Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Ünlüler, Türkiye için bir dönüm noktası olan 12 Eylül referandum öncesi kararlarını açıkladı…

 İşte ünlülerin yanıtı…

HALİL ERGÜN: Ben toptan değişmesini istiyorum. Biliyorsunuz ben siyasetle de uğraştım. Daha doğrusu, çağırdılar, gel belediye başkan adayı ol dediler. Legal bir parti üyesi oldum, sosyal demokrat partilerdi bunlar. İçlerinde oldum, mitinglerinde oldum. Herkes 12 Eylül faşizminin oluşturduğu anayasaya karşıydı.Şimdi değişmesi söz konusu oldu. Bütün politikacılar hayır diyerek engel çıkarıyorlar. Ben anayasanın bütününün değişmesini istiyorum, bütününün!

İBRAHİM TATLISES: Bir sosyal demokrat olarak artık çürümüş tahtalar içindeki tüm paslanmış çivilerin değişmesi gerektiğini düşünenTatlıses, ‘Teknoloji değişti, hayat değişti, ama Türkiye Cumhuriyeti hala aynı kanunlarla yürüyor. Tahtaları yenileyelim, çivileri değiştirelim, yeni anayasaya ‘EVET’ diyelim. Dış ülkeler de bize ‘bunların tahtası da çürümüş, çivisi de çürümüş’ demesinler… Yani ‘tahtası eksik’ demesinler’ dedi.

NİRAN ÜNSAL:‘Referandumda ‘Evet’ çıkarsa kafama sıkarım.’

ROJİN: Ağabeyim 12 Eylül mağdurlarından. 47 yaşında ve ölü gibi yaşıyor. O ve onun gibi işkence çekenler için evet oyu kullanacağım’

YEŞİM SALKIM:
Referandumda evet oyu vereceğim. Çünkü bazı şeylerin değişmesi gerekiyor. Herkesin hayrına olacak şeyler varsa anayasa bile değişmelidir.

SEYFİ DURSUNOĞLU: Maddelerin, içinde kabul ettiklerim de var etmedikler de. Kabul ettiklerimin geçerli olması için evet, kabul etmediklerim için hayır demem gerek. Paket olarak sunulması esas problem, 8’ini kabul edecek insan 2’sini reddedecek. Bu işin referanduma kadar gelmemesi lazımdı. Bu problemleri mecliste halletmeliler.

SİNAN ÇETİN: Devletlerin seçilmişler tarafından yönetilmesini sağlamak atanmışların seçilmişlerin iş yapmasını engellemek ve bir daha darbe olmamasını garanti almak adına…

NEBAHAT ÇEHRE: Aslında konu uzun bir süredir tartışılıyor ama ben bir türlü yoğunlaşamadım. Yeni Anayasa ülke için önemli ve büyük bir değişim. Bu noktada birden karar verip evet ya da hayır demeyi doğru bulmuyorum. Acele etmemek, çok iyi deşmek, araştırmak ve sağlıklı bir karar almak gerekiyor.

ROJDA DEMİRER: Hayır oyu vereceğim… Bu paketin 12 Eylül’ün getirdiklerini değiştirmekle ilgisi yok. Tek benzer yanı referandumun tarihidir. 12 Eylül’ü hayatımızdan çıkaracak tatmin edici bir değişiklik görmedim. Bu toplumun huzura ve iç barışa ihtiyacı var ve hükümetin bu paketi bunları karşılamıyor.

NİLGÜN BELGÜN: Keşke paket halinde değil de madde madde oylasaydık. Ama sonuçta evet çıkacağını hissediyorum. Çünkü ahkam kesen entel danteller ‘oy kullanmayacağım’ diyorlar. Oy kullananların verdiği karara da katlanacaksın o zaman.

ORHAN GENCEBAY:
12 Eylül anayasasının değişmesini istemekle birlikte bunun bir konsensüs dahilinde olması gerek. Bu referanduma giderken halkımızın tüm bu detayları bilmediğinden eminim. Bilmesi de mümkün değil. Halkımız neye evet, neye hayır dediğinin farkında olmayabilir. Kimse halkımızı kandırmak niyetinde olmaz, öyle bir şeyi aklımın ucundan geçirmek istemiyorum. İyi olanı yapmaya çalışırlar diye düşünüyorum. Ama bunu halkımıza iyi anlatmalıyız. Anlayabilirsek referandum daha sağlıklı olur.

BEDRİ BAYKAM: Anayasa bir toplumsal mutabakattır ve değişiklikler genel uzlaşmayla yapılır. Burada tek partinin dayatması vardır. Bu dayatmacılığa karşı sessiz kalmayacağız.

MÜJDAT GEZEN: Hayır diyorum… Bir 12 Eylül mağduru olarak, hem Diyarbakır’a götürülmüş, hem Bayrampaşa Cezaevi’nde yatmış biri olarak sivil 12 Eylül Anayasası’na “Hayır” diyeceğim.

LEVENT KIRCA: Bütün partiler kendi düşünce ve iradelerini birleştirerek yeni bir Anayasa hazırlamalı. Bu Anayasa’da dokunulmazlıklar kayıtsız şartsız kaldırılmalı. Yüzde 10 barajı kaldırılmalı. Ben bunun için, ‘Hayır’ diyorum.

EMEL MÜFTÜOĞLU: 12 Eylül’deki referandum için sanat camiasından birçok isim oyunun rengini açıkladı. İşte sanatçıların referandum kararları… EMEL MÜFTÜOĞLU: Demokratik bir ülke olmamız adına sonuç çok değişmese de benim referandumda kararım “Evet” yönünde olacak. Çok fazla da bir şey söylemek istemiyorum. Bunlar çok hassas konular.

RUTKAY AZİZ: Yargının siyasallaştırılması giderek Türkiye’de demokrasiye darbe vuruyor. Sanatçıların büyük bir çoğunluğu ‘hayır’ noktasında buluşuyor. Gerçek sanatçılar da duruma bu açıdan bakmakla yükümlüdür.

İTO Başkanı referandumda ‘evet’ diyecek İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş, ’12 Eylül’ günü yapılacak Anayasa referandumuna ‘evet’ diyeceğini bildirdi.

Türkiye’nin en ünlü illüzyonisti Dr. Sermet Erkin, anayasa değişikliği referandumunda ‘evet’ oyu kullanacağını söyledi.

62. Emmy Ödülleri sahiplerini buldu. ‘Mad Men’ bir kez daha en iyi dizi olurken, En İyi Erkek Oyuncu ‘Breaking Bad’ ile Bryan Cranston, En İyi Kadın Oyuncu ‘The Closer’ ile Kyra Sedgwick seçildi.

62. Emmy ödülleri, Los Angeles’taki Nokia Theatre’da düzenlenen törenle sahiplerine verildi.

CNBC-e ve e2’de canlı olarak yayınlanan törenin sunuculuğunu komedyen Jimmy Falllon üstlendi.
 

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ
Televizyonun Oscarları kabul edilen ödüllerde geçen sene olduğu gibi bu sene de ‘Drama dalında En İyi Dizi ‘Mad Men’ seçildi. Drama dalında En İyi Erkek Oyuncu ödülü, e2’de gösterilen ‘Breaking Bad’ ile Bryan Cranston’a verilirken, En İyi Kadın Oyuncu ödülü yine CNBC-e ve e2’de gösterilen ‘The Closer’ ile Kyra Sedgwick’in oldu.

Komedi dalında ise En İyi Dizi Modern Family seçildi. Bu dalda En İyi Erkek Oyuncu, bir diğer CNBC-e dizisi ‘The Big Bang Theory’deki rolüyle Jim Parsons’ın olurken, En İyi kadın Oyuncu ödülü de ‘Nurse Jackie’ ile Edie Falco’nun oldu.

Gecenin en anlamlı ödüllerinden biri olan Bob Hope Humanitarian Ödülü, usta oyuncu George Clooney’e verildi. Clooney’e ödülünü yakın arkadaşı Julianna Margulies verdi.

Yılın en fazla adaylık alan dizisi ‘The Pacific’ de beklendiği gibi En İyi mini dizi seçildi.

İşte gecenin kazananları:

Drama

En İyi Dizi: Mad Men
En İyi Erkek Oyuncu: Bryan Cranston, Breaking Bad
En İyi Kadın Oyuncu: Kyra Sedgwick, The Closer
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Aaron Paul, Breaking Bad
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Archie Panjabi, The Good Wife
En İyi Senaryo: Mad Men
En İyi Yönetmen: Steve Shill, Dexter (The Getaway)

 

Komedi

En İyi Dizi: Modern Family
En İyi Erkek Oyuncu: Jim Parsons, The Big Bang Theory
En İyi Kadın Oyuncu: Edie Falco, Nurse Jackie
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Jane Lynch, Glee
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Eric Stonestreet, Modern Family
En İyi Yönetmen: Ryan Murphy, Glee (Pilot)

 

TV filmi ve mini dizi

En İyi Mini Dizi: The Pacific
En İyi TV Filmi: Temple Grandin
En İyi Erkek Oyuncu: Al Pacino, You Don’t Know Jack
En İyi Kadın Oyuuncu: Claire Danes, Temple Grandin
En İyi Yönetmen: Mick Jackson, Temple Grandin 
 

Diğerleri

En İyi Variety Show: The Daily Show, Jon Stewart
En İyi Reality Show: Top Chef
En İyi Animasyon: Disney Prep & Landing (NTV)

Anlamayanlar anlayanlara anlatsın

Ferhan Şensoy, Seçme Sapan Şeyler’de cin olmadan veya cin olduğunu sanarak adam çarpmaya yeltenen insanoğlunun hallerini eşya, hayvan ve bitkilerin gözünden muzip biçimde dile getiriyor. Birbirinden ayrı gibi duran metinlere bakınca, insanın aklına kılçık atan ve onun kimi ahmaklıklarını yüzüne vuran bir bütünlük selamlıyor bizi.


Yaz sıcağının termometre çatlatan günlerinden birinde, Ferhanca yazılıp teknolojinin son harikası dijital ‘kitaplara’ inat basılarak önümüze gelmiş bir hakiki kitap Seçme Sapan Şeyler. Butik yazarlara, yazarımsılara, yazma işini hobi belleyip göze gönle hitap edenlere ve kallavi ‘itibar’ sahibi olmasına rağmen hâlâ başparmağıyla işaretparmağının üstünü kaşıyanlara nanik yaparcasına karşımızda dikiliveren bir kitap aynı zamanda. Uyanık geçinen insanoğlunun eblehlikle semelik arası haline gülümseme gibi bir şey.

Ferhan Şensoy’u bilen bilir, anlatmaya gerek yok; anlayan var, anlamayan da. Anlamak istemeyen çok, anlasa anlatmaya mecali kalmadığını sanan da’ Kısacası bilmeyen ve bilmek isteyen ‘bir bilene’ tıklar, seke seke öğreniverir.

Taviz vermeden sürdürdüğü siyasi hiciv ve ortaoyunun yanına, Ortaoyuncular etiketini taşıyan kitaplarını da ekliyor Şensoy. Seçme Sapan Şeyler de bunlardan biri. Adı gibi seçme; seçmece insan ve olaylarla örülü, deneme öykü arası gidip gelen metinler.

Hani kendimizi zeki, çevik ve bir o kadar da uyanık sanıyoruz ya, işte Seçme Sapan Şeyler’deki öykülerin seçmece tiplerinin de yanılgısı bu. Ama bu yanılmışlığı, her gün elimizi attığımız; bizim dışımızda yer kaplayan ne varsa onlar dillendiriyor. Hayvanat, eşya ve alet edevat insanlaşıp, kendi arasında bizim duyamayacağımız frekanstan bir muhabbet koyulaştırıyor.

Seçme Sapan Şeyler’de anlatılanlar, cepheden bakıp görmeyi beceremediğimiz saçmalıklardan doğma; anlaşılacağı üzere insandan olma seçmecelerin kaleme ve kâğıda tebelleş hikâyeleri.

Şehrin beyni mıncıklayan kör gözün parmağına arabesk gürültü patırtısı yükseledursun; arabeskle yavşaklık kelimesini yan yana getirenlerin zevkle tu kaka edildiği günler insanı don lastiği gibi sıkadursun, kitaptaki deneme öykü arası metinler yorulmak bilmeden koşturuyor. Zihni kılçıklayan sadeliğiyle ve fırlattığı hiciv başlıklı oklarla okuru kendine getiriyor. Haybeye sayfa doldurmayan deneme öykü arası metinler, gürbüz delikanlılara ve hariçten gazel devşirenlere de sesleniyor yekten. Sonra ver elini kıç güvertesinde keyif sürülen kısa devre vapur yolculuğu.

Kimi ‘enayilerin’ yaz tatilini geçirdiği köyü çevreleyen tepelerden birine, cep telefonuyla daha sağlıklı görüşülmesi için şandellenen baz istasyonuna, köy eşrafının haklı sevinci karşısında gösterilen sunturlu tepki de, seçmece abukluklardan dem vurmanın bir başka şekli.


Öykü deneme arası metinler

Durup durup her sayfada gözümüze kaçan öykü deneme arası metinler, insanoğlunun bazen bağıra bağıra gelen bazen de sumen altına sıvışan salaklıklarından bir demet; ‘yok, ben kabul etmiyorum, benim öyle dallamalıklarda bezim olmaz’ diyenlerin bile hak vereceği türden.

Leblebi denmeden ‘leb’i bile anlamayanların, öykü deneme arası metinlerde kendini bulması beklenemez. Ama bu, onların hafif Çengelköy Bademi durumlarını da ötelemez elbette. Zaten bu yüzden salak insanoğlunun ters köşeye yattığında dahi doğru tarafa atladığını sanıp, muzaffer bir Romalı komutan edasıyla işi bozuntuya vermeyişi karşısında komedi tavana vuruyor. Seçme Sapan Şeyler, buradan dikizleyince ağlanacak halimize ağız dolusu bir kahkaha az biraz.

Absürd bu ya, öykü deneme arası metinlerin asıl anlatıcısı insan dışında ne varsa o. İnsanı sofraya eğlencelik eden alet edevat ve hayvanat, olur olmaz sırıtışlarla gününü gün ediyor, küfrü basmayı da unutmuyor bazen.

Elindeki pertavsızla, insanın ‘olmaz olmaz deme, olmaz olmaz’ hallerini, bir iki boy büyütüp sayfalara nakşediyor Şensoy. Saçma salak ahvalini dünya gözüyle görmeyi reddeden insan da, istiflediği eşyanın, köteklediği hayvanın, kullandığı aletin ve süs bellediği bitkinin masasına meze oluyor.

Öyküyle deneme arası metinlerin ardından Ferhan Şensoy’un hayali sesi çalınıyor sanki kulağa; ‘Bilmem anlatabilemedim mi?’ diye soruyor, beri yanda Boris Vian’ın trompetinin çığlığı’

Yazının dibine çam armağanı çoban sakızı bir not düşmeli: Anlamayanlar, anlayanlara anlatsın’

Uğur Yücel de ‘Yahşi Doğu’da

Cem Yılmaz’ın 2009 yapımı “Yahşi Batı” filminin devamı “Yahşi Doğu”nun çekimlerine önümüzdeki günlerde başlanacak.

Cem Yılmaz, Ozan Güven, Özkan Uğur ve Zafer Algöz’ün başrollerinde yer aldığı “Yahşi Batı”nın devam filmi “Yahşi Doğu”nun kadrosuna Uğur Yücel de katıldı.

1800’lü yılların sonunda iki Osmanlı’nın, dönemin padişahı tarafından gönderildikleri Amerika görevi sırasında başlarına gelen olayların anlatıldığı komedi filminin sonunda kahramanlar Aziz Vefa ile Lemi Galip, Amerika’yı karıştırdıktan sonra, kendilerini bu sefer de Osmanlı Devleti’nden başka bir hediye götürmek üzere Çin’de buluyorlardı. Yani “Yahşi Doğu” maceranın kaldığı yerden, Çin’den devam edecek.

“Yahşi Batı” 2 milyon 322 bin 826 seyirci tarafından izlenmiş ve 20 milyon lira hasılat yapmıştı.

Dostları ve meslektaşları, öldürülen gazeteci-yazar Uğur Mumcu’yu 68. yaş gününde mezarı başında andı.

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfınca, Uğur Mumcu‘nun 68. doğum günü dolayısıyla Cebeci Asri Mezarlığı’nda tören düzenlendi. Mezarı karanfillerle süslenen Mumcu ve ”öldürülen tüm aydınlar” için saygı duruşunda bulunuldu.

Vakıf adına bir konuşma yapan Orhan Tüleylioğlu, Uğur Mumcu’nun 68. yaşını kutlamak amacıyla gömütü başında toplandıklarını ifade etti.

Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin öncüsü; laikliği, cumhuriyeti, demokrasiyi savunmanın bir simgesi olan Mumcu’nun bundan 17 yıl önce aracına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu öldüğünü belirten Tüleylioğlu, ”Öldürülen, halkın özlemleri, düşleri ve geleceğiydi. Hükümetler değişip davalar sürerken Türkiye’nin aydınları birer birer teröre hedef olmaya devam etti” dedi.

Mumcu’nun bir düşünce işçisi olduğunu ve onurlu yaşamın savaşını verdiğini kaydeden Tüleylioğlu, Mumcu’nun yazılarından örnekler vererek, şöyle konuştu:
”Uğur Mumcu, hepimiz için ve hepimizin adına tek kişilik ordu gibi korkusuzca ve ödün vermeden karanlıklarla savaştı. Tehditlerden yılmadı, susmadı. Susturulamadığı için de katledildi ama yok edilemedi. Uğur Mumcu yazı ve araştırmaları ile bir devrim meşalesi gibi gericiliğin, tutuculuğun, sömürünün, yolsuzluğun ve cinayetlerin üstüne gitmeye, bize yol göstermeye ve uyarmaya bugün de devam ediyor. Bizler susmadan, yılgınlığa düşmeden onun düşüncelerini yaşatacağız. Yitirdiğimiz tüm aydınlarımızı unutmadığımızı ve hiçbir zaman unutmayacağımızı bundan sonra da hep birlikte göstereceğiz. Seni unutmadık, unutmayacağız Uğur Mumcu, doğum günün kutlu olsun yürekli gazeteci.”

Fotoğraf sanatçısı Halim Kulaksız’ın, son 10 yıldır üzerinde çalıştığı ve 95 panoramik İstanbul görüntüsünden oluşan ”Siluetler Şehri İstanbul” adlı fotoğraf kitabı okurla buluştu.

Ünlü şair Orhan Veli Kanık’ın ‘‘İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” mısrasıyla başlayan şiirinden etkilenen fotoğraf sanatçısı Kulaksız, ”Gözlerinizi kapattığınız zaman İstanbul’un tüm seslerini, tınılarını, yaşantılarını hissedersiniz, duyarsınız. Ben bir fotoğrafçı olduğuma göre, gözlerim açık olmalı. Yani İstanbul’u izliyorum gözlerim açık” diyerek İstanbul’u fotoğraflamaya başladı.

Yola çıkarken iki amacı olduğunu anlatan Kulaksız, ”Biri siluetler şehri İstanbul’daki nostaljik siluetleri ortaya çıkarmak, diğeri ise 2000’li yılların başlarındaki İstanbul’u gelecek nesillere belge olarak taşımaktı” diye konuştu.

İstanbul için belki binlerce kitap, binlerce hikaye yazıldığını ve yayımlandığını kaydeden Kulaksız, her biri 3 metre veya daha büyük basılacak şekilde ve yüzlerce panoramik fotoğrafından bir seçki olarak hazırladığı kitapla İstanbul’un güzelliğini bir nebze ortaya koymayı ve bunu gözünün algıladığı şekilde gelecek nesillere aktarmayı amaçladığını anlattı.

”Türkiye’de bir ilk”

Eski Kültür Bakanlarından Talat Halman, kitaba yazdığı ön sözde, bilge bir deklanşörle ve gönlü gani bir mercekle aşk hayatı yaşamanın, her görkemli tarihi kentin doğal hakkı olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:
”İstanbul elbette öyle bir uygarlıklar metropolüdür. Yüzyıllar boyunca ressamlar, minyatür tasvircileri ve gravürcüler, 19. yüzyıldan sonra da fotoğraf sanatçıları, onun güzelliklerini ve güçlü kültürel değerlerini ele güne göstermek uğrunda, bazen romantik özlemlerle bazen akılcı bir gerçeklikle çaba verdiler. Bu müstesna sanatçı, olağanüstü bir atılımla, İstanbul’un geniş ufuklarına, hem de eşsiz bir sentez oluşturmuş tarihi panoramasına yönelmiştir. Fotoğraf sihirbazı Halim Kulaksız’ın bu büyüleyici eseri, kültür hattı balasının başyapıtıdır.”

Halim Kulasız kimdir?

Halim Kulaksız, 1944 yılında Gümüşhane’nin Şiran ilçesinde doğdu. Lisede okuduğu sırada fotoğrafla ilgilenmeye başlayan ve Ankara’da 1969 yılında ilk laboratuvarını açan Kulaksız, 1972 yılında New York Institute of Photography’yi başarıyla bitirdi.
Birçok kişisel sergi açan, yarışmalarda ödüller alan, yurt dışında fotoğrafları sergilenen Kulaksız, yurt içi ve dışında pek çok fotoğraf yarışmasında jüri üyeliği yaptı.

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak fotoğraf dersleri veren Kulaksız, Amerika, Japonya, İngiltere, Fransa, İsviçre, Almanya ve İtalya’da renkli fotoğraf konusuyla ilgili geniş kapsamlı çalışmalar yaptı

GÖKKUŞAĞINI YAKALAMAK

Hakikâti ararken bunalmak, tam “işte, şimdi buldum” dediğinde içindeki pası görüp cilâya aldanmamayı başarmak ama gene, tekrar, arayış rüzgârının sizi savurmasına müsaade etmek zorunda kalmak…

Asla bitmeyecek bir arayış, koşuşturma, eleştirme, keşif hezeyanının yanından geçip, gene bulamamış olduğunu fark etmiş olmanın hüzünlü tâlihini yaşama…

Hakikât tıpkı gökkuşağı gibi! Tam bir karadelik o, dayanılmaz câzibesi ile sizi çeker. Bembeyaz o, çünkü bütün renkleri ihtiva eder ve onları karıştırırsanız elinizde aklık ve paklık kalır. Ve ulaşılmaz o, ne kadar yaklaşsanız o kadar uzaklaşır, hiç bir zaman yakalayamazsınız, bir anda kayboluverir.

Çünkü aslında bir yanılsamadır gökkuşağı, güneşin nûrunun suyun damlacıklarından süzülmesiyle oluşmuş ilâhî bir güzelliktir, mevcuttur ama varlığı yoktur.

Kolaycı ve indirgeyici kafalar için ise, gökkuşağı diye bir mes’ele yoktur. Başkalarının fikirlerini, ideolojilerini, hazırlop sunuluvermiş “brainnet”lerini kolayca benimserler; başka her türlü düşünceye düşman birer fanatik, sekter, hâttâ yobaz olurlar. Bunların renk ve istikametleri çok farklı tezâhür edebilir: Solcu, sağcı, Freudcu, Darvinci, Müslüman, Hristiyan, ateist… Her kılığa bürünebilirler ama ana yapı aynıdır: İndirgeyicilik, hizipçilik ve kendinden olmayandan nefret etmeyi bir kaba koyup iyice çalkalayın, üzerine de biraz sevgisizlik ekleyin, işte mâmûlünüz hazır! Bilimle uğraşanları kendi ekollerinin hâricindekilere düşmanlık ederler, politikada yer alanları farklı düşünenleri ellerinden gelince öldürürler, asla demokrat olamazlar. İşin vahim yönü, pek çok alanda en faâl ve örgütlü olanlar da brainnetçilerdir. Kendilerini aşmak çabaları olmadığı için, enerjilerini kendi dünya görüşlerini diğerlerini yok ederek yaymak amacıyla harcarlar.

Gökkuşağını yakalamak için çabalayanlara gelince… İnsanoğluna yeni ve güzel şeyleri hediye edenler hep onlardır. Genellikle de kalabalığın içinde yalnızdırlar. Bir sosyolojik teoriye göre, onlara “kognitif azınlık” denir, “moral çoğunluğun” dâima birkaç adım ve 40–50 sene önünde yürürler. 40–50 sene sonraki moral çoğunluk da, onların yarattıklarını bir güzel kullanırken, yeni kognitif azınlık mensuplarına sırt çevirmeye devam eder.

Ve bu devran böyle döner…

Gökkuşağı, neredesin?

Bekir Coşkun

Bekir Coşkun

bcoskun@htgazete.com.tr

Kriz…

20 Ağustos 2010 Cuma, 12:11:38

Memurla kriz…
HSYK ile kriz…
Anayasa Mahkemesi ile kriz…
TÜSİAD ile kriz…
İşçilerle kriz…
Sendikalarla kriz…
Ordu ile kriz…

Besiciyle kriz…
Kasapla kriz…
Hayvanları sevenlerle kriz…
Çiftçiyle kriz…
Fındıkçıyla kriz…
Fıstıkçıyla kriz…

Referandumda “hayır”lar kazanırsa Allah korusun, kriz çıkar diyorlar…

Öğretmenlerle kriz…
Medyayla kriz…
Karikatürcülerle kriz…
Yazarlarla kriz…
Doktorlarla kriz…
Hastanelerle kriz…
Grip virüsüyle kriz…
Bakkallarla kriz…
Marketlerle kriz…

Kriz çıkmaması için inşallah herkesin “evet” demesi gerektiğini söylüyorlar…

CHP ile kriz…
MHP ile kriz…
BDP ile (PKK hariç) kriz…
Sabah kriz…
Öğlen kriz…
Akşam kriz…
Her gün kriz…
Her an kriz…

Diyorlar ki; AKP giderse Türkiye‘de kriz çıkar maazallah…

”NE OLUR BENİ KURTAR KOMUTANIM”

Bu öyküyü ezbere bilirim. Çünkü ben yaşadım. İnsanın kendi hayatı dışında bir hayatın sorumluluğunu almasının ne demek olduğunu hekimliğim bana çoğu kereler öğretti. Ama bu sefer başkaydı sorumluluğun ve acının tarifi.

Asker hekimler bir çok dramatik öykü yaşamışlardır. Bizler orduya emanet edilmiş gencecik  insanların (ana kuzularının) sağlığından sorumluyuz. Emanet önemlidir. Kendi gözümüz gibi sakınırız onları. Bazen çabalarımızın yetmediği zamanlar olur. İşte bu öykü öyle bir zamanın öyküsü.

Diyarbakır Asker Hastanesinde dört yıl psikiyatri uzmanı olarak görev yaptım. İnanılmaz iş yoğunluğu gibi zorluklar bize pek dokunmazdı çünkü dağlarda ülke için çatışan insanlardan sorumluyduk. Onlar hayatlarını ortaya koymuşken biz iş çok diye düşünemezdik bile. Nitekim vaktinin çoğunu acilde, ameliyathanede, yoğun bakımda geçiren cerrahlar anestezistler yaptıkları işten hiç şikayet etmediler.

Günlerce hastaneden çıkmadan ameliyat yapan cerrah, ona eşlik eden anestezi uzmanı, hemşire, sağlık astsubayı, sıhhiye erler canla başla çalışırlardı.

Hastanemizin imamı bile çoğu kez yanımızdaydı. Tam bir takımdık. İyi bir takımdık üstelik. Bağlı, bilgili, sorumluluk sahibi.

Kendimin ve meslektaşlarımın öyküsünü yazarken bazen abartılı bulunur mu? Diye korkuyorum. Gerçekleri bir santim saptırmadan yazıyorum oysa.

Neyse o acı olaya, o güne dönelim biz.

 Acil servis nöbetlerimden birinde mayına basma sonucu bazı personelimizin yaralandığı haberini aldık.  Hemen gerekli hazırlıklara giriştik. Acil servisi, müdahale ekipmanımızı tekrar gözden geçirdik. İhtiyaç duyulması muhtemel tüm doktor, hemşire ve personeli de çağırdık. Bu arada yaralıları helikopterden almaları içinde bir ekip görevlendirdik. Ambulanslarımızın yaygarasını bilirdik. Hepsi birbirinin peşi sıra hastane kapısından girmeye başladılar. Dört yaralı delikanlı içeri alındı. Hepsinin müdahalelerine başladık. O sırada bir tanesiyle göz göze geldik. Mayın nedeniyle iki bacağı da diz altından kopmuştu. Kan revan içindeydi. Muhtemel 185 boylarında olmalıydı. O koca adam gözlerime bakarak “ne olur kurtar beni komutanım” dedi. Hemen onun olduğu yöne geçtim. Ortalıkta bir koşuşturmaca vardı. Cerrah arkadaşlar, hemşireler, sağlık astsubaylarımız, erlerimiz herkes bir şeyler yapabilmek için çırpınıyordu. İki hekim bir hemşiremizle birlikte bu çoçuğu hayatta tutabilmek için uğraşıyorduk. Çok kan kaybetmişti. Diğer vakalar teker teker ameliyathaneye götürülüyordu. Bizde O’nu hazırladık ancak birden kalbi durdu. Ona kurtaracağım sözü vermemiştim ama yardım isteğini duymuştum ve göz göze gelmiştik. Artık evladım gibi sorumluluğu vardı üzerimde. Onu geri döndürebilmek için kırk beş dakika uğraştık. Olmadı. Sanki tüm acil servis üzerime yıkılmıştı. Darmadağın bir halde eldivenlerimi çıkardım. Herkes ameliyathanelere gittiğinden acilin nöbetçi heyeti ve o delikanlı bir odada baş başa kalmıştık. Birden bir sessizlik oldu. Hepimiz tuhaf bir halde köşelerimize çekilmiş, göz göze gelmemeye çalışıyorduk. Hepimiz içimizdeki acıyı yatıştırmaya çalışıyorduk ancak mümkün değildi. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladığında tüm ekibin gözlerindeki damlaları gördüm. Sessiz ve sakin damlalar yüreğimizden gelen öz suyu gibiydi. Evladımızı kaybetmiştik. Bu genç şehide veda ederken  ağlamamak mümkün değildi. Bizden yardım istemişti. Mayınla parçalanan iki bacağına rağmen yaşamak istemişti ama biz onu yaşatamamıştık. Dakikalarca, sessizlik içinde olanlar sanki kabusmuş ta şimdi uyanacağız ve bitecek diye bekledik.

Sonra hastanemizin imamı geldi ve kahramanı aşağıya morga indirdi. Her zamanki titizliğiyle şehidi yıkadı son yolculuğuna hazır hale getirdi. Tabutu hazırladı. Tabutun üzerine Türk bayrağını özenle kapladı ve önüne şehidin ismini yazdı. Ben olanları bir töreni izliyormuş gibi izledim. Acil servisten içeri girdiğinde soluk tenine rağmen yardım isteyen gözleri aklımda çakılı kalmıştı.

Şehitler için öncelikle Diyarbakır Asker Hastanesi’nin bahçesinde tören düzenlenirdi. Ertesi gün O’nun için uğurlama yapılacaktı. Denetlemeler veya karşılamalar dışında yapmadığım bir şeyi yaptım ve beyaz önlüklerimi değil tören kıyafetlerimi giyerek güne başladım. Uğurlamada ilk safta yerimi aldım. Hayatımdaki en büyüleyici en içten şehit duasını o gün duydum. Tüm tören boyunca yanaklarımdan süzülen göz yaşlarıma engel olamadım. İnsan hayatını bunca değerli gören, birini yaşatabilmek için her şeyi göze alan bizler gözümüzün önünden geçip giden o tabutu durduramamıştık.

Hala kulağımda o ses bazen bana derki” ne olur kurtar beni komutanım”. Yürekten bir selam dururum o sese ve derim ki, keşke yapabilseydim.

Son günlerde sanat dünyasındaki eleştirileriyle polemiğe neden olan dünyaca ünlü sanatçımız Fazıl Say ünlü paylaşım sitesi Facebook’ta bu kez Başbakan Erdoğan’ı eleştirdi.

Say Facebook’taki sayfasında görüşlerini şöyle dile getirdi:

“Başbakan, referanduma ‘Hayır’ diyenlerin, 12 Eylül Anayasası’na ‘Evet’ demiş olacağı demogojisinde. ‘Hayır diyen darbecidir’ demek istiyor. 2003’te ‘yapılmamış’ darbenin ‘hayali darbecilerini’ tutuklattığına göre herhalde, hakikaten yapılmış darbenin destekçisi olarak gördüklerini kim bilir nasıl tutuklatacak? İşimiz zor. Bu işte faşizm… Keşke, referanduma ‘en az yüzde 70 katılım oranı’ zorunluluğu olsaydı, katılmayarak sözümüzü anlatırdık. Halbuki 1982’de bir referandum yapılmıştı. Yüzde 92 evet çıkan. Tayyip Erdoğan, hem darbeye karşı hem de AKP’ye karşı olunabileceğini anlamalı. Ve ettiği her tehdit kriminaldir. Bu bir tehdit referandumuna dönüştü ister istemez…”

Sezen Aksu ve babasının, referandumda “evet” oyu kullanacağı yönündeki açıklamaları üzerine Say, “Ben sanatçıların ‘resmi’ olarak ‘evet’ ya da ‘hayır’ destekçisi olarak bir şeye katkı sağladıklarını sanmıyorum. Evet diyen Sezen için de geçerli. Hayır diyen Tarık Akan için de… Sınıflar ve kesimler kesin olarak bellidir. Evet’in sayısı bellidir” dedi.