Hayatları roman
Virginia Woolf, modern edebiyatın önemli isimleri arasında yer alır. Ünlü yazar, yaşamı boyunca romanlarının yanında ilginç yaşamıyla da dikkat çeker. Susan Sellers Vanessa ve Virginia adlı bu romanında, Woolf’un ilginç yaşamının öne çıkan ayrıntılarını ve bazı çalkantılarını anlatıyor okuyucuya.
Cumhuriyet Kitap– Virginia Woolf, değişik bir anlam ve yeni bir teknik taşıyan romanlarıyla çağdaş İngiliz edebiyatının en güçlü sanatçıları arasında anılır. Onun dünya edebiyatına ve roman tekniğine kazandırdıkları, günümüzde hâlâ çeşitli araştırmalarla gündeme gelir; romanlarının ışığında Woolf’a dair taze bilgiler elde edilmeye çalışılır. Bu türden büyük yazarların verdikleri eserlerin yanında, yaşamları da okuyucunun her zaman ilgi odağında yer alır ve okuyucu tıpkı onların eserlerinde yakalamak istedikleri türden bilgilere, o yazarın özel yaşamı hakkında da sahip olmak ister.
Bu büyük yazarın, Virginia Woolf’un da yaşamı boyunca ilgi çeken yanı, sadece romanları ve sanat yaşantısı olmamış. Onun kişisel yaşantısı da okuyucularının zihinlerinin bir köşesinde sürekli yer almış. Günümüz için de bu konunun aksini söyleyemeyiz; Woolf, romanlarıyla, yaşantısıyla ve ‘intiharıyla’ hâlâ merak uyandırıyor ve yaşamı üzerine kalem oynatılıyor. İşte, Susan Sellers‘ın Vanessa ve Virginia’sı da bu merak üzerine yazılmış, Woolf hakkında kaleme alınmış pek çok önemli çalışmadan beslenen, yaratıcı zihnin ürünü olan bir ‘roman’. Sellers’ın kitabının bir ‘roman’ olduğunu üstüne basa basa vurgulamak gerekiyor. Vanessa ve Virginia’dan tam bir ‘biyografi lezzeti’ bekleyenleri uyarmak için bunun özellikle dile getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Kitap, Virginia Woolf’un kardeşi, ressam Vanessa Bell‘in yaşamında Woolf’un tuttuğu yeri vurgulamak için kaleme alınmış ve kitapta daha çok ressam kardeşin sıkıntıları, aşk acıları, geçim zorlukları yer tutuyor. Yani Bell, bu romanın asıl kahramanı, fakat Woolf da her sayfada bir ‘hayalet’ gibi metnin içine sızıyor. Romanda bir başkasının ama en yakınından bir başkasının gözünden izliyoruz Woolf’u. Biz de okuyucu olarak, Vanessa Bell’in buhranlı yaşamını satır satır takip ederken, Virginia Woolf’un yaşamında dönüm noktası sayılabilecek ‘güzel’ anları yakalama fırsatı buluyoruz.
‘Bu hikayeyi sana yazdım’
Romandaki her olay Vanessa’nın ağzından anlatılıyor okuyucuya. Ben anlatıcı tekniğiyle ilerliyor hikâye. Vanessa’nın yaşamı boyunca başından geçenler romanın ana çizgisini oluşturuyor. Fakat roman bir yönüyle de Vanessa Bell tarafından kardeşi Woolf’a yazılmış bir ‘mektup’, hatta itiraf mektubu niteliği taşıyor. Bu, hemen her sayfada ünlü yazarla Bell’in ortak hatıralarının anılmasından, Vanessa’nın her yaşadığında Woolf’un onun yanında yer almaya çalışmasının sıklıkla vurgulanmasından rahatlıkla anlaşılıyor. Vanessa’nın kitabın sonunda ‘Bu hikâyeyi sana yazdım’ demesi de romanın Woolf’a yazılmış bir mektup olarak algılanmasını destekliyor. Roman bu yönüyle oldukça dikkat çekiyor. Bunu duyumsamak, okuyucuyu yer yer heyecanlandırıyor da. Hangi ‘edebiyatsever’ Virginia Woolf’a yazılmış bir mektubu okumaktan heyecan duymaz ki? Ayrıca bu iki ‘yaratıcı zihnin’, Virgina Woolf ve Vanessa Bell kimliklerinin dışında birbirlerine seslendikleri ‘Nessa’ ve ‘Ginia’ kimlikleriyle sergilenmesi, romanın ilgi çeken bir diğer yanını oluşturuyor. Bu iki ismin ruhunu adeta ‘çıplak’ görmek, romanın heyecan veren diğer yanını yansıtıyor.
Roman iki kardeşin bebeklik sahnelerinden başlıyor. O yıllara dair Vanessa Bell’in zihninde kalanlar, içinde Woolf olan anılar okuyucuya aktarılıyor bu ilk sayfalarda. Virginia Woolf’un sağlığı nedeniyle okulda eğitim göremediği, anne ve babasının ona kardeşleriyle birlikte evde eğitim verdiği yıllar da romanın dikkat çekici sahnelerini oluşturuyor. Daha bu yıllarda Woolf’un yaratıcı zekâsı öne çıkmaya başlıyor. Kardeşi Vanessa’ya anlattığı hikâyeler, küçük bir noktadan yarattığı ilginç dünyalar onun yazarlık dehasına daha o zamandan işaret ediyor. Vanessa, daha küçük yaştaki kardeşinin, sözcüklerin büyülü dünyasına nasıl hâkim olduğunu anlatmak için şunları söylüyor: ‘Sözcüklerle uğraşan sendin. Bir olayın özünü alıp onun özünü ortaya koyacak biçimde anlatmayı sen biliyordun’ (s. 20). Romanın bu aşamasında, Vanessa Bell’in ilk resim denemelerine de tanıklık ediyoruz. İki kardeşin sanatsal açıdan birbirlerini nasıl beslemeye çalıştıkları da dikkate değer bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Kıskançlık ve ezilmişlik
Susan Sellers’ın anlattığı bu çocukluk dönemi Virginia’nın ailesi tarafından daha çok sevildiğini gösteriyor. Özellikle romanın başlarında, iki küçük kardeşin ailesiyle birlikte geçirdiği günler Susan Sellers tarafından resmedilirken Woolf, gerek zekâsıyla gerek insanlarla kurmayı becerebildiği iletişim gücüyle ailesinin ‘gözdesi’ olmasının önemli nedenleri arasında yer alıyor. Bu da Vanessa’nın Virginia’yı kıskanmasına, onu çekememesine neden oluyor. Vanessa’da çocukluk döneminde oluşan bu duygu, onu yaşamı boyunca bırakmıyor. Woolf’un ileriki dönemlerde başarı kazanacak romanları, isminin yavaş yavaş şöhret yakalaması; buna karşılık, Vanessa’nın doğru düzgün resim satamaması ve adının başarılı ressamlar arasında anılmaması, onu bu kıskançlığa sürükleyen nedenler arasında önemli yer tutuyor.
Vanessa’nın duyumsadığı bu his, iki kardeş arasında inişli çıkışlı bir ilişkinin yaşanmasına sebep oluyor. Bir dost gibi birbirlerine sürekli destek olmaya çalışsalar da bir itiraf mektubu özelliği taşıyan roman, Vanessa’nın Virginia’ya karşı duyduğu bu hislerin samimi bir şekilde açıklanmasına ortam hazırlıyor. Romanın hüzün tabakasının önemli bir kısmını da Vanessa’nın yaşadığı bu ikinci plana itilme, bir nevi ‘ezilmişlik’ duygusu oluşturuyor. Kardeşlerin arasında bazen çekişmeye kadar varan zıtlaşmalarının temelini de bu ‘kıskançlık’ duygusu oluşturuyor.
İki kardeşin de hayatının dönüm noktasını oluşturan ortak olaylar da yer alıyor kitapta. Bunların en önemlisi ise annelerinin ölümü. Bu olay, Vanessa ve Virginia’da adeta bir yıkıma sebep oluyor. Asıl önemli noktaysa, sanatçı ruhların yaratım süreçlerinde bu olayı eserlerine yansıtmaları. Daha sonra gerçekleşecek kardeşlerinin ölümü de aynı şekilde eserlerine yansıyor. Böylelikle, Vanessa Bell ve Virginia Woolf’un eserlerinin oluşum süreçlerine, doğuş aşamalarına da tanıklık ediyoruz.
Otobiyografik katman
Susan Sellers’ın bu romanının en önemli noktalarından biri de kuşkusuz Woolf ve Bell’in ‘yaşamlarının’, eserlerinde ne kadar etkili olduğunu göstermesi. Wirginia Woolf ve Vanessa Bell’in eserlerindeki otobiyografik yanın ne kadar kuvvetli olduğunu romanın her sayfasında hissediyoruz. Bu da sanatçıların yaratım aşamalarında nelerden beslendiğinin okuyucuya gösterilmesi açısından özel bir durum oluşturuyor. Kitap Vanessa’nın ağzından anlatıldığı için kendi resimlerinin hikâyeleri daha ön plana çıkıyor. Vanessa Bell’in resimlerinin oluşumunu besleyen hislerse daha çok kendi özel ve gerçekten karmaşık yaşamının imgelerinden meydana geliyor. Bell’in bu karmaşık imgelerini oluşturan ise gerçekten ilginç bir karakter olan, Vanessa’nın taparcasına sevdiği Duncan. Sevgilisi Duncan’a farklı cinsel eğilimlerini kabullenecek kadar âşık olan Bell, roman boyunca bu konudan adeta azap çekiyor; fakat azabı derecesinde de yaratma isteği uyanıyor içinde. Bell’in sanatı azaplarından besleniyor.
Woolf’un romanlarının arka planını, doğuş sürecini besleyenler ise gördüğü, yaşadığı her şey olabiliyor. Woolf öylesine bir yaratım gücüne sahip ki basit bir aile toplantısından çok farklı hayaller doldurabiliyor hikâyelerine. Romanda, Woolf’un bu yaratım gücü de sıkça vurgulanan unsurlar arasında yer alıyor.
Susan Sellers’ın bu romanı, bazı bölümleriyle yer yer ‘sanatsal-magazin’ havası da vermiyor değil; fakat ne olursa olsun bu iki yaratıcı zihnin ve bu zihni besleyen unsurların okuyucu tarafından öğrenilebilmesi açısından önem taşıyor.
e.erayakgmail.com