Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Fazıl Say: Su, boğazımıza kadar yükseldi

Ünlü piyanist, ‘Siyasi İslam fena şekilde üzerimize geliyor. Yavaş yavaş, su nefes alamayacağımız kadar yükselecek diye düşünüyorum bazen’ diyor.

 – Almanya’da övgüleri toplayıp tartışmalı açıklamalar yaptıktan sonra yurda dönen Fazıl Say, Radikal’den Cem Erciyes’le müzik ve politika konuştu.

Ünlü piyanist, “Siyasi İslam fena şekilde üzerimize geliyor. Yavaş yavaş, su nefes alamayacağımız kadar yükselecek diye düşünüyorum bazen” diyor.

En son bir Alman gazetesinde sizin için “Lang Lang onun yanında yapmacık kalıyor” diye yazdılar. Her gün buna benzer yeni bir övgü alıyorsunuz. Dünya müzik çevreleri Fazıl Say’da en çok neyi seviyor?

20. yüzyılda kayıt teknolojisiyle gelişen mükemmeliyetçi çalışlar, Avrupa’nın seyirciyle buluşturamadığı avangardizmi, halkla müziğin ilişkisinde kopukluklar yaratan unsurlar oldu. Dünyanın çok ihtiyacı olan şey, eleştirileri göze alıp içtenlikle, özgünlükle, cesaretle müzik yapan yorumculardı. 90’lardan beri ben bunların en başını çekmekteyim. Besteci olarak da hepimizin anlayabildiği müzikleri yazanlar aranıyor. “Ben yazıyorum, benim bestem iyi, dinleyici de anlar, anlamazsa da anlamaz” düşüncesi egoistlik. Hem besteci hem piyanist de çok az var. 19. yüzyılda hep öyleydi ama sonra o yollar ayrıldı.

Alman gazetesindeki röportajda ‘Sansürleniyorum’ dediniz. Evet, Kültür Bakanlığı’yla aranız bozuk ama ‘sansür’ biraz abartılı bir söz değil mi?

Sansür kelimesi orada bir tek Metin Altıok Oratoryosu için geçerli. Öbürlerinin konser iptali filan oldu. Bütün bunları söyleyince ben Türkiye’yi şikâyet ediyor filan değilim. Çünkü bunları Türkiye’de de söylüyorum. Türkiye’deki gazetelerde çıkan röportajlarım da böyle.

Metin Altıok’la başlayan bir gerilim var. Bu, Kültür Bakanlığı’yla tekrar ediyor, İKSV’yle tekrar ediyor, 2010’la tekrar ediyor… Neden her defasında bu tür kurumlarla benzer sıkıntılar yaşanıyor?
İKSV’yle sıkıntılar kalkıyor. Metin Altıok’tan sonraki sekiz yıllık boşluğu kapatacağız. Devlet orkestralarıyla çalışamıyoruz, mümkün değil. Çünkü konserleri hediye etmem lazım. Konser hediye edeceksek, körler, sağırlar için, kimsesiz çocuklar için yardım amaçlı çalayım. 2010’la yaşadığımız İstanbul Senfonisi olayı bence skandal bir konu. Bütün bunlar aslında politik!

Yani Fazıl Say’ı bir hasım olarak gördükleri için mi yapıyorlar?
Evet, görmezden gelelim, elimizden geldiğince engelleyelim, onunla birlikte anılmayalım. Sevgisizlik, ilgisizlik, kültürsüzlük… Hepsinin bir araya gelmişi… Fazıl-AKP ilişkisi, olmayan bir şey.
Biliyorsunuz heykelleri yıkmak filan istiyorlar. Birileri galeri basıyor, birileri konser basıyor. Bu sadece benim başıma gelen bir şey değil. Herkes de ufak tefek kendi tepkisini veriyor. AKP’lilerin arkasında halktan bir destek olmasa buna, sanatçılarla bu kadar çatışmaya cesaret edemezlerdi. Tayyip Erdoğan’a “Ucube lan bu” dedirttirecek kadar cesaret sağlayan bir halk var arkasında. Kars’ta 23 kişiden 19’u yıkalım kararı alıyorsa, o zaten halkına güveniyor. Kendinde yanlış bir şey görmüyor, yoksa yapamaz.

Sonuçta halk desteği, demokratik açıdan kötü bir şey değil.
O zaman heykelleri yık, besteleri de çalma. İşte o zaman insan benim işim bitti burada diyor. Ben de yok ediliyorum diyorsun. Ben oraya geldim, o noktada duruyorum. Çok zor bir hayatım var, bestele, konser ver, savaş, yalnızlık… Bir yandan seslendirilmiş bir eserini internette savun, bir yandan da Hayyam’a üç saniyelik iyi bir şey eklemek için çırpın. Bana bu ülkede iyi bir yeri layık görmüyorlar.
O kadar kötü bir imajım var ki televizyona filan da çıkmıyorum fazla. Benim bir sponsorum filan da olmaz şu saatten sonra. Benimle adlarını yan yana getirmek istemezler.

Siz politik çıkışları olan bir sanatçısınız, müziğiniz ise politik değil. Kendinizi politik bir sanatçı olarak görüyor musunuz?
Sanatçının siyasetin üzerine yürümesiyle, siyasetin sanatçının üzerine yürümesi arasında bir bağlam farkı var. Nâzım politikti, Cumhuriyet’in üzerine yürüyor, komünizm istiyordu. Ama mesela Hayyam politik mi? Hayyam üzerine gelen bir şeye karşı kendi savunmasını yaratmış bir insandı, ben İslamın şusunu alıyorum, bunu almıyorum filan yapan ilk insandı; bin yıl önce. Camiye gitmiyorum, beş vakit de kılmıyorum, içkimi de içiyorum, sevgilim de var. Allah beni böyle yaratmış, varsın cehenneme koysun, beni yaratan da kendisi… filan diyen bir adam.

İşte hayatın siyasi tarafı mı senin üzerine geliyor, sen mi onun üzerine gidiyorsun arasında anlaşılmaz bir köprü var. Şu anki hayatlarımızda siyasi İslam fena şekilde üzerimize geliyor. Bu bir gerçek. Zamanla içki yasağı, başörtü filan derken yavaş yavaş nefes alamayacağın kadar su yükselecek gibime geliyor.

Benim eserlerimin sansürleniyor olması aslında küçük bir konu. Çünkü burada çalınmıyor, başka yerde çalınıyor. Bu o kadar derin bir acı değil, heykelinin dinamitle yıkılması daha derin bir acı bence. Ama arkalarında bunları destekleyen bir halk var işte…

AKP’yi desteklemeyenler de var, onlar ne olacak? Onlar yalnızlık duygunuzu azaltmıyor mu, umut vermiyor mu?

Veriyor, doğru söylüyorsunuz. Keşke yüzde 57’nin dışında kalan herkese de verse. Ama gittikçe de daralan bir alanın içinde olduğunu her geçen gün hissediyorsun.

Peki hiç bu tartışmalara girmeseniz, herkes ‘gurur kaynağımız’ filan diye size hayran olsa, sevse… Böyle bir hayat hiç aklınıza gelmiyor mu?
O zaman çaldığımız Beethoven da yavşak bir şey olurdu, bestelediğimiz Hayyam’ın da canına okumuş olurduk…


‘Alevi Dedeler Rakı Masasında’ adında bir beste yaptı

En son ne siparişler aldınız?
Berlin Senfoni Orkestrası’nın beş nefesli saz üyeleri, yani flüt, obua, klarnet, fagot, korno için bir nefesli sazlar beşlisi siparişi verdiler. Onu yazdım, adı ‘Alevi Dedeler Rakı Masasında’. O beş sazın her biri bir dedeyi canlandırıyor. Dedeler yarım saat boyunca rakı masasında hem demleniyor hem tartışıyor. Bunu Arif Sağ’ın anlattığı çok enteresan ve felsefi bir hikâyeden yola çıkarak yazdım. Hikâyedeki Alevi dedeler bir gece oturup Allah’ın 99 adını saymaya kalkar…
Bir de üç Türkçe , üç Almanca şarkıdan oluşan bir parça hazırlıyorum.Almanya’daki Schleswik Holstein festivalinde çalınacak. Almanca şarkılar Rilke, Türkçeler ise Turgut Uyar.

Hayyam, Alevi dedeler… nereden geliyor? Mesela Türkiye’de içki içilmesiyle ilgili bir sorun mu var?
Ben 25-30 gün boyunca Facebook’a Hayyam’ın dizelerini günde ikişer tane çaktım. Yani bir nevi kendini ‘Hayyamlaştırıyorsun’, bu öyle bir şey. Bu ‘doğuyu kullanıyor’ filan laflarından çok farklı bir durum.

 

Çeşitli tıp fakültelerinden öğretim üyeleri, Sağlık Bakanlığının son yıllardaki uygulamalarını protesto etti.

İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu Oditoryumu’nda gerçekleştirilen basın toplantısında, öğretim üyeleri adına konuşan Prof. Dr. Raşit Tükel, Sağlık Bakanı Recep Akdağ‘ın, hekimlik karşıtı söylemlerde bulunduğunu savundu.

Tıp fakültelerinin, hekim yetiştiren, bilimsel araştırma yapılan ve bilgi üretilen bir yer olduğunu ifade eden Tükel, üniversite hastanelerinin, son yıllardaki uygulamalar sonucunda iflasın eşiğine geldiğini belirtti.

Yeni düzenlemelerin üniversite hastanelerinin ayakta kalabilme koşullarını ortadan kaldırdığını kaydeden Tükel, ”Maliye Bakanlığından sağlanan koşullu mali yardımlarla varlığını sürdürebilen üniversite hastanelerine, bir sonraki aşamada, Sağlık Bakanlığına bağlanmak dışında seçenek bırakılmayacaktır” dedi.

Marmara Üniversitesi ve son birkaç yıl içerisinde açılan üniversite hastanelerinin, idari olarak Sağlık Bakanlığına bağlandığını anlatan Tükel, üniversite hastanelerinin bu uygulamalarla hizmet hastanesine dönüştürülmek istendiğini ileri sürdü.
Akdağ’a ‘özür dile’ çağrısı

Prof. Dr. Raşit Tükel, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın öğretim üyelerini, muayenehaneyi düşünen, eğitim ve araştırmayla ilgisi olmayan kişiler olarak tanımladığını öne sürerek, şöyle konuştu:
”Sağlık Bakanı’nın, performans sisteminin, tıp fakültelerinde eğitim ve araştırmayı artıracağını söylemesi, tıp eğitimi ve akademik yaşam adına büyük bir talihsizliktir. Niteliğe değil niceliğe önem veren, tıbbi uygulamaların, bilimsel, etik ve nitelikli olmalarına değil, sadece sayısına bakan, tıp öğrencilerinin ve asistan hekimlerin eğitimini değil, daha çok hasta bakarak para kazanmayı hedefleyen performans sistemi mi, tıp fakültelerinde eğitim ve araştırmayı geliştirecektir?”

Akdağ’ın öğretim üyelerine, performans sistemine çok uygun düşen bir öneride bulunduğunu belirten Tükel, şöyle devam etti:
”Bakan, ‘Sisteme karşı çıkmak yerine, kazanımınızı nasıl artıracağınız üzerinde çalışın’ demiştir. Sağlık Bakanı bu söylemleriyle, öğretim üyelerine, eğitim ve araştırma için değil, para kazanmak için çalışmayı önermektedir. Tıp fakülteleri öğretim üyeleri olarak, Sağlık Bakanı’nın tıp fakülteleri ve akademik yaşama ilişkin yaklaşım tarzını ve bunun arkasında yatan anlayışı kınıyoruz. Sağlık Bakanı’nı hekimlik karşıtı görüşlerinden dolayı öğretim üyelerinden ve hekim kamuoyundan özür dilemeye davet ediyoruz.”

ÇYDD: TRT’nin yaptığı haksızlık

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel, TRT’de yayınlanan ”Büyük Takip” adlı programda, derneğin vefat eden eski başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan’a hakaret edildiği ve iftirada bulunulduğu iddialarıyla ilgili olarak, ”Türkan Saylan’a yapılan haksızlık, insan haklarına yapılmış en büyük haksızlıktır” dedi.

İstanbul– İstanbul Tabip Odası ve Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği’nce düzenlenen toplantıda konuşan Prof. Dr. Çelikel, toplantının Saylan’ı anma, onunla ilgili duyguları dile getirme ve hukuksal süreci anlatmayı içerdiğini söyledi. Bazı televizyonların, gazetelerin ve dergilerin, Saylan’ı bahane ederek ÇYDD aleyhine, çok ağır ve haksız suçlamalarda bulunduğunu savunan Çelikel, bunların Saylan’ın yaşadığı dönemde de yapıldığını belirtti.

TRT’de yayınlanan programdan dolayı çok üzüldüklerini dile getiren Prof. Dr. Çelikel, ”TRT bir devlet televizyonudur, TRT, tarafsız bir televizyondur. Ancak görülmekte olan bir dava hakkında ve bugün hayatta olmayan bir kişiyi kullanarak ona karşı olan sevgiyi, güveni ortadan kaldırmak ve dolayısıyla Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni etkilemek için inanılmaz ağır suçlamalarda bulundu” diye konuştu.

Çelikel, program nedeniyle TRT’yi, uyarılması için RTÜK’e ve ayrıca programda konuşan iki gazeteciyle birlikte Basın Konseyi’ne şikayet ettiklerini, programın müdürü, yapımcısı, sunucusu ve yönetmeni hakkında da 4 ayrı ceza kanunu maddesinden suç duyurusunda bulunduklarını kaydetti. Çelikel, ”Türkan Saylan’a yapılan haksızlık, insan haklarına yapılmış en büyük haksızlıktır” dedi.
 

Ortak açıklama

Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Tahsin Yeşildere de İstanbul Tabip Odası ve derneğin hazırladığı ortak açıklamayı okudu. Açıklamada, Saylan’a yapılan saldırıların, TRT’de yayınlanan ‘‘Büyük Takip” adlı programla, her türlü ahlaki ölçütün dışına çıktığı öne sürülerek, şunlar kaydedildi:

”Söz konusu programın yer aldığı devletin resmi radyo televizyon kurumu, kendisine verilmiş iletişim, eğitim, haber gücünü, Türkan Saylan’ı konu edindiği bu temelsiz programla sorumsuzca kullanmıştır. ‘Çamur at, izi kalsın’ anlayışıyla Saylan’a ve ilişkisi bulunduğu kurumlara saldıranlar, Saylan’ın mücadele ettiği karanlığı sürdürmek için uğraşan insanlardır.

Bu saldırı korkudan kaynaklanmaktadır. Saylan’a iftira atanlara tokat gibi cevap, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin bursuyla okuyan on binlerce genç, binlerce ‘Kardelen’, onun iyileştirdiği binlerce hasta, yardım ettiği binlerce insan ve yetiştirdiği yüzlerce hekimdir. Sayın hocamız Türkan Saylan’a karşı atılan bu iftiraları kınıyoruz.”

Aileleri ve toplum tarafından dışlanan şizofreni hastaları için ‘Şizofriend’ adlı kafeterya açıldı.

10 Şubat 2011 Perşembe

Özlem İSPİR/ ELAZIĞ (AHT)

Elazığ’da SODES Projeleri kapsamında hazırlanan ve Devlet Planlama Teşkilatı tarafından kabul edilen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bir ilk olan Şizofriend Kafe’nin açılışını Vali Yardımcısı Bedrettin Özmen, Elazığ Şizofreni Dayanışma Derneği Başkanı Dr. Ömer Deniz ve şizofreni hastası birlikte yaptı. Aileleri ve toplum tarafından dışlanan şizofreni hastaları kendileri için özel tasarlanan mekana arkadaşları ile gelip vakit geçirecek. Hastalara sınırsız ücretsiz içecek ikramı yapılacak.

Elazığ Şizofreni Dayanışma Derneği Başkanı Dr. Ömer Deniz, projenin, şizofreni hastalarının toplumla kaynaşmasını amaçladığını belirterek, “Hastaların sosyal rehabilitasyonuna yönelik bir proje. Türkiye’de örneği yok. Cumhuriyet tarihinin ilk akıl hastanesi 1925 yılında Elazığ’da kuruldu. Bugün de bir ilki daha gerçekleştiriyoruz. Elazığ’da da bundan sonra hastaların arkadaşlarıyla biraraya gelebilecekleri, ücretsiz çay kahve içebilecekleri mekanları var. Bu mekanın özelliği herkesin gelebilmesi. Amacımız önyargıları yıkmak, şizofrenlerin topluma karışmasını sağlamak ve özgüven kazandırmak”dedi.

Ailesi tarafından dışlanan ve 20 yıldır tedavi gören şizofreni hastası Mahmut Aktaş, mekanın açılmasından memnun oldğunu belirterek, “20 yıldır şizofreni hastasıyım. Toplum bizi dışlıyor, soyutluyor. Bize hasta gözü ile bakıyorlar. Ailem de dışladı beni. Açılan mekanda dertlerimizi unutup
dinleniriz” “diye konuştu

Yeşilay Derneği Konya Şube Başkanı Sabri Pişkin, sigarayı bırakmak için ilk önce iradenin kuvvetlendirilmesi gerektiğini, sigaranın zamana yayılarak değil bir anda bırakılmasının etkili olacağını söyledi.

Konya– Bir Hayalim Var Eğitim, Sağlık, Kültür ve Çevre Derneği Konya Şubesi tarafından, 9 Şubat ”Dünya Sigarayı Boykot Günü” dolayısıyla, Konya Dedeman Otel’de ”Sigarasız Ailem ve Sigarasız Beldem” projesi kapsamında toplantı düzenlendi. Derneğin Konya Şube Başkanı Kadir Dikici, toplantının açılış konuşmasında, gelecek nesillerin sağlıklı bir hayat sürmesi için sigara içenleri sigara bırakmaya davet ettiklerini söyledi.

Bir takım maddi kazanç elde etmek isteyenlerin çocukları hedef olarak gördüğünü savunan Dikici, dünya markası olma yolunda ilerleyen Türkiye’nin sigara engeliyle karşı karşıya olduğunu, bu engelin toplum desteğiyle aşılacağının mümkün olduğunu belirtti.

Özel Nakiboğlu Bilgi Hastanesi Başhekimi Dr. Kutsi Öncü ise gelişmiş ülkelerin sağlık politikasının, hastalığa yakalanmadan önce önlem alınması şeklinde olduğunu söyledi. Hastane açılarak ya da çok sayıda ilaç üretimi yapılarak hastalıklarla mücadele etmenin yetersiz olduğunu ifade eden Öncü, şunları kaydetti:

”Sağlığın evrensel ilkeleri; temiz hava, dengeli beslenme, spor yapma gibi kurallardır. Bunlardan temiz havayı yok eden en etkin şey de sigaradır. Bunun yanı sıra, insan vücudunda her gün 1 trilyon civarında hücre ölürken 1 trilyon hücre doğar. Yani insan vücudundaki hücreler 100 günde yenilenir. Ancak yenilenmeyen bazı bölgeler ve organlar vardır. Beyin hücreleri, sinir hücreleri, kalp kası, akciğer, böbrek ve kadınlarda yumurtalıklar insan vücudunun yenilenmeyen organlarıdır. Sigaranın bu organlarımıza zararı oldukça fazladır.”
 

Sigara nasıl bırakılır?

Toplantıya katılan Yeşilay Derneği Konya Şube Başkanı Sabri Pişkin de dünya genelinde günde 300 bin kişinin sigara nedeniyle öldüğünü açıkladı. Sigaranın zararlarının insan vücudunda yavaş ve sinsice ilerlediğini belirten Pişkin, şöyle devam etti:

”Sigarayı bırakmak için önce irademizi kuvvetlendirmeliyiz. Sigara bir anda bırakılmalıdır, zamana yayarak sigara bırakılmaz. Bırakan kişiler sigarayı hatırlatacak ortamlardan uzak durmalıdır. Sigara aklına geldiği zaman bu kişi spora yönelmeli, strese girmemelidir.” Konya İl Müftüsü Şükrü Özbuğday da bütün ilahi dinlerde ”dinin, canın, aklın, malın, neslin korunması” ilkelerinin bulunduğunu belirtti.

Sigaranın bazı din adamları tarafından ”mekruh” bazı din adamları tarafından da ”haram” olarak nitelendirildiğini anımsatan Özbuğday, ”Zararları konusunda herkes hemfikirdir. Hem tıbben hem dinen zararlı olduğu belirlenmiştir. Ama son yıllarda sigaranın sağlığa ciddi anlamda zarar verdiğini söyleyip, sigaraya ‘haram’ diyen din adamı sayısı arttı” diye konuştu.

Çağdaş Türk edebiyatının beğenilen kalemlerinden Ayşe Kulin, ilklerin yazarı olmayı sürdürüyor.

Daha önce yüz binlerce satılan “Veda” ve “Umut” adlı kitaplarının devamı niteliğindeki iki kitabı, “Hayat” ve “Hüzün”, Everest Yayınları’ndan çıktı.

“Hayat Dürbünümde Kırk Sene” üstbaşlığıyla aynı anda yayımlanan bu iki kitap, Ayşe Kulin’in kaleminden kendi hayatına bir yolculuk olma özelliği taşıyor. “Hayat” başlıklı kitap, 1941-1964 yıllarını kapsarken, “Hüzün”, Kulin’in 1964-1983 yıllarını yansıtıyor. Kulin, kitabın arka kapağında, şunları anlatıyor:

“‘Hayat’ ve ‘Hüzün’de yazdıklarım, babamın da var olduğu dünyada geçirdiğim kırk yılın, dürbünüme çarpan resimleridir; özelimde ve ülkemde 1941’den bu yana yaşadıklarımdan, gördüklerimden seçmelerimdir. Kitabıma, beni çok etkileyen, çok üzen, çok sevindiren, bende iz bırakan, belleğimde hep kalan anılarımı aldım. 1983’ten sonraki yıllarımın serüveni belki bir başka kitaba konu olur ama bu kitaplar, 1983 yılına kadar, Edip Cansever’e rahmetle selam olsun, ‘Ben Ayşe Kulin Nasılım?’a yanıtımdır.”

Kitap, çağdaş Türk edebiyatının en beğenilen kalemlerinden biri olan Ayşe Kulin’den anıların, zamanının Türkiye ve dünyaki olayların iç içe geçtiği bir çalışma. Kitabın son bölümünde ise Ayşe Kulin’in yaşamından fotoğraf kareleri yer alıyor.

ÖĞRETİM ÜYELERİ “PERFORMANS SİSTEMİNE” HAYIR DEDİ!
 
Tıp Fakülteleri Öğretim Üyeleri Girişimi, 2547 sayılı yasada yapılan değişiklikler sonrasında 31 Ocak 2011’de yürürlüğe girecek olan “performans değerlendirmesi” sistemine geçilmesini öngören yeni düzenlemeye ilişkin endişelerini belirtmek üzere İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet’e bir ziyaret gerçekleştirdiler.
 
Kamuoyunda “tam gün yasası ve performans değerlendirme sistemi” olarak bilinen yeni düzenlemenin, tıp fakültelerine bağlı hastanelerin öncelikli amacı olan eğitim ve araştırma misyonunu ortadan kaldıracağını ifade eden öğretim üyeleri konuyla ilgili endişelerini içeren ve 655 öğretim üyesi tarafından imzalanan bildiriyi sunmak üzere İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü önünde toplandı.
Üniversite girişinde basına yapılan bilgilendirmenin ardından taleplerini ve imzaları iletmek üzere rektörlük binasına doğru harekete geçen yaklaşık 350 öğretim üyesi, Rektör Prof. Dr. Yunus Söylet’le toplantı salonunda bir araya geldi. Girişim Sözcüsü Prof. Dr. Raşit Tükel öğretim üyelerinin orada bulunma amacını belirten bir konuşmayla birlikte hazırlanan metni okumasının ardından bildirileri rektöre teslim etti. Girişim Sözcüsü Tükel, performans sistemiyle üniversitelerin asli görevi olan eğitim ve araştırmanın bugünden itibaren yürütülemeyeceğini ve öğretim üyelerinin hizmet ağırlıklı çalıştırılacağını vurguladı.
 
İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet öğretim üyelerine hitaben yaptığı konuşmada bildiride yer alan görüşlere katıldığını, hassasiyetlerin ortak olduğunu, performans sisteminin mükemmel olmadığını kendisinin de kabul ettiğini fakat öğretim üyelerinin buna karşı çıkmakta ve eylem yapmakta geciktiğini ifade etti. Öğretim üyelerinin haklı olduğunu, kendisinin de konuyla ilgili devletin üst düzey temsilcileriyle görüşmeler yaptığını belirten Söylet konuşmasının devamında Sağlık Bakanlığı tarafından Avrupa Birliği desteğiyle yaptırılmış olan bir araştırmanın sonuçlarına da değindi. Araştırmaya göre, toplum içinde hekim imajının olumsuz olduğu ve bunun hekimlerin taleplerinin toplumda karşılık bulmasını engelleyen unsurlardan biri olduğunu belirtti.
 
“Sağlık piyasaya teslim ediliyor”
 
Rektör Söylet’in konuşmasının ardından söz alan girişim üyelerinden İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören, sağlık alanındaki olumsuz gelişmelerin tarihinin 24 Ocak kararları ve 12 Eylül sürecine kadar uzandığını ifade etti. Gören,  bugün gelinen noktada ise 2002 yılında başlayan Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte, üniversite hastanelerinin ve verilen tıp eğitiminin çökertilmeye çalışıldığını söyledi. Sağlık hizmetlerinin dünyanın en karlı 3. sektörü olduğunu, sağlık hizmetinin sunumunun da ücretli hale getirilerek piyasa koşullarına teslim edildiğini, hastaların müşteri olarak görüldüğünü, gelinen durumdaysa artık tıp eğitiminin de para karşılığı satılacak bir meta haline getirilmeye çalışıldığını belirtti.
 
“Kötü imajın sorumlusu hekimler değil hükümetin söylemidir”
 
Girişimin bir diğer üyesi İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Özyalçın hekimlik imajıyla ilgili araştırmanın çarpık olduğu değerlendirmesinde bulunarak şunları kaydetti;
 
“Bir yıl önce Avrupa Birliği fonuyla desteklenen ve Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan bir çalışmada hekimlerin %75’i rüşvetçi olarak gösterildi. Sağlık Bakanlığı da bu araştırmadan yola çıkarak ‘halkın cebinden doktorun elini çekeceğiz’ açıklamalarında bulundu. Hekimlerin toplum nezdinde oluşan kötü imajının temel sebebi bunlardır. Yapılan çalışma bilimsel değildir. Hekimlik ve öğretim üyeliği imajı sistematik olarak yıpratılmaya çalışılıyor.”
 
“Paralı doktor yakıştırması hekimi toplumun gözünden düşürdü”
 
TTB Merkez Konseyi Üyesi, Osman Öztürk söz alarak, hekimlerin imajının bozulmasında bazı hekimlerin de sorumluluklarının olabileceğini, en büyük sorunun da yine kendisi de hekimlik mesleğinin bir üyesi olan Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ olduğunu söyledi. Bakanın haklarını arayan hekimler için “paralı doktorlar gürültü yapıyor” diye demeçler verdiğini, imaj değişiminin temel sorumlusunun Bakan ve benzer demeçler veren hükümet yetkilileri olduğunu söyledi. Eylem süreci için geç kalınmış olduğu tespitini de eleştiren Öztürk, TTB ve tabip odalarının başından beri performans sistemine karşı çıktıklarını ve bunu her platforma dile getirdiklerini hatırlattı.
Rektörle yapılan görüşmenin ardından tekrar İstanbul Üniversitesi girişinde toplanan öğretim üyeleri burada bekleyen basın mensupları için kısa bir bilgilendirmede bulunarak konuyla ilgili eylemlilik sürecinin yeni başladığını ve performans değerlendirme sistemine karşı mücadelenin artarak devam edeceğini belirttiler.

İDT Şubat’ı “Profesyonel” ile karşılayacak

İstanbul Devlet Tiyatrosu (İDT), Şubat ayı oyunlarına, ”Yılın Çevirisi”, ”Yılın Yapımı” ve ”Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” gibi birçok ödüle sahip olan ”Profesyonel”le başlayacak.

 İDT’den yapılan açıklamada, İDT’nin, siyasal ve estetik kaygıları ön plana çıkaran oyunları tiyatroseverlerle buluşturmaya devam edeceği bildirildi.

Açıklamada, 2010-2011 sezonu Şubat ayı oyunları şu şekilde sıralandı:
”Birdy, Karanlık İşler, Üstat Harpagon, Ölüleri Gömün, Beğendiğiniz Gibi, Baştan Çıkarma, Kadın Sığınağı, Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk, İmparatorluk Kuranlar, Temiz Ev, Profesyonel, Vahşet Tanrısı, İki Çarpı İki, Kredi Kartı – Vak’a aaaa, Ne Dersin Azizim, Herkes Sihirbaz Olacak.”

Şubat ayının ilk oyunlarından biri, geçen sezonu kapalı gişe oynayan ve pek çok ödül toplayan ”Profesyonel”. Sırp yazar Duşan Kavoçevic’in yazdığı, Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği oyunun başrollerini Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler paylaşıyor.

Oyun, Yugoslavya’daki büyük dönüşümden önceki ve sonraki toplumsal politik yaşamı, bir entelektüelin yaşam öyküsü içinde, kara komedi türünde ve ironik bir üslupla anlatıyor. 1-6 Şubat tarihleri arasında Şişli Cevahir-2 Sahnesi’nde oynanacak.

”Dünyanın her tarafında sürüp giden savaşların birinde vurulan askerler, gömülmeyi reddederek mezarlarından kalksalar ve savaşı durdurmaya çalışsalar neler olurdu?” düşüncesinden yola çıkan Ölüleri Gömün, 1-13 Şubat tarihleri arasında Şişli Cevahir-1 Sahnesi’nde oynanacak.
Yazarlığını Irwin Shaw’ın, yönetmenliğini Şakir Gürzumar’ın yaptığı oyunun kalabalık oyuncu kadrosunda Musa Uzunlar, Salih Dündar Müftüoğlu, Civan Canova gibi değerli tiyatrocular yer alıyor.

William Shakespeare’in en sevilen komedilerinden biri olan ”Beğendiğiniz Gibi” de İDT oyuncuları tarafından Şubat ayında sahnelenecek.
Kardeşi tarafından Arden Ormanı’na sürgün edilen Büyük Dük’ün ve ailesinin öyküsünü anlatan oyunu Hakan Çimenser yönetiyor.

Cem Kurtoğlu, Ergun Akvuran, Zeynep Erkekli, Murat Karasu gibi isimlerin rol aldığı oyun, 4-6 Şubat tarihleri arasında Beykoz Ahmet Mithat Efendi Feridun Karakaya Sahnesi’nde sahnelenecek.

Sihrin ve sihirbazların dünyasını anlatan Herkes Sihirbaz Olacak isimli oyun, 3 yaş üzerindeki çocuk seyircilere hitap edecek. Kubilay Tuncer’in yazıp yönettiği oyun, 6, 20 ve 27 Şubat tarihlerinde Küçükçekmece Cennet Kültür Merkezi’nde sahnelenecek.
 

Yaşam tarzı ömrü etkiliyor

Uzun yaşamanın, yalnızca genetik nedenlerden kaynaklanmadığı, iyi ve aktif bir yaşam tarzının yanı sıra, sporun da insanların uzun yaşamasında en önemli neden olduğu açıklandı.

– İsveç Göteborg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Lars Wilhelmsen’ın öncülüğünde yapılan araştırmaya, Göteborg, Uppsala ve Lidköping illerindeki üniversitelerden uzmanlar katıldı. İsveç’te, 1913 yılı doğumlu 855 kişinin takibi ile yapılan araştırmada, 90 yaşını dolduran insanların yaşam standartları ve yaptıkları aktiviletelere izlendi.

İzlemeye alınan 855 kişiden 111’inin 90 yaşını geçtiği görülürken, uzun yaşayanların alışkanlıkları ve yaşam şartları, erken yaşta ölenlerin yaşam şartları ve alışkanlıkları ile karşılaştırıldı.

Yapılan karşılaştırmada, insanların genetik kalıntılarından daha çok, iyi bir yaşam tarzı ile birlikte, spor ve aktif yaşam sürmesinin ömrü uzatan en önemli etken olduğu sonucuna varıldı.
Araştırmada yer alan, Göteborg bölgesinden 104 yaşındaki Alice Östlund, bu yaşına rağmen hala aktif bir hayat sürdürdüğünü belirterek, ”Hep sağlıklı bir hayat yaşamak için çaba gösterdim. Hayatım boyunca hep aktif oldum. Ayrıca sağlıklı yiyecekler ile beslenin ve spor yapın. Herşeyden aşırıya kaçmadan yiyin” önerisinde bulundu.

İsveçli bilim adamlarının çalışması, uluslararası Internal Medicine Dergisi’nde de yayınlandı.

‘Dünyanın kanser başkenti Danimarka’

Danimarka’nın dünyanın kanser başkenti olduğu, ülkede her yıl 100 bin kişiden 326’sının kanser hastalığına yakalandığı bildirildi.

Ankara– Daily Telegraph’taki haberde, Danimarka’da kanser vakalarının fazlalığında, hastalığın teşhisindeki isabetliliğin dünyanın diğer yerlerine göre daha iyi olmasının ve yaşam biçiminin etkili olduğu belirtildi. Danimarkalı kadınların ortalamadan daha fazla sigara içmeleri ve ülkedeki yüksek alkol tüketiminin kanser vakalarının yüksekliğinde payı olduğu kaydedildi.

Dünya Kanser Araştırma Fonunun verilerine göre, gelir seviyesi yüksek ülkelerde kanser oranları, az gelişmiş ülkelere göre daha fazla. 13 Avrupa ülkesi, ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda kanser oranlarının yüksekliği açısından en başta gelen 20 ülke arasında bulunuyor. Gelişmiş ülkelerde daha iyi tanı konulmasının yanı sıra refah içindeki nüfusların daha obez olması, daha çok alkol tüketmesi ve daha az hareket etmesi de faktörler arasında yer alıyor.

Kanser Araştırma Fonu’ndan Prof. Martin Wiseman, ”İngiltere, Danimarka ve diğer yüksek gelirli ülkelerde oranların yüksekliği kaçınılmaz değildir ve yaşam biçiminde yapılacak değişiklikler risklerde önemli değişiklik yapabilir. Bilim adamları, İngiltere ve diğer yüksek gelirli ülkelerdeki en çok görülen kanserlerin üçte birinin, sağlıklı kilo, fiziksel açıdan daha aktif olmak ve daha sağlıklı beslenmekle önlenebileceğini tahmin ediyor” görüşünü ifade etti.