Zülfü Livaneli
 zlivaneli@gazetevat an.com
 

Kitaplar sizi daha derin bir anlayışa götürür, hem kendinizi hem de dünyayı daha derinden kavramanızı sağlar.

Bir ruh eğitimidir, bir duygular eğitimidir.

Birçok olumlu kavram gibi edebiyat hakkında da olumsuz önyargılar yerleşmiş topluma.

Bunlardan biri de “edebiyat yapmak” deyimi.

Bu deyimle boş konuşmalar, hayal ürünü, hiçbir işe yaramayan düşünceler ve gerçeklere dayanmayan bir değersizlik ortamı kastediliyor.

Oysa edebiyat dünyanın en ciddi işidir.

Hiçbir gelişmiş toplumda edebiyat böyle bir deyimle kirletilmemiş , aksine hep toplumun en üst değerleri arasında yer almıştır.

Bu saygıyı gösteren ve göstermeyen toplumlar arasındaki farkı görmek istiyorsanız, bir Avrupa ülkelerine bakın bir de biz ve Orta Doğu ülkelerine.

Durum ortada değil mi!

***

Bazı kişiler eskiyi muhafaza etmek isterler ama kastettikleri eskinin de bir zamanın “yeni”si olduğunu ve daha önceki eserlere karşı bir yenilik mücadelesi vererek varolduğunu unuturlar.

Ayasofya binbeş yüz yıllık bir eserdir ama basilika ve kubbe biçimlerini ilk kez birleştiren yani kendilerinden önceki bütün eserlere meydan okuyan iki yenilikçi mimar ve onları destekleyen yenilikçi bir hükümdar sayesinde yapımı mümkün olabilmiştir.

Mozart klâsiktir ama kendi dönemindeki “eski”ye karşı mücadele eden bir “yeni” olarak varolabilmiştir.

Cervantes de böyledir, Çaykovski de, Frank Lloyd Wright ya da Le Corbusier de…

Mustafa Kemal bir devrimcidir, hayatını Tanzimat Fermanı’nı tartışarak değil, geleceği inşa etmeye çalışarak geçirmiştir.

Ama bu insanların hepsi geçmişten geleceğe uzanan bir köprü niteliğindedir. Kökleri çok derindedir.

“Kökü mazide olan atiyiz” yani “Kökü geçmişte olan geleceğiz” sözü bu büyük adamlarda doğrulanır gibidir.

Her yenilik tepki görür, her peygamber, her büyük filozof, her büyük sanatçı önce reddedilir, sonra kabullenilir ve klâsik olur.

Bu yüzden sanat da hayatın gerçeği gibi devrimcidir.

***

Nasıl Descartes’tan “Düşünüyorum o halde varım” cümlesi insanlığa miras olarak kaldıysa İspanyol filozof Ortegay Gasset’ten de böyle bir cümle kalmıştır:

“Ben, kendimin ve çevremin toplamıyım.”

İlk bakışta “Ne demek bu?” diyenler olabilir. Ama biraz düşündükçe her şeyin yerli yerine oturacağına ve sözün derin anlamının ortaya çıkacağına eminim.

Aslında bu ülkedeki birçok gelişmiş ve incelmiş insanın dramının temelinde bu cümle yatıyor. Çünkü siz kendinizi, beyninizi ve duygularınızı ne kadar geliştirmiş olursanız olun sonunda bu çevrenin bir parçasısınız.

Bir yanınız arabesk, bir yanınız eurobesk.

Bir yanınız vahşi bir sertlikle ve binbir cambazlıkla sürüp giden siyaset, öteki yanınız her gün ölüp ölüp dirilen, arap sabunuyla kaplı mermer zeminde rugan pabuçla dansetmeye çalışan ekonomi.

Bir omzunuza yumuşak bir şefkat tünemiş, ötekine gözü kanlı bir şiddet.

Yani ne yaparsanız yapın, kendinizi nasıl tanımlamaya çalışırsanız çalışın, sonuçta bu ülke ortamının bir parçasısınız. Eğitimine kafa yorduğunuz çocuğunuz da aynen böyle olacak.

Çünkü insanoğlu tek başına varolamıyor