Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Ahmet BEŞKARDEŞ" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

 

SANATÇI, çağının ve ülkesinin sorunlarına duyarsız kalmamalıdır.

Sanatçının insanlığa ve toplumuna karşı önemli sorumlulukları vardır.

Toplumuna örnek olması gerekir.
Sanatçı aynı zamanda bir toplum önderidir.
Bu konumunun gerektirdiği duruş ve kararlılıktan ödün vermemek sanatçının kaçınamayacağı bir görevdir.
Bu genel değerleri belirttikten sonra şimdi konuya girebiliriz.
Türkiye önümüzdeki ay önemli bir referandum için sandığa gidecek ve ciddi şekilde geleceğini belirleyecek bir karar verecek.
Bu noktada ülkenin sanatçılarının verecekleri oy, toplum için çok önemlidir.
Örneğin Sezen Aksu toplumumuzun önemli bir sanatçısıdır.
Yeteneklidir, üretken bir şarkıcıdır.
Nota bilmediği halde yaptığı besteler halkın büyük beğenisini kazanır.
Şarkıcılar Sezen Aksu’dan bir şarkı alabilmek için sürekli kuyrukta beklerler. 
O nedenle, toplumun bu kadar önem verdiği bir sanatçının, referandumda “evet” oyu vereceğini açıklaması çok sayıda insanı etkiler.
Ben merak ediyorum, Sezen Aksu’nun kararı neden “evet”? 
Niyetim Sezen Aksu’yu eleştirmek değil.
Herkes sandığa gittiği zaman vicdanının sesini dinleyerek kararını verir ve oyunu o doğrultuda kullanır.
Bunun için kimse kimseyi eleştiremez.
* * *
Benim merakım başka.     
Sezen Aksu AKP iktidarının sanata bakışını biliyor olmalı.
Ülkenin tek opera binasını boşaltıp çökmeye terk eden…
Opera, bale sanatçılarını ve kentin tek senfoni orkestrasını sokağa atan…
2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’u opera, bale oynanamaz bir kent haline getiren…
Baleyi “bel altı” sanatı olarak tanımlayan…
Heykele “Böyle sanatın içine tükürürüm” diyen…
Bir anlayışın kimseye danışmadan, bir oldu bittiye getirerek yaptığı anayasa değişikliklerini bir sanatçı olarak onaylamak ve ona destek vermek…
Bunu merak ediyorum ve içtenlikle söylüyorum ki Sezen Aksu’yu anlamakta zorlanıyorum. 

Ahmet Hakan haklı ama…

BEN de şöyle bir karıştırdım Ergun Poyraz’ın kitaplarını…
Pespayelik, iğrençlik, iftira ve yalan diz boyu…
Yazarım diye ortaya çıkan bir insanın böyle paçavralar yazmasına hem hayret ettim, hem de utandım.
O nedenle Ahmet Hakan’ın Ergun Poyraz için yazdıkları yerden göğe kadar haklı.
Aynen katılıyorum.
Ama…
Ergun Poyraz’ın hapislerde süründürülmesini (sanırım 3 yılı geçti) bir hukuk cinayeti olarak görüyorum.
Tüm ahlaki değerleri çiğneyen böyle kitaplar yazsa da Ergun Poyraz’ı demir parmaklıklar arkasına kapatmak çağımızın anlayışına, değerlerine ve insan haklarına aykırıdır.
Kabul edilemez.
Çağdaş hukukta tazminat diye bir olay var.
Eğer Ergun Poyraz, Baykal ve Bahçeli için aynı tür kitaplar yazsaydı acaba hapiste bir gün olsun yatırılır mıydı?
AKP yandaşlarının neler yazdıklarını, ne çirkeflikler yaptıklarını, ne iftiralar attıklarını ama kıllarına dokunulmadığını hepimiz biliyoruz.
Ergun Poyraz’a yapılan insan haklarına aykırıdır.

Rejans için ‘diyalog’ çağrısı

78 yıllık Rus lokantası Rejans’ın 1996 yılından beri kapatılacağı konuşuluyor. Geçen 28 Haziran günü yapılan duruşmada yerel mahkeme Yargıtayın kararına uyarak Rejans’ın tahliyesine karar verdi. Rejans işletmecileri ise davayı temyize taşıdı. Şimdi, temyizden çıkacak sonuç bekleniyor.

İstiklal Caddesi’nde Saint Antoin Kilisesi’nin tam karşısında caddeye açılan Olivya Geçidi’nin sonunda yer alan Rus lokantası Rejans, kimleri ağırlamadı ki… Atatürk, Muhsin Ertuğrul, Cahide Sonku, İbrahim Çallı, Haldun Dormen…

Bir zamanlar Beyaz Rus madamların servis yaptığı “Limonaya” (limon kabuğu zarıyla aromalandırılmış ‘sarı votka’) ve eşlikçileri Olivye salatası, Rus böreği Piroşki, salamura edilmiş ringa balığı Slotka’nın lezzetine varmak isteyenler bugün de Rejans’ın yolunu tutuyor. Ama 1932 tarihli Rejans, 1996 yılından bu yana kapatılma tehlikesiyle gündemde.

1996’da tahliye gerekçesiyle Rejans’ın 30 yıllık mal sahibi 90 yaşındaki Mithat Müdüroğlu tarafından açılan ilk davadan bu yana anlaşmazlık süregidiyor. Son olarak 2008 Şubat’ında açılan davadan, önce tahliye kararı çıktı, ardından Rejans işletmecileri davayı temyize taşıdı. Şimdi, temyizden çıkacak sonuç bekleniyor.

Ancak rejans işletmecileri yani Rejans’ın bugünkü ortakları Zinnur Taygan, Erdal Sezener ve Zişan Sezener Rejans’ı yaşatabilmenin tek yolunun ‘diyalog’ olduğunu söylüyorlar.

Rejans İşletmecisi Erdal Sezener tahliye davasının mekânın lehine sonuçlanmasının bir “mucize” olduğunu düşünüyor:

“Bir şansımız var, o da diyalog. Tüm bu olumsuzluklara rağmen karşı tarafla anlaşmak istiyoruz. Bizi hep geçiştiriyorlar, bir an önce çıkın diyorlar. Sanki amaç Rejans’ın rantını almak. Aslında biz mülklerine değer katıyoruz. Rejans’ı yaşatmak için her türlü diyaloğa açığız. Ama bugünkü diyalog eksikliği İstanbul’un tarihine bir darbe niteliğinde. Rejans geleneğinin sürmesini istiyoruz.”

Peki uzlaşma sağlanamazsa Rejans ne olacak? Aynı yerde, aynı mimari çizgide faaliyetini sürdüremeyecek. “Tam olarak mekân arayışı içinde değiliz ama takip ettiğimiz yerler de var. Rejans’ı Rejans yapan ağırladığı insanlar, sunduğu yemekler, biriktirdiği anılar, yarattığı kültürdür” diyor Sezener.

Mal sahibi Mithat Müdüroğlu ise uzlaşma çağrısına yönelik şunları söylüyor: “Elbette herkes kendi menfatini düşünüyor. Burası Beyoğlu’nun göbeğinde bir mekân. Kirayı diğer yerlerle mukayese ederseniz farkı görürsünüz”

70’lerin ortasından beri mekânın müdavimi olan Bedri Baykam da Rejans’ın büyülü bir yer olduğunun altını çizerek şöyle konuşuyor: “Rejans’ta eski İstanbul’u tüm zerreleriyle yaşarız. Sanki bir zaman kapsülü içinde 1930’ların, 40’ların İstanbul’u korunmuştur. Türkiye ne yazık ki buna benzer konularda kendi belleğine pek saygılı bir ülke değil. Her şeyin ‘yenisini’, daha ‘modernini’ yapmak iddiasıyla geçmişi yıkmak maalesef bu konudaki kültürsüzlüğümüzün sürekli tavrı olmuştur.”

Bir başka müdavim Ferhan Şensoy ise duygularını şöyle dile getiriyor: “Biz Rejans’taki Atatürk’ün masasını, Yahya Kemal’in masasını, nice ozanın cilalı ahşaba sinmiş şiirini koruyamıyoruz. Bir halka daha kopup gidiyor çocukluğumun Beyoğlu’sundan. Artık Beyoğlu’nda gezilmez, göz falan da süzülmez.”

Rejans’ın İstanbul’un yeri doldurulamayacak mekânlardan biri olduğunu söyleyen sinema eleştirmeni ve yazarı Atilla Dorsay ise “Yalnız mutfağıyla değil, servis yapan Beyaz Rus kadınlarıyla, balkonda çalan orkestrayla, Atatürk’ün gözde lokantalarından biri olmasıyla” Rejans’ın İstanbul’a birçok yenilik kattığını belirtiyor.

Dorsay, “Onu başka bir yerde açmak da olmaz. O yapıya sinmiş olan tarih kokusunu, duvarlardan masalara her köşesine yerleşmiş olan anıları nasıl yeniden yaratabilirsiniz ki?” diyor.

Türkiye’de özellikle yerli turistlerin tercih ettiği Çeşme, 2010 sezonunu sadece otelleriyle değil, plajları, eğlence merkezleri hatta sokaklarıyla da tam kapasite geçiriyor.

Karayolları 2. Bölge Müdürlüğü’nden edinilen bilgiye göre, özellikle pazar günleri Çeşme ve Alaçatı’ya giren araç sayısı rekor kırıyor. 18 Temmuz Pazar günü 12 bin 814, 25 Temmuz Pazar günü ise 12 bin 422 aracın girdiği Çeşme ve Alaçatı’ya yapılan tahmini hesaplamaya göre, sadece bir günde giren insan sayısı 60 bini buluyor. Kış aylarında nüfusu 28 bin olan ilçeye 2 katı kadar insan sadece bir günde giriş yapıyor. İzmir ve ilçeleriyle Manisa ve Aydın’dan da çok sayıda ziyaretçinin hafta sonu günübirlik tatil yeri tercihi olan Çeşme, feribot aracılığıyla karşı komşusu Sakız Adası’ndan gelen turistlere de ev sahipliği yapıyor.
İlçede hafta sonu yol altyapısının yetersiz olması nedeniyle özellikle plaj tesisleri, eğlence merkezleri ve restoranların bulunduğu bölgelere giden yollarda trafik sıkışıklığı yaşanıyor.
Hafta sonu plajların tamamen dolduğu ilçede, girişleri ortalama 35 lira olan sahil kulübü tarzı tesisler de kapasite yetersizliği nedeniyle kapılarını kapatmak zorunda kalıyor.

‘Turizmde dünya markası olmaya aday’

İlçedeki otellerin doluluk oranı, sezon başından bu yana yüzde 95 civarında seyrediyor.
Çeşme Turistik Otelciler Birliği (ÇEŞTOB) Başkanı Veysi Öncel, diğer turizm merkezlerine göre çok fazla yatak kapasitesi bulunmayan Çeşme’nin son yıllarda moda haline geldiğini, büyük talep gördüklerini ifade etti. Hafta sonunda balık restoranlarında yer bulmanın mümkün olmadığını dile getiren Öncel, Çeşme ve Alaçatı’nın, bu yıl Türkiye’deki en popüler tatil merkezleri haline geldiğini söyledi.

Öncel, Çeşme’nin deniz-kum-güneş turizmi ve eğlence merkezi olmasının yanında, diğer bölgelerden farklı olarak rüzgar sörfü, termal turizm imkanları ile ulaşım kolaylığı avantajlarına da sahip olduğunu bildirerek, şunları kaydetti: ”Çeşme, gelecekte sadece Türkiye’de değil, dünyada sayılı tatil beldesi olmaya aday. Ancak, Çeşme’nin dünya çapında marka olabilmesi için mutlaka kaliteli ve marka olmuş oteller ve restoranları kendisine çekmesi gerekiyor. Türkiye’de böyle bir turizm merkezi yok. Bodrum ve diğer yerler bu şansı kaçırdı. Ama Çeşme’nin halen şansı var. Çeşme, zengin ve para harcamaktan kaçınmayan kesimi hedeflemesi gerekiyor. Bodrum ya da başka bir bölgeyi rakip olarak görmüyoruz, farklı bir destinasyon olmaya çalışıyoruz.”
 

“Geçen 10 yıl en sıcak dönem oldu”

Bilim adamları, küresel ısınmanın devam ettiğine dair yeni kanıtlar sundu.

Yıllık yayımlanan ”İklimin Durumu” raporunda, iklimle ilgili önemli göstergelerin küresel ısınmanın sürdüğüne işaret ettiği ve geçen on yılın en sıcak dönem olduğunu belirtildi.

48 ülkeden 300’den fazla bilim adamının hazırladığı raporda, hava sıcaklığı, suyun buharlaşma oranı, deniz yüzeyi sıcaklığı, okyanus üzerinde hava sıcaklığı, kar kalınlığı ve buzullar gibi göstergelerin incelenmesinin hep ”küresel ısınmanın yadsınamaz” olduğu sonucuna götürdüğü vurgulandı.

Raporda, 80’li, 90’lı ve 2000’li yılların karşılaştırmalarının yapıldığı ve son 10 yılın en sıcak dönem olduğu belirtilirken, devam eden ısınmanın sahil kentleri, altyapı, su tedariki, sağlık ve tarımı tehdit edeceğine dikkat çekildi.

Geçen her 10 yılda ısınmanın 0,11 santigrat derece kadar arttığı, bunun çok küçük bir artış gibi görünebileceği, ancak son 50 yılda sıcaklığın 0.55 santigrat derece artmasının bile dünyayı halihazırda değiştirdiğine işaret edilen raporda, buzulların eridiği, şiddetli yağışların yoğunlaştığı, sıcak hava dalgalarının daha yoğun ve sık görüldüğü hatırlatıldı.

Tarkan gururla sunar: Adımı Kalbine Yaz

Tarkan’ın çalışmalarını büyük bir titizlikle yürüttüğü, “Adımı Kalbime Yaz” isimli albümü HİTT-DMC etiketiyle bugün müzik marketlerdeki yerini aldı. 

Tarkan, 3 yıllık bir aradan sonra sevenlerinin karşısına “Adımı Kalbine Yaz” albümüyle çıktı. Sanatçı, aynı albümde yer alan “Sevdanın Son Vuruşu” adlı şarkısını Mayıs ayında sevenlerinin beğenisine sunmuştu.
 
Albümde, söz ve müziği Tarkan’a ait olan şarkıların yanı sıra, Sezen Aksu, Yıldız Tilbe, Ozan  Çolakoğlu, Mithat Can Özer, Günay Çoban ve Gülşah Tütüncü’nün imzasını taşıyan şarkılar da yer alıyor.

Albümünün her ayrıntısıyla tek tek ilgilenen Tarkan, fotoğrafları için de dünyaca ünlü bir isimle çalıştı. Sanatçı, Los Angeles’a giderek Giuliano Bekor’ın objektifine poz verdi.

İlk buluşma Harbiye’de

Tarkan, albümle birlikte ilk konserini de Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde verecek. Sanatçı, 31 Temmuz ve 1 Ağustos tarihlerindende iki gün boyunca Açıkhava’yı sallayacak. 

 

Dünyanın en büyük sağlık sorunlarından biri olarak görülen obezite, günümüzde insan yaşamının öncelikli tehditlerinden biri haline gelmiş durumda.

Obez sayısındaki artış, yaşam kalitesini düşürmenin yanında; başta kanser olmak üzere; şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları, kolesterol yüksekliği gibi birçok sağlık sorununa da yol açıyor. Zayıflattığı iddia edilen ürünlerin tüketimi ise her geçen gün artış gösteriyor.

Üstelik günümüzde en masum görünen ürünlerin bile uzmana danışılarak kullanılması gerekiyor. Aksi durumda kişinin var olan ya da bilinmeyen bir hastalığının tetiklenmesi ve istenmeyen etkileşimlerin ortaya çıkması söz konusu olabiliyor. İşte konunun uzmanlarının görüşleri ve zayıflama çılgınlığında karanlık sonlu yanlışlar…

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Farmakoloji ve Klinik Farmakoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeliha Yazıcı:

ZARARSIZ OLDUKLARINI İDDİA EDEN ÜRÜNLERDE ZARARLI KİMYASALLAR VAR

GÖRÜŞÜME göre zayıflama amaçlı kullanılan ilaç ve ilaç dışı ürünlerin hiçbiri masum değil. Piyasada Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın izniyle ithal edilen ve
reçetesiz pazarlanan çok sayıda bitkisel kökenli zayıflama hapı var. Zararsız oldukları iddia edilen bu haplarda, bitkilerin içerdiği aktif maddelerin dışında
bazı kimyasallar da bulunuyor. Örneğin, kırmızıbiber hapında biberin kendisinin yanında, guarana, sinameki, funda yaprağı, mate yaprağı ve L-karnitin var. Lkarnitin içeren ilaçların, vücutta karnitin eksikliği oluştuğu zaman kullanılması gerekiyor. Oysa normal durumda alınan karnitin, tansiyon yüksekliğinden, kalpte ritim bozukluklarına, kansızlıktan, mide-bağırsak
hastalıklarına ve hatta felce kadar pek çok soruna neden olabiliyor.

BÖBREK VE KARACİĞER HASTALIĞINA YOL AÇIYOR

Zayıflama ilaçlarında “Orlistat” ve “Sibutramin” isimli iki temel etken madde olduğunu söyleyen Prof. Dr. Zeliha Yazıcı, bu ilaçların düşük kalori diyeti ile alınmaları gerektiğini belirtiyor. Bu ürünleri kullananların yüzde 30’undan fazlasında üst solunum yolu enfeksiyonları ve baş ağrısı görülüyor. Orlistat içeren ürünlerde; yağlı dışkı, akışkan dışkılama, gaz çıkarma, dışkı kaçırma, karında ağrı, sarılık, pankreasta iltihaplanma, kan şekerinde düşme, rektumda ağrı, adet düzensizliği, endişeli olma hali, yorgunluk, diş ve diş eti rahatsızlıkları, idrar yolu enfeksiyonları, anjiyo ödem ve anaflaksi gibi önemli yan etkiler görülüyor. Sibutramin içeren ürünlerin kullanımı ise yüksek tansiyon hastalarında; kalp, böbrek ve karaciğer hastalığı olanlarda olumsuz sonuçlara yol açabiliyor. Sibutraminin ruhsal sorunlar yaşayan hastalarda depresyon ve intihar eğilimini tetiklediğini gösteren araştırmalar da bulunuyor.

Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hasan Aydın:

VÜCUTTAN SUYLA BİRLİKTE YARARLI MADDELER DE ATILIYOR

İÇİNDE sağlığı etkileyen etkenmaddelerin bulunduğu besin destek ürünlerinin Sağlık Bakanlığı yerine Tarımve Köyişleri Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmasını doğru bulmuyorum. Bitki ve hayvan sağlığı için kullanılacak ilaçları onaylamakla yükümlü olan Tarım Bakanlığı’nın insan sağlığını doğrudan etkileyen ürünleri ruhsatlandırması kabul edilebilir bir durum değildir. Bunu yapması gereken Sağlık Bakanlığı’dır. Ayrıca Tarım Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılan bu ürünlerin gereken laboratuvar koşullarında ve konunun uzmanı kişilerce yeterli şekilde test edildiğine de kesinlikle inanmıyorum. Bir ilacın eczanelerin raflarında satılabilir hale gelmesi için, geliştirildiği andan itibaren en az 10 yılı bulan 3 fazdan oluşan bir araştırma sürecinden geçmesi gereklidir.

BU TÜR ÜRÜNLER İÇİN SÜREKLİ DENETİM ŞART

Bu aşamaları tamamlamayan, etkinlik ve yan etki profili açısından güvenilir olmayan bir ürünün Sağlık Bakanlığı tarafından onaylanması mümkün değildir. Bunun yanında ilaç piyasaya sürüldüğünde de olası yan etkileri konusunda sürekli denetleniyor olması ve sakıncalı durumlarda toplatılması gereklidir. Zayıflama destek ürünlerinin Tarım Bakanlığı tarafından etkinlik, güvenirlilik ve yan etki açısından yeterli değerlendirmeye tabi tutulmaması ve bir bitki veya hayvan ilacı gibi onaylanarak satılması insan sağlığını ciddi anlamda tehdit ediyor düşüncesindeyim. Bu ürünlerin prospektüsü dikkatli incelendiğinde idrar söktürücü veyamüshil tarzı takviyeler içerdikleri bir gerçektir. Bunlarla sağlanan kilo kaybı doğrudan sıvı kaybı olduğu için suyla
beraber birçok yararlımadde de kaybedilir. Bu da sağlığı olumsuz yönde etkiliyecektir.

DİYETİSYENLERİN ZAYIFLAMA İLACI VERMESİ SÖZ KONUSU OLMAMALI

Zayıflama ürünlerinin üzerinde “doğal” yazması, bu ürünlerin yan etkisi olmadığı anlamına gelmiyor. Örneğin bazı ürünlerin içinde bulunan fazla kafein, çarpıntı ve kalp rahatsızlığına neden olabiliyor. Bu ürünlerin içeriklerinin iyi incelenmesi ve konunun uzmanı bir doktorun önerisiyle kullanılmaları gerekiyor. Bu nedenle diyetisyenlerin bu tür ilaçları önermesi yanlış bulunuyor.

DOKTOR KONTROLÜNDE KİMLER KULLANABİLİR?

◊ Yaşam tarzı değişikliğini (diyet + egzersiz) etkin bir şekilde uygulayan kişiler
◊ Diyet ve egzersizle başarı sağlayamayanlar
◊ Vücut kitle indeksi 30 kg/m2 üzerinde olup eşlik eden şeker hastalığı, hipertansiyon gibi sağlık sorunları olanla

ZAYIFLAMA ÜRÜNLERİNİ KESİNLİKLE KULLANMAMASI GEREKENLER
◊ Kalp ve böbrek rahatsızlığı olanlar
◊ Hipertansiyon hastalığı bulunanlar
◊ Şeker hastaları
◊ Çocuklar
◊ Gebe ve emziren kadınlar
◊ Yaşlılar

KAÇAK ZAYIFLAMA ÜRÜNLERİNİN YOL AÇACAĞI SAĞLIK SORUNLARI
◊ Sıvı kaybına bağlı tansiyon düşüklüğü
◊ Tansiyon yüksekliği
◊ Çarpıntı
◊ Kalp spazmı
◊ Böbrek ve karaciğer yetmezliği
◊ Tiroid  hastalıkları
◊ İshal
◊ Aşırı yorgunluk
◊ Uyku bozukluğu

SAĞLIK BAKANLIĞI ‘BU ÜRÜNLERİ KULLANMAYIN’ DİYOR

SAĞLIK Bakanlığı piyasada izinsiz olarak bulunan zayıflama ürünleriyle mücadele için 81 ilin valiliklerine ve Sağlık Müdürlüklerine genelge göndererek
piyasadan toplatıyor. Ancak bu uygulama kaçak satışın önünü kesmeye yeterli
olmuyor. Bu nedenle özellikle “Sibutramin” içeren ve Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatı bulunmayan yandaki ürünlerin kullanılmaması ve internet üzerinden hiçbir şekilde alım yapılmaması gerekiyor.

Unut gitsin ey halkım…

22 Temmuz 2010 Perşembe

 

NE çok yürekli insanlar, ne çok adam gibi adamlar, ne çok yiğitler yok oldu senin için…
Sağdan ya da soldan, o yandan ya da bu yandan, hiç fark etmez…
Ne çoğunu kovaladılar…
Ne çoğunu çürüttüler hapishanelerde…
Ne çoğunu vurdular…
Ne çoğunu astılar…

Tümü senin uğruna…
Senin için…
Senin yüzünden ey halkım…
Peşine takılıp gittiğin basiretsizlikler, gafletler, ihanetler senin oyların ile her iktidar olduklarında ve sonuçta senin canın yandığında…
Yürekli insanlar yollara düştüler…
Seslerini yükselttiler…
Didindiler…
Direndiler…
Savaştılar…

Ve sen yıkımlara oy verip de dertler açarken Türkiye’nin başına… Onlar senin adına, senin için koşuştular.
Dillerinden sen düşmedin…
Yüreklerinde senin sevgin vardı…
Senin geleceğini dert edinmiş, senin yoksulluğunu yoksullukları, acılarını acıları saymışlardı…
Ve senin uğruna yok oldular…
Gençler bir şafak vakti “özgürlük” diye son kez bağırıp asıldılar… Yazarlar “Unutma bizi ey halkım” notu düşüp de tarihe, vuruldular…
Hep böyle oldu, düşünüyorum da…
İşte bak; profesörler kendilerini asıyorlar ranza demirlerine…
Yiğitler şakaklarına birer kurşun sıkıyorlar…
Yaşamları hapishanelerde çürüyor senin için sesini yükseltenlerin…
Bak yine; bir yok ediş sürüp gidiyor, bir infaz, bir kıyım…
Senin için…
Sen ise…
Unut gitsin ey halkım…

Zayıflama amaçlı besin destek ürünlerinin zayıflamaya yardımcı olmadığı ve etkisinin plasebodan fazla olmadığı bildirildi.

Almanya’daki Göttingen Üniversitesinden Thomas Ellrott ve ekibinin yaptığı, sonuçları İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen obezite konulu uluslararası kongrede sunulan araştırmada çok satılan 9 zayıflama ürünü ile plasebo (etkisiz ilaç) karşılaştırıldı.

Eczanelerden getirilen zayıflama ürünlerinin kutusunu ve ismini değiştiren araştırmacılar, 189 obez ve aşırı kilolu kişiden bir gruba 8 hafta yeni hazırlanan kutularda plasebo, diğer gruba çok satılan 9 zayıflama hapından birini verdi.

Araştırma sonunda, katılımcıların ortalama 1-2 kg verdiği ve plasebo ile bu ürünler arasında belirgin fark bulunmadığı görüldü.

Daha önceki araştırmalarda sadece bir zayıflama ürününün araştırıldığını belirten Ellrott, ilk kez çok satılan 9 ürünün incelendiğini vurguladı.

Aynı kongrede sunulan başka bir araştırmada da Dr. Igho Onakpoya ve ekibi, incelenen 9 zayıflama ürününün zayıflamak için yeterli olduğuna dair kanıt bulamadı.

Igho Onakpoya, plasebodan daha etkili olmasa da zayıflama amaçlı besin destek ürünlerinin satışının yılda 13 milyar doları (20 milyar TL) aştığını belirtti.

Onakpoya, araştırılan ürünlerden bazılarının yan etkilerinin de bulunduğunu, ancak katılımcı sayısının az ve araştırma süresinin kısa olması nedeniyle konuyla ilgili daha fazla araştırma yapılması gerektiğini vurguladı.

Bilim adamları, zayıflama hapı almayı ya da bu tür bir diyet takviyesi kullanmayı düşünenleri, bunun sadece bir “zaman ve para kaybı” olabileceği konusunda uyardı.
Araştırmacılar, insanların, genellikle bu ürünlerin kısa yoldan kilo vermelerine yardımcı olacağına inandıklarını ancak bu olmayınca hayal kırıklığına uğrayarak depresyona girdiklerini de söyledi.

Bu çiçeğin adı vuvuzela

Güney Afrika’nın güneybatısında keşfedilen bir çiçeğe, kıtadaki ilk Dünya Futbol Şampiyonası dolayısıyla “Vuvuzela” adı verildi.

 Ulusal Biyoçeşitlilik Enstitüsü (Sanbi) Başkanı Tanya Abrahamse, Sunday Times gazetesine yaptığı açıklamada, bu sarı yapraklı çiçeğin Güney Afrika’da bu gece sona erecek 2010 Dünya Futbol Şampiyonasının sembolü haline gelen ve kulakları sağır edici gürültü yapan düdüğe benzediğini belirtti.

Abrahamse, bitkinin huniye benzer şeklinden ötürü enstitüden emekli bir çalışanın teklifi üzerine bu ismi koymaya karar verdiklerini anlattı.

“Morea Vuvuzela” bitkisinin susen ailesine mensup olduğu, ancak tarım ve şehirleşmenin tehdidinde bulunduğu belirtildi.
 

Güney Afrika’da düzenlenen, İspanya’nın şampiyon olduğu 2010 Dünya Kupası’nın “unutulmaz kelimesi” “Vuvuzela” oldu.

Merkezi Londra’da bulunan “Today Translations” şirketinin yaptığı ankette 60 ülkeden 320’den fazla dil uzmanı görüş bildirdi.

“Dünya Kupası’nda hafızadan silinmeyecek kelime nedir?” sorusuna uzmanların yüzde 75’i “Vuvuzela” yanıtını verdi.

“Today Translations” şirketinin müdürü Jurga Zilinskiene, maçlar ve goller unutulsa da “Vuvuzela Dünya Kupasının” hatırlanacağını belirterek, Dünya Kupası sayesinde Vuvuzela’nın “evrenselleştiğini” ve çeviri gerektirmeyen kelimeler arasına girdiğini söyledi.

Ankette akıllarda kalacak kelimeler için uzmanlardan yüzde 12’si Kolombiyalı pop şarkıcısı Shakira’nın seslendirdiği, Dünya Kupası marşı “Waka Waka” derken, kupada kullanılan Adidas’ın ürettiği top “Jabulani”, Dünya Kupası’nın resmi maskotu maceraperest Afrika leoparı ”Zakumi’ ve Güney Afrika Milli Futbol Takımı’nın lakabı ”Bafana Bafana” yüzde 4’te kaldı.

Güney Afrika kültürünün parçası olan borazana benzeyen “Vuvuzela”, çıkardığı ses ve tribünlerde aralıksız çalınmaları nedeniyle birçok futbolseverin kabusu olmuştu.