Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Bütün yazılar anlamsız artık

Yararsız bütün kitaplar

Bütün söylevler sahte

Yalan bütün hitaplar

Çılgınca gülmedin, eğlenmedin

Keyfini sürmedin on yedinci baharının

Tomurcuklar açmadı kahkahalarında

Bombalar patlarken kimsesizler mezarlığında

O sabah kalktın

Diğer günler gibi bir gündü

Diş fırçalama, kahvaltı derken

Anneni öptün çıkarken

Belki Atatürk sayfana göz attın biraz

Dershaneye gittiğini sanıyordun

Nereden bilecektin ölüm dersine gittiğini

Nereden bilecektin tabutuna bindiğini

Hangi Kassandra bildirecekti

Hain tuzaklar kurulduğunu yollarına

Şehir dedikleri büyük köyde

Alçak gönüllü bir otobüsün içinde

Alçak ellerin patlattığı bir bomba

Aldı canını

Kanın sıçradı plastik koltuklara

Senin önünde

Başımız eğik

Utanç içindeyiz

Utanç içinde

Seni yaşatamayan,

Seni koruyamayan

Kim varsa

Utanç içinde

Utanç içinde

Neşeyle cıvıldamayın artık kuşlar

Ağıt yakın yavrumuza

Bulutlar, sadece gözyaşı dökmek için gelin.

Ve onun saçlarını dağıtan rüzgâr

Sadece acı kelimelerimizi taşı

Yaslı yüreklere

Bütün yazılar yararsız

Anlamsız bütün kitaplar

Bütün söylevler yalancı

Çünkü hiçbiri

Geri getirmeyecek güzel gülüşünü

Busesi dudaklarında solan yavrumun

İbret al Türkiyem ibret al

Ne siyaset önemli, ne demeçler, ne OHAL, ne bu hal

Bir tek gerçek var:

Kollarını açmış kızını bekliyor

Gazi Mustafa Kemal

CHP’nin iktidara yürüyüşü

 CEMAL BEŞKARDEŞ – SARIYER MANŞET GAZETESİ  

Bundan çok değil bir ay önce, CHP’nin 33’üncü Olağan Kurultayı’nın “Olağanüstü”leşeceğini, hatta “Olağandışı” laşacağını kim düşünebilirdi? Tabii ‘siyaset mühendisleri’ dışında…81 ilin CHP Örgütü’nün tümüyle katılacağı, yıllardır Baykal’ın en yakınındaki Genel Sekreter Önder Sav’ın CHP’nin önünü açacak değişimde anahtar rol oynayarak tüm Örgütü birleştiren kilit isim olacağı, kadınların ve gençlerin son çeyrek yüzyılda görülmemiş bir coşku ve ilgiyle salonu dolduracakları, onbinlerin dışarıda kalarak salondaki binlerle uyumlu bir iletişim kuracağı, soldaki tüm unsurların, küskünlerin, ayrılanların, Rahşan Ecevit’in, Kamer Genç’in, DİSK Başkanı Süleyman Genç’in tam destek verecekleri tahmin edilebilir miydi?

Kurultay Divanı’ndan Kılıçdaroğlu’nun 1246 delegenin imzasıyla Genel Başkan Adayı olduğu açıklandı.  Ardından Kılıçdaroğlu konuşmasını yapmak üzere kürsüye gitti. CHP ve Türk Siyaset Tarihi’ne yaşamsal önemde bir belge olarak geçen uzun ve vurgulu konuşmasını yaptı. (Konuşma metnini SARIYER MANŞET Sitesi’nde okuyabilirsiniz.)

Tek aday olarak girdiği Kurultay’da Kılıçdaroğlu, Kurultay konuşmasından çok bir seçim konuşması yaptı. Kılıçdaroğlu seçim meydanında konuşurcasına partililere ve halka vaatlerde bulundu. Kılıçdaroğlu emekliden işçiye, esnaftan sanayiciye, toplumun tüm diğer kesimlerine kadar pek çok kesime önemli mesajlar verdi.

Bütünleşme çağrısında bulunan Kılıçdaroğlu’nun eleştiri oklarının hedefinde AKP vardı. Kılıçdaroğlu Başbakan için sık sık “Recep Bey” ifadesini kullandı.

Divan Başkanlığı’na imza veren 1246 delegeden 1189 geçerli oy alan Kılıçdaroğlu CHP’nin 7. Genel Başkanı seçildi.

12 Eylül sonrasında SODEP/SHP/CHP Ecevit’i partisine almamış olmasına rağmen DSP’yi kuran Bülent ECEVİT, DSP’yi iktidara taşımasını bilmiş ve sağlık sorunlarına karşın Başbakanlık yapmıştı. Ama ne var ki Deniz BAYKAL, CHP’ye üç defa genel başkan seçilmiş ve 11 yıl Genel Başkan olmasına karşın Partisini iktidara taşıyamamış ve Başbakan olamamıştı.

Baykal’ın bu başarısızlığının elbette bir bedeli olacaktı… Ancak ne olursa olsun bir komploya kurban giderek genel başkanlıktan ayrılmak zorunda kalması gerçekten üzücü olmuştur.

İsterseniz biraz Kurultay öncesindeki günlere geri dönüp bakalım. Aslında 15 gün öncesine kadar, bu Kurultay Deniz Baykal için tasarlanmış bir kurultaydı. Adı üstünde; “CHP 33’üncü Olağan Kurultayı”ydı. “Olağanüstü Kurultay”a dönüşeceğini, çok değil, sadece iki hafta önce kim aklının ucundan geçirebilirdi?
Bu Kurultay o kadar Baykal için ve Baykal’a göre tasarlanmıştı ki, Parti Meclisi’nin hazırladığı “Çalışma Raporu”nda, Deniz Bey’in liderliğinin tartışmaya bile açılamayacağı ilan ediliyordu.

Yaklaşık 400 sayfalık rapor üç genel başkanın fotoğrafıyla başlıyordu: Mustafa Kemal Atatürk (Kurucu Genel Başkan), İsmet İnönü (İkinci Genel Başkan) ve Deniz Baykal. Ya zincirin İnönü ile Baykal arasındaki halkaları? Bülent Ecevit, Hikmet Çetin, Altan Öymen? Yok!

Parti Meclisi’nin 33’üncü Olağan Kurultay için hazırladığı çalışma raporunu Baykal’ın tam 70 adet fotoğrafı süslüyordu. Kurultay’ın Baykal için ve Baykal’a göre tasarlandığını bundan daha güzel, daha somut gösteren bir örnek olabilir miydi?

Ancak, Parti Meclisi Çalışma Raporu Kurultay salonunda dağıtılmadı.

Kurultay’a getirilmeyen o rapor hazırlanırken Baykal’ın CHP gemisi çarşaf gibi bir denizde Kurultaya doğru yol alıyordu.

Ama ansızın bir kasırga koptu ve dümenin başındaki kaptan teknenin dışına savruluverdi…

Bundan çok değil iki hafta önce, CHP’nin 33’üncü Olağan Kurultayı’nın “Olağanüstü”leşeceğini, hatta “Olağandışı” laşacağını ‘siyaset mühendisleri’ dışında kim hayal edebilirdi ki?…

Kurultayda önceki Genel Başkan Deniz Baykal’ın adının geçtiği her konuşmada salondan yoğun alkış gelmesi dikkati çekti. CHP Grup Başkan Vekili Kemal Anadol tüm il başkanlarının ortak önerisiyle Divan Başkanı seçilirken, hukukçu kimliği ve titizliğiyle kurultaya damgasını vurdu. Toplam 1249 delegeden 1200’ünün Kılıçdaroğlu’nu aday göstermesine karşın, Anadol tüzük gereğince bu imzaların divan huzurunda atılması gerektiğini belirterek, yeniden imza toplanmasını sağladı. Bunun üzerine yeniden toplanan imzaların sayısı 1246‘ya ulaştı. Bu sonuç kurultay delegesi olan Baykal yanlısı MYK üyelerinin de imza verdiğini gösterdi.

Divan’dan Kılıçdaroğlu 1246 delegenin imzasıyla Genel Başkan Adayı olduğu açıklandı. Açıklamanın ardından Kılıçdaroğlu konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıktı ve o tarihi konuşmasını yaptı.

Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının kısa olması bekleniyordu. Ancak metne bağlı kalmadan ve  prompter kullanmadan notlarına bakarak yaptığı konuşması sırasında Kılıçdaroğlu tam 72 dakika kürsüde kaldı.

Kılıçdaroğlu, salonda protokolde kendisine ayrılan bölüm yerine delegelerin arasında yer aldı. Kılıçdaroğlu’nun yanından Önder Sav, Gürsel Tekin, Hakkı Süha Okay gibi isimler ise hiç ayrılmadı.

Kılıçdaroğlu’nun parlak bürokrasi deneyiminde sırasıyla Maliye Hesap Uzmanlığı, Gelirler Genel Müdür Yardımcılığı, BağKur ile Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevleri vardı. Özel uzmanlıkları ise sosyal güvenlik kurumları, işsizlik sigortası ve kayıtdışı ekonomiyle mücadele gibi alanları kapsıyor. Bu birikim ve deneyimlerini konuşmasına yansıttı.

CHP Genel Başkan Adaylığı yurtta büyük bir heyecan uyandıran Kemal Kılıçdaroğlu, Kurultay Salonu`nda 72 dakikalık bir konuşma yaptı. Sık sık Başbakan’a “Recep Bey” diyerek AKP Hükümeti`ne yüklenen Kılıçdaroğlu, konuşmasında partisinin iktidara gelmesi halinde gerçekleştireceği ekonomiye ilişkin projelerini ve vaatlerini de sıraladı. Kılıçdaroğlu Kurultay kürsüsünde adeta bir iktidar ve seçim kampanyası konuşması yaptı. Bu konuşmasında CHP’de ve Türkiye’de başlatılacak dönüşüm ve değişimin ana hatlarını açıkladı.

Deniz Baykal’ın 18 yıllık genel başkanlığı döneminde CHP bir Radikal Cumhuriyetçi Parti’ye dönüşmüştü. Parti bu dönemde, Ülkede yükselen siyasal İslamcı siyasete tepki olarak, ana eksenini Cumhuriyet’in kazanımlarını ve kurumlarını korumak ve savunmak üzerine kurmuştu. Bunların başında laiklik geliyordu. Parti’nin ‘halkçı’ ve ‘solcu’ yakın geçmişine ilişkin temalar ya tamamen silinmiş ya da çok derinlere itilmişti.

Bu vurgu partinin ulaşabildiği kitleleri daralttı. Partililerin ve CHP sempatizanlarının Örgüt ile bağları zayıfladı. Halka erişim, daha çok Batı’da ve sahillerde yaşayan yüzde 20 dolayında bir nüfusla sınırlı kaldı.

Kurultay’da yaşananları ve Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını bir ölçü sayarsak, bundan böyle vurgu ‘halk’a kayacaktır. Bu arada Kılıçdaroğlu’nun vurguladığı örgüt (parti) içi demokrasi sağlanabilirse CHP yeni bir canlılık kazanacak, AKP İktidarının karşısına güçlü bir Ana Muhalefet Partisi ve iktidar seçeneği olarak çıkacaktır.

CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların temsilcisi olarak laiklik ve Cumhuriyet’in kazanımları üzerinde titizlenmesi elbette doğrudur ve buna devam etmelidir. Türkiye’yi bu coğrafyada farklı ve özgün kılanlar bu özellikleridir. İyi kötü bir demokrasimiz varsa, onların üzerine bina edilmiştir.
Baykal döneminde hatalı olan, Partiyi ‘radikal’ yapan, bu vurgunun diğer süreçlerden koparılmış, adeta fetişleştirilmiş olmasıydı.

Oysa, Eski Genel Başkan’ın yönetiminde gerilere atılmış olan ‘Halk’ ve ‘Parti’ vurgusu, insanların yalnızca fikirlerini değil, nasıl yaşadıklarını da siyasi formülün içine sokuyor. Yeni Genel Başkan sol düşüncenin yapması gerekeni, yani ideoloji ile somut yaşam koşulları ve yaşanan arasındaki bağlantıyı yeniden kurmaya hazırlanıyor.

Kılıçdaroğlu önce tohumu toprağa sokuyor ve ardından sulamaya başlıyor ki filizler çıksın.

Böyle bir vurgu kayması, hayatın nasıl değiştirileceğine dair somut politikalar üretilmesi demektir. Kılıçdaroğlu AKP İktidarını eleştiri aşamasında çok başarılıydı. Türkiye’nin gerçek bir bilgi toplumuna dönüştürülmesinden, tarım ve hayvancılığın ihya edilmesine kadar bu iktidarın başarısız olduğu ama somut hayatı değiştirerek yeni düşünceler filizlenmesini sağlayacak o kadar çok alan var ki… 

Radikal Cumhuriyetçi Parti kimliği ile CHP elitlerin bir fikir kulübüne dönüşmekte idi. Halk’a dönüp ‘parti’leşirse iktidara talip olacaktır. Baykal’dan Kılıçdaroğlu’na geçiş bir nöbet değişimden ibaret değildir. CHP ilkelerine dönecektir. Cumhuriyetçilik ve Laikliğin yanına olmazsa olmazları olan Halkçılığı, Devrimciliği, ayrıca elbette gerçek Milliyetçilik ve Devletçiliği de katacaktır. (Bakınız:CHP TABAN HAREKETİ Sitesi www.chptabanhareketi.org)

‘Gandi Kemal’in liderliğindeki CHP, sosyal demokrat kimliğiyle, ilkelerine sımsıkı sarılarak, Örgütüyle kaynaşmış bir kitle partisi olarak iktidar yürüyüşüne başlamıştır. Vatanımıza, ulusumuza hayırlı ve uğurlu olsun!

“Türk toplumunun çağdaşlaşma süreci bitmedi. İlhan Selçuk bunu yineliyordu” diyor Doğan Kuban Selçuk’u anlattığı yazıda.

Doğan Kuban

İlhan Selçuk direnen inanmış bir kuşağın en yaşlı temsilcilerindendi.

Cumhuriyet bir 20.yy devrimidir. İslamı batı sömürgesi olan geri ve fakir toplumlar olmaktan kurtarmak sadece Osmanlı toplumunun olanakları içinde vardı. Cumhuriyet Devrimi Türkiye topraklarında henüz boyundurluk altına alınamamış bir toplumun bağrında gerçekleşti. Ve bugüne kadar da sadece Türkiye’ye özgü kaldı. Zengin Batı dünyası İslam’ı bir sömürge toprağı olarak görmeyi sürdürüyor. Bu güne kadar Dünya İslam’ın Çağdaşlaşmasını istemedi. Silahlı savaştan hükümet devirmeye, isyan çıkarmaktan, düşünsel kargaşalık yaratmaya kadar her yöntemi deniyorlar. Türkiye’nin de bu programa alındığını biliyoruz. İlhan Selçuk buna direnen inanmış bir kuşağın en yaşlı temsilcilerindendi.

***

Bağımsız kalarak çağdaş dünya saflarına katılmak devrimci mücadelenin sürdürülmesini gerektiriyor. Kurtuluş aşamasında cephelerde savaşanların çocukları bu sivil uygarlık mücadelesini 1950’den bu yana sürdürüyorlar. Bunların aralarında bu meşaleyi taşıyan adsız imececiler çoktur. Fakat bunların içinde simge olarak yaşayan ve bunun bedelini de ödeyen kahramanlar oldu. Sonuna kadar bir devrim savaşçısı olarak yaşayan ve yaşamını bu yolda yitiren İlhan Selçuk bu nadir kahramanlardandır.

***

Türk toplumunun çağdaşlaşma süreci bitmedi. İlhan Selçuk bunu yineliyordu. Yüzlerce yıl sürmüş savaşlardan arta kalmış, sadece yüzde10’u okuma yazma bilen ve yüzde 90’ı köylü olan bir toplumun 1923-1939 arasında çağdaş bir toplum olması söz konusu değildi. Atatürk bir kurucudur. Atatürk ve Cumhuriyet, bir tarihi iradenin doğru yönde yola çıkmasının hikâyesidir. 1683’den sonra 1918’e kadar 235 yılda çöküşten kurtulamayan bir İmparatorluğun, 1919’la 1939 arasındaki performansı üzerindeki güncel eleştiriler deli saçmasıdır. Büyük bir Müslüman toplumun yüzyıllarca sürmüş bilgisel, entelektüel ve ekonomik geriliği birkaç adımda aşılamazdı. Gerçi emperyalizmin topraklarımızdan kovulması Kurtuluş Savaşı kuşağını insan ve kahraman olarak yüceltmek için yeterlidir. Ama bu çağdaşlaşma mücadelesinin başlangıcıydı. Bugünün Türkiye’sinin ulaştığı yaşam düzeyine Kurtuluş Savaşı mücadelesinin yarattığı ivme içinde ulaştık.

***

Türk toplumu bugün düşünce davranış bağlamında Avrupa ve Amerika’nın yarım yüzyılı aşan olumsuz çabalarına karşın milyonlarca çağdaş insan yaratmıştır. Bugün onların varlığı ile ayakta durmaktadır. Kaldı ki kentlere taşan Anadolu nüfusunun içinde kısa sürede çağdaşlaşma bilincine ulaşacak milyonlar var.

***

Türk Devrimi’nin içeriğini anlamayanlar İslam Dünyası’nın haline bir bakmalı, biraz İslam Tarihi okumalı. Türkiye’deki süreç önce kentli aydının egemenliğinde başladı. 1970’den sonraki ikinci aşamasında kırsal toplumun kente göçü yoğunlaştı. En zor aşama kente göçen bu toplumun kentlileşmesidir. Ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Fakat ivmesinin büyük olduğunu biliyoruz. Sürecin sürekliliğini sağlayan, kurucu kuşakların varlığı ve onların yetiştirdikleri yeni kuşaklardır. Bu süreçte İlhan Selçuk gibi cesur, inançlı ve çağdaşlaşmış liderler kilit ödevi görmüşlerdir ve görmektedirler.

***

Topluma çağdaş dünyayı anlatmaya devam edenlerin sayısı çok değil. Çünkü bunları sıradan insanlara anlatmak büyük bir entelektüel çaba, özgün bir üslup, her an politik baskılara karşı direnebilecek bir irade ve özveri ve bunların tümünün dayandığı büyük bir insan sevgisi gerektiriyor. İlhan Selçuk bu görevi yüklenen ikinci kuşağın önde gelenlerindendi.

***

Doğrusu istenirse hangi düşünceyi savunursa savunsun Türkiye’nin çağdaşlaşma sorunu düşünce özgürlüğünden geçmektedir. Bu özgürlük için savaşanlar bizim kahramanlarımızdır. Avrupa ve Amerika’nın 21.yüzyıl uygarlığının temsilcileri olmaları düşünce özgürlüğüne en çok sahip olan toplumlar olmalarından kaynaklanıyor. Selçuk ve onun gibiler Galileo’dan bu yana her alanda özgür düşünce savaşı verenlerin devamıdır. İlhan Selçuk’un kimliğinde özgür düşünce savaşçılarına selam olsun.

En çok görülen ağrı: Baş ağrısı

Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Cengiz Mordeniz, her beş kişiden birinin kronik ağrılardan yakındığını bildirdi.

Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Cengiz Mordeniz, Valilik Kültür Merkezi’nde düzenlenen bilgilendirme toplantısında, ağrının tıpdaki gelişmelere rağmen toplumsal bir sorun olmaya devam ettiğini anlattı.

Her hastanın ağrıya yanıtının farklı olduğunu belirten Mordeniz, ”Kişilik yapısı, geçmişteki deneyimler ağrıya karşı yanıtta önemli rol oynar. Bu nedenle, her hastanın ayrı ayrı ele alınması ve değerlendirilmesi gerekir. 117 çeşit ağrı vardır. Bu kadar çok çeşit ağrının varlığının bilinmesi, ağrı tedavisinin de başlı başına bir dal olarak ele alınmasına yol açmıştır” dedi.

Her insanın ağrı eşiğinin farklı olduğunu anlatan Mordeniz, korku, yalnızlık, uykusuzluk, üzüntü ve depresyon gibi durumların ağrı eşiğini düşürdüğünü bildirdi. Mordeniz, buna karşın kaygıdan uzak bir yaşantının, her şeyin kontrol altına alınmasının verdiği güven, umut ve uykunun ağrı eşiğini yükselttiğini ifade etti.

“5 kişiden biri ağrı çekiyor”

Ağrının, kişiyi toplumdan soyutlayan, işinden gücünden alıkoyan ve ailesinden uzaklaştıran toplumsal bir olay olduğunu kaydeden Mordeniz, ”Ağrının dünyadaki yıllık iş gücü kaybı yaklaşık 60 milyar dolar. Her 5 kişiden biri kronik ağrıdan yakınıyor. Kronik ağrı çeken insanların sayısı kalp, akciğer, damar ve şeker hastalarının toplamından daha fazladır” diye konuştu.

Mordeniz, şu bilgileri verdi:
”Türkiye’de ise ağrı sıklığı yüzde 63,5’tir. Ağrı çekenlerin yüzde 73,2’sinde bu ağrı 6 aydan uzun süren kronik ağrılardır. Ağrı sıklığı en fazla batıda yüzde 69,6 ve doğuda 69,2 oranındadır. Güneyde ise bu oran 48,5’e kadar düşmektedir. Bu düşüşü güneydeki kentlerde kullanılan acılı ve isotlu gıdalara bağlayabiliriz. Ağrı çeken kadın sayısı erkeklere oranla yüzde 70 daha fazladır. Sosyo-ekonomik durumlara göre ise ağrıyı incelediğimizde, ekonomik düzeyi yüksek kişilerde, ağrı sıklığı azalıyor. Ülkemiz insanlarında en sık görülen ağrı yüzde 26 oranıyla baş ağrısıdır. Bunun dışında yüzde 13,2 bel, yüzde 11,2 de bacak bölgesinde ağrı görülmektedir. Türkiye’de ağrı çekenlerin yüzde 7’si ağrı ile baş etmek için hiç bir yöntem kullanmıyor. Yüzde 23’ü ise sadece ağrı kesici ilaçlar kullanıyor. Ağrı çekenlerin yüzde 58,4’ü doktora giderek, yüzde 15,1 arkadaş tavsiyesiyle, yüzde 7.5’i de eczacıya danışarak ağrı kesici kullanıyor.”

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ  BASIN BÜLTENİ:
 
UYUŞTURUCU BAĞIMLILIĞI BİR SUÇ DEĞİL, TEDAVİ EDİLEBİLEN CİDDİ BİR SAĞLIK SORUNUDUR!
 
Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan 2010 Dünya Uyuşturucu Raporu’na göre; gelişmekte olan ülkelerde amfetamin tipi uyarıcılar ve reçeteli ilaçlar başta olmak üzere uyuşturucu madde kullanımı artmaktadır.
Afganistan, And Ülkeleri gibi afyon ve kokain üreticisi ülkelerde bu maddelerin kullanımında azalma gözlenirken, Avrupa ülkelerinde kokain kullanımı son on yıl içinde 2 milyon kişiden 4,1 milyon kişiye çıkarak ikiye katlanmıştır.
 Aynı rapora göre; amfetamin benzeri uyarıcı maddelerin kullanım oranı dünya çapında 30-40 milyon kişiye ulaşmıştır. Ekstazi kullanımı Kuzey Amerika ve Asya ülkelerinde artış göstermektedir. 2010 Dünya Uyuşturucu Raporu’nun en altı çizilmesi gereken verilerinden biri; zengin ülkelerde yaşayan zengin insanlar bağımlılık tedavisine ulaşabilirken, yoksul ülkeler ve yoksul insanlar tedavi olanağına sahip olamamakta ve büyük bir sağlık sorunu ortaya çıkmaktadır.
 Rapora göre geçen yıl dünya çapında 20 milyon uyuşturucu bağımlısı bağımlılık tedavisi alamamıştır. Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi’nin (EMCDDA) raporuna göre 1990’lardan itibaren uyuşturucu kullanımının dramatik bir artış gösterdiği, günümüzde tüm Avrupalı yetişkinlerin neredeyse dörtte biri en az bir kez uyuşturucu kullandığı aktarılmaktadır.
EMCDDA ya göre genç yetişkinlerin yaklaşık %2 ila %2,5’inin her gün veya neredeyse her gün esrar kullandığı, erkeklerde bu oranın çok daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Esrar kullanımında yaşam boyu yaygınlığın yetişkinlerin yaklaşık %22 si olduğu, bu oranın yaklaşık 74 milyon kişiye karşılık geldiği tahmin edilmektedir. Bu oranlar kokain için %3,9 (13 milyon kişi) ekstazi için %3,1 (10 milyon) ve Amfetaminler için ise %3.5 (12 milyon) dur.    Sorunlu opioid (afyon ve türevleri) kullanıcılarının sayısının 1,2 ila 1,5 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir.
 Avrupa’da 15-39 yaşındaki Avrupalılar arasındaki tüm ölümlerin %4’ünden uyuşturucu kaynaklı ölümler sorumlu olduğu ve bunların yaklaşık üçte birinde opioidlere bağlı olduğu belirtilmektedir.
Tüm tedavi taleplerinin %50’den fazlasında birincil uyuşturucunun opioid (afyon) türevleri olduğu, 2007 yılında yaklaşık 650.000 opioid kullanıcısı tedavisi gördüğü bildirilmektedir. Bu rapor Avrupa’nın uyuşturucu sorunun kalbinde bulunan iki madde olan eroin ve kokain kullanımında durumun iyileştiğine ilişkin bir işaretin bulunmadığının altını çizmektedir.
 
Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Madde İzleme Merkezi’nin verilerine göre; Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2006 yılında Türkiye genelinde 60 ilde 26000 okullu genç üzerinde yapılan araştırmaya göre, gençlerin %2,9’u son üç ay içinde uyuşturucu/uyarıcı madde kullandıklarını belirtmişlerdir. 2006-2007 yılları içinde Türkiye’de yatarak tedavi imkânı bulan 2853 kişinin %43,6’sı afyon ve türevleri, %36,3’ü ise esrar kullanımı nedeniyle tedavi görmüştür. Uyuşturucu madde kullanımının ve madde kullanımına bağlı ölümlerin yıllar içinde artış gösterdiği gözlenmektedir. Tüm bu verilere karşın, Türkiye’de alkol ve madde bağımlılığı tedavisinde özelleşmiş kamu ve özel sağlık kuruluşu sayısı son derece azdır.
 
Uyuşturucu ticareti hakkında.
 
Ticareti yapılan, alınıp satılan sadece uyuşturucu maddeler değil; bireylerin ve toplumların sağlığı, refahı, moral değerleri ve bilinçleridir.
 
Teknolojinin gelişmesinden uyuşturucu ticareti yapanlar da yararlanmaktadır. Maddenin taşınması, hedef kullanıcılara ulaştırılması konusunda, haberleşmeden, seçilen güzergâhlara, kullanılan yöntemlere varıncaya değin, daha “teknolojik” ve rafine yöntemler kullanılmaktadır.
 
Yıllardır, ülkemizin narkotik ticaretinde bir “transit” ülke konumunda olduğu söylenmektedir. Ama unutulmamalıdır ki, madde, geçerken, geçtiği ülkede de “soluklanmakta”, geçtiği ülkelere de yüklüce bir miktar “bırakılmakta” ve bu uluslararası ticaretin yerli işbirlikçilerince, “geçişten” arta kalan maddeler, ülkemizde “iç piyasaya”, insanımıza sunulmaktadır.
 
Sorun sadece bir ülkenin değil; dünyanın sorunudur! Dolayısıyla, sadece bir ülkenin uygulamaya sokacağı önlemlerle değil, ulusların işbirliği içerisinde çözebileceği bir sorundur.
 
Uyuşturucu kullanımı hakkında.
 
Uyuşturucu kullanımı insan sağlığı için ciddi bir tehdittir. Uyuşturucu kullanımı, ölümlerin yanı sıra, yeti yitimlerine, yaşamların dramatik bir şekilde kararmasına, bireyin ve toplumun refah düzeyinin düşmesine; madde ile ilintili suç ve kazaların, enfeksiyon hastalıklarının artmasına yol açmaktadır.
 
Ülkemizde uyuşturucu kullanımın önlenmesi ve azaltılmasına yönelik önlemlerin daha ciddiyetle ve samimiyetle ele alınması gereklidir. Bu amaçla;
 
·    Madde bağımlılığı tedavi merkezlerinin sayısı ile bu kurumlarda çalışan personelin sayısı ve çeşitliliği artırılmalı ve eğitimli personellerin bu kurumlarda çalışması sağlanmalıdır. Madde bağımlılığı merkezlerinin tüm yurtta yaygınlaşması sağlanmalıdır.
 
·    Dünyada uygulanan tüm ilaç ve tedavi yöntemlerinin ülkemizdeki madde kullanıcılarının hizmetine sunulması ve kullanılması sağlanmalıdır.
 
·    Madde kullanımını bırakamayan kullanıcılara yönelik zarar azaltma programları devreye sokulmalıdır.
 
·    Bilimsel temeli olan önleme etkinliklerinin sayısı artırılmalı, bu etkinlikler hazırlanırken bilimsel kuruluşların ve meslek örgütlerinin görüşleri alınmalıdır.
 
·    Önleme etkinliklerin etkinliği bilimsel olarak kanıtlanmalıdır. Önleme etkinliklerini yürütecek kuruluşlara destek verilmelidir.
 
·    Uyuşturucu bağımlılığı bir suç değil, bir sağlık sorunudur. Tüm uyuşturucu bağımlılarının tedaviye ücretsiz ve hızla ulaşması sosyal devletin bir sorumluluğu olarak kabul edilmelidir.
 
 
Doç. Dr. Kültegin Ögel
TPD Alkol Madde Kullanım Bozuklukları BÇB Koordinatörü
 
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi
TPD- Merkez Yönetim Kurulu adına

İngiliz The Guardian gazetesinin “Türkiye’nin en iyi 10 plajı” listesinde Kelebekler Vadisi, Ortakent ve Günlüklü de bulunuyor.

The Guardian’ın fotoğraflarına da yer verdiği “Türkiye’nin en iyi 10 plajı” ve özellikleri şöyle:

1.Ovabükü: Çevresindeki küçük lokanta ve pansiyonlarıyla birlikte plajının parlayan çakıl taşlarıyla Ovabükü, Datça yarımadasına gizlenmiş üç koydan en güzeli.

2.Kelebekler Vadisi: İki yüksek kayalığın arasında kalan, çoğu ziyaretçisinin Fethiye ve Ölüdeniz’den kalkan teknelerle ulaştığı vadide elektrik, yol ve inşaat bulunmuyor ancak kamp yapmak serbest.

3.Amos: Bozburun yarımadasındaki iki tatil köyünün arasına gizlenmiş küçük bir koy olan Amos, ahşap şezlonglarının arasına çakıl taşları dağılmış plajıyla, Marmaris’in ışıklarına rağmen koy boyunca uzanan bozulmamış bir güzelliğe sahip.

4.Gemiler: Ölüdeniz’in yakınında bu kadar sessiz bir yer olduğuna inanmanın güç olmasına rağmen Gemiler, etrafı çam ve zeytin ağaçlarıyla çevrili olup taze mezeler ile soğuk bira sunan birkaç güzel restoranıyla sessiz sakin bir koy.

5.Çıralı: Ağaç evleriyle ünlü Olimpos’un hemen ilerisinde bulunan Çıralı’nın, caretta carettalar için 3kmlik koruma alanının bulunduğu plajıyla huzur veren bir atmosferi bulunuyor.

6.Kaputaş: Kalkan-Kaş yolu üstündeki mola duraklarından biri olan Kaputaş, hiçbir tesisin bulunmadığı plajıyla denize girip güneşlenmek için iyi bir seçenek.

7.Hisarönü Koyu: Datça yarımadasına bakan iki küçük plajı, Türkiye’nin 20 sene öncesini hatırlatan restoran ve küçük pansiyonlarıyla Hisarönü Koyu, esintili havasından dolayı rüzgar sörfçülerinin tercihi.

8.Ortakent: Bodrum yolu üzerinde, su kayağından yelkene pek çok su sporunun yapılabildiği plajıyla Ortakent, büyümeyen çocuklar için iyi bir tatil seçeneği.

9.Günlüklü: Fethiye yakınında, hafta sonları koyun sürülerinin plaja indiği, etrafı çam ormanları ve sakız ağaçlarıyla kaplı Günlüklü, büyük bir kaçamak isteyenler için iyi bir seçenek.

10.Kabak: Kelebekler Vadisi’nden çıkılan patika yolla ulaşılan Faralya yakınındaki Kabak, birkaç kamp alanının dışında hiçbir şey bulunmayan plajıyla ve yemyeşil çam ormanlarıyla çevrili tüm dünyayı uzakta bırakıyor.

Hekimler, Tam Gün Yasası çerçevesinde, tıbbi kötü uygulama nedeniyle talep edilebilecek zararlara karşı 30 Temmuz’a kadar mesleki sorumluluk sigortası yaptıracak.

Kamuoyunda ”Tam Gün Yasası” olarak bilinen düzenlemeyle özel ve kamuda görev yapanlarla serbest çalışan hekimlere mesleki sorumluluk sigortası yaptırma zorunluluğu getirilmişti. Buna göre, kamu sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışan tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar, tıbbi kötü uygulama nedeniyle kendilerinden talep edilebilecek zararlar ile kurumlarınca kendilerine yapılacak rüculara (geri isteme) karşı sigorta yaptırmak zorunda. Bu sigorta priminin yarısı kendileri tarafından, diğer yarısı döner sermayesi bulunan kurumlarda döner sermayeden, döner sermayesi bulunmayanlarda ise kurum bütçelerinden ödenecek.
 

Özel sektörde çalışanlarla serbest hekimler

Özel sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışan veya mesleklerini serbest olarak icra eden tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar da yine mesleki mali sorumluluk sigortası yaptıracak. Bu sigortayı, serbest hekimler kendileri ödeyecek. Özel sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışanların sigortasını ise ilgili kurum ve kuruluş yaptıracak. Bu hekimlerin sigorta primlerinin yarısı kendileri tarafından, yarısı da istihdam edenlerce ödenecek. İstihdam edenlerce ilgili sağlık çalışanı için ödenen sigorta primi, hiçbir isim altında ve hiçbir şekilde çalışanın maaş ve sair mali haklarından kesilemeyecek, buna ilişkin hüküm ihtiva eden sözleşme yapılamayacak. Yasa kapsamında olup zorunlu sigorta yaptırmayanlara, mülki idare amirince sigortası yaptırılmayan her kişi için 5 bin TL idari para cezası verilecek.
 

‘Devlet karşılasın’

30 Temmuzdan itibaren yürürlüğe girecek uygulamayı değerlendiren Sağlık Mensupları Dayanışma, Toplum Sağlığını ve Çevreyi Koruma Derneği (Sağlık-Der) Genel Başkanı Uzm. Dr. Kasım Sezen, dünyada sadece Türkiye’de kamuda çalışan hekimlerin sigorta primlerini kendisinin ödediğini öne sürerek, ”Devlet, kamuda çalışan hekimlerin primlerini ödemelidir” önerisini dile getirdi. Sezen, sorumluluk sigortasıyla hekimlerin, mesleki hata ya da bilgi yetersizliği nedeniyle hastalarına verdikleri zararlar sonucu açılan tazminat davalarına karşı güvence altına alınmalarının amaçlandığını vurgulayarak, şunları kaydetti: ”Kamuda ya da özel sektörde çalışan hiçbir doktor ve sağlık çalışanı kasıtlı olarak hastasına zarar vermek istemez, bilerek insan hayatına kast etmez. Hizmet kusurunun kasıtlı olarak ortaya çıkması durumunda zaten hekim tazminat ödüyor. Ama her meslekte olduğu gibi sağlıkta da iş kazası meydana gelmişse bunu işveren, yani kamu ödemelidir.”
 

Özel hastanelerden destek

Özel Hastaneler Platformu Başkanı Dr. Mehmet Altuğ ise hekimlere zorunlu sorumluluk sigortası uygulamasını olumlu bulduklarını bildirdi. Bu sigortanın yaptırılmasının önemine işaret eden Altuğ, ”Araç veya ev aldığımız zaman hemen sigortasını yaptırıyoruz. Neticede biz hekimler bir iş yapıyoruz ve ürettiğimiz sağlık hizmeti karşısında kendimizi sigortalatmamız gerekir” diye konuştu. Altuğ, sigorta yaptırmayan hekimlere verilecek para cezasıyla ilgili de ”Yarın doğabilecek olumsuz sonuçlar karşısında daha yüklü tazminat bedelleri ödemek yerine bu sigortayı yaptırmak daha mantıklı” değerlendirmesinde bulundu.

İlhan Abiye Veda

Önceki gün hayatını kaybeden Türkiye’nin aydınlanma savaşçısı, Cumhuriyet ile adı özdeş, Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı ve İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk için bugün İstanbul’da düzenlenen törenler sona erdi. Değerli yazar şiddetli yağmura aldırış etmeden törene katılan binlerce seveninin eşliğinde yarın toprağa verileceği Hacıbektaş’a uğurlandı.

Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı ve İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk için ilk olarak Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlendi. Törene yurdun dört bir yanından çok yoğun düzeyde katılım oldu. Her yaştan billerce yurttaş yazarı son yolculuğuna uğurlamak için erken saatlerden itibaren salonu doldurdu.

Törene çok sayıda siyasi, gazeteci ve sanatçı da katıldı.

Törene katılanlar arasında  Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, Yönetim Kurulu üyesi Turgay Olcayto, CHP Genel Sekreteri Önder Sav, CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen, Anayasa Hukuku Profesörü. Prof. Dr. Süheyl Batum, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, DSP Başkanı Masum Türker, Eski Başbakan Yardımcılarından Murat Karayalçın, EMEP Genel Başkanı Kamil Tekin Sürek, Meclis eski başkanı Hikmet Çetin, DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, YÖK eski Başkanı Erdoğan Teziç, Sanatçı Tarık Akan, Kadir İnanır, Tiyatrocu Genco Erkal, Işık yenersu, Güvenç Dağdeviren, Şerif Sezer, Macide Tanır, yazar Hikmet Altınkaynak, ressam Mehmet Güleryüz, Piyanist besteci Fazıl Say, İşadamı Rahmi Koç, Basın İlan Kurumu Genel Başkanı Mehmet Atalay, eski TSYD Başkanı Onur Belge, Gazeteci Sedat Ergin, Orhan Birgit, Oral Çalışlar, Uğur Dündar, Ergin Konuksever, şair Sait Maden, Araştırmacı Gürol Sezen, TSYD eski Başkanı Onur Belge, Cumhuriyet gazetesi yazarları Hikmet Çetinkaya, Hikmet Bila, Mümtaz Soysal, Emre Kongar, Güray Öz, Zeynep Oral, Erol Manisalı, Erdal Atabek, Ümit Zileli dikkat çekti.

Törenin sunumunu sanatçı Rutkay Aziz yaptı. Aziz, Selçuk’un “japon Gülü” kitabından bir parça okudu. Daha sonra sahneye çıkan Erdal Erzincan sazıyla bir türkü seslendirdi.

Törende Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Alev Coşkun söz aldı. Coşkun, İlhan Selçuk’tan alıntılar yaparak Cumhuriyet tarihini anlattı.

“O aydınlanmanın ordusuydu”

Törende Selçuk anısına bir konuşma yapan Emre Kongar, “O aydınlanmanın ordusuydu, Onun çok şapkası var, filozof ve köşe yazarı şapkası var. Tam bir hümanistti” dedi.

CHP Genel Sekreteri Önder Sav ise  “Aydınlarımızın baskı görmediği çağdaş bir demokraside buluştuğumuz zaman Selçuk’un ruhu şad olacaktır” dedi. 

Kongar’ın konuşmasının ardından Barkovizyon gösterisi yapıldı ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay’ın İlhan Selçuk için hazırladığı veda mesajı okundu.

BALBAY’DAN İLHAN SELÇUK’A VEDA

Mesaj salonda dakikalarca alkışlandı.

“Yaşantısını Atatürk devrimlerine adamış bir önder”

Daha sonra sahneye çıkan DİSK Başkanı Süleyman Çelebi konuşmasında İlhan Selçuk’u bütün yaşantısını mücadelesini Cumhuriyet devrimlerine  ve Atatürk devrimlerine adamış bir önder olarak niteledi.

“İlhan Selçuk’a merhaba…”

Cumhuriyet gazetesi yazarı Hikmet Çetinkaya “İlhan Selçuk’a merhaba…” diyerek başladığı konuşmasını “Senin çizdiğin yolda Cumhuriyetçi tüm arkadaşlar devam edeceğiz. Güle güle…” diyerek bitirdi.

Törende piyanist besteci Fazıl Say, değerli yazar Selçuk için hazırladığı “Kara Toprak” adlı eseri çaldı.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Ali Sirmen ve Erdal Atabek’in ardından söz alan Şükran Soner değerli yazardan neler öğrendiklerini sıraladı ve aynı işkencelerin tekrar yapılamayacağını söyleyerek “İlhan abi bugünkü gibi sahnede; bu nasıl bir güçtür ki asker, sivil herkes ondan korktu” diyerek yazara veda etti.

Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’ndaki törenin ardından İlhan Selçuk’un cenazesi, binlerce kişinin katıldığı törenin ardından alkışlarla ve kırmızı karanfillerle gazetenin Şişli’deki merkez binasına getirildi.

“İlhan Selçuk ölümsüzdür”

Yazarın cenazesi binlerce kişinin eşliğinde alkışlarla Şişli’deki gazete binasına geldi.

Şiddetli yağmura aldırış etmeden gazetenin binası önünde yurttaşlar “Türkiye laiktir laik kalacak” “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek” “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” “İlhan Selçuk ölümsüzdür” “Yurtsevenler çıkacak hesap soracak” “Hükümet istifa” “Türkiye seninle gurur duyuyor” “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları dikkat çekti.

Gazetede, değerli yazar için açılan defteri imzalayan yurttaşlar törenin sona ermesiyle dağıldı.

İlhan Selçuk’un cenazesi yarın toprağa verileceği Hacıbektaş’a uğurlandı.

İlhan Selçuk, yarın öğlen, Hacıbektaş’ta, ağabeyi Turhan Selçuk’un yanında, Mahsuni Şerif’in mezarı ile Âşık Veysel, Pir Sultan Abdal ve Yunus Emre’nin heykellerinin bulunduğu Çilehane bölgesindeki Yıldızlar Mezarlığı’nda defnedilecek.

“İlhan Selçuk’un katili Gladyo”

Tören salonundaki yoğun katılım nedeniyle salona giremeyen yurttaşlar töreni, fuayede kurulan ekranlardan izliyor. İşçi Partililer fuayede “İlhan Selçuk’un katili Gladyo” yazan bir pankart açtı.

Eğitim derneklerine bağış

Tören sırasında fuayede kurulan Türk Eğitim Vakfı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı standları sayesinde bu derneklere çok sayıda bağış yapıldı

İlhan Selçuk için-OKTAY EKŞİ,Hürriyet
 

SADECE basınımız değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluş felsefesine bağlı değerleri koruyarak çağdaş uygarlığı ve çağdaş demokrasiyi en kısa zamanda yakalayacağına inananlar kuşağı da, İlhan Selçuk’un aramızdan ayrılmasıyla çok önemli bir gücünü kaybetti.

Selçuk, fevkalade güçlü bir kalem, mangal gibi bir yürekti.

Mükemmel bir analiz yeteneğiyle Atatürkçülerin ışık ve enerji merkeziydi. Hiçbir haksızlık ve hiçbir işkence onu inandığı idealler için verdiği kavgadan vazgeçiremedi.

Nitekim mücadele ideal arkadaşlarından bazılarını bu yüzden derin bir acıyla bağrına gömdü.

Çünkü bu tiplerin en önemli meselesinin, kendi kişisel huzurları olduğunu görmek onu, karşıtlarının ahlaksızlığından ve engellerinden daha çok yaraladı.

Bu “eyyamcı”ların sade suya tirit yazılarla sütun doldurmasını üzüntü ile saptadı ama -bildiğimiz kadarıyla- yüzlerine hiç vurmadı.
Hoş aslında Selçuk’un bu bağlamda bir temel yanılgısı vardı. Türkiye’deki “sömürü düzenine” karşı mücadele ederken o kişilerle birlikteydiler ama gerçek şu ki, Türkiye’nin temel değerleri konusunda görüşleri çok farklıydı. Örneğin Selçuk tüm çözümleri “ulus-devlet” zemininde ararken ötekiler sadece “ulus-devlet”ten değil, o devleti kurandan bile (hadi nefret ediyorlardı demeyelim) hazzetmiyorlar, en azından küçümsüyorlardı.

Dahası… Onların “sol”culuğu, “sağ” tarafından satın alındıkları menzile kadardı.

Oysa İlhan Selçuk için “sol” asla vazgeçilmeyecek bir temel felsefeydi.

Onlar hayata “Türk” olarak geldikleri için üzüntülüydü. Oysa İlhan Selçuk için Türk olmak bir mutluluk nedeniydi.

Onlar düşünceleri nedeniyle mağdur edildikleri zaman -haklı olarak- yedi cihanı velveleye verdiler.
 
Oysa İlhan Selçuk böyle bir şamataya hiçbir zaman tenezzül etmedi.       

İlhan Selçuk yaşamının son 20 senesini, başında bulunduğu Cumhuriyet Gazetesi’ni yaşatmaya adadı. Çok zor günlerde, çok alçakça tertiplerle karşılaştı. Örneğin “para” için her türlü kötülüğü yapabildiği bilinen “tefeci” bir aile, Cumhuriyet Gazetesi’ni İlhan Selçuk’un dirayeti sayesinde ele geçiremedi.  

Cumhuriyet gün oldu “ilan” sıkıntısı yaşadı, gün oldu “kâğıt”, gün oldu “para”, gün oldu “matbaa” bulmakta zorlandı.
  
Ama İlhan Selçuk bunların hiçbirini okuyucuya yansıtmadı.

Gazetenin iç düzenini şahsi otoritesiyle korudu. Çünkü okuyucuları gibi gazete çalışanları da ona her zaman güven duydular.
Selçuk, iyi bir fikir savaşçısının sesini yükseltmeye ihtiyacı olmadığını gösteren en iyi örneklerden biriydi. Sessiz, sakin bir adamın iyi bir hatip olabileceğinin kanıtı, zarafetle mücadelecilik arasında çelişki olmadığının anıtıydı.
  
Yaşarken bir ışık topuydu. Gitti ama ışığı sönmedi. 

YALÇIN BAYER-Hürriyet

İLHAN Selçuk’un, kendi kimliğini, kişiliğini ve siyasal yaşamını şöyle anlatmak gerekir:

“Atatürkçüydü… Cumhuriyetçiydi… Aydınlanmacıydı… Demokratik devrimciydi… Antiemperyalistti… Laikti… Bağımsızlıkçıydı… Dinci-İslamcı-Amerikancı devlete kökünden karşıydı…”

Aynı tanımlamayı Uğur Mumcu için de yapar.

Bize göre, Türkiye’nin gerçek ve tek aydın devrimcisiydi.

Ayrıca çok iyi bir gazeteciydi.

İlkeli, namuslu, dürüst ve bilge adam…

Nişantaşı’ndaki VKV Amerikan Hastanesi’nin 6. katına çıktığımızda saat henüz 14.00’tü; 45 dakika önce ‘çoklu organ yetmezliği’nden gözlerini yummuştu. İki yıldan beri onun yanından ayrılmayan fedakâr bir kardeşi (merhum grafik sanatçısı Mengü Ertel’in eşi) Ülfet Hanım vardı. Cumhuriyet’ten Alev Coşkun, Şükran Soner ve avukat Akın Atalay henüz şoku atlatamamışlardı. İlhan Abi’nin yakın dostu Prof. Gürbüz Barlas ortalığı teskin etmeye çalışıyordu. Biraz sonra gelen İnan Kıraç çok üzgündü. Alev Coşkun’a ilk başsağlığı telefonu Hüsamettin Cindoruk’tan geliyordu. Bu arada Ayşe Arman çıkageldi; başsağlığı diledi aileye ve Cumhuriyetçilere… Arman’ın kayınvalidesi Betül Mardin düşerek kalça kemiğini kırmıştı. Mardin de, Selçuk’un dostuydu. Yazar ve şair Ataol Behramoğlu’nun ardından Mehmet Sevigen… Sonra Süheyl Batum ve Mustafa Sarıgül geldiler.

Ve esas akın başladı; Cumhuriyet ve İlhan Selçuk sevdalılarından… Şişli’deki gazete önü de matem yeri gibiydi.
Hepsi de İlhan Selçuk’un ‘Pencere’sinin öğrencileriydi.

Selçuk’un cenazesinin çarşamba günü İstanbul’dan kaldırılmasına karar verildi; vasiyeti üzerine de 102 gün önce ölen Turhan Selçuk’un Hacıbektaş’taki mezarının yanında toprağa verilecek…

Demirel keşke o gün değişseydi

CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek, beş yıl kadar önce İlhan Selçuk’la karşılaştığını, kendisine 1977’lerde bir yazıyı hatırlattığını söyledi.

Yazı özetle şöyle: “Şampuan reklamı gibi saçlar… Afgan tazısı gibi bel… 500 vatlık iki ampul, İngiliz kısrağı gibi kalçalar. Şehir hattı dolmuş vapurunda lodosa tutulmuş bir yürüyüş… Evet bu kadın Rita Hayworth… Yıllar Rita’yı değiştirdi. Ama hiç değişmeyen tek kişi Süleyman Demirel’dir.”

Şimşek “İlhan Abi, ama Süleyman Bey çok değişti” demiş ve Selçuk şu yanıtı vermiş:

“Evet… Hayat değiştiriyor, keşke o gün bu kadar değişmiş olsaydı.”

Sağlığını Ergenekon bozdu

YUNUS Nadi’nin, Atatürk’ün talimatı ile kurduğu Cumhuriyet Gazetesi Nadir Nadi’nin ölümünden sonra İlhan Selçuk’un yönetimine girdi.
Cumhuriyet’in künyesinde ‘imtiyaz sahibi’ gözükmesi onu hiçbir zaman patron sınıfına sokamadı. Hep bir bilge ve emekçi olarak kaldı.
12 Mart ve 12 Eylül’de tutuklandı. İçerde savunmasını verirken ‘akrostiş’ yöntemiyle işkence altında olduğunu yazdı. Son olarak 5. dalga Ergenekon’dan sorgulandı… Aslında sağlığını Ergenekon soruşturması bozdu.

Doğan Avcıoğlu’nun Devrim ve Yön dergilerinde yazdı. Cumhuriyet’te Genel Yayın Müdürleri Cevat Fehmi Başkut, Ecvet Güresin, Oktay Kurtböke, Hasan Cemal, Özgen Acar, Orhan Erinç ve İbrahim Yıldız ile çalıştı.

Muğla Gökova Akyaka en sevdiği tatil beldesiydi; yeşille mavinin birleştiği bu bölgede İlhan Selçuk başta olmak üzere Halet Çambel-Nail Çakırhan, Mine Urgan, Oktay Akbal, Oktay Ekinci, Teoman Ünüsan, Yaşar Aydaş, Melih Cevdet Anday yaz aylarını burada geçirdiler.

Selçuk’un son sözleri

İLHAN Selçuk, hastanede tedavi gördüğü süre içerisinde yazar Hikmet Çetinkaya’ya sık sık görüşlerini aktardı. Sanayileşmemiş bir İslam ülkesinde, bilimsel devrimin ürettiği aydınlanma felsefesine, iktidar-asker ve medya ilişkisine şu yanıtı verdi:

Askeri darbeler dönemi kapandı. Ben bunu yazılarımda da belirtmiştim. Türkiye darbe olacak mı, olmayacak mı tartışmalarını yapmamalı. O dönem kapandı. (Askeri darbeler dönemi kapanmıştır sözünü 1990’larda yazdı. H.Ç.)

Türkiye’nin demokrasi ve özgürlükleri geliştirmesi gerekir. AKP demokratik açılım dedi ama bugüne değin yaptığı bir şey yok. Önce şu Seçim ve Partiler Yasası değiştirilsin.

Temel hak ve özgürlüklerin olmadığı basının tek sesli hale getirilmek istendiği bir ülkede demokrasiden ve özgürlüklerden söz edilemez.
(Seçim olursa) Bütün partilere eşit uzaklıkta olacağız. AKP’li bakanlarla da görüşeceğiz. Başbakan Erdoğan’la da, Cumhurbaşkanı Gül’le de. CHP lideri Baykal’la da ve MHP lideri Bahçeli’yle de, BDP’lilerle de…”

Kontrgerillanın kökeni Amerika’dır. Soğuk Savaş döneminde ‘komünizm korkusu’ sermaye düzenlerinin karabasanıydı.

NALLARI DİKERSEM

Ameliyata girerken: “Pazartesi günü yürekten ameliyat olacağız, söylenenlere bakılırsa epey gıllıgışlı bir operasyonmuş, nalları havaya dikersek bozulmayalım, olur böyle şeyler… Nalları dikmezsem daha görüşürüz. Dikersem, her ne kadar kusurumuz da olsa, affola… İkisine de eyvallah…”

GÜNÜN SÖZÜ

“Eğer dinci-İslamcı-Amerikancı AKP iktidarına muhalif bir Atatürkçü isen ya teröristsin… Ya darbeci… Sevgili Uğur Mumcu yaşasaydı, Ergenekon tertibinin bağırsaklarını ortaya dökenlerin başında gelirdi…”
(İlhan Selçuk)

48 yılda 15 bin makale

İLHAN Selçuk 1962’de, Uğur Mumcu 1977’de Cumhuriyet’te yazmaya başladılar. Bir gazetede tam 48 yıldır yazan başka yazar yok. (Cezaevi ve tutuklama süreleri dahil.) Bu süre içinde 15 bin makale; belki de dünyada bir rekor…

İlhan Selçuk “İktidara yalakalık yapan gazetelerin en şavalak köşelerinde Cumhuriyet’in suçlanmasını” son tahlilde normal karşılıyor.