, o içeriğin siteden kaldırılması için de site yönetiminin uyarılması, belki daha sonra ağır yaptırım uygulanması gerektiğini söyledi.

İnternetin global olduğunu, internette eşitliğin esas olduğunu, bu nedenle sadece Türkiye’ye ilişkin değil uluslararası birtakım düzenlemeler yapılması gerektiğini ifade eden Andiç, şunları kaydetti:
”Çünkü bir siteye sadece Türkiye’den değil dünyanın birçok noktasından ulaşılabilir. O ülkelerin de bu işi düzenleyen kendi kuralları ve kanunları var. Bu açıdan ülkeler arasında ortak çözüm bulunması gerekiyor. Türkiye bu anlamda işe öncülük edebilir. 5651 sayılı, internet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesiyle ilgili kanun dünyada bu anlamda örnek. Çünkü bu işe kendimiz soyunduk ve kendi kurallarımızı koyduk, bir yerden almadık. İşte bunlar tartışılmalı. İnternet Haftası da bu sorunları ve çözüm önerilerini dile getirmek ve tartışmak açısından önem taşıyor”

Marmara Denizi’nde yaşayan su canlıları uzun süredir aşırı avcılık ve kirlenme nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya.

Orkinos, kalkan, kolyos, uskumru, mersin ve kılıçbalığının sayısı gün geçtikçe azalıyor. İstanbul’un simgesi sayılan ve aynı tehlikeyle karşı karşıya olan lüfer balığını korumak için harekete geçen lüfere hasret şefler, aşçılar, işletmeciler ve gıda sektörü çalışanları ortak kampanya başlattı. Şeflere, aşçılara ve işletmecilere 24 cm’nin altındaki lüferi müşterilerine sunmamaları için çağrı yapıldı.
 

Limit belirlenmeli

“İstanbul lüfere hasret kalmasın!”
imza kampanyası hakkında bilgi veren uluslararası Slow Food hareketinin İstanbul’daki ayağı Fikir Sahibi Damaklar grubunun lideri Defne Koryürek avlanma alt limiti 14 cm olan lüferin aslında henüz yumurta bırakmamış çinekop boyu olduğuna dikkat çekti. Bir lüferin ancak 24-26 cm boyunda, erişkin bir balık olduğunda yumurta bırakabildiğini belirten Koryürek, Tarım Bakanlığı’nın lüferin avlanma alt limitini en az 20 cm’ye çıkarması gerektiğini vurguladı.

Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk aşırı avcılık, kirlenme ve av yasaklarındaki yanlış uygulamaların lüfer başta birçok türün azalmasına neden olduğunu söyledi. Kampanyanın amacının av yasakları konulurken lüfer balığının boyunun 20 cm’nin üzerine çekmek olduğunu belirten Öztürk, “Zamansız avcılık nedeniyle lüferin bir boy büyüğü kofana zaten kalmadı. Bu balığın çinekop olarak avlanmasının önüne geçmek istiyoruz” diye konuştu.

Borusan Otomotiv BMW Satış Müdürü Faik Akkök, geçen yıl yaşanan küresel ekonomik kriz nedeniyle 2010 yılında lüks otomobil pazarında küçülme beklerken, hedeflediklerinin üzerinde satış yaptıklarını bildirdi.

Antalya– Yeni BMW 5 Serisinin tanıtımı İstanbul’dan sonra Antalya Cam Piramit Sabancı Kongre ve Fuar Merkezi’nde yapıldı. Borusan Otomotiv BMW Satış Müdürü Faik Akkök, lüks otomobil segmentinin durumunu değerlendirdi. Küresel krizin en şiddetli hissedildiği geçen yıl otomotiv sektöründe önemli bir daralma olduğunu anımsatan Akkök, geçen aralık ayında 2010 yılı program ve hedeflerini yaparken küresel krizi de göz önüne alarak, bu yıl içinde bir daralma öngördüklerini belirtti. Akkök ”Ancak yılın üç aylık döneminde hiç ummadığımız bir satış oldu. Hem BMW hem de, rakiplerimizin satışları gayet iyi. Geçen yıl ÖTV desteği de olmasına rağmen sektör krizden olumsuz etkilenmişti. 2010 yılında satışlar iyi olamayacak diye program yapmıştık. Ancak yılın ilk üç ayındaki satışlar bizi şaşırttı” dedi.

Lüks otomobil segmentinde 2009 yılının ilk üç ayına göre, bu yılın aynı döneminde yüzde 1,6 daralma olmasına karşılık lüks otomobil satışlarının kendileri açısından çok iyi olduğunu vurgulayan Akkök, şunları kaydetti: ”Ekonomik kriz yaşanan 2009’da Türkiye’de 27 bin lüks otomobil satıldı. Bu yıl 28 bin satış bekleniyor. BMW olarak yılın ilk üç ayında 900 satış hedeflemiştik. Ancak hedefi astık ve bin 82 adet BMW satışı yaptık. Destek olmadığı bir dönemde bu satışlar çok iyi. Lüks otomobil segmentinde daralma beklerken aksi oldu.”

BMW Türkiye’den yedek parça alımını artıracak

BMW’nin Türkiye’de üretimi şimdililik düşünmediğini belirten Akkök, BMW’nin Türkiye’den yedek parça alımını artırma kararı aldığını bildirdi. BMW’nin hem görselliğe, hem teknoloji ve güvenliğe büyük önem verdiğine dikkati çeken Akkök şöyle devam etti: ”BMW Türkiye’den alacağı yedek parça miktarını artırma kararı aldı. Geçen ay Almanya’da bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Türk yedek parça üreticileri de katıldı. Önemli görüşmeler oldu. Türk otomotiv yedek parçaları kaliteli olduğu için önemli anlaşmalar yapıldı. Özellikle otomobil camları için büyük miktarlarda alım hedeflendi.”

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Afet Komitesi Sekreteri Mücella Yapıcı, Emek Sineması’nın yıkılmasının da öngörüldüğü ”Kentsel Gelişim ve Yenileme” projesini engellemek için kamuoyu desteği beklediklerini söyledi.

İstanbul– TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Afet Komitesi Sekreteri Mücella Yapıcı, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde, proje kapsamında bulunan Emek Sineması’nın yıkılacağı iddialarına ilişkin bir basın toplantısı düzenledi.

Bakanlar Kurulu’nun 20 Haziran 2006 tarihli kararıyla Emek Sineması’nın da bulunduğu alanı ‘‘yenileme alanı” ilan ettiğini belirten Yapıcı, bu karar gereği Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarının Koruma Bölge Kurulu’nun 9 Ekimde ön projeleri uygun bulduğunu anımsattı.

Emek Sineması’nın yıkımının öngörüldüğünü bu kararla ilgili olarak öncelikle yürütmenin durdurulması ve iptali için TMMOB olarak dava açtıklarını belirten Yapıcı, Emek Sineması’nın da içinde bulunduğu Tarlabaşı çevresinin sit alanı olarak kabul edilmesine rağmen ”yenileme ve taşıma” adı altında kültürel varlıkların yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını savundu.

Yapıcı, projenin Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi’ne ve Venedik Tüzüğü’ne rağmen ilerlediğini öne sürerek ”Kentsel Gelişim ve Yenileme Projesini engellemek için kamuoyu desteği bekliyoruz” dedi.

Avukat Can Atalay’da ”Kentsel Gelişim ve Yenileme projesi’nin dayandığı 5366 sayılı yasanın, 2863 sayılı yasayla çeliştiğini öne sürerek söz konusu kanunun Anayasa’nın 5, 35, 46 ve 63.üncü maddelerine aykırı olduğunu iddia etti.

Bu proje nedeniyle kültürel değerlerin yok olmasına sessiz kalınmaması gerektiğini belirten Atalay, kamuoyunun desteğini ve çözüm önerilerini beklediğini ifade etti.

Adil Gür yönetimindeki A&G Araştırma Şirketi oldukça kapsamlı ve ilginç sonuçlar elde edilen bir futbol araştırması yaptı.

Hürriyet’in yaptırdığı araştırma sonucunda ortaya en ateşli, en çok taraftara sahip, en çok kızılan, en çok para harcayan, en erkek taraftarı olan takımlar çıktı.

Diğer takım taraftarları tarafından en çok kızılan takım Fenerbahçe. Bunu Galatasaray izliyor ama Diyarbakırspor cevabı da oldukça yüksek. Her beş Trabzonlu’dan biri Diyarbakırspor’a gıcık. İstanbul’da ise Diyarbakır’a en tepkili olanlar yüzde 14 ile Beşiktaşlılar.

Futbol severlerin yarısından çoğu maç uğurlarına inanıyor. Çoğunluk dua ediyor. Bunu maçı hep aynı mekanda izlemek, aynı koltukta maça bakmak, aynı kıyafeti giymek takip ediyor.

En çok taraftar yüzde 33.8 ile Galatasaray’ın. Ardından yüzde 26.6 ile Fenerbahçe geliyor. Beşiktaş 18.4 ile üçüncü. Yüzde 10.1 ile dördüncü Trabzonspor’u yüzde 2.9 oranla Bursaspor izliyor. En ateşli taraftar yüzde 44.8 ile Çarşı taraftarı. Bunu Fenerbahçe, Galatasaray ve Bursaspor takip ediyor. Takımına en bağlı taraftar Cimbombom’un. Aynı şekilde en sıkı seyirci ve izleyici kitlesi de sarı-kırmızılı. Futbol için en çok taraftarı bulunan Galatasaraylılar futbola en çok vakti de harcıyor. Ama iş paraya gelince cimriler. En az harcamayı onlar yapıyor. Fenerbahçe taraftarı spora en çok parayı harcıyor.

En genç takım Galatasaray

Futbolla en haşır neşir olan Galatasaray taraftarı; yüzde 82.6’sı futbolla ilgileniyor. Bunu yüzde 77.8’le Fenerbahçe taraftarı takip ediyor. Ardında çok küçük bir farkla (yüzde 77.4) Beşiktaş taraftarı var. Ve son olarak yüzde 62.9 ile onları Trabzonsporlular geliyor. En erkek takım Galatasaray, en çok kadın taraftar Trabzonspor’da. Kadın erkek, dengesinin en iyi ayarlandığı takım Beşiktaş. En genç taraftarı olan takım Galatasaray, Beşiktaş ile Trabzon en yaşlı taraftarlara sahip. Eğitim oranı en düşük olan takım Galatasaray ama bunda genç bir taraftar kitlesine sahip olmasının etkisi büyük. Çünkü bu genç taraftarların büyük bir bölümü halen öğrenci. Genç taraftarının azlığı Beşiktaş’ı en eğitimli taraftar profiline çıkarıyor.

En romantik Trabzonsporlular

Tarafların yüzde 57’si derbi için arkadaş randevularından vazgeçmeye hazır. Doğumgünleri de vazgeçilebilecek ilk aktivitelerin başında. Sevgilililer Günü ve bir yakının düğünü de gözden çıkarılıyor. En romantik Trabzonsporlular, doğumgününden ve evlilik yıldönümlerinden vazgeçemiyorlar. En maço olanlarıysa Fenerbahçe taraftarı. Onlar evlilik yıldönümü falan dinlemiyor. En zor vazgeçilense, ne kadar fanatik olunursa olunsun iş görüşmeleri ve sınavlar.
Hakem takım aleyhine karar verirse taraftarların her dördünden biri küfür ediyor. Bunu alkışla protesto, yuhalama, ıslık ve elindekini fırlatma takip ediyor. Tabii küfür erkekler arasında daha yaygın. “Elimde bir şey varsa fırlatırım” diyenlerin oranı ise kadınlarda yüksek.


Soyadı gibi takım tutuluyor

Taraftarladan yüzde 89’u doğuştan kendi takımlarını tutuyor. Ama çevre baskısına maruz kalanlar yok değil. Takım değiştirenlerin çoğunluğunda eş ve nişanlı etkisi en fazla. Erkek arkadaşın etkisiyle takım değiştiren kadınlar var. Bu takımlar arasında en fazla bırakılanı yüzde 3.3 ile Galatasaray ardından yüzde 2.7 ile Fenerbahçe ve Beşiktaş geliyor.

Ankete katılanların çoğu, “babam, ben ve çocuğum aynı takımı tutuyoruz” cevabını veriyor. İkinci yoğun cevap “Babam ve ben”. Üç nesil aynı takımı tutanlar en çok Trabzonsporlular. Beşiktaş’ta bu gelenek zayıf. Taraftarların yüzde 80’i takımına bağlı, asla bırakmayacağını söylüyor. Ama istisnalar var. Örneğin takımı maçı satarsa, 10 yıl şampiyon olamazsa veya küme düşerse takımımızdan vazgeçebiriz diyorlar.

Hepsinin gönlünde Arda yatıyor

Futbol severlerin yüzde 25’i takımlarında Arda’yı görmek istiyor. Bunu yüzde 12 ile Alex ve Sercan izliyor. Peki futbolcular kazandıkları parayı hak ediyor mu? Taraftarların yarısından çoğu yerli futbolcuların kazandıkları parayı hak ettiği görüşünde. Ama yabancı futbolcularda durum değişiyor. Yabancıların aldıkları parayı hak etmediklerini düşünüyorlar. Futbolculara aldıkları parayı en çok helal eden Galatasaray taraftarı. Tam tersiyse Trabzonspor taraftarı. Teknik direktörlerde de aynı durum geçerli: Yerli hocaların paralarını hak ettiği düşünülürken, yabancı direktörlerin hak etmediği kanısı hakim.


En çok Barcelona taraftarı var

Her 100 erkekten 65’i bir de yabancı takımı tutuyor. Bu orana daha çok gençler dahil. Barcelona yüzde 20.8’le birinci sırada ve Türkiye’de Beşiktaş kadar taraftara sahip. Hemen ardından Real Madrid ve M. United ile Milan geliyor.
 

Spor haberleri mutlaka okunuyor

Futbol severlerin çoğu aynı zamanda iyi bir gazete okuru. Yüzde 81.2’si gazete okuduğunu söylüyor. Bu da Türkiye’de en az 24 milyon gazete okuyucusu olduğunu gösteriyor. Yani bir gazeteyi ortalama sekiz kişi okuyor. En çok okunan gazete yüzde 37 ile Posta. Bunu yüzde 29 ile Hürriyet takip ediyor. Erkekler yüzde 75.5’i spor haberlerini birinci sırada takip ediyor. Aynı şekilde gençlerde spor haberlerine kayıtsız kalamıyor. Spor deyince de erkeklerin yüzde 90’ının aklına futbol geliyor.

İkinci takım Beşiktaş

Taraftarların yüzde 66’sı ikinci bir takıma sempati duyuyor. İkinci takım olarak en çok tercih edilen Beşiktaş ve ardından Galatasaray.

Şaşırtıcı olarak bu takımları Fenerbahçe yerine Bursaspor takip ediyor.

Beşiktaşlılar’ın yüzde 17’si Galatasaray’a, yüzde 7.3’ü Fenerbahçe’ye, Galatasaray’lıların 12.9’u Beşiktaş’a, yüzde 4.8’i Fenerbahçe’ye, Fenerbahçeliler’in yüzde 9.7’si Bursa’ya, yüzde 8.1 Beşiktaş’a yüzde 2.3 Galatasaray’a sempati duyuyor.