Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Unut gitsin ey halkım…

22 Temmuz 2010 Perşembe

 

NE çok yürekli insanlar, ne çok adam gibi adamlar, ne çok yiğitler yok oldu senin için…
Sağdan ya da soldan, o yandan ya da bu yandan, hiç fark etmez…
Ne çoğunu kovaladılar…
Ne çoğunu çürüttüler hapishanelerde…
Ne çoğunu vurdular…
Ne çoğunu astılar…

Tümü senin uğruna…
Senin için…
Senin yüzünden ey halkım…
Peşine takılıp gittiğin basiretsizlikler, gafletler, ihanetler senin oyların ile her iktidar olduklarında ve sonuçta senin canın yandığında…
Yürekli insanlar yollara düştüler…
Seslerini yükselttiler…
Didindiler…
Direndiler…
Savaştılar…

Ve sen yıkımlara oy verip de dertler açarken Türkiye’nin başına… Onlar senin adına, senin için koşuştular.
Dillerinden sen düşmedin…
Yüreklerinde senin sevgin vardı…
Senin geleceğini dert edinmiş, senin yoksulluğunu yoksullukları, acılarını acıları saymışlardı…
Ve senin uğruna yok oldular…
Gençler bir şafak vakti “özgürlük” diye son kez bağırıp asıldılar… Yazarlar “Unutma bizi ey halkım” notu düşüp de tarihe, vuruldular…
Hep böyle oldu, düşünüyorum da…
İşte bak; profesörler kendilerini asıyorlar ranza demirlerine…
Yiğitler şakaklarına birer kurşun sıkıyorlar…
Yaşamları hapishanelerde çürüyor senin için sesini yükseltenlerin…
Bak yine; bir yok ediş sürüp gidiyor, bir infaz, bir kıyım…
Senin için…
Sen ise…
Unut gitsin ey halkım…

‘Anayasa referandumu kadar önemli’

“Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum” diyen Fazıl Say “Belki biraz sert söyledim ama bunu tüm Türkiye damardan tartışmalıydı. Bu Anayasa referandumu gibi bir şey bence” dedi.

Fazıl Say, arabesk polemiği hakkında ilk kez NTV’ye konuştu. Say, aldığı büyük tepkiye karşın sözlerinin arkasında.

NTV’ye konuşan Say, “Evet sert ve küfürlü bir başlangıç yaptım ama bunu bilinçli yaptım. Çünkü bu tartışma hep vardı ama hep yüzeysel olarak kaldı. Bu benimle 3-5 elitistin tartışıp hiçbir yere varamadığı bir şey olmamalıydı. Bunu 70 milyon kişi damardan tartışmalıdır. Türkiye kültür olarak yozlaşmayı kabul ediyor mu etmiyor mu? Bu Anayasa refrandumu gibi bir şey bence” ifadelerini kullandı.
         

Çıkışın nedeni


“Bu ülkede, gelişmenin önünde engeller, kötü eğitim sistemi, terör, ötekileştirme nedeniyle herkes bunalmış durumda”
diyen Say, “Bu durum insanların ruh haline de yansıyor. Bu nedenle benimki gibi sinirli çıkışlar oluyor. Belki 20 yıl sonra ‘keşke sinirli bir şey yapmasaydım’ diyeceğim. ‘Benimki de bir başkaldırıydı’ diyeceğim. Belki de 20 yıl sonra her şeyi zaten kaybetmiş oacağız; belki de tersi” şeklinde konuştu.


“Önemsiz bir tartışma değil”

“Sonucunu bilmediğim bir konudur, önemsiz bir tartışma değildir” ifadesini kullanan Say, “Dinlediğimiz müzik, yarattığımız sanat, sanatla, kültürle olan alışverişimiz ve bunun yaşam tarzına yansıması Türkiye’de benim istediğim düzeyde değil. Belki benim istediğim, biraz fazla yukarıda; eğitimimden dolayı. Ama fark etmez, herkes için böyle olmasını arzu ederdim” diye konuştu.

Küçük Hindistan: Hakkari

Hakkari, cadde ve sokaklara başıboş bırakılan inekler yüzünden ‘küçük Hindistan’a dönüştü…

 Çöplüklerden beslenen, cadde ve sokakları pisleyen, başıboş dolaşarak hem yayalar, hem de sürücüler için sıkıntı oluşturan inekler, belediyenin aldığı karar doğrultusunda toplanmaya başlandı.

10 kişilik zabıta ekibi, cadde ve sokakları adeta mesken tutan başıboş inekleri yakalayarak, araçlarla kent merkezinden 5 kilometre uzaklıktaki Gopsi mevkisinde oluşturulan barınağa götürdü.

İneklerinin zabıta ekiplerince toplandığını öğrenen vatandaşlar ise geri almak için barınağa akın etti. Zabıta ekipleri ile vatandaşlar arasında tartışma yaşanması üzerine barınağa gelen Belediye Başkan Yardımcısı Hatice Demir ve Zabıta Amiri Fahri Berkaya, vatandaşları son kez uyardı.

Sorumsuzca davranışlar nedeniyle cadde ve sokaklarda beslenen ineklerin, kenti adeta köy görünümüne dönüştürdüğünü vurgulayan Demir, bugüne kadar inek sahiplerinin konuya duyarsız kaldığını ifade etti.

Barınağa bırakılan ineklerin, para cezası kesilerek, tutanak karşılığı sahiplerine son kez teslim edileceğini bildiren Demir, şunları söyledi:
”Zabıta ekiplerimiz çarşıda gıda, sağlık ve benzeri konuları takip etmek yerine sürekli ineklerin peşinde koşuyor. Yaptığımız toplantıda bu ineklerin toplatılmasına karar verdik. İnek sahiplerine sürekli uyarıda bulunduk. Ancak, bu uyarılarımız bugüne kadar dikkate alınmadı. Bizim amacımız özellikle yaz aylarında cadde ve sokaklarda başıboş dolaşan, yaşamı olumsuz etkileyen, kentte kötü görüntü oluşturan bu sorunu gidermek. İl Müftülüğü ve muhtarlar aracılığıyla inek sahiplerini bir kez daha uyaracağız. Bundan sonra başıboş inekleri keserek, etini dar gelirli ailelere dağıtacağız.”

Öte yandan; Hindistan’da, Hindu geleneğinden dolayı inek en kutsal hayvan olarak görülür. İstemeyerek de olsa ineğin öldürülmesi büyük bir günah sayılır.

Hindistan’da sokaklarda sıcaktan bunalmış, iyice hantallaşmış, bir deri bir kemik kalmış ineklere rastlanılması doğaldır. İnekler cadde ve sokaklarda diledikleri gibi dolaşır, yaya kaldırımları üzerinde güneşlenir, tapınaklara girer, pazar yerlerine pislerler, kimse onlara ilişmez hatta saygıyla selamlarlar.

“Arabesk yavşaklığından utanıyorum”

Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say Facebook sayfasında “Arabesk yavşaklığından utanıyorum” demesi üzerine sanat dünyasının tepkisini çekti.

Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say Facebook sayfasında arabesk müzik hakkında sert sözler söyledi.

Say’ın, “Arabesk yavşaklığından utanıyorum” dediği not, sanat dünyasından isimlerin tepkisini çekerken, sosyal paylaşım sitesi Twitter’da da köşe yazarı Ahmet Hakan ile atışmasına neden oldu.

Say Facebook’daki notunda şu ifadeleri kullandı:

“Arabesk müzik, arabesk yaşam tarzının betimlemesidir. Aydınlığın, çağdaşlığın ve öncülüğün, sanatçılığın sırtına külfettir. Emek karşıtıdır, duyarsızlıktır ve yaratamamaktır! Etik dışı “yalan dolanla” doludur. Ortadoğu işi, 3. sınıf, acındırmaca, tembellik, yeteneksizlik, rant, çamur, muallaklıklar üzerinden yaşar. Arabesk müziği yapan yapsın! Bu sayfaya tek gık diyeni yukarıdaki sebeplerden hemen atacağım! Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum, utanıyorum, utanıyorum!”
 

Işın Karaca: Sizi müzisyen sanmıştık

Say’a ilk tepki “Arabesque 2010” isimli bir albüm çıkaran Işın Karaca’dan geldi. Karaca, Say’a “Türkiye’de yaşadığınızı hatırlatırım! T.C.’de azınlığın dinlediği bir müzik icra etmeye çalıştığın ise cabası! Yazık, sizi müzisyen sanmıştık! Kendi oğlum “klasik müzik” eğitimi alırken, onun beğendiği bir müzisyenin böyle laflar sarf etmesi ne acı” şeklinde tepki gösterdi.

Ahmet Hakan’a: Kendini ifade edemiyorsun

Fazıl Say bu tepkilerin ardından Twitter sayfasında, “Kendi memleketimde sevilmemek anlaşılmamak her şey bitti demek değil. Daha iyi olma, ruh ile üretme, kendin olma arzusu biterse dertlenirim…” açıklamasını yaptı.

Köşe yazarı Ahmet Hakan ise bu açıklamaya, “Şu sıcakta bir de Fazıl Say’ın kafa ütülemesine maruz kalmak” diye cevap verince, ikili arasında gergin bir mesaj trafiği başladı:

Fazıl Say: Bir elinde kuran bir elinde konyak yeterince sıcak sana zaten. Çok değerli kafanın ütülenmemesi için takipçim olmayacaksın, değil mi?

Ahmet Hakan: Eğer tartışma kapasiten buysa, senin hakkından ancak Hakkı Bulut gelir.

Fazıl Say: Kıskandığın şey ne biliyor musun? Söyleyeyim. Sen bugün varsın. Ben yarın da varım… Twitter takipçim de olmayıver. Az kullanırım.

Ahmet Hakan: Ben bugün de yokum, yarın da olmayacağım. Sen bugün de, yarın da olacaksın. Ama ben senin gibi olmaktansa, olmamayı tercih ederim.

Fazıl Say: Ah ah, benim gibi olmakta ne var? Kendimi ifade ediyorum müzikle. Tüm gezegen anlıyor. Sen ifade edemiyorsun. Türkiye anlıyor.

Kültür Başkenti etkinlikleri devam ediyor

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın kültür-sanat, kültürel miras, kentsel uygulamalar ve kent kültürü alanlarında gerçekleştirdiği etkinlikler, İstanbullular’la buluşmaya devam ediyor.

Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği, Ruhr 2010-Stiftung Zollverein ve Yunanistan-Atina Festival ile ortak geliştirilen uluslararası performans projesi ”Promethiade”, dünyaca ünlü üç topluluğun, ateşi kullanarak insanlığa medeniyeti ve bilgiyi armağan eden Prometheus efsanesinden yola çıkarak üç ayrı eser üretmesini kapsıyor.

Yönetmenliğini dünyaca ünlü yönetmen Theodoros Terzopoulos’un yaptığı gösteri, günümüz dünyasının ahlaki değerlerine eleştirel bir bakış açısı getiriyor.

”Prometheus” rolünü Yetkin Dikinciler’in oynadığı performansın kadrosunda Devrim Nas ve Kerem Karaboğa gibi deneyimli oyuncuların yanı sıra Alman ve Yunan oyuncular da yer alıyor.
Gösteri 26, 27 ve 28 Temmuz’da Rumeli Hisarı’nda izlenebilecek.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı desteğiyle, Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü tarafından DenizBank’ın katkılarıyla hayata geçirilen 1. İstanbul Opera Festivali, Haliç Kongre Merkezinde 23 Temmuz’da Doğunun ve Türk-İslam sanat dünyasının ilk opera eserlerinden biri kabul edilen ve TÜRKSOY tarafından hazırlanan ”Köroğlu Operası”nın sahnelenmesiyle sona erecek.

Azerbaycan, Güney Kafkasya, Orta Asya, İran ve Türkiye’de yüzlerce yıldır dilden dile dolaşan ”Köroğlu” destanı sahnede, Azeri şef Prof. Rauf Abdullayev yönetecek. Rejisi Prof. Dr. Eflatun Neimetzade’ye ait olan eserde, Azeri, Türk, Kazak, Rus ve Kırgız solist sanatçılara Azerbaycan Devlet Opera ve Balesi Orkestra sanatçıları eşlik edecek.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı etkinlikleri kapsamında yer alan ”Su Üstünde Avrupa”, İstanbul’un önemli meydanlarında kurulacak iki büyük sahnede birçok ülkeden gelecek pop müzikten caza, tiyatrodan modern ve folk dansa uzanan yelpazede yer alan sanat gruplarıyla Avrupa’nın zengin kültürünü İstanbul ile buluşturuyor.

Çağdaş sanatın ve modanın önemli temsilcilerinden Hüseyin Çağlayan’ın 1994-2010 yılları arasında ürettiği moda koleksiyonlarını, sanat ve film projelerini bir araya getiren ”Hüseyin Çağlayan: 1994-2010” başlıklı sergi, İstanbul Modern’de hafta boyunca görülebilecek.
İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliğinin (İHKİB) organizasyonu ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının katkılarıyla İstanbul Moda Haftası 2010, İstanbul Moda Akademisi (IMA) ve Design Museum iş birliğiyle gerçekleşen serginin küratörlüğünü Donna Loveday üstlendi.

Çağlayan’ın 1994 ile 2010 yılları arasında ürettiği moda koleksiyonları, enstalasyonları ve filmleri bir araya getiren sergi, mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji, biyoloji ve teknolojiden esinlenen sanatçının genetik, teknolojik ilerleme, yer değiştirme, göçmenlik ve kültürel kimlik gibi çeşitli alanlardaki düşüncelerini yansıtıyor.

Sakıp Sabancı Müzesinde, 4 Eylül’e kadar ”Efsane İstanbul: Bizans’tan İstanbul’a’‘ başlıklı sergi görülebilecek.

Sanat Uzun Hayat Kısa
Yazar(lar) : Zülfü Livaneli

Sayfa Sayısı : 400
ISBN : 978-975-14-1398-7
Çevirmen :
Özelliği : 134x198mm, 2.Hamur
Fiyatı : 20,00 TL

Hayata ve İnsana Dair Denemeler…

Bu kitap, çok boyutlu bir sanatçının okuyarak, besteler yaparak, filmler çekerek, romanlar yazarak ve hepsini halkla iletişim halinde üreterek yaşarken birikmiş sözlerinin süzülmesinden oluşuyor. Ayrıca, bu ülkede yaşamanın; bu yollarda seyahat etmenin, bu televizyonları izlemenin, bu sokaklarda yürümenin izlerini taşıyor. Livaneli bu kez, yıllar boyunca biriktirdiği bilgiler, karşılaştığı gerçeklikler, tanık olduğu durumlar arasında ilgiler kurarak, kimi sorunlar üstünde düşünüyor. Her insanda olduğu gibi onda da dış dünya bu şekilde zihnine yansıyor.

Zülfü LivaneliKültür ve sanat çabalarıyla dünya barışına yaptığı katkılardan dolayı UNESCO-Paris tarafından büyükelçilikle onurlandırılan Ömer Zülfü Livaneli, otuzdan fazla ulusal ve uluslararası ödülün sahibidir. Bunlar arasında Barnes & Noble ‘Büyük Yazar’, San Remo ‘Yılın Bestecisi’, Alman ‘Plak Eleştirmenleri Birliği’, Hollanda ‘Edison’, İtalya ‘Son 50 Yılın En İyi 2. Şarkısı’, ‘İtalya’nın En Beğendiği Yabancı Şarkı’; Valencia ve Montpellier film festivallerindeki ‘En İyi Film’ ödülleri, Antalya Film Festivali’ndeki üç ‘Altın Portakal’ ödülü sayılabilir. Kitapları 22 dile çevrilen Livaneli, ilk hikâye kitabını 1978’de yayınladı. Arafatta Bir Çocuk adını taşıyan kitap, İsveç ve Alman televizyonları tarafından film yapıldı.

Balkan Edebiyat Ödülü’nü kazanan Engereğin Gözündeki Kamaşma birçok dile çevrildi; İspanya, Yunanistan, Güney Kore gibi ülkelerde en çok satanlar listesine girdi ve dünya basınında övgülerle karşılandı. Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm, 2001 yılı Yunus Nadi Roman Ödü­lü’nü kazandı. Kitabın yayın hakları birçok ülkenin yanı sıra, Fransa’daki Édition Gallimard tarafından satın alındı.
Yazarın dördüncü edebiyat yapıtı olan Mutluluk, Türkiye’de büyük kitlelere ulaşıp bir “kült roman” özelliği kazanmasının yanı sıra Fransa’da Gallimard Yayınevi tarafından yayınlandı ve Nisan 2006’da Fransa’daki 2000 kütüphanece “Ayın Kitabı” seçildi; Amerika’nın büyük yayınevlerinden St. Martin’s Press tarafından yayınlandıktan sonra, Şubat 2007’de Barnes & Noble’ın verdiği Büyük Yazar Ödü­lü’nü kazandı. 100 bini aşan baskı sayısıyla Mutluluk, Abdullah Oğuz tarafından filme çekildi ve çeşitli dallarda ödül kazandı.
Zülfü Livaneli, yankılar uyandıran romanı Leyla’nın Evi’nin ardından, anılarını Sevdalım Hayat’ta topladı.

Neden, bipolar bozukluk-diğer adı ile iki uçlu duygudurum bozukluğu veya manik depresif hastalık-bir hastalık olarak tanımlanır?

Günlük yaşamda herkesin duygusal dünyasında inişiler-çıkışlar olur. Duygularımız öfke, sevinç, üzüntü, coşku, keder, huzursuzluk ve endişe arasında gidip gelir. Ancak bipolar bozuklukta yaşamsal olaylarla kısmen veya tamamen ilişkisiz olarak süren ve yoğun duygudurum değişimleri olur. Bu değişimler düşünceleri, duyguları, fiziksel sağlığı, davranışları ve kişinin işlevlerini, yaşamını etkiler.

BİPOLAR BOZUKLUK NE KİŞİNİN HATASIDIR,

NE DE KİŞİNİN GÜÇSÜZLÜĞÜDÜR.

TEDAVİ EDİLEBİLİR

TIBBİ BİR BOZUKLUKTUR.

 

 

 

Bipolar bozukluk ne zaman başlar?

Genelde ergenlik dönemi ve erken erişkinlikte ortaya çıkar. Ancak ilk hastalık belirtilerinin her yaşta başlayabildiği gösterilmiştir.

Bipolar bozukluğun erken tanı ve tedavisinin olabildiğince erken başlatılmasının önemi nedir?

Bipolar bozukluk sıklıkla depresyon dönemi ile başlamakta, manik dönemler sonraki yıllarda ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden, hastalar doğru tanı ve doğru tedavi ile karşılaşana kadar yıllar geçebilir.

Erken tanı ve uygun tedaviyle aşağıdakiler önlenebilir:

–         Okul, evlilik ve iş sorunları

–         Alkol / madde kullanımı

–         İntihar girişimleri

–         Tedavi öncesi karşılaşılabilecek sorunlar:

Kişi tedavi öncesi ne kadar çok hastalık dönemi yaşadıysa, sonraki atakların tedavisi de o kadar güç olur.

– Yanlış, uygunsuz tedavi:

Kişi bipolar bozukluk yerine örneğin sadece depresyon tedavisi görürse, sonuçta manik atak gelişimine neden olunabilir. Depresyon yani çökkünlük tedavisi için kullanılan antidepresif ilaçlar tek başına kullanıldıklarında maniye yol açabilir.

Bipolar bozuklukta genetik geçiş var mı?

Evet, hastalığın genetik geçişi gösterilmiştir. Araştırmacılar, bipolar bozukluğu olanlarda bazı biyokimyasal sorunların geliştiğini ve bunun genler aracılığıyla taşındığını göstermişlerdir.

Evli çiftlerden birinde bipolar bozukluk var, diğerinde yoksa, çocuklarında bu hastalığın görülme oranı 1/7 olarak kabul edilmektedir.

Bipolar bozukluğun nedenleri nedir?

Kanıtlanabilen bir neden yoktur, ancak genetik geçiş olabileceği gösterilmiştir. Beyindeki biyokimyasal problemler bu kişileri duygusal ve fiziksel strese daha duyarlı hale getirir.

Bipolar bozukluk her yaşta ve her cinsiyette ortaya çıkabilir, kişilerin psikolojik yapıları, sosyal durumları ile ilişkili değildir.

 

BİPOLAR BOZUKLUKTA

TEDAVİNİN ASIL AMACI

UYGUN İLAÇ KULLANIMININ SAĞLANMASI

VE YAŞAM ŞARTLARININ ATAKLARI

AZALTACAK ŞEKİLDE DÜZENLENMESİDİR.

Bipolar bozukluğun bulguları nelerdir?

4 farklı duygudurum süreci olabilir:

1) MANİ

Genelde aşırı keyifli olma, enerji artışı, yaratıcılık, uykuya gereksinim duymama, yorgunluk hissetmeme gibi kişiye hoş gelen duygularla başlar. Bazen hastalandığını o sırada kabul etmeme ve çabuk sinirlenme, aşırı tepki gösterme gibi belirtiler de eşlik edebilir.

Manik dönemde aşağıdaki bulgular günler boyunca devam eder:

  • Kendinin aşırı mutlu ve taşkın, enerjisini artmış hisseder, bazen de aşırı öfkeli olabilir.
  • Çok az uykuya rağmen çok fazla enerjiktir.
  • Diğerlerinin yetişemeyeceği kadar hızlı konuşur.
  • Düşüncede hızlanma olur, zihninde düşünceleri hızla akmaya başlar.
  • Konsantrasyon kaybı vardır, dikkati çabuk dağılır.
  • Kendini güçlü, önemli, diğerlerinden üstün görür.
  • Fazla para harcama, cinsel aktivitede artma, hızlı araba kullanma, aşırı miktarlarda iş yapma gibi davranış değişiklikleri görülebilir.

 

Daha ciddi olgularda gerçekte olmayan sesler duymak, nesneler görmek gibi halüsinasyonlar ve dış gerçeklikle ilişkisiz hatalı inanışlar yani hezeyanlar (şüphecilik, takip edildiğini düşünmek, kendini önemli ve üstün özellikleri olan biri zannetmek vb.) görülür.

2) HİPOMANİ

Maninin daha hafif formudur. Hipomanik dönemde hastanın duygudurumu yükselmiştir, normalden daha iyi hisseder, bu dönemde daha üretkendir. Belirtiler hasta ve yakınları tarafından fark edilebilir ancak manide olduğu kadar hayatı güçleştirmez. Kişi genelde bu duygudurumdan hoşnuttur ve ilaçlarını bile kesebilir. Bu dönemden sonra birden mani veya depresyon gelişebilir.

3) DEPRESYON

Haftalar boyunca hemen her gün ve bütün gün boyu devam eden belirtiler bulunur:

  • Üzgün, kederli hisseder veya normalde zevk aldığı şeylere karşı ilgisini kaybeder.
  • Kendine bakımı azalır.
  • Çok uyumaktan veya hiç uyuyamamaktan, sabah çok erken uyanmaktan yakınır.
  • İştah kaybı veya artışı görülür.
  • Konsantrasyon problemleri veya karar vermede güçlükler yaşanır.
  • Kendini değersiz, suçlu hissedebilir.
  • Enerji kaybı vardır.
  • İntihar, ölüm düşünceleri olabilir.
  • Gündelik hayatını sürdürmekte güçlük çekebilir.

Ağır depresyonda da halüsinasyon veya hezeyan görülebilir.

4) KARMA (MİKST) DÖNEM

Gün içinde sıkça değişen mani ve depresyon belirtilerinin aynı anda yaşanmasıdır.

Bazı hastalar bu dönemlerin hepsi ile zaman zaman karşılaşırken, bazı hastalar sadece manik dönem veya depresyon ve hipomani dönemleri geçiriyor olabilir.

Bipolar Bozukluk nasıl tedavi edilebilir?

Tedavinin Basamakları

  • Akut tedavi (Hastalık belirtileri başladığı sırada)
  • Koruyucu tedavi (Yeniden hastalanmayı engelleme)

Tedavinin içeriği

  • İlaç
  • Eğitim
  • Psikoterapi

 

İlaçla tedavi

Bipolar bozukluğun belirtilerini kontrol etmekte en önemli ilaçlar duygudurum dengeleyicileridir. Ayrıca uykusuzluk, kaygı gibi belirtiler için doktorunuz ek ilaç verebilir.

Duygudurum dengeleyicileri

Hem mani, hipomani, depresyon ve karma dönemlerde, hem de uzun süreli koruyucu tedavide kullanılırlar. Günümüzde duygudurum dengeleyici olarak kabul edilen ilaçlar Lityum, Valproat, Lamotrijin ve Karmabazepindir. Doktorunuz sizin için uygun olanı seçecektir. Yan etkiler nedeniyle birinden diğerine doktor kontrolüyle geçilebilir.

Antidepresif ilaçlar

Sadece depresyon yani çökkünlük dönemi sırasında kullanılırlar. Bipolar bozuklukta antidepresanlar tek başına kullanılmaz; duygudurum düzenleyicilere ek olarak verilir.

Antipsikotikler

Özellikle maninin tedavisinde, bazen de depresyon tedavisi sırasında kullanılırlar. Daha seyrek olmakla birlikte, koruyucu tedavi olarak da uzun dönemde kullanılabilirler.

Elektrokonvülsif tedavi (EKT)

Halk arasında hakkında oldukça olumsuz düşüncelere ve yanlış inanışlar varolmasına karşın EKT özellikle şiddetli depresyonda hayat kurtarıcı, güvenilir ve etkili bir tedavidir. Özellikle önceden başarısızlıkla sonuçlanmamış antidepresif ilaç kullanımı varsa, antidepresif ilaçlarla birlikte sakıncalı olabilecek başka ilaçlar kullanılmaktaysa, ayrıca gebelerde ve yaşlılarda EKT güvenle uygulanabilir. Bazen ilaçlara yanıt alınamayan manik dönemlerde de kullanılabilir.

Psikoterapi

Psikoterapi ile birlikte manik veya depresif atakları tetikleyebilecek stres faktörlerini etkisinin azalması, stresle başa çıkma yöntemlerinin geliştirilmesi sağlanabilir.

Hastalık dönemlerinin kişinin hayat akışını olumsuz etkilemesi sonucunda ortaya çıkan dolaylı sorunların çözümünde de psikoterapiden yararlanılabilir. Ayrıca psikoterapi, yeni bir atağın gelmekte olduğunu işaret eden erken bulguları tanıma konusunda yardımcı olabilir. Psikoterapi bazen bireysel bazen de grup ya da aile terapisi şeklinde planlanabilir. Bipolar bozuklukta  özellikle bilişsel-davranışçı  ve kişilerarası terapi yöntemlerinin etkili olduğu bilinmektedir.

Hastaneye yatış

Tedavi için hastaneye yatış sıklıkla gerekir. Manik hastaların genelde içgörüsü yoktur (hasta olduklarını kabul etmezler). Eğer intihar girişimi riski varsa, hastaneye yatış gereklidir. Manik ve depresif dönemlerin erken tanı ve tedavisi, hastaneye yatış olasılığını azaltır.

Yaşam boyu önleyici tedavi

Bipolar bozukluğun tedavisinin başarıyla sürmesi için, sizin ve ailenizin hastalık ve tedavisi gibi konularda hem ilgili, hem de bilgili olması gerekir. Bazen ilaç tedavinizi kendiliğinizden kesmek isteyebilirsiniz:

1)      Kendinizi iyi hissedebilirsiniz ve artık ilaca gerek kalmadığını düşünebilirsiniz

2)      Coşkulu olan ve kendinizi çok iyi hissettiğiniz dönemlerinizi özleyebilirsiniz

3)      İlaçların yan etkilerinden rahatsız olabilirsiniz.

4)      Bu hastalığın sadece hayatınızdaki stresli olaylarla ilişkili olduğunu düşünüp, bunlardan uzak durarak veya farklı şekillerde başa çıkmaya çalışarak, hastalığı kendi başınıza önleyebileceğinizi düşünebilirsiniz.

İlaç tedavisini kestiğinizde hemen ilk günlerde hastalık belirtileri başlamayabilir ama mutlaka yineleyecektir.

TEDAVİNİZ HAYAT BOYU OLMASA DA,

ÇOK UZUN SÜRECEKTİR

Yapılan çalışmalarda düzenli olarak 5 yıl boyunca koruyucu tedavi kullanan ve bu dönemde hiç hastalanmamış kişilerin önemli bir bölümünde bile ilaç tedavisi kesildikten sonra hastalığın tekrarlamaya başladığı ortaya konmuştur.

Akut manik dönemde duygudurum dengeleyicilerinin seçimi:

Manik dönemin tedavisinde ilk seçilecek ilaçlar duygudurum dengeleyicileridir. Doktorunuz ilaçlardan hangisinin seçileceğine kara verirken daha önce bunlardan birini kullanıp kullanmadığınızı veya sizi etkileyebilecek yan etkilerin varlığını göz önünde bulundurur. İlaçların etkisi 1-2 hafta içinde ortaya çıkar.

Manik dönemde ek ilaç seçimi:

–         Kaygı bozukluğu varlığında bazı ek ilaçlar,

–         Antipsikotikler kullanılabilir.

Bu ilaçlar uykusuzluk ve psikolojik yada fiziksel huzursuzluğun (yerinde duramama, öfkeli davranışlar vb.) azaltılması için kullanılabilir.

Eğer ciddi bir manik dönemdeyseniz, hatta tedavinizi bile reddediyorsanız, ilaçların enjektabl (iğne) formları ile tedaviniz devam ettirilebilir.

Anksiyete giderici ve antipsikotik ilaçlar yan etki olarak sersemlik yapabilirler. Antipsikotik ilaçların kas gerginliği gibi yan etkileri olabilir. Eğer yan etkilerden rahatsız oluyorsanız, doktorunuza söylemelisiniz. Doktorunuz ilaç dozunuzu ayarlayacak veya başka ilaç ekleyecektir.

Antidepresif ilaç seçimi:

Duygudurum dengeleyiciler, özellikle lityum, depresyondan sizi çıkarabilse de, depresif dönem tedavisi için antidepresif ilaç kullanmak gerekebilir. Ancak antidepresif ilaçların tek başına kullanımları, bipolar bozuklukta hipomani veya mani gelişmesine neden olabilir.

Antidepresif ilaçlar etkilerini birkaç haftada gösterir, sabırlı olmak gerekir.

Etkisi görülene kadar, uykusuzluk, kaygı, huzursuzlukiçin doktorunuz yatıştırıcı ilaç ekleyebilir. Depresyondan çıktığınızda, doktorunuz ilacınızı uygun şekilde kesecektir.

Hastaların birçoğunda, hastalık dönemlerinin sayısı ve ciddiyeti yaşla birlikte azalır. Durumunuzdaki değişiklikleri doktorunuza hemen haber verin, çünkü, ilk belirtilerde ilaçlarınızda yapılacak düzenlemeyle normal duydurumuna kavuşabilirsiniz.

 

UZUN SÜRE KENDİNİZİ İYİ HİSSETSENİZ DE

İLAÇLARINIZI ÖNERİLEN ŞEKİLDE

KULLANMAYA DEVAM ETMELİSİNİZ

Bazen hastalar bir kaç yıl boyunca kendilerini iyi hissettiklerinde, bipolar bozukluğun tedavi olduğunu ve ilaca gereksinimlerinin kalmadığını düşünürler.

Ancak unutulmamalıdır ki; ilaçlar, bipolar bozukluğu “tedavi”  etmezler, belirtilerin ortaya çıkmasını engellerler (Soğuk algınlığından, diyabet veya yüksek tansiyon hastalığında kullanılan ilaçların hastalığın belirtilerine iyi gelmesi; hastalığı tümden tedavi etmemesi gibi).

İlaçların kesilmesiyle birkaç ay içinde hastalık tekrarlar.

GEBELİKTE VEYA

KULLANDIĞINIZ İLAÇLARLA

UYUMSUZ OLABİLECEK BAŞKA İLAÇLAR

KULLANMANIZ GEREKTİĞİNDE

İLAÇLARIN KESİLMESİ GEREKEBİLİR;

BUNLAR BİLE İLAÇLARIN BIRAKILMSI İÇİN

KESİN NEDENLER DEĞİLDİR.

BU TÜR DURUMLARLA KARŞILAŞTIĞINIZDA

MUTLAKA DOKTORUNUZA BAŞVURMALISINIZ.

İlaçların neden olduğu yan etkileri, doktorunuza anlatmalısınız

Bu yan etkile kişiden kişiye değişebilir veya uykuya eğilim gibi bir yan etki, uykusuzluk çeken bir hasta için iyi gelebilir.

İlaçların yol açtığı yan etkile şunlara bağlıdır:

  • Kullandığınız ilaç ve dozu
  • Vücut kimyanız
  • Yaşınız
  • Kullandığınız diğer ilaçlar
  • Diğer hastalıklarınız

Akut tedavide yükse doz ilaç kullanımı veya birkaç ilacın bir arada kullanımı yan etkileri artırabilir. Bazı hastalarda görülen ciddi yan etkiler yüzünden ilaç değişikliği yapmak gerekebilir.

Eğer yan etkiler sizin için sorun çıkarıyorsa, doktorunuz şunları önerebilir:

1- Aldığınız ilaç miktarını azaltmak

2- Başka bir ilaca geçmek

3- İlacınızı akşam almak

4- Yan etkiyi azaltacak başka bir ilaca geçmek

UNUTMAYIN:

İLAÇ DEĞİŞİMİ, KARIŞIK BİR KARARDIR,

İLACINIZI KENDİNİZİN DEĞİŞTİRMESİ

ÇOK TEHLİKELİ

SONUÇLAR DOĞURABİLİR!

Eğitim

Siz ve aileniz, bipolar bozuklukla yaşamasını öğrenmelisiniz.

Aşağıda sıkça sorulan sorular görülmektedir:

Hastalığım için kendimin yapması gereken şeyler var mı?

Kesinlikle, evet

ÖNCELİKLE HASTALIĞINIZ KONUSUNDA BİLGİ SAHİBİ OLMALISIINIZ

Bipolar bozukluk örneğin, şeker hastalığı gibi yaşam boyu süren bir hastalık olduğundan siz ve yakın çevreniz hastalık ve tedavisi konusunda bilgilenmelisiniz.

Aşağıdaki konulara dikkat ederek, ufak duygudurum değişiklerini ve stresi azaltabilirsiniz;

  • Düzenli uyku

Genelde aynı saatte uyumak ve uyanmak. Bozuk uyku düzeni vücudunuzda kimyasal değişikliklere yok açar ki bu da duygudurum bozukluklarını tetikleyebilir.

  • Düzenli aktivitenin sağlanması

Alkol veya başka bir madde kullanmayın. Bunlar beyin işleyişinde dengesizlikler yapabilir, duygudurum bozukluğuna yol açabilir, kullandığınız ilaçlarla etkileşebilir.

Özellikle kendinizi iyi hissetmek veya uyku problemi için bunları kullanabilirsiniz ancak durumunuzun daha da kötüleşmesine sebep olabilirler.

Her gün kullanılan düşük miktardaki alkol, kafein, grip/alerji/ağrı için alınan ilaçlar uykunuzu, duygudurumunuzu etkileyebilir, ilaçlarınızla etkileşebilir.

  • Aile, arkadaş desteği yardımcı olacaktır.

Bunun için doktorunuz, terapistiniz sizin ve ailenizin eğitiminde yardımcı olacaktır.

  • İşinizdeki stresi azaltmak

Mutlaka işinizde en iyisini yapmak isteyeceksinizdir, ancak hastalıktan korunmanın da sizin için çok önemli olduğunu unutmayın. İşe gidemeyeceğinizi hissettiğinizde, patronunuza bunu söylemelisiniz.

Duygudurum değişikliğinin erken bulguları nelerdir?

Bu kişiden kişiye değişir; mani ve depresyon için de farklıdır. Ancak bu belirtileri ne kadar erken fark ederseniz, atağın şiddetini de o kadar hafifletmek mümkün olur.

Uzun süreli duygusal iniş-çıkışlar, uyku-enerji-cinsel istek-konsantrasyon  değişikleri, yeni konulara girişkenlik, ölüm düşünceleri, giyim kuşama aşırı önem verme veya hiç önemsememeye başlama gibi değişiklikler mani veya depresyonun bulguları olabilir. Uyku düzeninizdeki belirgin değişiklik birçok hastada ortak olan erken bulgudur. Ayrıca içgörü kaybı da erken bulgu olabilir.

Tüm bu bulgular konusunda yakın çevrenizin de uyanık olmasını sağlamalısınız.

Tedavinizi bırakma hissi doğduğunda ne yapmalısınız?

Tedaviniz konusunda bazen endişelenmeniz doğaldır. Ancak tedaviyle ilgili herşeyi, rahatsızlıklarını doktorunuz, terapistinizle, ailenizel konuşmalısınız. Eğer tedaviyle başarı sağlanamıyor diye düşünüyorsanız veya yan etkilerden şikayetçiyseniz doktorunuza başvurmalısınız, asla ilaçlarınızı kendiniz kesmemelisiniz. Doktorunuz ve siz, size en iyi gelecek ilacı birlikte bulmaya çalışmalısınız.

Hangi sıklıkla doktorumlar görüşmeliyim?

Hastaneye yatmadan, ayakta geçirilen mani veya depresyon ataklarında belirtileri gözden geçirmek, ilaç dozunu kontrol etmek, yan etkileri konuşmak için haftada en az 1 kez, gerektiğinde hergün doktorunuzla görüşmelisiniz. Düzelme sağlandığında birkaç ayda bir görüşebilirsiniz.

Eğer aşağıdakiler varsa, randevunuzu olmasa da doktorunuzu aramalısınız:

  • İntihar düşüncesi veya şiddet hissi olduğunda
  • Duygurumunuzda, uykuda, enerjide değişiklik olduğunda
  • İlaç yan etkilerinde değişiklik varsa
  • Başka ilaçlar kullanmanız gerektiğinde
  • Ani cerrahi müdahale kararında, dişle ilgili cerrahi girişim öncesinde

 

Tedavi seyrini nasıl kaydedebilirim?

Gerektiğinde duygularınızı, aktivitelerinizi, uyku düzeninizi, ilaçlarınızı ve yan etkilerinizi, sizin için önemli olayları kaydedin. Böylece mani veya depresyonun erken bulgularını keşfedebilirsiniz. Ayrıca aylar, hatta yıllar içinde hangi ilaçlardan fayda gördüğünüz de bu arada ortaya çıkar.

YAKINLARINIZ İÇİN

Aile bireyleri, hastanın arkadaşları hastalık konusunda bilgilendirilmelidir. Hastanın doktoruyla görüşebilirler. Manik veya depresif atak öncesinde hastaya “nasıl davranılabilir?” öğrenebilirler.

Hastayı tedavi konusunda teşvik etmelisiniz; alkol ve ilaç kullanımını önlemelisiniz. Eğer hasta uzun süredir tedavi görüyor ve az bir gelişme varsa veya yan etkilerden yakınıyorsa, hastanın tekrar doktorunu görmesini sağlayabilirsiniz.

Hasta, atak sırasında sizi müdahaleci olmakla suçlayabilir; ama unutmayın, o sırada “hastadır”.

İntihar girişiminin erken uyarıcı bulgularını bilmelisiniz. İntihar düşüncesinin hastalıktan kaynaklandığını söylemelisiniz.

Manik döneme eğilim gördüğünüzde, hasta normal duygudurumdayken yaptığınız anlaşmadaki gibi güvenliğiyle ilgili önlemler almalısınız. Kredi kartını, banka işlemleriyle ilgili haklarını, araba anahtarlarını almalısınız.

İntihar düşüncelerinin olduğu depresyon gibi, kontrolsüz manik ataklar da tehlikeli olabilir. Bu durumlarda hastaneye yatış hayat kurtarıcıdır.

Hasta bir ataktan çıkarken, kendi ayakları üstünde durmasını sağlamalısınız. Hayattan ne daha fazla ne de daha az beklentisi olmalıdır. Duygudurumunu dengelemesini sağlamalısınız. Çok koruyucu olmamalısınız. İşleri onunla “birlikte” yapabilirsiniz, onun “yerin” değil. Böylece kendilerine güvenebilirler.

Atak sonrası onlara “normal” davranmalısınız. Erken bulgular konusunda uyanık olmalı ve doktora başvurmasını sağlamalısınız.

Siz ve hastanız “iyi bir gün ile hipomani” ve “kötü bir gün ile depresyon” arasındaki farkı bilmelisiniz. Bu farkları doktorunuzdan öğrenmelisiniz. Bipolar bozukluğu olan kişiler de sağlıklı insanlar gibi bazen iyi veya kötü günler yaşayabilir, bunlar hastalıktan ayrı tutulabilmelidir.

Çukurca'dan kara haber: 6 şehit

 
 
Terör örgütü PKK üyeleri ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada, ilk belirlemeye göre 6 asker şehit oldu.

 

 

 

Hakkari’nin Çukurca İlçesi kırsalında askeri birliğe sızmak isteyen teröristlerle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada 6 asker şehit oldu, 17 asker de yaralandı. Terör örgütü PKK üyeleri, Kayseri’den gelen birliğin bulunduğu Kavuşak köyü Hantepe mevkisinde konuşlu askeri birliğe saldırdı.

Çukurca İlçesi’ne 30 kilometre uzaklıktaki Hantepe’de konuşlu Kayseri Komando Tugay Komutanlığı’na bağlı askeri birliğe sızmaya çalışan PKK’lı teröristler, saat 01.30 sıralarında iki ayrı noktadan uzun namlulu silahlar ve roketatarlarla saldırıya geçti.

Askerlerin anında karşılık vermesi ve bölgeye sevk edilen takviye birliklerin gelmesiyle çatışma aralıklarla sabah saatlerine kadar sürdü. Teröristlerin açtığı ilk ateşle henüz kimlikleri açıklanmayan 6 asker şehit oldu, 17 asker de yaralandı. Yaralılar helikopterle Hakkari Asker Hastanesi’ne getirilerek tedaviye alındı.

Çatışmaların sabah saatlerine kadar sürdüğü belirtilirken bölgeye çok sayıda takviye birlik gönderildi.

2009’da 6 asker şehit olmuş, 8 asker de yaralanmıştı

Hantepe’de, 28 Mayıs 2009 tarihinde de operasyona giden askerlerin geciş güzergahına bırakılan mayının patlatılması sonucu yine 6 asker şehit olurken, 8 asker de yaralanmıştı.

‘Artık popun dışında bir yerdeyim’

 

'Artık popun dışında bir yerdeyim' 

Sertab Erener, yeni albümü Rengârenk’te farklı türlerde iyi bir bütün oluşturmuş. Albümü hazırlarken ‘pop müziğin ve pazarın kurallarına aldırmadığını anlatıyor ve ‘Ben artık popun biraz daha dışında bir yerlerde durduğuma inanıyorum’ diyor

 Sertab tesirindeyiz bu yaz. Şarkılarını bilmiyor olsanız bile sokakta, kafede onun sesini duyuyorsunuz. Hemen herkes ağız birliği etmiş: “Yeni albümü güzel!”. Çıkış şarkısı ‘Koparılan Çiçekler’ dilinize dolanmak için bir uzanıverdi mi pop dinlemiyor olsanız bile kendinizi nakarat seyrinde bulabiliyorsunuz.

Mustafa Ceceli, Soner Sarıkabadayı ve Sertab, kol kola şahlanmış Rengârenk’te. Güzelliğin özü, her parçanın ayrı telden çalması. Ceceli’nin yeni öğrendiğimiz hip hop merakı ‘Rengârenk’ şarkısında zirve yapmış, ‘İkimiz Bir Fidanın’ ise Fairuzvari rock altyapısıyla seslenmiş, ‘Bir Damla Gözlerimde’ klasik harmonilere bürünmüş… En ufak bir beğeniniz varsa Sertab’a, albümü dinleyin; yüzünüze renk gelsin.

Rengârenk, yeni tarzlar denediğiniz, zengin bir albüm. En ilgi çekici şarkılardan biri de ‘Ringa Ringa’ uyarlaması olan ‘Rengârenk’. Albüme neden bir cover parçanın ismini verdiniz? 

Birbirinden doğan bir süreçti bu. Buna bir pop şarkı formu olur mu dedikten iki yıl sonra albümü yaparken o şarkının gündeme gelmesi… Aa güzel oluyomuş deyip söz için Nil’e gitmem, Nil’in ringa’dan ‘renga renga’ derken ‘rengârenk’i bulup onun üzerine bir öykü kurması… Hayat da zaten akar gider ya… Prodüktör gözüyle baktığımda albümün dediğin gibi çok renkli ve farklı tarzları bir araya getirdiğini gördüm. Sonra üstüne Rengârenk gibi bir şarkı, öyle bir isimle gelince dedim ki beni buraya götürüyor; adı Rengârenk bunun.

Şu sıralar müzik piyasamızda bir ‘arabeskle yüzleşme eğilimi’ görülüyor. Arabesk açılımı bile diyebiliriz. Siz de bu akıma ‘İkimiz Bir Fidanın’ şarkısıyla göz kırpıyorsunuz. 

Denk gelmiş. Tamamen tesadüfi. “Şimdi böyle esiyor, böyle bir açılım var ben de mutlaka albüme böyle bir şey koyayım” fikri değil bu katiyen. Bazı anlarda ortak bilinç diye bir şey vardır ya… Çünkü kim ne çıkardı, hangi albüm geliyor haberlerini çok da takip eden birisi değilim.

Arabesk için nasıl hisleriniz var?

Genel arabesk ruhu sıfır, yerin altında, eksilerde dolaşan biriyim. Arabeski tanımlamak gerekirse daha kaderci, bütün sorunları dışarıda, başkalarında arayan, kendi içine dönüp bakmayan… Kurban psikolojisi yani. Hayatını, bütün yönetimin kendi elinde olduğu fikri ve felsefesi üzerinden kurgulamış insanlardan biriyim ben. O yüzden aslında tam tersiyim diyebilirim arabeskin.

Demir Demirkan’la uzun yıllardır birliktesiniz. Hep merak ederim, dengeli bir beraberlik yaşarken aşk şarkıları yazmak, örneğin ‘gözlerinde bir büyü, içim gitti adın neydi?’ gibi sözlere ilham bulmak nasıl oluyor?

Bu çok güzel bir soru… Bence iki yolu var bunun: Biri kafanda bir öykü yaratmak. İlla senin yaşaman gerekmiyor bunu. Ya da kendi yaşadıklarından, yeniden onları anımsatarak bir dünya kurup, hormonlarınla oynayıp, bir atmosfer yaratıp kendi içinde yapabilirsin. Bir kitap okursun, oradaki karakterler seni etkiler, ya da çok sevdiğin bir arkadaşının bir aşk öyküsünden, onun acısından esinlenerek yaşayabilirsin, empati geliştirebilirsin. Bir de çok canın yanar zaten ama canın yanarken yazamazsın ona mecalin yoktur. Sakinleşirsin sonra ve bunları bi yere dökmek istersin, o zaman da bir şarkı sözü olarak çıkar. 

‘Bir Damla Gözlerimde’, Tuluğ Tırpan imzalı muhteşem bir klasik piyano solosuna sahip. Pop dinleyicisi daha karmaşık aranjmanları kabul eder hale mi geliyor?

Ben artık popun biraz daha dışında bir yerlerde durduğuma inanıyorum. O anlamda pazarın ya da popun kuralları içerisinde ne yapılır denilecek şeyleri pek fazla düşünmüyorum. 

Painted On Water başarılı bir caz projesiydi, devamı gelecek mi? 

İki yıldır maddi manevi oraya yatırım yapıyoruz, o bizim çocuğumuz gibi bir şey Demir’le. Dünyaya dönük, müzik endüstrisi çok üretken bir yerden çıkmadığımız için zorluklarını da yaşıyoruz. Haliyle kimse bilmiyor seni, ama mümkün olan en güzel bileşkeyi yaratıp bunda ısrar etmek ve süreklilik başarının en önemli anahtarı. Amerika’da iyi bir performansçıysan kimse kökenini sormaz. Avrupa’da Türksen yandın. Bu yüzden Amerika’dan başladık. Japonya’da bir şeyler yapmayı çok istiyorum. Çok hoşgörüllüler. Müzik pazarı hala canlı, potansiyeli olan bir ada. 

Sıra size gelene kadar ulusça vazgeçmiştik Eurovizyon’dan…

O kadar vazgeçmiştik ki kimse benimle ilgilenmedi. Hiçbir gazeteci gelmedi, hiç kimsenin umurunda değildi, ta ki yarışmaya iki gün kalana kadar. O zaman “Bu kız favori gösteriliyor, ciddiymiş ayol” diye oraya gelmeye çalıştılar ama kimse gelemedi, uçak kalkmıyordu çünkü. Çok sevinmiştim, “Oh canıma değsin” diye… (gülüyor)

Web siteniz tam bir sosyal medya platformu, kimin fikri?…

Sosyal medyada sesler yükseliyor, neymiş diye araştırdığımız bir dönemde Özgür Alaz ‘herkesi kendi kurduğun siteye toplamaya çalışmasen büyük sitelerin içinde var ol, oradan kendini genişlet’ dedi. Bu mantık üzerine tamamen dışarıya link veren bir yapı kurmaya karar verdik. 

Twitter mesajlarındaki sizsiniz o zaman?

O benim evet, kendim yazıyorum.

‘Sezen’den kitlelerle iletişim kurmayı öğrendim’

Vokalistiniz Zeynep Doruk’u Twitter’da keşfetmişsiniz…

Bana bir tweet atılmıştı, Zeynep TV’de benim bir şarkımı söylüyordu. Çok beğendim. Öğrendim ki Yalın’a vokal yapıyormuş, Gelişim orkestrasıyla çalışmış, okulunu birincilikle bitirmiş, İtalya’ya gitmiş. Birlikte çalışabilir miyiz dedim, sözüm var şu an gelemem dedi. O tavır da çok doğru bir şey. Durumunu organize etti, bundan sonra bizimle.

Anlaşılıyor ki Sezen hanım zamanından bu yana çok şey değişti. Ama siz bu mirası sürdürüyorsunuz; Özge Fışkın da vardı.

Aslında öyle bir mirastan yola çıkmadım, kendiliğinden oluyor. Özge’ye elimden gelen her şeyi yapamadım ama o buna çok da ihtiyaç duyan biri değildi. Kendi albümünü kendi yaptı zaten. Eskiden benimle çalışan Emre Altuğ, Göksel, onlar da kendi albümlerini yaptılar…

Sezen Aksu’nunki biraz daha okul gibi miydi?

İnsanlar böyle bir isim koydular ama Sezen’de benim için en önemli olan şuydu: sahne üzerinde, performans anında sanatçının kalabalıklarla olan iletişimi. Provalardan konserin sonuna kadar grupla olan ilişkisi, şarkıların sahneye uyarlanması, sahne üzerindeki etkin, şarkıyı nasıl söyleyeceğin, ne diyeceğin… Ben Sezen’den en çok bunu öğrendim. Yoksa zaten konservatuvar mezunuydum. Öyle bir okul değil, “sahnede bir şarkıcı kitleleri nasıl etkiler” okulu o. Sezen’le özel yaşadığım bir tarafı daha var;  bir prodüktör olarak, yaratan, söz ve beste yazan birinin bunları ürettiği anlara tanık olmak da benim için çok önemliydi. Bir şarkıyı yazarken nerelerden etkilendiğini, çıkış noktasını görmek, o yolculuğunda birlikte olmak da bambaşka bir şeydi…

 

                                                      BASIN AÇIKLAMASI

SAĞLIK BAKANI DR. RECEP AKDAĞ, ANAYASA MAHKEMESİ’NİN KARARINI ISRARLA YANLIŞ YORUMLAMAKTAN VAZGEÇMELİ VE SONUCU KABULLENMELİDİR!

Anayasa Mahkemesi, “Tam Gün Yasası”yla ilgili kararını 16 Temmuz 2010 günü verdi.

Anayasa Mahkemesi;

Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık kuruluşlarında çalışan hekimler, özelde çalışan hekimler ve tıp fakültelerinde öğretim üyeleri yönünden 1219 sayılı Yasa’nın 12. Maddesi’ne konulan başka sağlık kuruluşlarında çalışma yasağını iptal etti. Kararın gerekçesi yayınlanıncaya kadar bu maddenin 30 Temmuz 2010 tarihinde yürürlüğe girmesi halinde giderilmesi güç zararlar doğuracağı için de maddenin yürürlüğünü durdurdu.

Öncelikle belirtmek isteriz ki;

Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra,

Üniversitede olsun Sağlık Bakanlığı’nda olsun kamuda çalışan hiçbir hekim muayenehanesini kapatmaya, işyeri hekimliğini bırakmaya veya ikinci görevinden ayrılmaya zorlanamaz.

Durum böyle iken “Tam Gün Yasası”yla ilgili bütün iddiaları Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla geçersiz hale gelmiş olan Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ın, Mahkeme kararını ısrarla yanlış yorumladığı ve kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği görülmektedir.

Gerek Sn. Bakan tarafından medyada, gerekse Sağlık Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’nin 16.07.2010 günlü  “Tam Gün Kanunu ile İlgili Basın Açıklaması”nda;  “Anayasa Mahkemesinin kararına ve kanuna göre öğretim üyeleri dışında kamuda çalışan tüm doktorların muayenehane açması veya özel sağlık kuruluşlarında çalışması mümkün bulunmamaktadı r. Bu uygulama 30 Temmuz 2010 tarihinden itibaren başlayacaktır” ifadesi altı çizilerek vurgulanmıştır. Hatta kısmi zamanlı çalışmaya devam eden hekimlerin memurluktan atılacağı yönünde hukuk dışı ifadelere yer verilmiştir.

Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarda belirtilen, 30 Temmuz 2010 tarihinden itibaren kamuda çalışan hekimlerin 8 saatlik mesai sonrası işyeri hekimliği yapmasını, özel bir sağlık kuruluşu veya hastanede ya da özel muayenehanesinde kısmi zamanlı çalışmasını yasaklayan düzenlemenin hangi Kanun metninde yer aldığı ise iddia sahipleri tarafından açıklan(a)mamaktadı r.

Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ın “Devlet memurlarının ikinci bir iş yapmaları yasaktır. Devlet hastanelerinde çalışan doktorların ikinci iş yapabilmelerine izin veren bir kanun vardı. Bu kanun sadece doktorlar için bir istisna getiriyordu. Biz Tam Gün Kanunu’na bir madde koyarak bu kanunu kaldırdık. Bu istisna kalkmış oldu. Anayasa Mahkemesi de bu Kanun’u kaldıran maddeyi iptal etmedi. Bu halde doktorlar hem hastanede çalışıp hem muayenehane açamazlar.” yaklaşımı gerçeklerle bağdaşmamaktadır ve hukuki olarak hiçbir geçerliliği yoktur.

Gerçekten de; Sn. Bakan’ın bahsettiği 2368 sayılı “Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun”, Tam Gün Yasası ile 30 Temmuz 2010 tarihi itibariyle yürürlükten kaldırılmaktadı r ve CHP tarafından açılan davada bu düzenlemenin iptali istenmemiş ve bu nedenle de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmemiştir.

Ancak, bu durum kamuda çalışan hekimlerin 8 saatlik mesai sonrası işyeri hekimliği yapmasının, özel bir sağlık kuruluşu ya da hastanede ya da özel muayenehanesinde kısmi zamanlı çalışmasının yasak olduğu anlamına gelmemektedir.

Şöyle ki;

2368 sayılı Yasa’nın 3. maddesinde kamuda çalışan hekimlerin genel olarak kamu dışında çalışmaları, hekimlik mesleğini icra etmeleri yasaklanmış; 4. maddesinde ise belli koşullar altında bu yasağın kaldırılacağı ve serbest çalışmaya izin verileceği düzenlenmiştir. 5947 sayılı Tam Gün Yasası’nın 19/a bendi ile 30 Temmuz 2010 tarihinden itibaren 2368 sayılı Yasa ve bu Yasa’nın 3. maddesinde yer alan kamuda çalışan hekimlerin mesai sonrası mesleklerini serbest olarak icra etmelerini yasaklayan hüküm ortadan kalkmaktadır.

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu da kamuda çalışan hekimler için benzer bir yasaklama içermemektedir.

Çünkü; 657 Sayılı Kanun’da memurların kamu görevi dışında her türlü gelir getirici faaliyeti değil, yalnızca Kanun’un 28. maddesinde belirtilen işleri yaparak gelir elde etmeleri yasaklanmıştır.  Bunlar ise tacir veya esnaf veya ticari mümessil sayılmalarını gerektiren faaliyetlerdir.

657 sayılı Yasa’nın 28. maddesine paralel olarak 1219 sayılı Yasa’nın 12. maddesinde de hekimlerin hekimlik yaparken ticaretle uğraşamayacakları, hekimliğin tacirlikle bağdaşmayacağı belirtilerek yasaklanmıştır. Altı çizilerek belirtmek gerekirse; 1965 tarihli Devlet Memurları Kanunu’ndan çok önce, 1928 yılında çıkarılan 1219 sayılı Yasa, hekimlik mesleğinin ticari bir faaliyet olmadığını açıkça tanımlamıştır.

Bu şekilde, 1980 tarihli ve 2368 sayılı Kanun’dan çok önceden itibaren, 1928 yılından bu yana, hekimler açıkça Yasa ile yasaklanan durumlar dışında kamu görevlerinin dışında mesleklerini kısmi zamanlı olarak icra ede gelmişlerdir.

1219 sayılı Yasanın 12. maddesindeki yasaklayıcı ibarenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi ile birlikte bu yöndeki özel yasak da kalkmıştır. Bu nedenle kamuda çalışan hekimler, tıpkı üniversite öğretim üyeleri gibi mesailerinin bitiminde halen yapmakta oldukları kısmi zamanlı işlerde veya muayenehanelerinde sağlık hizmeti vermeye devam etme hakkına sahiptir.

Aksi yöndeki uygulamalar, Anayasanın 153. maddesinin son fıkrasında yer alan Mahkeme Kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı kuralına aykırı olacaktır.

Öte yandan hekimlerin kısmi zamanlı olarak çalıştıkları işleri, Sağlık Bakanlığı’nın hukuka aykırı açıklamaları ve olası girişimleri sonucu bırakmak zorunda kalmaları halinde doğacak zararların da sorumluları tarafından tazmini gündeme gelecektir.

Bu nedenle, Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ, Anayasa Mahkemesi’nin kararını ısrarla yanlış yorumlamaktan vazgeçmeli ve sonucu kabullenmelidir.

Türk Tabipleri Birliği olarak, Sn. Bakan’ın kendi beklenti ve isteklerini bir kenara koyarak, Anayasa Mahkemesi’nin kararını göz ardı etmeden konuya ciddiyetle yaklaşmasını bekliyoruz.

Öte yandan Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ın Türk Tabipleri Birliği’ne yönelik sağlık hizmetlerinin paralı olmasını savunduğu şeklindeki gerçekle hiçbir ilgisi olmayan mesnetsiz suçlamaları şiddetle kınıyoruz.

Türk Tabipleri Birliği; her zaman ve açık sözlülükle herkese eşit, ücretsiz ve nitelikli sağlık hakkının ve hekimlerin emeklerinin karşılığını alabildikleri bir Tam Gün uygulamasının savunucusu olmuştur ve bu doğrultuda hazırladığı alternatif “Tam Gün Yasa Tasarısı”nı da hekimlerin ve kamuoyunun yanı sıra Sağlık Bakanlığı’nın da bilgisine sunmuştur.

Türk Tabipleri Birliği’nin karşı çıktığı; Hükümet’in “Reform” olarak yansıttığı politikalarla bir yandan sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi-ticarileştirilmesi, bir yandan da hekim emeğinin ucuzlatılmasıdı r.

Sağlık Bakanı’nın “Türk Tabipleri Birliği tarih önünde hesap verecektir” sözlerini de olsa olsa bir ironi olarak kabul ediyoruz.

Türk Tabipleri Birliği’nin; üyeleri, sağlık hizmeti alan vatandaşlar ve tarih önünde veremeyeceği hiçbir hesap yoktur.

Ancak tarih önünde kimin “hesap vereceği” de açıktır.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; Avrupa Birliği Üçüncü Ulusal Programı’nda sağlık sektörünü özelleştirme kapsamına alanlardır.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; vatandaşlara her bir reçete için 15 TL “katılım payı” ödetenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; özel hastanelere müracaat eden sigortalılara yüzde 70, yüzde 100 oranlarında “ilave ücret” ödetenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; vatandaşların sağlık hizmeti alabilmek için yaptıkları cepten harcamaları, uyguladıkları politikalarla dört katına çıkaranlardır.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; gerçekten “istisnai” bir keşifle, bazı sağlık hizmetlerini “istisnai sağlık hizmeti” sınıfına sokarak yüzde 300’e kadar “katılım payı” alınmasını düzenleyenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; vatandaşlardan, sadece ayaktan tedavilerde değil, hastaneye yatarak tedaviler için de “katılım payı” almayı öngörenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; TBMM’ye sundukları “Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı” ile, mevcut devlet hastanelerini şirket hastanelerine dönüştürerek özelleştirmeye hazırlananlardı r.

Tarih önünde hesap verecek olanlar birinci basamak sağlık hizmetlerini özelleştirenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar  “kamu özel ortaklığı” adı altında 3000–5000 yataklı hastane kampüsleri ile adeta hasta fabrikaları için kentin en merkezi yerlerindeki arazileri uluslararası tekeller için rant alanları haline getirenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar “iki, üç maddelik bir yasa çıkarıp kendi üyesi olduğu da dahil muhalefet eden meslek örgütlerini kapatmayı akıllarından geçirenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; Sağlık Bakanlığı’nı “Taşeron Bakanlığı”na çevirenlerdir.

Tarih önünde hesap verecek olanlar; hekimleri, sağlık çalışanlarını kötü çalışma ortamlarında, güvencesiz koşullarda, düşük ücretlerle çalışmaya zorlayanlardı r.

Son olarak;

Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ın, kamuda çalışıp muayenehanesi olan hekimler için ısrarla kullandığı “tuzu kuru doktorlar” ifadesi ve geçtiğimiz gün bir televizyon kanalında söylediği  “Neden bir üniversite öğretim üyesi, bir anabilim dalı başkanı, hem anabilim dalı başkanı olacak hem de ’muayenehanem olacak’ der? Bunun sebebi çok açık. O ana bilim dalı başkanlığını muayenehanesi için bir şekilde kullanıyor da ondan.” şeklindeki sözleri için ise şimdilik sadece; kendisinin de politikaya girmeden önce Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’nde öğretim üyesi iken aynı şekilde çalışıp çalışmadığını sormakla yetindiğimizi belirtiyoruz.

Tarihe not düşerek kamuoyuna saygılarımızla duyururuz.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
    MERKEZ KONSEYİ