Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Michigan’da yaşayan Türk öğrenci Deniz Alp Tomanbay, Nobel tarafından prestijli Liseli Bilim Adamları Ulusal Derneği’ne (NSHSS) üye olarak kabul edildi

Lise 1. sınıfta okurken girdiği sınavda başarı göstererek lisenin son üç yılını okumadan Washtenaw Teknik Yüksek Okulu’na (Washtenaw Technical Middle College) giren Türk öğrenci Deniz Alp Tomanbay’ın bu okulda gösterdiği başarı Liseli Bilim Adamları Ulusal Derneği’nin (NSHSS) dikkatini çekti. Sadece ‘üstün’ akademik başarı gösteren öğrencileri üyeliğe davet eden dernek, Tomanbay’ın yeni üye olarak seçtiklerini duyurdu.

Ann Arbor, Michigan’da bulunan SKYLİNE lisesi 1. sınıfında okuyan Türk öğrenci Tomanbay, geçen yıl girdiği sınavda üstün başarı göstererek lisenin son üç yılını okumadan Ann Arbor’da bulunan Washtenaw Teknik Yüksek Okulu’na kabul edildi.

Tomanbay’ın yüksek okulda gösterdiği başarı da onun en başarılı bilim adamlarını saptayarak kamuoyuna açıklayan ve sadece üstün akademik başarı gösteren öğrencilerin üye olarak davet edildiği Liseli Bilim Adamaları Ulusal Derneği’ne girmesini sağladı.
 

“Tomanbay bilim adamları topluğunun yeni bir üyesi”

Tomanbay ile ilgili duyuruyu yapan NSHSS kurucusu ve başkanı Nobel Ödülleri kurucusu ailenin en yaşlı üyesi olan Claes Nobel, “NSHSS adına, Deniz A. Tomanbay’ın sorumluluk duygusuyla dolu kararlı ve özverili çalışması sonucunda olağanüstü bir akademik başarı gösterdiğinin sizlere duyurmaktan onur duyuyorum. Deniz A. Tomanbay gelecek için ileri umutlarımızı temsil eden bilim adamlarının eşsiz, benzersiz topluluğunun yeni bir üyesidir” dedi.

Amacımız Tomanbay gibi öğrencilere yardımcı olmak

NSHSS Genel Müdürü James Lewis ise vizyonlarının “üyelerini, anlamlı içerikleri olan konular, kaynaklar ve olanaklar ile bir araya getirerek birleştiren uluslararası dinamik bir kuruluş” oluşturmak olduğunu ifade ederek, “Amacımız Deniz A. Tomanbay gibi öğrencilere akademik başarıları inşa etmelerinde ve küresel toplum üzerinde pozitif etki yaratma yönünde istek ve yeteneklerini zenginleştirmelerine yardımcı olmaktır” şeklinde konuştu.

NSHSS üyelerine çok sayıda olanak sağlıyor

NSHSS üyeliğe hak kazanan Tomanbay gibi öğrenciler, burslar, akademik yarışmalar, serbest etkinlikler, sadece üyelere açık kaynaklar, yayınlar, eğitim ortaklarının düzenlediği programlara katılma, online forumlar, özel hazırlanmış kaynaklar ve kamuoyu tarafından tanınma ve ünlenme gibi çok çeşitli olanaklardan yararlanıyor. Aynı zamanda bu dernek, lise düzeyinde başarıyı hedef alarak, üyelerine özel yetenek, vizyon ve potansiyellerini kendilerini ve dünyayı daha da geliştirebilmeleri yönünde kullanmaları için destek veriyor.

İlaç Takip Sistemi (İTS) kapsamında Mayıs ayı içinde başlatılan karekod uygulaması gereği, firmalara karekodsuz ilaçları 1 Temmuz’a kadar değiştirmeleri için tanınan süre bugün sona eriyor. Yarından itibaren eczaneler, karekodu bulunmayan ilaçları yurttaşlara veremeyecek.

Türk Eczacıları Birliği (TEB) Genel Sekreteri Özgür Özel, İlaç Takip Sistemi’nin 16 Mayıs’ta uygulamaya konulduğunu, bu tarihten itibaren eczaneler tarafından karekodlu ilaçların satışının sisteme bildirilmesinin zorunlu hale geldiğini anımsattı. Sağlık Bakanlığı’nın, ambalajında karekod bulunmayan ürünlerin ise ”G2D” adı verilen geçici karekodların yapıştırılması yöntemiyle satılabilir hale geleceğini belirttiğini anlatan Özel, ilaç firmalarının sorumluluğunda olan bu uygulamaya, firmaların yeterince önem vermediğini ve verilen sürelerde işlemleri tamamlayamadığını söyledi.

Özel, Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan yönetmelik gereğince, 1 Temmuz 2010 Perşembe gününden itibaren, karekodsuz ilaçların satışına izin verilmeyeceğini vurgulayarak, şunları söyledi:
”Karekodlu ilaçların satışının İlaç Takip Sistemi’ne bildirimi için eczaneler bir bilgisayar işletim programına ihtiyaç duymaktadırlar. İhtiyaç duyulan eczane paket programı, karekod okuyucu gibi donanımların temini konusunda, Birliğimiz, Eczacı Odalarımız ve eczacılarımız üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiştir.

Ayrıca, Haziran ayı başında yapılan değerlendirmede, firmaların sorumluluğunda olan karekodsuz ilaçların karekodlu hale getirilmesi için, bu ilaçların tespiti ve bildirim işlemlerinin gerçekleştirilmesi amacıyla, Birliğimizin girişimleri ile eczane paket programlarında ‘Karekodsuz İlaç Bildirim Modülü’ oluşturulması sağlanmıştır. Bildirimlerin ecza depoları aracılığıyla ilaç firmalarına iletilmesi böylelikle firmaların da karekodsuz ilaçları G2D (geçici karekod) ile etiketli hale getirmesi için bir sistem kurulmuştur.”
 

Her dört ilaçtan biri karekodsuz

Hala çok sayıda karekodsuz ilaç bulunduğunu ifade eden Özel, ”Şu ana kadar elde edilen tüm veriler, eczanelerdeki her 4 ilaçtan en az birinin karekodsuz olduğunu göstermektedir. Bu durum, 01.07.2010 tarihinden itibaren satışı mümkün olamayacak olan bu ilaçların, eczaneler tarafından depolar aracılığıyla firmalara iadesini zorunlu kılacaktır. Firmaların, bu ilaçları karekodlu hale getirmesi için de 15 günlük ek süreye ihtiyaç duyulacağı değerlendirilmektedir” diye konuştu.

Özel, her 4 ilaçtan en az birinin karekodsuz olmasının, reçetelerin 4 kalem ilaç içerdiği göz önünde bulundurulduğunda, reçetede yer alan en az bir ilacın eczane tarafından verilememesi ve hemen her reçetenin karşılanmasında sorunla karşılaşılması anlamına geleceğini bildirdi.
TEB’in bu süreçte, İlaç Takip Sistemi ve karekodsuz ilaçların durumu hakkında ilgili Bakanlıklar ve Sosyal Güvenlik Kurumu yetkililerine düzenli olarak bilgi verdiğini dile getiren Özel, eczanelerde bulunan ilaçların iade sürecine girmeden karekodlu hale getirilmesi ve vatandaşın ilaç temininde sıkıntı yaşamaması için 1 Temmuz Perşembe gününe kadar tanınan sürenin uzatılması gerektiğini kaydetti.

Özel, eczanelerin bu uygulamaya hazır olmasına karşın karekodsuz ilaçların mevcut hali ile satışı için verilen sürenin yetersiz olduğu uyarısında bulunduklarını ifade ederek, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer ve diğer ilgili yetkililerle çözüm için biraraya gelmek ve konuyu mütalaa etmek istediklerini söyledi. Bunun için Bakan Dinçer’den randevu talep ettiklerini belirten Özel, görüşmenin gerçekleşmesi halinde karekodsuz ilaçlar ile ilgili son verileri Bakan Dinçer’e ileteceklerini bildirdi. Özel, ”Bu erteleme talebi, firmaların verilen süre içerisinde karekodsuz ilaçların karekodlu hale getirilmesi sürecini tamamlamamış olmasından kaynaklıdır” dedi.

Karekodsuz ilaçların satılamaması halinde vatandaşların mağdur olacağını öne süren Özel, ”1 Temmuz tarihinden itibaren oluşacak yeni kaos ortamından, en fazla hastalarımız ve biz eczacılar zarar göreceğiz. Bugüne kadar üzerine düşen her türlü sorumluluğu yerine getirmiş olan biz eczacılar, hastalarımızın ilaca ulaşma özgürlüğünü engelleyecek ve gerçekçi olmayan geçiş sürecinin uzatılmasını talep ediyoruz” diye konuştu.

ABD’li tanınmış televizyon sunucusu Oprah Winfrey, ”Dünyanın En Güçlü Ünlüleri” listesinde zirvede yer aldı.

Forbes dergisinin ”Dünyanın En Güçlü Ünlüleri” listesinde medya, sinema, müzik, spor ve şov dünyasının en ünlü 100 ismine yer verildi.

Şarkıcı Beyonce Knowles’ın ikinciliği elde ettiği listede, sinema tarihinin en çok hasılat elde eden iki filmi ”Avatar” ile ”Titanic”e imza atan James Cameron üçüncü oldu.

Müziği kadar giyim kuşamı ve yaşantısıyla da gündemde olan şarkıcı Lady Gaga’nın dördüncü sırada yer aldığı listede, Beyonce ile Lady Gaga’nın geçen bir yıl içinde turneleri ve diğer gelirleriyle büyük bir sıçrama yaptığı gözlendi.

Golf oyuncusu Tiger Woods beşinci olarak listede ilk ona giren tek sporcu olurken, altıncılığı Britney Spears, yedinciliği ünlü topluluk U2, sekizinciliği oyuncu Sandra Bullock aldı.
Johnny Depp’in listeye yeniden girerek dokuzuncu olduğu listede, geçen yıl üçüncü olan Madonna onuncu sıraya geriledi.

Müzik topluluğu Coldplay 20. sıradan 35’inciliğe gerilerken, ”Harry Potter” serisiyle ünlenen genç yıldız Daniel Radcliffe de 82. sırada yer aldı.

”Alacakaranlık-Twilight” serisinin iki genç yıldızından Robert Pattinson 50, Kirsten Stewart ise 66. sıradan listeye girdi.
Forbes dergisinin hazırladığı listede en güçlü ünlüler sıralaması ise şöyle:
1- Oprah Winfrey
2 -Beyonce Knowles
3 -James Cameron
4- Lady Gaga
5- Tiger Woods
6 -Britney Spears
7 -U2
8 -Sandra Bullock
9 -Johnny Depp
10- Madonna
11 -Simon Cowell
12- Taylor Swift
13 -Miley Cyrus
14 -Kobe Bryant
15 -Jay-Z
16 -Black Eyed Peas
17 -Bruce Springsteen
18 -Angelina Jolie
19 -Rush Limbaugh
20 -Michael Jordan
21 -Dr. Phil McGraw
22 -Steven Spielberg
23 -Ellen Degeneres
24 -David Letterman
25 -Tyler Perry
26 -Jennifer Aniston
27 -Pink
28 -Lebron James
29 -Roger Federer
30 -Brad Pitt
31 -Floyd Mayweather
32 -Michael Bay
33 -Donald Trump
34 -Jay Leno
35 -Coldplay
36 -David Beckham
37 -Jerry Seinfeld
38 -AC/DC
39 -Howard Stern
40 -Jonas Brothers
41 -Tom Hanks
42- George Lucas
43 -Glenn Beck
44 -Ryan Seacrest
45 -Phil Mickelson
46 -Ben Stiller
47 -Jerry Bruckheimer
48 -Cristiano Ronaldo
49 -Alex Rodriguez
50 -Robert Pattinson
51- Conan O’Brien
52 -Shaquille O’Neal
53 -James Patterson
54 -Kenny Chesney
55- Manny Pacquiao
56 -Tom Cruise
57 -Adam Sandler
58 -George Clooney
59- Stephenie Meyer
60 -Cameron Diaz
61 -Serena Williams
62 -Rascal Flatts
63 -Charlie Sheen
64 -Derek Jeter
65- Lance Armstrong
66 -Kristen Stewart
67 -Toby Keith
68 -Sean (Diddy) Combs
69 -Stephen King
70 -Sarah Jessica Parker
71 -Leonardo DiCaprio
72 -Judge Judy Sheindlin
73 -Robert Downey Jr
74 -Lil Wayne
75 -Reese Witherspoon
76 -Keith Urban
77-Julia Roberts
78 -Steve Carell
79 -Meryl Streep
80 -Akon
81 -Maria Sharapova
82 -Daniel Radcliffe
83- Venus Williams
84- Ray Romano
85 – Gisele Bundchen
86 -Heidi Klum
87 -Drew Barrymore
88 -Alec Baldwin
89 – Kiefer Sutherland
90 -Tina Fey
91- Kate Moss
92 -Eva Longoria Parker
93 -Jeff Dunham
95-Katherine Heigl
96 -Danica Patrick
97- Kate Hudson
98 – Chelsea Handler
99 -Jennifer Love Hewitt
100 -Mariska Hargitay.

 

Ruhsal travma, birey için beklenmedik nitelikte, kişinin varlığını, bedensel, ruhsal ve sosyal bütünlüğünü tehlikeye sokacak şiddette stres verici yaşam olaylarının yarattığı etki ve tepkiler bütünlüğü olarak tanımlanabilir. Genel olarak tacizler, istismarlar, şiddet olayları, afetler, savaş, esaret vb. durumlar, ağır kazalar ve kayıplar ruhsal travmanın etkenleri arasında en sık tanımlananlardır.
 

Ruhsal travma tanımında önceleri, travmatik olarak nitelendirilebilecek olayların hemen herkes tarafından yaşanmayacak nitelikte ve şiddette olması, sıradışı bir durum olması gerektiği ileri sürülmekteydi. Tecrübeler, bir yaşam olayının ruhsal travma yaratmasında bireysel özelliklerin de önem taşıdığını gösterdi. Örneğin: Aynı deprem felaketini yaşayan hemen herkeste deprem sonrası bir takım tepkiler benzer tarzda ortaya çıkmakla birlikte, ancak bazı kişilerde  bu tepkilerin bir hastalık tablosu halinde daha uzun süreli devam ettiği görülmektedir. Bunun yanısıra hastalık süreci halinde devam eden ruhsal tepkilerin, travmatik olayda yaşananların ve kayıpların şiddeti ile her zaman doğru orantılı olmadığı da bilinmektedir.

 

Zorlu koşulllar, travmatik olarak nitelendirilebilecek olaylar bireylerde tehdit algısına neden olur. Bu tehdit algısı da korku, kaygı gibi sıfatlarla adlandırılan bazı belirtiler ortaya çıkarabilir. Bunlar tehlike karşısında savaşmaya ya da kaçmaya hazırlanan canlıların gösterdiği tepkilerdir. Bu tepkilere, tedirginlik, gerginlik, kötü bir şey olacak hissi, artmış uyanıklılık hali, hızlı reaksiyon gösterme, en ufak belirtiyi bile kötüye yorma örnek gösterilebilir. Bu gibi tepkiler, olay yeni ve tazeyken, olayın tekrarlama riski gerçekten varsa, olayın tehlikesi ile doğru orantılı ise bir dereceye kadar normal kabul edilmektedir. Hatta tehlikenin henüz geçmediği durumlarda koruyucu da olabilirler. Deprem sonrası yıkıntılara girerken tedirgin ve dikkatli olmak, artçı sarsıntılar devam ediyorsa kişinin hayatını koruması için yardımcıdır. Savaş alanında korku askerin kendisini emniyete alması için önemli bir duygusal uyarıdır.

 

Tehlike karşısında ortaya çıkan ruhsal tepkiler, tehlikenin geçmesine rağmen bazı kişilerde daha kalıcı seyredebilir. Başka sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir ve bireyin yaşam kalitesini bozabilir. Bu gibi durumlarda tıbbi yardım almamak, sorunları yok saymak giderek tepkilerin pekişmesine, kalıcı bir hâl almasına neden olabilir. Başta aile olmak üzere sosyal ilişkilerini bozar, iş verimini azaltır, yaşamı çekilmez hâle getirebilir.

 

“İnsan”ın zorlu koşullardan, travmatik yaşantılardan, üzücü durumlardan etkilenmesi, yıpranması doğaldır. Bazı kişilerde bu etkilenmenin diğerlerine göre biraz daha fazla olması da doğaldır. Bu bir zayıflık işareti değildir. Ağırlık kaldırma kapasiteniz kas gücünüzle ilişkili olabilir ancak herhangi bir durum karşısında gösterdiğiniz ruhsal tepkiler “güçlülük veya zayıflıkla” ilişkilendirilmemelidir. Bu konuda yanlış tanımlamalar ihtiyacı olan bireylerin doğru zamanda yardım arayışını ketlemekten başka hiç bir işe yaramamaktadır.

 

Travma psikiyatrisi, özellikle son 50 yıl içerisinde savaşlar ve doğal afetlerle çerçevesi daha iyi çizilen bir takım ruhsal sorunlarla ilgilenen bir klinik psikiyatri alanıdır. Travmatik yaşantılar ve bunlara bağlı ruhsal sorunlar günümüzde başarıyla tedavi edilebilen rahatsızlıklardır.

 

  • Zorlayıcı bir yaşam deneyimi ardından, durum yatışsa, tehlike geçse bile,
  • İstemeden tekrar tekrar olayı hatırlamak, gece rüyalarında görmek,
  • Artmış tedirginlik, gerginlik hali,
  • Olaya benzer ses ve görüntülerle karşılaşınca, sanki tekrar yaşıyormuşcasına tepkiler göstermek,
  • Sinirlilik, çabuk öfkelenmek,
  • Olayı anımsatan yer ve şartlardan kaçınmaya, uzak durmaya çabalamak,
  • Zorlu yaşam deneyimlerinden sonra bireyin huy ve karakterinde süreklilik gösteren değiişiklikler olduğunun fark edilmesi,

Bütün bunlar veya birkaçı sizin, arkadaşınızın veya yakınınızın zorlu koşullar karşısında ruhsal olarak başetmede zorlandığını düşündürebilecek belirtilerdir.

 Kendi kendinize teşhis ve tedavi uygulamaya kalkışmayınız. Durumu değerlendirmek üzere, bir psikiyatri uzmanından mutlaka yardım alınız.

Eğer siz de tüm gün bilgisayar karşısında çalışıyorsanız, yaşamınızın bir döneminde boyun ağrısı çekmeniz kaçınılmaz. Günlük hayatta alınabilecek basit önlemlerle boyun ağrılarının oluşmasını önlemek mümkün.

 Araştırmalar, Amerikalılar’ın yüzde 50’sinin her yıl boyun ağrısı şikayetiyle hekime başvurduğunu gösteriyor. Neyse ki boyun ağrıları, bu kişilerin sadece yüzde 10’un günlük faaliyetlerini etkiliyor.

e-kolay’ın haberine göre boyun ağrısı özellikle birçok ofis çalışanının şikayeti. Tüm gün bilgisayar karşısında çalışmak, günlük iş hayatındaki gerginlikler boyun ağrılarının artmasına neden olan etkenlerden. Boyun ağrıları, basit ağrı kesicilerle giderilebildiği gibi gün içinde uygulanan sıcak-soğuk kompresler de işe yarayabilmektedir. Bunun için ağrılı bölgeye 20 dakikalık sürelerle buz torbası veya havluya sarılmış buz parçaları ile kompres yaptıktan sonra ılık bir duş almak veya sıcak su torbası uygulamak yeterli olmaktadır. Bu yöntemler var olan ağrıların giderilmesi için kullanılır. Günlük yaşamda alınabilecek bazı önlemlerle ağrıların önüne geçmek de mümkün.
 

İşte uzmanlardan öneriler:

1. Yüzüstü yatmaktan kaçının. Bu pozisyon boynunuza fazladan yük bindirmektedir. Boynunuzun doğal kıvrımını destekleyecek bir yastık seçin.

2. Dişlerinizi sıkmamaya gayret edin. Bu hareket boyun kaslarınızı gerebilir.

3. Olabildiğince faal olun. Düzenli fiziksel aktivite yapan bireylerin tekrar eden boyun ağrısı geliştirme olasılığı çok daha azdır.

4. Zihinsel stres oranını düşürmeye çalışın. Boyun bölgesindeki gerilmeler kas zorlanmalarına neden olabilir. Dahası, olumlu bir yaklaşım takınmak boyun ağrınızla ilgili endişe etmenize veya sinirlerinizi bozmanıza engel olacaktır.

5. Aracınızdaki kafa desteğini ayarlayın. Doğru ayar, başınızı ve boynunuzu daha iyi destekleyecektir.

6. Telefonda konuşurken ahizeyi kafanız ve omzunuz arasında sıkıştırmaktan kaçının. Telefonda çok konuşuyorsanız kafanıza yerleştireceğiniz bir kulaklık-mikrofon tertibatı edinin.

7. Ekran göz hizasına gelecek şekilde çalışma masanızı, koltuğunuzu ve bilgisayarınızı ayarlayın.

8. Masabaşı işiniz varsa sık sık gerinin. Omuzlarınızı yukarı doğru kulak hizasına kadar yükselttikten sonra düşürebildiğiniz kadar düşürün. Bunu beş defa tekrar edin. Kürek kemiklerinizi birleştirin ve beş saniye süreyle öyle durduktan sonra gevşeyin. Yan boyun kaslarınızı esnetmek için oturur pozisyonda sol elinizle koltuğunuzun oturağına tutunarak güvde ve boynunuzu zıt tarafa doğru eğin. Ardından bu hareketi sağ elinizle tekrar edin.

9. Uzun süreler araç kullanıyor veya bilgisayar başında çok zaman geçiriyorsanız sık sık mola verin. Boynunuza fazladan yük bindirmemek için kafanızla omurganızı düz bir çizgi halinde tutmaya gayret edin.

Sağlıklı bir yaşam için spor yapanlarda, yüksek hava sıcaklıklarının gözetilmemesi halinde kas kramplarından ölümle sonuçlanabilecek ısı felcine kadar çeşitli rahatsızlıkların ortaya çıkabileceği bildirildi

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakan Gür, günlük aktiviteler sırasında harcanan enerjinin yüzde 20-30’unun çalışan kas ve organlar tarafından kullanıldığını, yüzde 70-80’inin ısı enerjisine dönüştüğünü söyledi.

Fiziksel aktivite sırasında üretilen ısı miktarının, istirahat şartlarının 15-20 katına ulaştığına işaret eden Gür, şöyle devam etti:
”Vücut iç ısımızı düzenleme mekanizmalarının aktif hale gelmesi, beynimizdeki bir termostat tarafından yapılmaktadır. Termostatın ilk devreye soktuğu sistem ise terlememizi sağlayan mekanizmalardır. Bu mekanizmayla cilt kan akımımız 3-4 kat artar ve kan yoluyla cildimize ulaşan vücut iç ısısı, vücut dışına terleme ve buharlaşma yoluyla aktarılır. Beraberinde de doğal olarak vücuttan sıvı kaybı olur. Bu mekanizma, yeterli sıvı alındığı sürece sağlıklı bir şekilde çalışır.”

Gür, vücut sıvı dengesinin bozulmasına bağlı olarak dolaşan kan miktarının azalmasıyla beyin ve böbrek gibi hayati organların işlevlerini korumak için cilde giden kan akımının azalacağını anlatarak, bunun da terleme yoluyla vücut iç ısısının dışarıya transferinin azalması anlamına geldiğini vurguladı.

Yüksek çevre ısısı, ciltteki buharlaşmayı azaltması nedeniyle yüksek nem, güneş ışınları, rüzgar veya esinti yokluğunun, sıcak çarpmasına neden olabileceğini dile getiren Gür, kusma, ishal, ateşle seyreden hastalıkların varlığı, yorgunluk, güneş yanıkları, çok fazla giyinme, güneş ışınlarını emen koyu renkli ve buharlaşmayı engelleyecek kıyafetler giymenin, yüksek çevre ısısının vücut üstündeki etkisini artıracağına dikkati çekti.

14 yaş altıyla 40 yaş üstünde risk artıyor

Hakan Gür, özellikle 14-15 yaşının altındaki çocuklar ile 40 yaşın üstündekilerde, vücut ısı düzenleme mekanizmalarının 15-40 yaşlarıyla karşılaştırıldığında yeteri etkinlikte çalışmadığını belirterek, ”Bu kişilerin sıcak ortamlarda egzersiz yapması, daha riskli olacaktır. Ayrıca obez (aşırı kilolu) ve zinde olmayan kişiler de daha fazla risk taşır. Alkol de vücut sıvı dengesini bozduğu, vücudu susuz bıraktığı için riski artırır” diye konuştu.

Prof. Dr. Gür, sıcaklık artışıyla birlikte karşılaşılabilen sağlık sorunları hakkında şu bilgiyi verdi:
”Öncelikle kas kramplarıyla karşılaşabiliriz ki bu tür kramplar germe hareketleriyle rahatlamaz. Diğer daha önemli bir sorun ise bitkinliktir. Genellikle baş ağrısı, kollarda bacaklarda ürperme, yorgunluk, kas krampları, üşüme veya titreme, çok terleme, hızlı fakat zayıf nabız, soğuk ve nemli bir cilt ile karakterizedir.

Isı/sıcaklık felci ise çok ciddi, ani gelişen ve yaşamı tehdit eden bir durumdur. Vücut iç sıcaklığı 40 derecenin üstündedir. Baş ağrısı, garip davranışlar, nöbet geçirme, bilinç kaybı, koma, sıcak/kırmızı fakat tersiz bir cilt ile karakterize ölüme kadar varabilecek ciddi bir durumdur.”


Sıvı alımına dikkat

Olumsuz durumlardan korunmak için, sportif aktivitelerin günün serin saatlerinde yapılması, spor öncesi, sırası ve sonrasında sıvı alımına dikkat edilmesini öneren Gür, ayrıca hafif, buharlaştırmayı kolaylaştıracak giysilerin giyilmesinenin önemine dikkati çekti.

Gür, sıcaklık kaynaklı krampları çözmek için yeterli sıvı alınması, ilgili bölgeye buz masajıyla birlikte germe yapmanın yardımcı olacağını belirterek, sıcaklık nedeniyle bitkinlik oluşması halinde öncelikle aktiviteye ara verilmesi, daha ileri belirtiler görüldüğünde duruma müdahale edilmesi gerektiğini dile getirdi.

Hakan Gür, ayrıca, serin ve gölgelik bir yere taşınacak kişinin, üstündeki giysilerin azaltılması, kan dolaşımın yüksek olduğu boyun, koltuk altı, kasık bölgesi, kol ve bacaklara soğuk torbaları ile ıslak havluların konulabileceğini, kol ve bacaklara yumuşak masaj yapılarak cilt dolaşımının artırılabileceğini sözlerine ekledi.

F vitamini ile 30 yaş gençleşin

Prof. Dr. Mehmet Öz, kansere karşı koruyan ve gençleştiren besinleri sıraladı.

 Bitkilerle tedavinin asırlardır uygulandığını söyleyen Mehmet Öz, bugün kullanılan ilaçların birçoğunun bitkilerden oluştuğunu ancak hangi bitkinin nasıl kullanılacağını bilmenin önemli olduğunu söylüyor.

Bitkisel tabletlerinin alınmasının sakıncalı olduğunu belirten Öz şunları söyledi: “Çünkü içindeki maddeler kuvvetli olduğu için ilaç gibi tesirli değiller. Bitkisel takviyelerle birlikte bir hastalıkta kullanılan ilaçlar aynı anda alındığında pek çok yan etki yapabiliyor. Örneğin, sarı kantoron bitkisi depresyona iyi gelir. Doğum kontrol hapı ile birlikte sarı kantoron alınırsa, hamile kalınma riski artar.”

Akşam gazetesinin haberine göre; uyku için papatya çayı, mide ağrıları için zencefil, baş ağrıları için ise lavanta günlük hayatta rahatlıkla kullanılabilir.

– F vitamini, İngilizcede ‘friendship’, yani dostluk ve arkadaşlık anlamına geliyor. F vitamininin insanlar üzerindeki etkisi nedir?

Bizler kendi kendimizi ayrı ayrı değil de birlikte değerlendirip, daha sıkı dostluk ve arkadaşlık ilişkisi içinde olduğumuzda, vücudumuz oksitoksin ve prolaktin hormonları salgılıyor. Bunlar bizi sakinleştiren, stresimizi azaltan ve insanların birbirleriyle bağlarını kuvvetlendiren hormonlardır. İnsanların aile bağları, arkadaşlık bağları kuvvetlenirse ve sosyal ilişkileri iyi ise o zaman pek çok hastalığa karşı bağışıklık sistemi daha güçleniyor. Bu bilimsel olarak doğruluğu ispatlanmış bir konu. Yani F vitamini mutluluk ve gençlik vitaminidir.

– P vitamini nedir? Yararları nelerdir?

P vitamini, yani ‘patlıcan’ çok faydalı olan koyu renkli bir sebzedir. Kendini güneşten nasıl koruyorsa sizi de güneşin kötü etkilerinden öyle korur. Patlıcan, şeker hastalığı riskini azaltır. İçinde bulunan bioflovin maddesi arterleri genişletir, damarları açar. Tansiyonu (kan bansıncını) ve kötü kolestrolü %30 oranında düşürür. Patlıcanın kızartma hariç tüm çeşitleri yenebilir.

Patlıcan, unutkanlığa da iyi gelir ama aslında unutkanlığa iyi gelen baharatlar hardal, köri ve sarı safrandır. Bu baharatların Alzheimer hastalığına yakalanma riskini yüzde 25 oranında azalttığı bilinmektedir.

Belinizin ölçüsünü alın

Boyunuzun ölçüsünün yarısı sizin maksimum bel ölçünüz olmalıdır. Yani boyunuz 1.70 cm ise bel ölçünüz 85 cm’i geçmemelidir. Erkeklerde bel ölçüsü 100 cm’yi,  kadınlarda ise 92 cm’yi geçmemeli.

Diyet ürünlerinin sakıncaları

‘Diyet ürünler kimyasallar içerir. Eğer bir yemeğin içine tatlandırıcı koyuyorsanız ve kendinizi rahatlatıyorsanız aslında beyninizi aldatıyorsunuz ve kilo almaya devam ediyorsunuz.

Alışveriş sepetinde asla olmaması gereken 5 yiyecek:
– Beyaz şeker
– Mısır şurubu içeren içecekler: Renkli meşrubat, gazlı içecekler ve diyet ürünler
– Donmuş yağlar: Et yağı ve tereyağı
– Trans yağlar
– Lifsiz besinler: Beyaz ekmek ve makarna.
F vitamini 30 yaş gençleştiriyor

Belki daha önce siz de ‘F vitamini diye bir şey hiç duymadım’ diyenlerdensiniz! Ancak hepimizin en azından bir tane dostu vardır ve F vitamini dediğimiz sağlık iksirinin kaynağı da dostlardır… Bazen sizde stres yaratan işlerin bir listesini yapıp, onlardan kurtulmanız gerekebilir. Bazen evdeki işlerinizi bir kenara bırakıp, en yakın arkadaşınızla dışarı çıkıp eğlenmeye ihtiyaç duyabilirsiniz. ‘Vitamin F’nin (Friendship – Türkçesi arkadaşlık- kelimesinin baş harfi olduğu için ‘F’) sağlığınıza faydaları saymakla bitmez.
 

Bir dost yeter

Yapılan son araştırmalara göre; güçlü sosyal iletişim içerisinde olanlarda depresyona girme ve ölümcül krizlerin oluşma riski azalıyor. Düzenli F vitamini kullanmak, sizi gerçek yaşınızdan 30 yaş daha genç hale getirebilir. Çünkü bu sayede stresten uzak bir yaşamınız olur. Dostluğun sıcaklığıyla, gergin olduğunuz zamanlarda bile kan damarlarınızda pıhtılaşma ve kalp krizi geçirme riskiniz yüzde 50 azalır.

 

Sağlık deposu besinler

Böğürtlen, yaban mersini, koyu renkli meyve ve sebzeler, brokoli, roka, maydonoz, sarımsak, domates ve zeytinyağı.

‘Medyada hiç kolay adam görmedim’

Pelin Batu, “Tarihin Arka Odası” programıyla konuşuluyor son aylarda. Bu kadar ilgi çekmesinin nedeni kimi zaman konuşmaları, kimi zaman da hareketleri. Ama o bunları umursamıyor, içinden geldiği gibi davranıyor. Kendisine yönelen bu ilginin de medyanın doğasından kaynaklandığının farkında…

Sinem Dönmez

Pelin Batu, Habertürk’te yayımlanan Tarihin Arka Odası programının üç sunucusundan biri. Neredeyse her hafta bir olayın yaşandığı program. Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu ile girdiği polemikler, program sırasında uyuyakalması ya da ağzından çıkan bir söz Batu’yu sürekli gündeme getiriyor. Ama en çok da Bardakçı ve Afyoncu’nun ona karşı tutumu, kendi deyimiyle “ti’ye almaları” kimi zaman izleyenleri çileden çıkarıyor. O ise “Batu artık bu programdan ayrılmalı, kendisini bu kadar ezdirmemeli” diyenlere inat Tarihin Arka Odası’nda kalmaya kararlı.

– Öncelikle Tarihin Arka Odası’ndan başlayalım. İlk kez bir tarih programı bu kadar izleniyor sanırım…

– Aslında ben de çok şaşırıyorum. Program başlarken bunun niş bir seyircisi olur diyordum. Zaten tuhaf saatlerde, akşam 11’de başlıyor, sabaha kadar sürüyor. Televizyonlarda hakikaten alternatif bir program yok, ya böyle hoplayıp zıplayıp göbek atılan lay lay programlar, ya da çok sıkıcı, insanın içini bayan, didaktik programlar var. Bizimki ikisinin arasında bir yerde.

– Ben de izlediğimde çok gülüyorum bazen. Ama her pazartesi yeni bir “Pelin Batu haberi” okumak tuhaf. Sizinle uğraşıyorlar mı?

– Program bir şekilde tutulduktan sonra, insanlar aradan cımbızla almayı alışkanlık haline getirdi. Tipik bir televizyon figürü değilim, uğraşacak bir şeyler buluyorlar. Medyayı Meksika dizilerine benzetiyorum. Hani, dizide bazı karakterler belli dönemlerde ön plana çıkar, 6- 8 ay konuşulur, sonra unutulur. Medyada da topu topu 15 karakter var, arada sırada biri ön plana çıkıyor. Polemikler oluyor, o ona laf çakıyor, sonra unutuluyor.

– Sizin için en çok söylenen şey, programı bırakmanız gerektiği. “Niye bunu çekiyor?” diyorlar.

– Çekme olarak düşünmüyorum bunu. Her hafta ortalama 4 kitap okuyorum program için. Her hafta bir şey öğreniyorum. Evet çok kolay adamlar değiller. Ama medyada şimdiye kadar hangi adamla çalışsam hiç kolay olmadı zaten. En sakin, efendi insanların bile o ekrana çıkınca tuhaf, egomanyak insanlara dönüştüğünü gözlemledim bu zamana kadar. Ama sonuçta keyif aldığım bir iş yapıyorum.

– Bu programda benim yaşadığım da Türkiye’deki ataerkilliğin başka bir biçimi demişsiniz. Öyle mi hakikaten?

– Büyük cümleler kurmaktan çekiniyorum. Şimdi “toplum ataerkil, bu program da onun yansıması” demek, çok iddialı bir cümle olurdu. Ama olaylara farklı bir perspektiften bakınca, hatta topluma biraz uzak olunca böyle oluyor. Daha geniş görebildiğimi hissediyorum ama bazen de kaybolduğumu hissediyorum. Bazen tarihi olgulara şaşırdığım, anlayamadığım oluyor. Onlar da benim yabancılığımla dalga geçmek demeyeyim ama ti’ye alıyorlar. Ben alışığım, bununla dalga geçebiliyorum ama insanlar seyredince deli olduklarını da biliyorum. Bazı arkadaşlarım “kafasına kitap geçirmek istiyorum” diye mesajlar atıyor.

– Murat Bardakçı olmadan Erhan Afyoncu’yla program yapar mıydınız peki?

– Muppet Show’daki ihtiyarlar gibi oluruz yapsak. Murat Bardakçı dengeleyici programda.

– Peki bir şey sormak istiyorum, o reklamda neden oynadınız?

– Çok mu kötü? Aslında ben çok eğlendim çekerken ama. Çekerken de gülüyorduk, çok komik olacak diye.

– Erkeklerin paşam, padişahım diye büyütüldüğünü söyleyen Pelin Batu, o temada bir şeyi nasıl çeker diye düşündüm açıkçası.

– Ben tam tersine bir parodi olarak okudum o reklamı. Murat Bardakçı, gözlükleri, elinde tarih dergisiyle… Gerçi öyle de okunabilir, evet. Çok fazla ülkeden arkadaşım oldu, hiç bu kadar şımartılmış erkek varlıkları görmedim. Annelerin oğullarını padişahım, koçum, aslanım diye büyütmesi sonuçta o insanın büyüdüğünde risk almamasına, özverili davranmamasına yol açıyor. Eninde sonunda annesinin kucağı var.

Türk Sineması tatmin etmiyor

– Akademik kariyeriniz var bir yandan da. Öğretmenliği düşünüyor musunuz?

– Çok istiyorum. Okulu çok seviyorum. Sorgulayan, okumaktan haz alan insanlarla dolu oluyor çevrem. Hayatta olan biten bir sürü berbat şeyden uzaklaşmış oluyorsun. Çok daha naif, çok daha yaptığı işten mutlu insanlarla çevrili oluyorsun. Medyada, televizyonda, sinemada bu yok. Herkes birilerine pislik atıyor, herkes memnuniyetsizlik halinde, tatminsiz, o kadar boğucu ki. Kimse birbirini sevmiyor ama gülümsüyor. Okul olmasaydı, gergin ve mutsuz olurdum onu biliyorum.

– Sinemada yeni bir projeniz var mı?

– Sinema açısından çok tatmin olduğum söylenemez. Kötülediğimden değil, ama uzun zamandır bir sette “ne kadar güzel bir şey yaratıyoruz”u hissetmedim. Yaptığın işe inanmak lazım. Güzel bir şey yarattığına, dünyaya güzel bir şey bıraktığına inanmak. Benim hayatım güzel filmler, güzel müziklerle geçiyor. O kadar müteşekkir oluyorum ki onları yaratanlara. Ben de isterdim, insanların seyredince dertlerini unutabilecekleri, iyi şeyler düşünebilecekleri, hissedecekleri bir şey yaratmak.

– Yazmayı düşünüyor musunuz?

– Bir arkadaşımla yazdığımız bir senaryo var. Ama rafa kaldırdık. Çünkü hiçbirimiz kolumuzun altına senaryo alıp “hadi bu filmi çekin” diyecek insanlar değiliz. İnsanları ikna etmeye çalışmak ağırıma gidiyor. Çok saygı duyuyorum işini kovalayan insanlara, bir rol kapmak için yönetmeni ikna edenlere. Ama ben yapamıyorum.

”Çingeneler Zamanı” adlı filmin Boşnak yönetmeni Emir Kusturica, Türkiye’de üretilen sanat eserlerinin, özellikle son yıllarda dünyada ses getirmeye başladığını söyledi.

 Bursa Büyükşehir Belediyesi’nce bu yıl 49’uncusu düzenlenen Uluslararası Bursa Festivali kapsamında Bursa’ya gelen Emir Kusturica, Kervansaray Termal Otel’de basın mensuplarının sorularını yanıtladı.

Kusturica, bir gazetecinin, ”Türk müziğini ve sinemasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu üzerine, Türkiye’deki sinema çalışmalarını yakından takip ettiğini söyledi.

Yönetmen Fatih Akın’ın yakın arkadaşı olduğunu belirten Kusturica, ”Özellikle son yıllarda Türkiye’den üretilen sanat eserlerinin dünyada çok büyük etkisi olmaya başladı. Bu durumu, aynı zamanda Balkanlarda gizli kalmış hazinelerin ortaya çıkmasıyla ilgili bir süreç olarak değerlendiriyorum” dedi.

Kusturica, ”Türk sinemasından kimleri tanıyorsunuz?” sorusuna, ”Türk kültürü, Türk kelimesinden de geniş bir anlam ifade ediyor. Benim için Yılmaz Güney sinemada bir kahramandır. Güney’in ilk filmini izlediğimde ‘Türk yönetmen’ diye tanımıştım. Daha sonra Kürt bir yönetmen olduğunu öğrendim. Türk kültürü, Kürt kültürü, Sırp kültürü, Bosna kültürü… Benim için bu kültürel çeşitlilikle Balkanlar, benzersiz bir coğrafyadır” yanıtını verdi.

Filmlerinde neden en çok yoksulluk konusunu işlediğinin sorulması üzerine Kusturica, Balkanlarda yaşayan biri olarak yoksul insanlara karşı empati duyduğunu ifade ederek, ”Zengin insanların, her zaman neden bu kadar telaşlı olduklarını merak etmişimdir” diye konuştu.

Kusturica, İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere yönelik yapılan saldırı hakkındaki görüşlerinin sorulması üzerine de saldırıda hayatını kaybedenler için çok üzüldüğünü belirtti.
Emir Kusturica, bu akşam Kültürpark Açıkhava Tiyatrosunda konser verecek.

Kılıçdaroğlu Kemal Bey’i anlatıyor…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile iki uzun söyleşi yaptık. Kılıçdaroğlu, bu söyleşilerde önce Kemal, sonra Kemal Bey, ardından da Kılıçdaroğlu olduğu günleri anlattı. Yazı dizisini de kendisinin bu anlatımlarını esas alarak hazırladım. Tabii burada hemen şunu vurgulamalıyım: Ona göre, “Kılıçdaroğlu ve Kemal Bey” tanımları, “Tayyip Bey ve Recep Bey”den farklı olarak tek bir dönemi ve tek bir kişiliği ifade ediyor.

Tapu memuru Kamer Bey, her akşam ocak başında kitap okurdu. ‘Kerem ile Aslı’, ‘Hazreti Ali’nin Cenkleri’, ‘Ebu Müslümi Horasani’ gibi kitapları heyecan içinde dinlerdi çocukları. Yatma vaktine kadar sürerdi okumaları.
Çocuklar, ertesi akşamı iple çekerdi. Yemekten hemen sonra ocak başındaki yerlerine geçer, babalarının kitabı alıp arkası aynalı 14 numaralı gaz lambasının önüne oturmasını beklerlerdi.
Misafir geldiği akşamlar kitap okumaya ara verilirdi. Lamba söndürülür, lüks lambası dolaptan çıkarılırdı. Lambanın zayıf ışığına alışan çocuklar için lüksün yanması evin şenlik yerine dönmesi demekti. Bir kenara oturur, bu kez babalarının misafirlerle sohbetini dinlerlerdi.
Kamer Kılıçdaroğlu, evdeki otoriteydi. Ailenin yaşamı da onun tayinleriyle birlikte alt üst olur, sürekli taşınıp dururlardı. O nedenle ailenin ikizleri Kemal ve Adil, ilkokula Van’ın Erciş ilçesinde başladı. İlk üç sınıfa orada gitti fakat dördüncü sınıfı Tunceli’de, beşinci sınıfı ise Bingöl’ün Genç ilçesinde okudu.

UZUN ÖNLÜKLER TAHTA ÇANTALAR

İlkokuldan itibaren ikizlerin yolları birbirinden ayrıldı. Adil, sınıfta kaldı. Kemal ise sınıfı geçerek yoluna devam etti. Adil, okul hayatında hep Kemal’i geriden takip edecekti. Zaten Kemal’den küçüktü, dünyaya da Kemal’in peşinden gelmişti. Tunceli’nin Ballıca köyünde, 17 Aralık 1948 günü birkaç dakika sonra doğmuş olmasına rağmen hep “ağabey” diye seslenecekti ona.
Erciş’te ilkokula başladıkları gün Kemal için unutulmaz bir gündü. Belleğinde kalan o güne dair en önemli görüntü tahta çantası ve uzun önlükleri: “İlk gün çok uzun siyah önlükler giymiştik. Evde tembihlemişlerdi, sakın çantalarınızı kaybetmeyin diye. İlk teneffüse elimizde çantalarla çıktık. Baktık diğer öğrencilerin elinde yok, sınıfa gidip çantalarımızı bıraktık. Diğer çocukların önlükleri kısaydı. Akşam eve gittiğimizde anneme kızınca önlüklerimizi düzeltip kısalttılar.”
Kemal, ders çalışmayı seven, meraklı bir öğrenciydi. Dersler dışındaki aktivitelere de katıldı. İzcilik koluna girdi, bir yavru kurt oldu. Öğretmenler, özel günlerde, bayramlarda şiir okuma görevini de hep ona veriyorlardı. İlk ezberlediği şiirlerden biriydi İstiklal Marşı. Sadece ilk iki kıtasını değil, on kıtasını ezberledi, bir müsamere sırasında çıktı kürsüden okudu. İlerleyen yıllarda Kemal, şiir de yazdı.

İLK ŞİİRİ AÇLIK ÜZERİNE

İlk şiiri açlık üzerineydi: “Bir hafta vardı hiç unutmuyorum, fakat öğretmenler açlıkla ilgili şiir bulamamışlardı. Ortaokuldaydık. Ben açlıkla ilgili bir şiiri yazdım ve götürdüm. Öğretmen ‘Çok güzel olmuş’ dedi. Gençlik yıllarında şiirler devam etti. Elazığ’da Ticaret Lisesi’ndeyken Turan gazetesine şiirler yazdım. Şimdi çok net hatırlamıyorum yazdıklarımı. Saklamadım da.”
Kemal, Genç’te ortaokulu okurken yaz aylarında hiç evde oturmadı. Her öğleyin tren istasyonundaydı. Tren yolcularına salatalık ya da soğan kabuğuyla boyadığı yumurtaları satıp para kazandı. Tuğla ocaklarında da çalıştı. Ortaokul son sınıfta daha büyük bir işe girişti. Genç’in karpuzu meşhurdu, Murat nehri kıyısındaki tarlalarda harika karpuzlar yetişirdi. Kemal de, o yaz bir arkadaşıyla beraber bir karpuz tarlası kiraladı. Zevkli bir anı olarak anlatıyor o tarlada yaşadıkları:
“Tarlayı para verip kiralamadığımız için bize düşen görev gece karpuzları korumak için tarlaya gidip orada yatmaktı. Karpuzları şehrin içine götürüp satmıyorduk. Diyelim ki Bingöl’deki birlikten askerler karpuz almak için gelirlerdi, onlara satardık. Kilosu 5 kuruştu.”

YÜZME SEVDASI VE BABA DAYAĞI

Yaz aylarının en büyük eğlencesi Murat nehri kıyısında dolaşmak, nehirde yüzmekti. Halbuki babası, nehirde yüzmeyi yasaklamıştı. Hem boğulma tehlikesine, hem de babasını kızdırma pahasına Kemal, arkadaşlarıyla nehre gidip yüzmekten vazgeçmezdi.
Bu da akşamları babasından dayak yemek demekti. Kamer Bey, katı bir Anadolu erkeği görünümündeydi. Kararları kendi başına alırdı. Ailenin Karabulut olan soyadını değiştirme kararı da bunlardan biriydi. Bütün aile Karabulut soyadıyla devam ederken, Kamer Bey, 1950’de mahkemeye başvurarak Kılıçdaroğlu soyadını almıştı. Nedeni de köydeki hemen herkesin soyadının aynı olmasıydı, bu benzerlikten rahatsız olmuştu. O tarihte küçük bir çocuk olan Kemal, ailedeki bu soyadı değişikliğini sonradan öğrenmiş: “Bütün amcalarımın soyadı Karabulut. ‘Mehmet Karabulut’tan Mehmet Karabulut’a’ diye mektup yazdığımı hatırlıyorum. İkinci Mehmet Karabulut’a parantez içinde muhtar yazardık hangisi olduğu anlaşılsın. Hiçbir zaman gidip babamıza “soyadımızı niye değiştirdin” diye sormadık. Çünkü çocuktuk.”

DEDEMİZ KILIÇLI EŞKIYA

Kılıçdaroğlu soyadı ise dedelerinden geliyor: “Dedemiz Hüseyin Cebeli. O dönemin halk kahramanı tipi birisi. “Kılıçlı eşkıya” diye adlandırılıyor. Soyadı Kanunu olmadığı için aile Cebeligiller olarak tanınıyor. Rahmetli babam bundan esinlenerek de Kılıçdaroğlu koymuş olabilir.”
Her ne kadar Kürt olduğu iddiaları ortaya atılsa da Kemal Kılıçdaroğlu, ailesinin köklerinin Kureyşan aşiretinin Türkmen boyu olduğu bilgisine sahip: “Kureyşan, aynı zamanda, Aleviliğin en önemli ocaklarından biri. Ailemin Horasan’dan geldiği söyleniyor. Konya Akşehir’e yerleşiyorlar. Ailenin büyüğü Seyyid Mahmudi Hayrani’nin türbesi orada. Rivayete göre, Şah İsmail’le Yavuz Sultan Selim arasındaki savaştan sonra bunlar Adıyaman, Malatya ve bir kolu da Dersim’e, Tunceli’ye gidiyorlar. Türkmen boyu bunlar.”
Anne tarafı ise Areli aşiretinden. Annenin nüfustaki ismi Yemuş. Oysa herkes gibi oğlu Kemal de onu hep Nimet adıyla biliyordu: “Anneme Yemuş demezdik, rahmetli babam, bütün komşular, herkes Nimet diye bilirdi. Ben de anneme sordum. Yemiş koymak istemişler, nüfus memuru Yemuş yazmış. Herkes etnik kimliğiyle uğraştı, acaba nedir, ne değildir diye. Sonuçta o benim sevgili annem. Öyle bir şey olsa söylerim, yok.”

KARDEŞLERİNDEN BİR TEK O OKUDU

Nimet Hanım’ın ikisi kız, beşi erkek yedi çocuğu oldu. Bunların dışında iki çocuğunu da doğumdan sonra yitirdi. Yedi çocuktan sadece Kemal, üniversite okudu. O zaten diğer kardeşlerinden farklıydı. İlkokuldan liseye kadar hep birincilikle bitirdi okulları.
Kemal, Murat Nehri kıyısına oturur, babasının getirttiği Cumhuriyet gazetelerinden Malkoçoğlu çizgi romanlarını okurdu. Sonra gazetedeki Fikret Otyam’ın röportajları dikkatini çekti. Yıllar sonra Otyam’ın resimlerine ilgi duymasında o röportajların etkisi de olacaktı. Bir süre sonra da Çetin Altan’ın yazılarını keşfetti, bazı yazıları kesip saklıyor, sınıftaki arkadaşlarına okuyordu.

Kitap okumaya ise Teksas, Tommiks ve ardından Kerime Nadir’in romanlarından başladı. Lise 1’de de Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini sonra da klasikleri okudu. İnce Memed, hayatının unutulmazlarından biri oldu.
Genç’te lise yoktu. Kamer Bey, Tunceli’de lise müdürü olan bacanağına mektup yazdı, kayıt tarihlerini bildirmesini istedi. Ama beklediği cevap bir türlü gelmedi. Cevabın geciktiğini fark ettiklerinde lise kayıtları dolmak üzereydi. Kemal, Elazığ’da yeni bir ticaret lisesi açıldığını öğrendi o sırada. “Oraya kaydını yap, bir ay sonra naklen alırız buraya” dediler. Kemal, bu lise seçiminin hayat çizgisini değiştirdiğini ancak liseyi bitirdikten sonra anlayacaktı.

HAYALİ DOKTOR OLMAKTI

“Bir ay sonra öğretmenler, öğrencimizden çok memnunuz kaydını vermeyiz dediler ve ticaret lisesinde kaldım. Liseye gidip doktor olmak gibi bir idealim vardı. Fakat ticaret lisesini bitirince anladım ki, sadece iki yerde sınava girebiliyorum. Eskişehir İktisadi Ticari Bilimler Akademisi, bir de Ankara. Önce Eskişehir’i kazandım, 50 lira para verdim kayıt için. Ankara’yı kazandığım belli olunca gidip kaydımı aldım, parayı istedim ama vermediler” diye anlatıyor üniversiteye girişini.
Kemal Kılıçdaroğlu, Ticari İlimler Akademisi’nde okumak üzere Ankara’ya ayak bastığında yıl 1968’di. Gençlerin ayakta olduğu fırtınalı yıl.

EN BÜYÜK PİŞMANLIĞIM

Ablamın okumasına karşı çıktık

En büyüğümüz olan ablam (Feride Çakmak) hiç okula gitmemiş zaten. İkinci kız kardeşimiz (Fikriye) bizden küçüktü. O çevrenin koşullarında okuyan kız çocuklarına farklı bakılıyor, biz de kendimizi o kültürün bir parçası olarak görüyorduk. Biz erkek çocuklar, “ilkokulu bitirdikten sonra okumasına gerek yok” diye itiraz ettik. Bu hayatımın en büyük pişmanlıklarından birisidir. Keşke okuyabilseydi, farklı yerlere gelebilseydi. O yapıyı sonra kırdık tabii. Benim, diğer kardeşlerimin kız çocuklarının hepsi okudu. Benim kızlarım Aslı ve Zeynep üniversiteyi bitirdi. O çevreden çıkınca hayatı, gerçeği daha farklı görüyorsunuz. Kültürün bir parçası olarak kız çocuklarına miras da verilmezdi. Rahmetli babam hayattayken Tunceli’deki iki dükkanı sattı, kardeşlere dağıttı. Gayrimenkul da kaldı babamdan. Biz kardeşler oturduk, kız kardeşlerimize de verelim diye karar verdik, böyle bir adalet sağladık.

BABAM

Rakı içme adabını o öğretti

Belli bir yaşa geldikten sonra rahmetli babam bize içki içmenin adabını öğretti. İlk rakıyı babamla içtik. İşte rakıyı böyle doldurursunuz, suyu böyle koyarsınız, içkiyi böyle içersiniz diye. Daha sonraki yıllarda sosyal içici dediğimiz, yani bir yerde bir işte toplantı olur, bir kokteyl olur bir kadeh alırsınız öyle içtim.

27 MAYIS

Menderes’in idamına üzüldük

Evimizde bir radyo vardı, Bingöl’ün Genç ilçesindeydik. 27 Mayıs’ı hatırlıyorum. Akşamları canlı olarak verilirdi duruşmalar. Hep “Sanıklar getirildi yerlerine oturdular” gibi klasik bir cümleyle başlardı. Her akşam tekrarlandığı için bu bölüm belleğimde kaldı. İdamlar olduğunda küçük bir kasabadaydık, çoğu kişi ertesi gün idamın olduğunun farkında bile değildi. Çoğu evde radyo yoktu. İdamdan herkes üzüntü duydu. Ailemiz CHP’liydi, amcam bir dönem CHP Tunceli İl Başkanlığı yapmış eskiden ama onlar da üzüldü.

Haber: Hürriyet