Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

50 Cesur Kemancı – Music Of The Heart 50 Violins / Yönetmen: Wes Craven / Oyuncular: Meryl Streep, Gloria Estefan, Aidan Quinn, Angela Bassett, Robert Ari, Joigh Pais, Victoria Gamez / 1999 ABD yapımı 118 dakika.

“50 Cesur Kemancı” bu akşam CNBC-e’de ekrana geliyor. Seksenli yıllarda esmeye başlayan “yeni moda’’ korku rüzgarının babası kabul edilen Wes Craven (“Nightmare” ve “Scream’’ serileri) bu ünvandan biraz sıkılmış olacak ki, eleştirmenlerden çok olumlu eleştiriler toplayan farklı bir film yaparak hem melodramı hem de sosyal yanı ağır basan hassas bir konuyu işlemeyi denedi.

Film aslında Oscar’a aday gösterilmiş, Venedik’te ödüllendirilmiş ve Toronto’da büyük ilgiyle karşılanmış, ancak sinemateklerin dışına çıkamamış “Mall Wonders’’ adlı bir “yarı belgesel’’ in yeniden yorumu. Filmi izledikten sonra yeniden çekmeyi kafaya koyan Craven konuya büyük ölçüde sadık kalarak, mutsuz bir evlilikten sonra iki çocuğuyla ayakta kalmaya çabalamış Roberta Tzavaras (Streep) adlı bir müzik öğretmeninin gerçek öyküsünü anlatıyor “50 Cesur Kemancıda.

Türlü eleştirilere, okulun yetersiz olanaklarına, maddi zorluklara karşın Harlem’de İspanyol ve AfroAmerikan asıllı çocuklara keman öğreterek onlara yeni bir yaşam umudu sunuyor bu öğretmen. Başta Madonna ‘ya teklif edilen, ancak daha sonra ünlü şov yıldızının bu kalıba sığmayacağı düşünülünce devreye sokulan Streep’in üstün oyunculuğuyla gidiyor film. Bu yorumuyla Oscar heykelciğine de aday gösterilen Streep, Craven’in ölçülü yönetmenliğinde o bol mendil tüketen meşhur yorumundan parlak bir örnek daha veriyor.

Yönetmen Craven’in başarılı çalışması ağlatıyor.

CNBC-e 22.00

Bir defasında Türkiye’nin bir nömreli idman neşri “Fanatik” Dergisi dünyanın en güçlü futbolcularından olan C. Ronalda’ya böyle bir sual vermişti:

– Eğer Türkiye kulüplerinden davet gelse, gidersen mi?

Ronaldo ise, idmancı centilmenliyine yaraşmayan tarzda özünden razı şekilde bele cevap vermişti:

– Men, Türkiye adlı devleti tanımıram…

Heee, tanıdın mı Ronaldo? okumaya devam edin…

Sıradanmış gibi görünen hayatların, aslında öyle olmadığını görmek için iyi bir anlatıcıya ihtiyaç vardır. Ventura Pons da bunu beyaz perdede en başaranlardan. Son filmi “Barcelona” ile köklerine saygı duruşunda bulunan Katalan yönetmen, geçen hafta İstanbul’daydı.

Deniz ÜLKÜTEKİN

Ölüm ve yaşam hakkında yazmak, çizmek hatta konuşmak bile herkesin harcı değil. Kullanılan her kelime ince bir süzgeçten geçirilip, bu ucu çok keskin çizgide dolanmak için özenle seçiliyor. Oysa Katalan yönetmen Ventura Pons için bir tür mahremiyet arz eden konuları filmlerine taşımak hiç de zor değil. Çünkü kendine has anlatımı, hayatın içinden çıkan karakterleriyle birleştiğinde zaten ortaya sabun köpüğünden bir hikâye çıkmasını kimse beklemiyor. Anita Treni Kaçırmadı ve Ölmek ya da Ölmemek gibi filmlerin yönetmeni Pons, geçen hafta, bir söyleşi vermek için İstanbul’daydı. Kendisiyle söyleşi yapma fırsatı bulduğumuzda, filmlerinde yer verdiği bir başka önemli nokta, İspanya’da Franco öncesi ve sonrasında yaşanan değişim hakkında da konuştuk. okumaya devam edin…

Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Üre, “Bilgisayar oyunları, çocukları, sağlıklı gelişmelerinde önemli rol oynayan sosyal oyunlardan uzaklaştırıyor” dedi.

Prof. Dr. Üre, yaz tatilinin başladığı bugünlerde ailelerin, çocuklarının ruh ve beden gelişimleri için oyunun önemini unutmamalarını istedi. Bilgisayar oyunlarının, çocukları, sağlıklı gelişmelerinde önemli rol oynayan sosyal oyunlardan uzaklaştırdığını ifade etti.

Üre şunları söyledi: “Birlikte oynanan oyunlar çocuğa ahlakı öğretiyordu, mülkiyet duygusunu, iyiyi, kötüyü, sosyal normları, âdet, gelenek göreneği öğretiyordu. Bilgisayar oyunlarına kendilerini kaptıran çocuklar ise bağımlı hale geliyor, sosyal yönleri, arkadaş ilişkileri zayıflıyor. Fakat günümüzde ne yazık ki internetten ayrı kalamıyoruz. Burada anne babalara veya okul idarecilerine önemli görevler düşüyor. İnternet kullanımı konusunda çocuğu çok da rahat bırakmamak gerekir.”

Karpuzda bulunan laykopen maddesinin kansere karşı koruyucu olduğu bildirildi. Erciyes Üniversitesi Atatürk Sağlık Yüksek Okulu Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Betül Çiçek, karpuzda, kansere karşı koruduğu bilinen laykopen maddesinin bol miktarda bulunduğunu, kan basıncının dengelenmesinde ve vücuttaki bazı atık maddelerin idrarla dışarı atılmasında sayısız yararı olduğunu ifade etti. Çiçek, Kansere yol açan en büyük sebeplerden biri, doku ve organların zararlı maddeler nedeniyle hasar görmesidir. Laykopen maddesi ise, serbest radikaller denilen zararlı toksinlerin sağlıklı doku ve organlara bağlanmasını engeller. Laykopen, doku ve organlara bağlanarak zararlı maddelere karşı koruma sağlar. Bu nedenle karpuz, kansere karşı koruma sağlayan en önemli besinlerden biridir dedi.

Hiç dikkat etmediğimiz bir konudur, ‘çocuklarımızın yetişme ortamları’.

Uzun yıllar çocuklar doğanın içinde yetiştiler.

Çocukluğumu anımsıyorum.

Yaşıtlarımla çıktığımız ‘erik hırsızlığı’nı.

Dalından kopardığımız kirazları.

Ağaçtan silkelediğimiz dutları.

Ellerimize batan dikenlere aldırmadan koparıp yediğimiz böğürtlenleri.

Oynadığımız hayvanları, köpekleri, kedileri, kaplumbağaları, kurbağaları.

Doğayla dostluk içinde yetişirdi çocuklar. okumaya devam edin…

Euro 2008 çeyrek finalinde Hırvatistan ile karşılaşan Türkiye A Milli Futbol Takımı, rakibini penaltılarla eleyerek tarihi bir başarıya imza attı ve yarı finale kaldı.

Viyana’da oynanan ve normal süresi 0-0 sona eren maçın 119. dakikasında Klasnic, Hırvatistan’ı 1-0 öne geçirdi. Bu gole 120+2’de Semih Şentürk ile cevap veren Türkiye, maçı penaltılara götürdü.

İlk penaltıdan Modric’le yararlanamayan Hırvatistan’a Arda ile cevap verip 1-0 öne geçtik. Ardından Srna ile Semih’in golleri ile durum 2-1 oldu. Rakitic’le Hırvatlar penaltı kaçırdı. Hamit ile gol bulduk. Ve Petric’in kaçırdığı penaltı ile yarı finale yükselen taraf Türkiye oldu…

Millilerimiz, 25 Haziran 2008 Çarşamba saat 21:45‘te Almanya ile yarı final maçına çıkacak. Karşılaşma, İsviçre’nin Basel kentinde yapılacak.

VENEDİK

Evinizin önündeki sokağı, onu kesen caddeyi, hatta oturduğunuz bütün şehri suyla kaplı hayal edin. Kanallarda nostaljik gondollar. Eski görkemli günlerini özlemle arayan, biraz yorgun, biraz hüzünlü bir şehir: İşte Venedik. Eski püskü, sıvaları dökülmüş, alttan tuğlaları gözüken ve terk edilmiş binalar. Bir kişinin bile yürümekte zorlandığı sokaklar ve bu dar sokaklarda hiç ummadığınız kırık dökük bir yerde şık, pahalı ve ünlü marka eşyaların; çantaların, ayakkabıların satıldığı dükkânlar.

Kanalların kenarında yürürken birden yol bitebiliyor, çünkü yolu bir bina tamamen kapatmış. Aynı yönde devam etmek isterseniz köprüden karşıya geçeceksiniz. Ama karşıdaki yol da bitebilir aynı sebepten ve bir başka köprü. O eskimeye yüz tutmuş tarihi binalara bakıp kim yaptı acaba diye düşünüyorum. Ne bir plan, ne bir düzen. Dalgın ve sarhoş mimarlar inşa etmiş olmalı Venedik’i. Bir zamanlar 300 bin olan nüfus şimdi 70 bine düşmüş. Belli ki artık “yaşamayan” sadece turistler için ayakta tutulan bir “sanayi” Venedik.

İşte bu yüzden Venedik intikamını turistlerden alıyor. Her şey ateş pahası. Fiyatları gören gözler faltaşı. Lokantalarda garsonlar duyarsız. Kafe-barlar var, masaya oturup bir şeyler içmek yerine, ayakta içtiğinizde daha ucuz olan. Bu İtalyanlara özgü bir şey olmalı. Rialto Köprüsü’ndeki çanta satıcıları bana memleketimi anımsattı. Sanki İstanbul’dayız. Birtakım adamlar ünlü marka -taklit- çantaları yere serdikleri örtülerde satıyor. Hop, bir uyarıyla çabucak örtüler toplanıyor ve adamlar tabana kuvvet kaçışıyor. Sebep? Çünkü zabıta kovalıyor onları. İyi bilirim bu duyguyu. Ben de çocukken sana yağı kutusunda ayçiçeği veya sakız satarken zabıtadan kaçardım. Yakalanıp sermayemi kaybettiğim günler de oldu. Onlar rüyalarımdaki kötü adamlardı hep. Ama bir fark vardı buradaki satıcılarda: Zabıtalara yakalanmamak için kaçışan bu insanların çoğu siyah derili, şaşılacak denli uzun boylu, atletik yapılı insanlar.

Zabıta gözden kaybolunca gene örtüler açılıyor ve gene aynı yerden devam.

Venedik gene de bir düş kenti. Biraz sefil olduğu için sevimli. Sefil olduğu için de hakiki. Venedik Akdenizli. Venedik romantik. Onda kuzey ülkelerinin soğukluğu yok. Venedik bizden…

Altı yıl Amerika’yı ve de dünyayı kasıp kavuran “Sex and the City” dizisiyle ilgili ilk zılgıtı mesleği psikolog kızımdan yemiştim, “Bu dizi kadınlar ve erkekler hakkında çok şey söylüyor” dediğimde, “Hayret anne” demişti, “bu modern bir külkedisi masalı seni bile etkiledi ya, pes doğrusu”…

Düşününce ona hak vermiştim, hafta içi tam da bu konuda yazmayı düşünürken, Milliyet gazetesi köşe yazarı Ece Temelkuran, daha iyisi yazılamayacak bir yazıyla çıkıp geldi, bana da bu mükemmel yazıyı sizlere aktarmak düştü. Teşekkürler Ece ve tabii teşekkürler kızım Dünya. okumaya devam edin…

Tüm Türkiye’de hava sıcaklıkları hafta başında artmaya başlayacak. Meteoroloji yetkilileri, hafta sonu sert esen poyrazın etkisiyle serinleyen Batı bölgelerinde kısa süreli yaz yağmurlarının yaşanabileceğini, ancak hafta başından itibaren hava sıcaklıklarının Batı bölgelerinden başlayarak artacağını belirtti.