Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Namık Kemal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Burhan Turgut, ter önleyici deodorantlara karşı yurttaşları uyardı.

 Namık Kemal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Burhan Turgut, hava sıcaklığının arttığı bu günlerde vücut ısısının 36-37 santigrat derecede tutulması gerektiğini söyledi.

Bu ısının sabit tutulabilmesi için vücudun terlemeye ihtiyaç duyduğunu ifade eden Turgut, ”Isıyı vücudumuzdan terleyerek uzaklaştırabiliriz. Ancak çok sıcak ve nemli havalarda vücut ısısının düşürülmesi pek mümkün olamayabiliyor. Özellikle koltuk altı ter önleyici deodorantlar böyle havalarda çok zararlıdır. Sıcak havalarda önemli bir mekanizma olan terlemenin deodorantlarla engellenmesi vücut ısısının artmasına neden olmaktadır. Böylece meydana gelebilecek güneş çarpması, sağlığı risk grubunda bulunanlarda ölümle sonuçlanabilir” diye konuştu.

Ter önleyici deodoranların normal ısıdaki havada ve risk grubunda olmayan kişilerde önemli bir problem oluşturmadığını anlatan Turgut, konuşmasını şöyle sürdürdü:
”Ter önleyici deodorantlar vücut ısısı 40 santigrat üzerine çıktığında riskli gruplarda bulunanlar için tehlike oluşturabilir. Bundan normal ısıda, sağlık kişilerin kullandığı lokal terlemeyi azaltıcı deodortların her zaman zararlı olduğu anlamı çıkartılmamalı. Ama risk grubu altındaki kişilerin kullanmaması faydalı olacaktır.

Risk grubunu 65 yaş üstü ve çok küçük çocuklar, süt çocukları, kronik hastalığı olanlar, özellikle kalp yetmezliği, kroner kalp hastaları, akciğer hastaları, sigara içiminden gelişen bronşit hastaları, böbrek ve tansiyon hastaları oluşturmaktadır.
Vücutta ani bir ısı yükselişiyle oluşan rahatsızlık halk arasında sıcak çarpması olarak ifade ediliyor. Bu beyinde hasar oluşturabilir ve bazen ölümle de sonuçlanabilir.

Ancak sıcak çarpması oluşmadan da sıcak hava vücuda zarar verebiliyor. Aşırı sıcak dolayısıyla fazla sıvı kaybedilmesi böbreklerin yeterli sıvı alamaması, böbreklere giden kan miktarının azalmasıyla böbrek fonksiyonlarında bozulma çıkabilir. Risk gruplarında bulunanların buna da dikkat etmesi gerekli.”


Sıvı tüketimi

Turgut, sıcak havalarda sıvı tüketiminin önemli olduğunu, sıvı tüketiminin kişinin vücut yapısına bağlı olarak değişebileceğini anlatan Turgut, ortalama vücut ölçülerine sahip olan bir kişinin 2-2,5 litre su içmesi gerektiğini söyledi.

Havanın ısısı ve fiziksel aktiviteye göre bu oranın artırabileceğini bildiren Turgut, şunları kaydetti.
”Susama hissi, genelde sıvı içimiyle ilgili uyarıcı bir duyudur. Fakat vücut her zaman susama hissi vermeyebilir ya da algılayamayabilirsiniz. Yüksek ısılarda susama hissetmeseniz bile mutlaka sıvı alımı olmalıdır. Risk gruplarında bu daha fazla önemli kazanıyor. Akli dengesi yerinde olmayanlar, çocuklar, aşırı yaşlılar bu kişiler kendi ihtiyaçlarını göremeyecekleri için onların sıvı alımına dikkat edilmesi. Özellikle alkollü ve çok şekerli olan sıvılar tercih edilmemeli. Çünkü bu tip sıvılar sıvı kaybına yol açabilmekte. Bunun dışında bütün sıvılar tüketebilir.”

Zayıflama amaçlı besin destek ürünlerinin zayıflamaya yardımcı olmadığı ve etkisinin plasebodan fazla olmadığı bildirildi.

Almanya’daki Göttingen Üniversitesinden Thomas Ellrott ve ekibinin yaptığı, sonuçları İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen obezite konulu uluslararası kongrede sunulan araştırmada çok satılan 9 zayıflama ürünü ile plasebo (etkisiz ilaç) karşılaştırıldı.

Eczanelerden getirilen zayıflama ürünlerinin kutusunu ve ismini değiştiren araştırmacılar, 189 obez ve aşırı kilolu kişiden bir gruba 8 hafta yeni hazırlanan kutularda plasebo, diğer gruba çok satılan 9 zayıflama hapından birini verdi.

Araştırma sonunda, katılımcıların ortalama 1-2 kg verdiği ve plasebo ile bu ürünler arasında belirgin fark bulunmadığı görüldü.

Daha önceki araştırmalarda sadece bir zayıflama ürününün araştırıldığını belirten Ellrott, ilk kez çok satılan 9 ürünün incelendiğini vurguladı.

Aynı kongrede sunulan başka bir araştırmada da Dr. Igho Onakpoya ve ekibi, incelenen 9 zayıflama ürününün zayıflamak için yeterli olduğuna dair kanıt bulamadı.

Igho Onakpoya, plasebodan daha etkili olmasa da zayıflama amaçlı besin destek ürünlerinin satışının yılda 13 milyar doları (20 milyar TL) aştığını belirtti.

Onakpoya, araştırılan ürünlerden bazılarının yan etkilerinin de bulunduğunu, ancak katılımcı sayısının az ve araştırma süresinin kısa olması nedeniyle konuyla ilgili daha fazla araştırma yapılması gerektiğini vurguladı.

Bilim adamları, zayıflama hapı almayı ya da bu tür bir diyet takviyesi kullanmayı düşünenleri, bunun sadece bir “zaman ve para kaybı” olabileceği konusunda uyardı.
Araştırmacılar, insanların, genellikle bu ürünlerin kısa yoldan kilo vermelerine yardımcı olacağına inandıklarını ancak bu olmayınca hayal kırıklığına uğrayarak depresyona girdiklerini de söyledi.

ABD’de yayınlanan GQ dergisi cep telefonu-kanser ilişkisi dosyasını açtı.

Dergiye göre 1992’den bu yana ABD ve dünyanın finans kalbi Wall Street’in saatlerce cep telefonuyla konuşan çalışanlarında beyin tümörü patlaması yaşanıyor.

Dünyaca ünlü Amerikan dergisi GQ, son sayısında cep telefonunun kanserle ilişkisini masaya yatırdı. Üreticilerin sigaranın ilk üretilmeye başlandığı yıllarda kanserojen etkisini gösteren araştırmaları nasıl engellediklerini hatırlatan dergi, cep telefonunun da en az sigara kadar zararlı olduğunu ortaya koyan onlarca araştırma bulunduğunu, ancak cep telefonu firmalarının milyonlarca dolar harcayarak bu araştırmaların ‘hasıraltı’ edilmesini sağladıklarını yazdı.

GQ, cep telefonunun beyinde tümör oluşumuna sebep olduğuna yönelik iddiaların son dönemde ülkenin ünlü finans merkezi Wall Street’te yaşanan gelişmelerle gözle görülür şekilde kanıtlanmaya başladığını da belirtti.

Borsa koridorları panik içinde
Bilim dünyasının bu alandaki araştırmalarında en önemli sorunun cep telefonunun henüz hayatımızda çok yeni bir teknoloji olması. Bu nedenle uzun dönemli etkilerini inceleme fırsatı henüz elde değil. Ancak birçok uzmana göre cep telefonları bundan 20-30 yıl sonra bir “kanser salgınına” yol açacak kadar önemli bir tehlike oluşturuyor. Bu anlamda bilim dünyasının önündeki en önemli örneklerden biri Amerikan borsasında (Wall Street) çalışan brokerlar… Brokerlar, 1992 yılından bu yana çok yoğun bir şekilde bazen saatlerce cep telefonu kullanıyorlar ve uzun süreli kullanımın etkilerini görmek açısından çok önemli bir örnek teşkil ediyorlar. İşini kaybetme korkusu nedeniyle GQ dergisine gerçek adını vermeden konuşan “Jim” takma adlı bir Wall Street çalışanı kendisinin de bu yoğun cep telefonu kullanan kişiler arasında olduğunu belirterek şunları anlattı:

“1992’den bu yana cep telefonu kullanıyoruz ve telefonu dayadığım sağ kulağımın hemen üstünde bir tümör çok yakın bir zamanda oluştu. Benimle aynı şirkette çalışan 4-5 arkadaşımın da beyninde tümör çıktı. Hatta birkaç arkadaşımızı da bu hastalığa kurban verdik. Doktorlar kurtulma şansımın yüzde 70 olduğunu belirtiyor. Uzmanlarla görüştüğümde bana son dönemde bu tür tümör vakalarının sıklığının gözle görülür şekilde arttığını söylediler. Özellikle genç iş adamları arasında bu trende rastlanmasının şaşırtıcı olduğunu belirttiler. Wall Street koridorlarında artık herkes bu soruyu sormaya başladı. Bankacılar arasında cep telefonunun tümör yaptığına ilişkin şüphe yüksek sesle dile getiriliyor.”

‘Cep’çiler örtmek için para saçıyor
Yine GQ’ya bilgi veren Washington Üniversitesi’nden Henry Lai adlı bilim adamı 1990 yılında cep telefonunun kullandığı frekanstaki elektromanyetik dalgaların DNA’ların yapısını değiştirdiğini, DNA sarmallarında kopmalara sebep olduğunu gösteren bir araştırma yayınladığını belirtti. Lai’ye göre cep telefonu endüstrisi, 20 yıldır bu araştırmanın etkilerini ortadan kaldırmak için yüzlerce araştırmanı fonlamayı sürdürüyor. Lai ise cep telefonu şirketleri tarafından finanse edilen araştırmaların 350’sini incelediğinde bunların sadece yüzde 25’inin cebin zararlı etkilerini ortaya koyduğunu, bağımsız araştırmalarda ise bu oranın yüzde 75 olduğunu ortaya çıkardı.

Dünya Sağlık Örgütü’nde kablosuz iletişim konusunda sağlık araştırmaları yapan kişilerin de cep telefonu endüstrisi tarafından yüzbinlerce dolarlık fonlarla ödüllendirildikleri dokümanlar Microwave News adlı dergi tarafından ortaya çıkarıldı.

İşte kritik araştırmalar
GQ, 3 tam sayfa ayırdığı haberinde haberinde şu ana kadar cep telefonunun zararlarını açık bir şekilde ortaya koyan araştırmaları da yayınladı:

– Uluslararası Kanser araştırmaları Enstitütü 2008 Interphone araştırması: 10 yıllık cep telefonu kullanımı sonucunda özellikle cep telefonunun dayandığı kulağın bulunduğu bölgede ve beynin o babölgedeki yarısında tümör oluşum riski yüzde 40 artıyor.

– 2009’da İsveç’te yapılan bir araştırma: 20 yaşından önce cep telefonu kullanmaya başlayan kişilerde beyin tümörü oluşumu riski 5 kat daha fazla.

– Bir başka Interphone araştırması: Sık ve uzun süreli cep telefonu kullanımıyla beyindeki akustik neuroma adlı bir tümörün oluşum riski yüzde 300 artıyor.

Çantada taşıyın, mutlaka kulaklık kullanın
Pittsburgh Üniversitesi Kanser Enstitüsü bilim adamları cep telefonunun vereceği zararlardan korunmanın 10 yolunu şöyle açıkladı:

1- Çocukları uzak tutun: Çok acil durumlar dışında cep telefonu kullanmasına izin vermeyin. Çocuk beynine elektromanyetik dalgaların girişi çok daha kolaydır. Bu dalganın etkileri çocuklarda çok daha etkin hissedilir.

2- Kulaklık kullanın: Konuşurken vücudunuzdan uzak tutun. 0.9 metre uzak tutulan bir telefondan yayılan elektromanyetik dalga 50 kat daha düşüktür. Mümkün olduğunca kulaklıkla kullanın.

3- Toplu Ulaşımda Kullanmayın: Toplu taşıma araçlarında cep telefonu kullanıp başkalarına da zarar vermeyin.

4-Çantada taşıyın: Telefonu üzerinizde taşımayın. Yatarken yanınıza koymayın ve mutlaka kapatın.

5- Tuş takımı dışarıya baksın: Üzerinizde taşıyacaksanız tuş takımının bulunduğu taraf dışarı baksın. Böylece dalgaların vücudunuza değil dışarı doğru yayılmasını sağlarsınız.

6- Kısa konuşun: Cep telefonunun etkisi kullanıldığı süreye bağlı olarak değişir. Konuşmalarınızın birkaç dakikayı geçmemesine özen gösterin.

7- Sürekli kulağınızı değiştirin: Cep telefonuyla konuşurken sık sık kulağınızı değiştirin. Karşı taraf açmadan telefonu kulağınıza götürmeyin.

8- Hızla hareket ederken kullanmayın: Sinyal seviyesi düşük olduğunda telefonla konuşmayın. Yüksek hızda arabada ya da trende giderken telefon baz istasyonlarını yakalamak için daha çok dalga yayacağı için telefonla konuşmayın.

9- SMS kullanın: Mümkün olduğunca SMS ile haberleşmeye çalışın.

10 – SAR oranına dikkat: SAR (Elektromanyetik dalga birimi) seviyesi düşük bir cep telefonu alın.

BODY WORLDS sergisine hoşgeldiniz

BODY WORLDS, kendimizi görme biçimimizi dünyada hiçbir müze deneyiminin yapamayacağı şekilde değiştirir.

Çığır açan bilim adamı, Dr. Gunther von Hagens’in imza attığı büyüleyici sergiler dünya üzerinde 30 milyonu aşkın kişi tarafından ziyaret edilmiştir.

BODY WORLDS ve Yaşam Döngüsü’nde, Plastinasyon yoluyla dönüştürülmüş 200’ü aşkın otantik insan örneği, insan bedeninin formunu, güzelliğini, işlevini ve potansiyelini sergiler. İnsanın yaşam döngüsünü konu alan özel bir sergi olan Yaşam Döngüsü, bedenin yaşamındaki safhaları gösterir – döllenme anındaki ilk yaşam kıvılcımından bebeklik ve çocukluğa, ergenlik ve gençlikten yetişkinliğe ve yaşlılığa kadar.

Yaşam Döngüsü ziyaretçilere yaşlanma süreci boyunca bedeni ve ömür uzatma bilimindeki en son bulguları göstererek ziyaretçilere ilham verir. Yaşı ne olursa olsun, sergi gören herkeste bir yankı yapacaktır.

BODY WORLDS ziyaretçiyi insan diyarının iç topraklarına ve dıştaki sınırlarına yolculuk etmeye davet ediyor. Bu birçok duyuya hitap eden deneyim ziyaretçileri insan bedeninin zarif formu ve işlevi, üzüntü ve hastalığa karşı kırılganlığı ve sağlıklı olduğu zamanki hayret verici gücü ve potansiyeli üzerinde düşünmeye zorluyor. BODY WORLDS, insanlıkla ve kendi kendinizle unutulmaz bir karşılaşmadır.

Gunther von Hagens’in BODY WORLDS sergileri yerleşik bir beden bağış programından çıkan ve bağışlanmış bedenleri kullanan yegane kamuya açık anatomik sergilerdir.

Yaşam Döngüsü

BODY WORLDS & Yaşam Döngüsü, bedenin ızdırap, hastalık ve optimal sağlık hallerindeki anatomik çalışmaları yoluyla insan bedeninin karmaşıklığını, direncini ve savunmasızlığını gösterir.

İnsan yaşam döngüsü ve yaşlanmanın özel bir sunumunu kapsar – doğum öncesi gelişim ve bebeklikten çocukluk ve ergenliğe, yetişkinliğe ve yaşlılığa kadar.

Bedeni hayat içinde yaşarken gösterir – en parlak çağında ve değişir, büyür, olgunlaşır, doruğa ulaşır ve son olarak solarken.

Yaşlanmayı insanın yaşam döngüsü bağlamında, döllenmedeki yaşam kıvılcımı ile ilham ile yaşanan ileriki yıllar arasındaki doğal bir süreç olarak.

Yaşla ilişkili konularda inanılmaz başarılar ve ibret öykülerinin yanı sıra ömür uzatma araştırmalarındaki en son bulguları sunar.

Yaşı ne olursa olsun, BODY WORLDS & Yaşam Döngüsü sergisi gören herkeste bir yankı uyandıracaktır.

BODY WORLDS Yaşam Döngüsü sergisi ögeleri ve yerleştirmeler aşağıdaki sırada ilerler….

Olağanüstü Dehanın Yürek Burkan Eseri – Hücre bölünmesi hakkında bir multimedya gösterisi ile iki haftalık ile neredeyse dokuz aylık arasında değişen tarihi anatomik koleksiyonlardan alınmış ve plastine edilmiş hayret verici embriyolar ve ceninlerden oluşan bir seçkiyi kapsayan, döllenmeye ve doğum öncesi gelişme sırasında “yaşlanmaya” sarsıcı bir bakış.

Smells Like Teen Spirit – Genç insanların yaratıcılığına bir övgü. Beynin bebeklikten çocukluğa ver ergenliğe kadarki gelişimine ve ergenlerin sanat, müzik, moda ve teknolojiyi etkileyen risk ve orijinalliğe olan düşkünlüklerine bakar.

Sanatçının Bakışı – doğumda ve yaşamın ilerleyen bölümlerindeki görme duyusu ve görüşe dair çarpıcı bir teşhir. Göz hastalıklarından –katarakt ve retinal göz hastalığı- muzdarip Empresyonist ressamlar Claude Monet ve Edgar Degas’ın görüşünün bilgisayarlı simülasyonlarını sunar. Stanford Üniversitesi Oftalmoloji Profesörü Dr. Michael Marmor’un uzmanlığına başvurularak yaratılan teşhir, Monet’nin Giverney manzaralarının yaratımı sırasında karşı karşıya olduğu sorunlar ile Degas’nın Saçını Kurulayan Kadın tablosunu etkileyen görme sorunlarına ışık tutar.

Asırlıklar Köyü – dünyanın farklı yerlerinde, yaşayan en yaşlı insanların bulunduğu coğrafi kümeler –Japonya’nın Okinawa bölgesinden, Sardinya’daki Ovodda’ya ve Pakistan’ın Hunza bölgesine kadar- hakkındaki bulguları sunar. Bu bölgelerde yaşayan ve uzun ömrün ne anlama geldiği hakkındaki kabullerimize kafa tutan bu insanların, bizlere de bir şeyler öğretebilecek ortak vasıfları ve yaşam tarzı uygulamaları olduğu görülmüştür.

(Alternatif Başlık: DENİZE NÂZIR, KEBAPLAR HAZIR!)

Adına ister ‘sosyo-kültürel yapısal dönüşüm’ deyiniz, ister son günlerin çarpıtılan moda deyimi “açılım”ı kullanarak ‘damak açılımı’ deyiniz, Sarıyer’de ve Boğaz’da (İstanbul’un genelinde olduğu gibi) balık kültüründen kebap ve et kültürüne doğru bir geçiş yaşanıyor.

Gençlik yıllarımın Sarıyer’inde ise, başta Yeniköy, Tarabya ve Büyükdere gelmek üzere, balık kültürü egemendi. Onlarca balık lokantası, meyhane ile mezeciler cadde ve sokakları süslüyordu. Örneğin, Yeniköy İskele Sokağı’nda Rumların işlettiği 3 adet balık lokantası ve bir de Haralombos Hırvatidis’in meyhanesi ile yanında Vangel Nikolaidis’in fıçı bira ve fıçı şarap da satan mezeci dükkanı vardı. 6/7 Eylül 1954’te yaşadığımız acı olaylardan sonra bunlar göç eden Rumlarla birlikte kayboldular.

Son yıllarda, Yeniköy parklarında, Kalender, Tarabya ve Kireçburnu sahillerinde mangal sefası yapmak halkımız arasında giderek yaygınlaşıyor. Pîr aşkına siz şu çelişkiye bakar mısınız? Deniz kıyısında oltalarını savurup balık tutanlar, onların hemen arkasında mangal yakıp ızgara et pişirenler! Özellikle bahar ve yaz aylarında sahilde yürüyüş yapanların burunlarına denizin iyot kokusu yerine duman ve yanık et kokuları geliyor gayrı.

Gençlik yıllarımızda, Eylül’e girerken Boğaz’ın gelini diye adlandırılan lüferlerin akını başlayınca ispirtolu lüks lambalarını küpeştelerine asan balıkçı kayıkları denizin üstünde donanma alayları gibi kümelenirlerdi. Lüferleri peşpeşe tutup neşesini bulan balıkçının sandalındaki en kıdemsiz balıkçı mangalı yakar, hemen oracıkta lüferleri pişirmeye koyulurdu. Kayıklarda ufak mezelerin eşliğinde başlatılan bu nefis ziyafete, Boğaz’ın iyotlu havasına bir anda karışıveren ızgara lüfer ve rakı (anason) kokuları da eşlik ederdi. O renkleri, o ışıkları, o bolluğu ve o balık kültürümüzü ileride geri getirebilir miyiz?

Yanılmıyorsam 1999 yılındaydık. Yeniköy’de, İskele Sokağı’nın köşesinde Köybaşı Caddesi üzerinde, 1950’lere kadar Panayot Elatos’un işlettiği Akaska Restoran’ın bulunduğu yerde, yenilenen o beyaz ahşap eski Rum evinde önceki yıllarda Mafalda adıyla açılan bir İtalyan lokantası vardı.  Lokantanın işletmecileri Murat ve Seba Kösematoğlu’nun o tarihte burada Kebap Evi’ni açmalarına çok şaşırmıştık. Kıtır pizzaları ve makarnalarıyla ünlenen bu restoranın isim değişikliği sebebini, 1998’de Öcalan’ın İtalya’ya sığınmasının ardından İtalyan mallarına ve markalarına karşı uygulanan boykotla açıklamıştı Murat Bey. Ve hemen ilave etmişti: “Halkımız artık Boğaz’da kebap yemek istiyor. Halkın bu talebine karşı direnmemiz imkansız!” Bu nedenle, Mafalda’nın İtalyan mutfağını ve pizzasını binanın alt katına alıp, üst katını kebapçı dükkanı yapmışlardı. Belki de Yeniköy’deki kebap dönüşümü bununla başlamıştı.

1970’lerde ayrıldığımız Sarıyer ve Tarabya’ya 2008’de geri dönüp yerleştiğimizde, değişim  dikkatimizi çekti:Kebapçılar bir zamanlar balık lokantalarının bir kolyenin incileri gibi dizildiği Tarabya Koyu’na yerleşmeye başlamışlardı. Örneğin, Urfa’dan Kebap Lokantası gelmiş, kolyenin en başına yerleşmiş.Büyük Tarabya Oteli şantiyesine sınır olan Hamam Sokağı köşesinde Güneydoğu’nun et çeşitlerini halka sunuyor.

Boğaz’da ve denizlerimizde avlanan balık çeşitlerinin giderek azalmasının sonucunda, çiftlik balıkçılığının gelişmesine karşın  lokantalardaki fiyatların av yasaklarının uygulandığı aylarda nisbeten yüksek olduğunu görüyoruz. Et lokantalarının balık restoranlarına karşı rekabeti bu nedenle de ileride giderek hızlanabilir.

Yeniköy’de bir Gaziantepli aile Yoğrum Antep Sofrası adıyla bir et lokantası açmıştı. (Açıklama:Gaziantep ağzında yakın arkadaşlara “yoğrum” diye hitap edildiğinden “Yoğrum” bir çeşit samimiyet ifadesi sayılıyor.) Yeniköy’de Küçük Tepe Sokak No. 1/A’da bulunan Yoğrum’u karı-koca Songül ve Nurettin Vural işletiyor. İkisi de Gaziantep’in Islahiye’sinden. Songül Vural akrabası ve memleketlisi Mustafa Akıl ile mutfağı yönetiyor. Taş fırında ve kömür ateşinde pide, lahmacun, kebap pişiriyorlar.Yoğrum’un özelliği, yemeklerinin lezzeti ile fiyatlarının ucuzluğu. Ekşili Gaziantep Yuvalamasının lezzetine bayıldık gerçekten.  Nasıl yaptıklarını sorup öğrendik. Antep ekşili yuvalama yanında közlenmiş nar ekşili arpacık soğan salatasını yemek pek güzel oluyor. Songül Vural’ın içli köfteleri pek lezzetli. Kuru patlıcan ve kuru biber dolmasının tadı ayrı güzel…

Son olarak bu Haziran ayında, Yeniköy’de Zeynel Dondurmacısı’nın yanında,  Askerlik Şubesi ile Sandal Balık Evi’nin karşısında, Tiryaki Kebap Lokantası çok şık ve keyifli bir mekanda faaliyete geçti. Tiryaki Kebap’a ilk gidişimizde nefis et ve kebap çeşitleri ile fiyatlarının uygunluğu dikkatimizi çekti. Gönlümüzce uzattığımız akşam yemeğinde bize sunulan kekikli kuzu külbastı, kaşarlı ve etli Tiryaki Pide, tereyağlı ve soya soslu Tiryaki Köfte gibi lezzetleri büyük iştihayla tadımladık. Soframıza getirilen soğuk mezelerin yanı sıra, ara sıcakları, lahmacun, içli köfte, künefe ve fıstıklı kadayıfı da büyük bir hazla midelerimize indirdik. O akşam önceden girdiğim sıkı rejime ara verdim, ama bu nedenle hiç pişmanlık da duymadım. Ulus’taki eski Tiryaki’nin şeflerinden Murat Demiryak kebap bölümünü yönetirken, Necati Ulaş da mutfak şefliğini üstlenerek ara sıcakları, salata ve soğuk mezeleri üretiyor. Binanın iç ve dış mekanlarını son derece zevkli bir tarzda dekore ettiren  işletmeci Karslı kardeşler Fuat ve Sedat Saltık’ı bu vesileyle bir kez daha kutlarız.Tiryaki Kebap’ın biz de artık bir tiryakisiyiz.

Sarıyer ve Yeniköy’de balıktan kebaba dönüşüm hızlanarak artabilir…

Yakın bir gelecekte lokantaların reklamlarında şu sloganı görürsek şaşırmayalım:“Denize nazır, kebaplar hazır!”

M. Cemal Beşkardeş

Tarabya-Sarıyer, 12.07.2010

       
fobi_1Özgül Fobi Nedir?

Özgül fobinin başlıca özelliği, belirli bir nesneden ya da birtakım durumlardan belirgin ve sürekli bir korku duymadır. Korku duyulan uyaran­la karşı karşıya gelme, neredeyse her zaman, he­men bir anksiyete (kaygı ve endişe duyma) tepkisi doğurur. Bu tepki, bir pa­nik atağı biçimine de dönüşebilir.

Özgül Fobi Tanısı Kimlere Konur?

Bu kişiler, korkularının aşırı ya da anlamsız olduğunu bilir­ler. Kimi zaman korkuya katlanılırsa da, çoğu kez, korku duyulan uyarandan kaçınılır. Ancak, korku duyulan uyaranla karşılaşmanın, kaçınmaya, kor­kuya ya da kaygılı beklentiye yol açması durumu, kişinin günlük işlerini, işle ilgili işlevselliğini ya da toplumsal yaşamını olumsuz yönde etkiliyorsa ya da kişi böyle bir fobisi olduğu için belirgin bir sıkın­tı duyuyorsa bu tanı konabilir.

Özgül Fobinin Belirtileri Nelerdir?

Kişi, özgül bir nesne ya da durumun varlığında ya da özgül bir nesne ya da durumla karşılaşmayı beklediği sırada, hem belirgin ve sürekli, hem de aşırı ya da anlamsız bir korku duyar. Korkunun odağı, söz konusu nesnenin ya da durumun bir yö­nüyle kötü bir sonuç doğuracağı beklentisi olabilir (sözgelimi, düşeceği korkusuyla uçağa binmekten korkabilir, ısırabilecekleri korkusuyla köpeklerden korkabilir, kaza yapacağı korkusuyla araba kullan­mak korkabilir).

Özgül fobiler, korkulan nesneyle karşılaşma sonucu ortaya çıkabilecek durumlar olan, denetimini yitirmekten, paniklemekten, ank­siyete ve korkunun bedensel görünümlerinden (kalp hızının artması ya da soluk darlığı gibi) ve ba­yılmaktan korkmayı da kapsayabilir. Sözgelimi, kan ve yaradan korkan kişiler, bayılacak olmaktan da çekinirler; yüksek yerlerden korkan kişiler, baş­larının dönecek olmasından da çekinirler; kapalı yerlerden korkan kişiler, denetimlerini yitirip çığlık atmaktan da çekinirler. Özellikle durumsal özgül fobilerde bu gibi çekinmeler olur.

Neredeyse her zaman, korkulan uyaranla kar­şı karşıya gelir gelmez bir anksiyete duyulur (söz­gelimi, kedilerle ilgili özgül fobisi olan bir kişi, ne­redeyse her zaman, bir kediyle karşı karşıya kalır kalmaz bir anksiyete tepkisi gösterir). Anksiyete ya da korkunun derecesi, genellikle, korkulan uyarana ne denli yakın olunduğuna ve kaçmanın ne denli olanaklı olduğuna göre değişir. Ancak korkunun yeğinliği, korkulan uyaranla her zaman benzer bir ilişki içinde olmayabilir.

Bu korkuya yoğun sıkıntı ve kaygı duygusu, kalp ve nabızda hızlanma, kan basıncı ve kas gerginliğinde artış gibi bedensel tepkiler de eşlik etmektedir. Kişi korku nesnesiyle karşılaştığı ya da kaçma olanağının olmadığı şekilde bir algılaması olduğu zaman gerçek bir panik atağı da yaşayabilmektedir. 

Özgül Fobi Türleri Nelerdir?

  • Hayvan türü: Korkunun kaynağı, hayvan­lar ya da böceklerdir.
  • Doğal çevre türü: Korkunun kaynağı, do­ğal çevredeki nesnelerdir (kasırga, yükseklik ya da su gibi).
  • Kan-enjeksiyon-yara türü: Korkunun kaynağı, kan ya da bir yara görmedir ya da enjeksiyon ya da başka bir tıbbi girişim ya­pılmasıdır.
  • Durumsal tür: Korkunun kaynağı, toplu taşıma araçlarına binme, tüneller, köprüler, asansörler, uçağa binme, araba kullanma ya da kapalı yerler gibi özgül bir durumdur.
  • Diğer tür: Korkunun kaynağı, yukarıdakile­rin dışında kalan bir uyarandır. Tıkanıp bo­ğulma, kusma ya da bir hastalığa yakalanma korkusunu ve “boşluk” fobisini (kişi, duvar­lardan ya da yaslanacağı yerlerden uzak olunca düşmekten korkar) kapsayabilir.

fobi_2Özgül Fobiler İnsan Yaşamını Nasıl Etkileyebilir?

Özgül fobiler yaşamı kısıtlayabilir ve fobi, türü­ne göre, belirli iş alanlarında çalışmayı olumsuz yönde etkiler. Sözgelimi, uçağa binmekten korkma yüzünden işyerinde yükselemeyebilir, çok insan bulunan ya da kapalı yerlere girilemediği için top­lumsal etkinliklerden uzak durulabilir. Kaçınılan duruma göre fobiler kişinin yaşamını hafiften çok ağır dereceye kadar etkileyebilir. Evden çıkmaktan, yolculuk yapmaktan ya da yemek yemekten kaçınan kişi sosyal yaşamdan giderek uzaklaşabilecek, tıbbi girişimlerden korkan bir kişi ise belki de bu nedenle herhangi bir yaşamasal tehlikeyle karşı karşıya kalabilecektir. Diğer yandan çocukluk çağında izlenen ağır düzeydeki fobilerin, çocuğun psikososyal gelişiminde belirgin düzeyde gerilemeye de yol açabilir.

Özgül Fobi ile Birliktelik Durumları Nelerdir?

Özgül fobiler, sıklıkla diğer kaygı bozukluk­larıyla, duygudurum bozukluklarıyla (depresyon) ve madde kul­lanım bozukluklarıyla birlikte görülür. Toplum ör­neklemlerinde, diğer bozukluklarla birlikte bulunma oranının % 50-80 arasında olduğu görülmüştür.

Özgül Fobiler Ne Sıklıkta Görülür?

Toplum örneklemlerinde görülme sıklığı oranla­rı % 4-8,8 arasında değişmektedir, yaşam boyu gö­rülme sıklığı % 7,2-11,3 arasında değişmektedir. Kadınlarda iki kat daha sık görülür. Özgül fobisi olanların aile bireylerinde daha büyük sıklıkta görü­lür. Aile bireyleri arasında daha çok benzer tür fo­biler görülür.

Fobilere Yatkınlık Yaratan Etkenler Nelerdir?

  • Örseleyici olaylar (bir hayvan tarafından sal­dınya uğrama ya da kapalı bir yerde kilitli kalmış olma gibi),
  • Korku duyulacak durumlarda beklenmedik panik atakları yaşamış olma,
  • Başkalarının başına gelen örseleyici bir ola­yı ya da başkalarının korktuğunu görme,
  • Bilgi aktarımıdır (ana-babaların sürekli uyarı­ları ya da yayın organlarında çıkan haberler gibi).

Özgül Fobi Tedavisi Nasıl Yapılır?

Özgül fobili hatalar genel olarak agorafobili ve sosyal fobili hastaların aksine sürekli bir anksiyete hali göstermezler. Bu nedenle genel olarak tedavi için yardım aramazlar ya da ancak çok zorlandıkları durumlarda tedavi olma isteği içine girerler. Özgül fobisi olan kişilerin yalnızca % 12-30’unun uzmanlara başvurduğu saptanmıştır.

Psikoterapi:

Özgül fobilerin tedavisi, diğer kaygı bozuk­luklarının tedavisinden genellikle daha kolaydır. Çoğu kez, ilaç verilmeden ve oldukça kısa bir süre içinde tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Önerilen tedavi yöntemi, korkulan nesne ve durumlarla ilgili akılcı olmayan bilişlerin ortaya çıkarılması ve bunların daha uyumlu bilişlerle yer değiştirmesi ve aşa­malı karşı karşıya gelmeyi öne çıkaran Bilişsel-Davranışçı Psikoterapi yöntemidir. Özgül fobisi olanların yaklaşık beşte dördü bu yöntemle tedavi olabilmektedir.

İlaç Tedavisi:

Özgül fobinin ilaç tedavisinde, psikoterapiye yanıt alınamadığında ya da eşlik eden diğer bir ruhsal hastalığın varlığında antidepresan ya da kaygı giderici gibi ilaçlar kullanılabilir.

Kaynaklar:

1- Köroğlu E. Özgül Fobi, Klinik Uygulamada Psikiyatri Tanı ve Tedavi Klavuzları, HYB, Ankara 2009; 333-342

2- Işık E. Özgül Fobi; Çocuk, Ergen ve Erişkinlerde Anksiyete Bozuklukları, 2006; 287-309

 

İstanbul Klasik Otomobilciler Derneği (İKOD) üyeleri aileleriyle birlikte 40 klasik araçtan oluşacak konvoyla iki günlük Ege Bölgesi gezi programı için 17 Temmuz Cumartesi günü İstanbul’dan İzmir’e hareket edecek.

 İKOD’dan yapılan yazılı açıklamaya göre, bir döneme damgasını vurmuş ve tarihsel değeri olan klasik otomobillerin bugünün koşullarında muhafaza edilerek gelecek kuşaklara aktarılmasını kendisine misyon edinen derneğin kuruluşunun ikinci yılı dolayısıyla Ege gezisi programı düzenlendi.

40 klasik araçtan oluşacak konvoyla yola çıkacak dernek üyeleri, iki günlük gezi programında ilk olarak Manisa Akhisar’da Keskinoğlu şirketler grubuna ait klasik otomobil müzesi ve Keskinoğlu torunlarının dedeleri adına kurdukları tarihi Ravika köyünü ziyaret edecek.

Dernek üyeleri, daha sonra İzmir Alsancak Gündoğdu Meydanı’nda klasik otomobillerini sergileyerek, İzmirli klasik otomobil sevenleri buluşturacak.

Gezi sürecince bölgede bulunan çeşitli klasik otomobil koleksiyoncularıyla temaslar kuracak dernek üyeleri, Ege Bölgesi’nden de katılacak klasik otomobilcilere ait araçlarla Alsancak, Göztepe, Karşıyaka’da şehir turu atacaklar ve izleyicileri nostaljik bir yolculuğa sürükleyecekler.
Dernek üyeleri geçen yıl da kalabalık bir konvoyla Ankara’ya giderek, Anıtkabir ziyaretinde bulunmuş, İstanbul’daki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resmi geçit törenine 50 klasik otomobille katılmışlardı.

Bu çiçeğin adı vuvuzela

Güney Afrika’nın güneybatısında keşfedilen bir çiçeğe, kıtadaki ilk Dünya Futbol Şampiyonası dolayısıyla “Vuvuzela” adı verildi.

 Ulusal Biyoçeşitlilik Enstitüsü (Sanbi) Başkanı Tanya Abrahamse, Sunday Times gazetesine yaptığı açıklamada, bu sarı yapraklı çiçeğin Güney Afrika’da bu gece sona erecek 2010 Dünya Futbol Şampiyonasının sembolü haline gelen ve kulakları sağır edici gürültü yapan düdüğe benzediğini belirtti.

Abrahamse, bitkinin huniye benzer şeklinden ötürü enstitüden emekli bir çalışanın teklifi üzerine bu ismi koymaya karar verdiklerini anlattı.

“Morea Vuvuzela” bitkisinin susen ailesine mensup olduğu, ancak tarım ve şehirleşmenin tehdidinde bulunduğu belirtildi.
 

Doğu Anadolu’da turizm atağa geçecek

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde şehir ve kültür turizmi konusunda çok ciddi kaynak ayırdıklarını ve alt yapı çalışmaları yaptıklarını belirterek, ”Van bizim özellikle üzerinde durduğumuz bir yöre. Van eksenli bir turizm gelişmesi planlamaya çalışıyoruz. Şu anda iki yöreye özel biçimde önem vermeye çalışıyorum. Doğuda Van, iç doğuda Erzurum olmak üzere iki bölgede Doğu Anadolu turizmini ayacağa kaldırmaya çalışıyoruz” dedi.

 Bakan Günay, turizmin bulunduğu bölgede bütün üretici sektörler arasında ilişki kurmayı sağladığını, küçük esnafa kadar dayanan bir hizmet ağı imkanı sunduğunu ifade ederek, Hatay, Gaziantep, Urfa, Mardin ve Adıyaman’da, hatta Van’a, Kars’a Ağrı’ya İshak Paşa Sarayı’na kadar olan coğrafyada inanılmaz bir kültür turizmi potansiyeli bulunduğunu söyledi.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde geniş bir damak tadı, yemek kültürü ve gastronomi konusunda büyük zenginlik olduğunu dile getiren Günay, ”Terör asıl o bölgeyi olumsuz etkiliyor. Türkiye’nin batısında şu ana kadar biz düşe kalka çok iyi bir yere geldik Allah’a şükürler olsun ama Doğu ve Güneydoğu insanı turizmden büyük bir gelir elde edebilir. Büyük bir istihdam kapısı çünkü turizm” diye konuştu.
Sadece Nemrut’un bölgeye milyonlarca insanın gelmesini sağlayabileceğine dikkati çeken Bakan Günay, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Sadece Mardin, Gaziantep, Urfa, Hatay Müzesi tüm bunlar dünya çapında çok önemli destinasyonlar haline gelebilir. Biraz terör bölgenin yakasını bıraksa. O bölgede herhangi bir yörede mayın, bomba patladığı zaman bir ölümlü olay ortaya geldiği zaman, sanıyorum ki bu bölgeye olan ilgi ne yazık ki azalıyor. Bu bölgedeki potansiyelin gecikmesine, kendisini devreye sokmasına engellenmesine yol açıyor. Van bizim özellikle üzerinde durduğumuz bir yöre. Van eksenli bir turizm gelişmesi planlamaya çalışıyoruz. Şu anda iki yöreye özel biçimde önem veriyorum, doğuda Van, iç doğuda Erzurum olmak üzere Doğu Anadolu turizmini ayacağa kaldırmaya çalışıyoruz. Mesela Diyarbakır İçkale’yi yeni bir müze alanı haline getiriyoruz.
Mardin bir anlamda yenileniyor. Mardin ve Midyat’ta çeşitli kamu kurumlarıyla işbirliği içinde tarihi kent dokusunu ortaya çıkarma konusunda yoğun bir çabamız var. Urfa’da mozaik çalışması, bir kaç yıldan bu yana yapılıyor, yeni bir müze girişimimiz, sokak sağlıklaştırması, tarihi mekan düzenlemeleri var. Aynı şekilde Gaziantep hızla ayağa kalkmış durumda. Bölgenin tek ve en büyük mozaik müzesini yapıyoruz. Bu yılın sonunda açılışını gerçekleştirmeye, mevcut müzeyi iyileştirmeye çalışıyoruz.”

Bakan Günay, Doğu Karadeniz bölgesinde de turizm odaklı bir kalkınma planı hazırladıklarını anımsatarak, ”Karadeniz ve Doğu Anadolu’da turizm odaklı kalkınma potansiyelini ayağa kaldırma konusunda yoğun bir çalışma sergiliyoruz. Terör ne yazık ki bu bölgelerde, iç Karadeniz’de, Doğu Anadolu’da bir bomba patladığı zaman, potansiyelin gecikmesine, kendisini devreye sokmasının engellenmesine yol açıyor” dedi.

”Çarpık kentleşme büyük sorun”

”Türkiye’nin kültür ve turizmdeki en büyük sorunu sizce nedir?” sorusuna, ”Israrla her yerde söylüyorum. Türkiye’nin kültür yapısını da her yerde tahrip eden, turizm potansiyelini de önemli ölçüde etkileyen çarpık kentleşme” yanıtını veren Bakan Günay, Türkiye’nin çarpık kentleşmeyle baş etmeye çalıştığını vurguladı.
Günay, şöyle konuştu: ”Biz yaylalarımızı da çok katlı ve estetiği olmayan yapılarımızla, deniz kenarında da aynı şekilde çok katlı ve estetik duygusundan yoksun yapılarla doldurmuşuz. Caddemiz, sokağımız, meydanımız yok. Günlük yaşamımız ne yazık ki estetikten yoksun apartmanlarla kuşatılmış ve kıstırılmış vaziyette. Yaşam tarzımızın o eski zarafetini, özgünlüğünü, nezaketini ortaya koyacak fiziksel mekanlardan koparılmışız. Eğer bu son 50 yıl içinde, bu çarpık kentleşme yaşanmamış, şehirlerimiz daha estetik kaygısı ve gelecek duygusuyla kurulmuş olsa şu an Türkiye olduğundan çok daha çekici bir ülke haline gelebilirdi. Ne yazık ki dünyanın başka ülkelerini görünce insan içinde çok derin bir acı hissediyor. Çarpık kentleşmenin bundan sonra kesin olarak durması, var olanlarla elden geldiğince mücadele edilmesi ve ancak Türkiye’nin önünün açılabileceği konusundaki düşüncelerimi yüksek sesle gittiğim kasaba festivallerinde bile ifade ediyorum.”

Turizmi çeşitlendirme çalışmaları

Bakan Günay, ”erken rezervasyon rakamlarıyla” ilgili soru üzerine, Türkiye’nin turizmde geçen yılı artıyla kapatan tek ülke olduğunu hatırlattı. Erken rezervasyon kampanyasının iki yıldan bu yana iç turizme yönelik yapıldığını kaydeden

Bakan Günay, ‘‘Yoğun bir yakınma oluyordu önceki yıllarda bizim yurttaşlarımız yabancılardan daha pahalı hizmet alıyorlar diye. Bizde erken rezervasyon kampanyası başlatarak aynı indirimlerden kendi yurttaşlarımızın da yararlanmasını sağlamaya çalıştık. Geçen yıl yüzde 40’lar civarındaydı sanıyorum bu yıl yüzde 60’lar civarında bir artış sağlandı. Erken rezervasyon sayesinde iç turizmde büyük bir hareketlilik sağlandı. Böyle devam edecek gibi görünüyor” diye konuştu.

Türkiye’de mevsimi genişletmek ve turistlerin ilgi alanını büyütmek konusunda çok büyük ve somut çalışmaları bulunduğunu vurgulayan Bakan Günay, termal turizmin de bunlardan biri olduğunu dile getirdi.

Türkiye’nin termal alanda büyük bir potansiyeli bulunduğunu anlatan Günay, ”Termal Master Planı’nı bitirdik. Türkiye’de şu anda çok sayıda Erzurum’dan İzmir’e kadar çeşitli alanlarda termal alanı tahsis edebileceğimiz elimizde hazırlığımız var. Bu konuda yatırımcılara her türlü kolaylığı göstermeye hazırız” diye konuştu.

Kongre turizminin de çok önemli olduğunu belirten Günay, şunları söyledi: ”Kongre turizmi müşterisi aynı zamanda kanaat önderi. Kendi mesleğinin, toplumunun önde geleni olduğu için. Onlar hem yüksek harcama yapıyorlar hem de anlatım etkileme güçleri son derece yüksek. Kongre turizmi konusunda İstanbul’da Kongre Vadisi bitti çok önemli bir alan kazandık. Haliç’te eski Sütlüce mezbahası denilen yerde şu anda Haliç Kongre Merkezimiz oluştu, hem kültür hem de kongre etkinliklerinde kullanıyoruz. Ayazağa ile ilgili kongre ve kültür, konser salonu çalışmalarımız var. Ege Bölgesi’nde, İzmir’de çok önemli bir yatırım var TÜRSAB ile birlikte gerçekleştirmeye çalıştığımız. KOMER kongre merkezi, Doğu Akdeniz’in en büyük kongre merkezi olacak ve Kuşadası, İzmir, Ege turizmine çok büyük katkı sağlayacak.

Bunun yanı sıra Ankara’da, Konya’da, Antalya’da Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kongre turizmi konusunda yeni yatırımlar var. Oteller salonlarını imkanlarını büyütmeye çalışıyorlar. Kış turizmi, Türkiye’nin yine küresel ısınma çağında önemli çekim alanlarından birisi. UNIVERSIAD 2011 Erzurum’da yapılacak, çok ciddi bir alt yapı yatırımı var. Ayrıca Sarıkamış’ı bu destinasyona katmak, Ilgaz’da, Davraz’da başka alanlarda, Uludağ’da yeni düzenlemeler yapmak ve kış turizmi potansiyelini geliştirmek konusunda gayretlerimiz var.”

Güney Afrika’da düzenlenen, İspanya’nın şampiyon olduğu 2010 Dünya Kupası’nın “unutulmaz kelimesi” “Vuvuzela” oldu.

Merkezi Londra’da bulunan “Today Translations” şirketinin yaptığı ankette 60 ülkeden 320’den fazla dil uzmanı görüş bildirdi.

“Dünya Kupası’nda hafızadan silinmeyecek kelime nedir?” sorusuna uzmanların yüzde 75’i “Vuvuzela” yanıtını verdi.

“Today Translations” şirketinin müdürü Jurga Zilinskiene, maçlar ve goller unutulsa da “Vuvuzela Dünya Kupasının” hatırlanacağını belirterek, Dünya Kupası sayesinde Vuvuzela’nın “evrenselleştiğini” ve çeviri gerektirmeyen kelimeler arasına girdiğini söyledi.

Ankette akıllarda kalacak kelimeler için uzmanlardan yüzde 12’si Kolombiyalı pop şarkıcısı Shakira’nın seslendirdiği, Dünya Kupası marşı “Waka Waka” derken, kupada kullanılan Adidas’ın ürettiği top “Jabulani”, Dünya Kupası’nın resmi maskotu maceraperest Afrika leoparı ”Zakumi’ ve Güney Afrika Milli Futbol Takımı’nın lakabı ”Bafana Bafana” yüzde 4’te kaldı.

Güney Afrika kültürünün parçası olan borazana benzeyen “Vuvuzela”, çıkardığı ses ve tribünlerde aralıksız çalınmaları nedeniyle birçok futbolseverin kabusu olmuştu.