PSİKANALİZ: DİN Mİ, BİLİM Mİ?
Sayın Arkadaşım, İçgörü Merkezi Yöneticisi Psikolog Yavuz Erten’in http://www.pppderne gi.org/index. php?option= com_content&task=view&id=22&Itemid=13 web mekânından indirdiğim konuşmasını aşağıda okuyacaksınız. Kendisiyle bu konuda akademik seviyede (bir kongrede veya toplantıda) tartışmak istedim ama henüz bunu yapacak konumda olmadığını ifâde etti, başka birisini haberdar edeceğini ekledi ve şunu da ifâde etti: “Haklısın, konunun bu kadar mistifiye edilmesine ben de taraftar değilim”. Epey süre haber çıkmayınca, ben de bu yazıyı mekânıma koymayı uygun gördüm. Onun imlâsına dokunmayacağım. Sonra, kendi transkripsiyonumda kendi bildiğim şekilde yazacağım.
Psikolojik ve Psikiyatrik Bilgi ile Psişik Olanın Ayrımı – Psikanalist Adayı Yavuz Erten
(7 Eylül 2006 tarihinde, Hacettepe Üniversitesi’nde gerçekleştirilen 14. Ulusal Psikoloji Kongresi’nde “Türkiye’de Psikanaliz” başlıklı panelde sunulmuştur).
Psikanaliz bir asırlık gelişimini psikoloji, psikiyatri, pedagoji gibi bilim dalları ile yakın ilişki içinde geçirmiştir. Ayrıca uygulamalı psikanalizin ilgi alanları olan sosyoloji, tarih, sanat, felsefe ile de çeşitli alışverişlerde bulunmuştur. Psikanalizin uygulamacıları çoğunlukla psikiyatrist ve psikologlar olmuşlardır. Bu yakınlıklar, akrabalıklar ve alışverişler çeşitli melezlikler yaratsa da, geleneksel psikanaliz kurumu ve de kuramları açısından baktığımızda, psikanalizin kuramsal, teknik, kurumsal ve etik yapısı bu disiplinlerle ve onların uygulamaları ile kendi arasına belirgin bir sınır çizer. Bu anlamda, yukarıda değinilen alışverişler birleşme ve yekvücut haline gelmeler değil, sınır ticaretine benzetilebilir.
Psikanalitik bilginin üretimi ve uygulanması ve bu uygulamalardan gelen yeni bilgilerin bütüne katılımı süreci bir çerçeve gerektirir. Her şeyden önce şunu iletmek gerekir. Psikanalizin hedeflediği bilgi türü ile psikiyatri ve psikolojinin bilgi türünü birbirinden ayırmak için, psikanalizin bu bilgisel malzemesine “psişik” adını vermek uygun olur. Bu psikanaliz içinde sıkça başvurulan bir adlandırmadır. Bu kavram bir tartışma yaratabilir. Belki bazı çağrışımları kabul görmeyebilir. Ancak burada önemli olan “psikolojik bilgi” ile “psikiyatrik bilgi” ile bir ayırım yapmaktır.
Psişik bilgiyi psikolojik bilgiden ayıran en temel özellik, psikanalitik bakış açısıyla söylersek, bilginin sadece ikincil süreç özelliklerini değil, birincil süreci hedeflemesidir. Böylece bilinçli düzeyle sınırlı kalmayıp, bilinçöncesine ve bilinçdışına yönelmesidir. Bu bilginin ayırıcı özelliği, içgörüyü edinme sürecinin bilişsel yönleri ile birlikte duygulanımsal, somatik, duyumsal bir evrimleşme ve dönüşüm olmasıdır.
Bu psişik bilgiyi yani içgörüyü edinme sürecinin yaratılması için gerekli olan bir çerçeveden söz etmiştik. Nedir bu çerçeve? Bu çerçeveyi içsel ve dışsal diye ikiye ayırarak açıklayabiliriz. İçsel çerçeve analist ve analizan arasındaki ilişkiyi ve yapacakları çalışmanın dinamik yapısını düzenler. Çalışmanın tabi olacağı belli kurallar vardır. Zamansal, mekânsal, ilişkisel, parasal… Bu özelliklerin aşağı yukarı hepsi zaten diğer ekollerin uygulamaları tarafından da az veya çok benimsenmektedir. Bunlardan başka çerçeveyi düzenleyen bir başka özellik, analistin analitik ilişkideki varlığına dair özelliktir. Analist nötralite, anonimite ve perhiz ilkelerine bağlıdır. Bu ilkeler analist-analizan arasındaki ilişkiye belli bir yön ve itki katarlar. İçsel çerçeveyi düzenleyen bundan sonraki özellik kurama ait olandır. Bunu da ikiye ayırmak mümkündür. Birincisine “kuram-kuram” diyebiliriz. Bu, gelişim, yapı ve güdülenme hakkında, insanın temel yapılanması hakkındaki bir kuramdır. İkinci olarak ta tekniğin kuramı vardır. Aktarım nedir? Direnç nedir? Analizin safhaları nasıl gerçekleşir? Yorum nasıl yapılır? Tekniğin kuramı bu soruların yanıtlarını içerir.
Bu özelliklerin tamamı (yani, a-zamansal, mekansal, ilişkisel, parasal kurallar; b-analistin varlığının bağlı olduğu ilkeler; ve c-fondaki kuramsal özellikler) sürekli olarak birbirleriyle etkileşim içindedirler. Bu etkileşimin psişik bilgiye dönüşüm süreci araç olarak “aktarım-karşıaktarı m dinamiği”ni kullanır. Aslında psikanalizin içsel çerçevesinin varlık sebebi “aktarım ve karşıaktarım dinamiği”nin kristalize oluşunu sağlamaktır. Aktarımın yorumlanması ancak bu koşullarla sağlıklı yapılabilir.
Psikanalizin dışsal çerçevesine gelince… İçsel çerçeve analist-analist arasındaki çalışma ilişkisini düzenler, sinerji yaratır ve güvenlik sağlarken, dışsal çerçeve, bu analizin psikanalizin geneliyle, psikanaliz kurumu ile, bu spesifik analizi yapan analistin diğer analistlerle, analiz kurumuyla ilişkisini düzenler. Dışsal çerçeve öncelikle psikanalistin eğitimini içerir. Bu eğitim temel ve sürekli olarak ikiye ayrılır. Temel eğitim analist adayının analist olarak tanınmasını sağlayan eğitimdir. Bu eğitim şunlardan oluşur: -Analist adayının kendi analizi; analist adayının teorik eğitimi; analist adayının divanda hasta görerek aldığı süpervizyonlar. Analist adayı analist olduktan sonra ise, psikanaliz kurumu ile devam eden ilişkisinde ömür boyu süren bir eğitimsel işbirliği içindedir. Süpervizyonlar alır; eğitimlere, kongrelere katılır. Etik değerlendirilme sürecine tabidir. Analist hastası ile odada yalnızdır ama oda dışında üyesi olduğu kurumla, o kurumun üyeleri ile ve kullandığı bilginin geleneği ile ilişki içindedir. Psikanalitik ilişkinin içsel çerçevesinin desteği, güvencesi ve tamamlayıcısı dışsal çerçevedir.
Ayrıca unutulmamalıdı r ki, nasıl analist adayı analist olmadan önce analizden geçiyorsa, geçmişte teorik eğitim alan, süpervizyon alan aday zamanı gelince teorik eğitim ve süpervizyon verecektir. Psikanalitik çerçevelerin dinamiklerini kuşak ilişkilerine de benzetebiliriz.
Psişik bilginin oluşum, gelişim ve yerleşimi, kısmen örtüşük ancak bütünüyle bitişik bu iki çerçevenin –yani içsel ve dışsal çerçevenin- varlığına bağlıdır. Psikiyatri ve psikoloji bilgi üretim ve aktarma süreçleri bu çerçeveleri yaratmazlar. Bu disiplinlerin kendi yapılarına uygun çerçeveleri yoktur denemez. Her oluşumun kendisine göre çerçevesi vardır. Altı çizilmek istenen bu çerçevelerin farklarıdır.
NEDEN PSİKANALİZ DİN Mİ?
Şimdi aynı yazıyı spritüel şifâ anahtar kelimeleriyle ele alalım:
Psikolojik ve Psikiyatrik Bilgi ile Psişik Olanın Ayrımı – Spritüel Şifâcı Adayı Yavuz Erten
(7 Eylül 2006 tarihinde, Hacettepe Üniversitesi’nde gerçekleştirilen 14. Ulusal Spritoloji Kongresi’nde “Türkiye’de Spritüel Şifâ” başlıklı panelde sunulmuştur.)
Spritüel şifâ bin asırlık gelişimini psikoloji, psikiyatri, pedagoji gibi bilim dalları ile yakın ilişki içinde geçirmiştir. Ayrıca uygulamalı spritüel şifânın ilgi alanları olan sosyoloji, tarih, san’at, felsefe ile de çeşitli alışverişlerde bulunmuştur. Spritüel şifânın uygulamacıları çoğunlukla spritüel şifâcılar, mânevi şifâcılar, Reikiciler ve psikologlar olmuşlardır. Bu yakınlıklar, akrabalıklar ve alışverişler çeşitli melezlikler yaratsa da, geleneksel spritüel şifâ kurumu ve de kuramları açısından baktığımızda, spritüel şifânın kuramsal, teknik, kurumsal ve etik yapısı bu disiplinlerle ve onların uygulamaları ile kendi arasına belirgin bir sınır çizer. Bu anlamda, yukarıda değinilen alışverişler birleşme ve yekvücut hâline gelmelere değil de, sınır ticaretine benzetilebilir.
Spritüel bilginin üretimi ve uygulanması ve bu uygulamalardan gelen yeni bilgilerin bütüne katılımı süreci bir çerçeve gerektirir. Her şeyden önce şunu iletmek gerekir. Spiritüalizmin hedeflediği bilgi türü ile psikiyatri ve psikolojinin bilgi türünü birbirinden ayırmak için, spiritüalizmin bu bilgisel malzemesine “psişik” adını vermek uygun olur. Bu spiritüalizm içinde sıkça başvurulan bir adlandırmadır. Bu kavram bir tartışma yaratabilir. Belki bâzı çağrışımları kabûl görmeyebilir. Ancak burada önemli olan “psikolojik bilgi” ile “psikiyatrik bilgi” ile bir ayırım yapmaktır.
Psişik bilgiyi psikolojik bilgiden ayıran en temel özellik, spiritüalist bakış açısıyla söylersek, bilginin sâdece tâli vetire özelliklerini değil, aslî vetireyi hedeflemesidir. Böylece şuurlu düzeyle sınırlı kalmayıp, şuuröncesine ve şuurdışına, dolayısıyla Allah’a (cc) yönelmesidir. Bu bilginin ayırıcı özelliği, içgörüyü edinme manevî sürecinin bilişsel yönleri ile birlikte duygulanımsal, somatik, duyumsal bir evrimleşme ve dönüşüm olmasıdır.
Bu psişik bilgiyi yâni rûhaniyeti edinme sürecinin yaratılması için gerekli olan bir çerçeveden söz etmiştik. Nedir bu çerçeve? Bu çerçeveyi içsel ve dışsal diye ikiye ayırarak açıklayabiliriz. Dâhilî çerçeve spritüel şifâcı ve şifâ alan arasındaki ilişkiyi ve yapacakları çalışmanın dinamik yapısını düzenler. Çalışmanın tabi olacağı belli kurallar vardır: Zamansal, mekânsal, ilişkisel, parasal… Bu özelliklerin aşağı yukarı hepsi zaten diğer mâneviyatların uygulamaları tarafından da az veya çok benimsenmektedir. Bunlardan başka çerçeveyi düzenleyen bir başka özellik, şifâcının analitik ilişkideki varlığına dâir özelliktir. Şifâcı nötralite, anonimite ve eline-diline- beline sâhip olma ilkelerine bağlıdır. Bu ilkeler şifâcı-şifâ alan arasındaki ilişkiye belli bir yön ve itki katarlar. Derunî çerçeveyi düzenleyen bundan sonraki özellik kurama âit olandır. Bunu da ikiye ayırmak mümkündür. Birincisine “kuram-kuram” diyebiliriz. Bu, gelişim, yapı ve güdülenme hakkında, insanın temel yapılanması hakkındaki bir kuramdır. İkinci olarak da tekniğin kuramı vardır. Şifâ nedir? Direnç nedir? Spritüel şifânın safhaları nasıl gerçekleşir? Şifâ nasıl verilir? Tekniğin kuramı bu soruların yanıtlarını içerir.
Bu özelliklerin tamamı (yâni, a-zamansal, mekânsal, ilişkisel, parasal kurallar; b-şifâcının varlığının bağlı olduğu ilkeler ve c-fondaki kuramsal özellikler) sürekli olarak birbirleriyle etkileşim içindedirler. Bu etkileşimin psişik bilgiye dönüşüm süreci araç olarak “şifâ verme-şifâ alma dinamiği”ni kullanır. Aslında şifâcının derunî çerçevesinin varlık sebebi “şifâ verme ve şifâ alma dinamiği”nin kristalize oluşunu sağlamaktır. Şifâ vermenin yorumlanması ancak bu şartlarda sıhhatli bir şekilde yapılabilir.
Spritüel şifânın hâricî çerçevesine gelince… Derunî çerçeve şifâcı-şifâ alan arasındaki çalışma ilişkisini düzenler, sinerji yaratır ve güvenlik sağlarken, hâricî çerçeve bu analizin spritüel şifânın geneliyle, spritüel şifâcılık kurumu ile, bu spesifik şifâyı veren şifâcının diğer şifâcılarla, şifâ kurumuyla ilişkisini düzenler. Hâricî çerçeve öncelikle şifâcının eğitimini muhtevidir. Bu eğitim temel ve sürekli olarak ikiye ayrılır. Temel eğitim şifâcı adayının şifâcı olarak tanınmasını sağlayan eğitimdir. Bu eğitim şunlardan oluşur: Şifâcı adayının kendi şifâ buluşu; şifâcı adayının kuramsal eğitimi; şifâcı adayının dergâhta dertli görerek aldığı ilhamlar. Şifâcı adayı şifâcı olduktan sonra ise, psişik şifâ tekkesi ile devam eden ilişkisinde ömür boyu süren bir mânevi işbirliği içindedir. İlhamlar alır; zikirlere, başka dergâhlarla buluşmalara katılır. Ahlâkî değerlendirilme sürecine tabidir. Şifâcı hastası ile odada yalnızdır ama oda dışında üyesi olduğu dergâhla, o dergâhın mürşitleri ile ve kullandığı bilginin geleneği ile ilişki içindedir. Spritüel şifâcılık ilişkinin derunî çerçevesinin desteği, güvencesi ve tamamlayıcısı hâricî çerçevedir.
Ayrıca unutulmamalıdı r ki, nasıl şifâcı adayı şifâcı olmadan önce şifâ buluyorsa, geçmişte mânevi eğitim alan, ilham alan aday zamanı gelince mânevi eğitim ve ilham verecektir. Spritüel şifâcı çerçevelerin dinamiklerini kuşak ilişkilerine de benzetebiliriz. Bunun ne zaman ve nasıl olacağını bir tek Allah (cc) bilir.
Psişik bilginin oluşum, gelişim ve yerleşimi, kısmen örtüşük ancak bütünüyle bitişik bu iki çerçevenin –yâni derunî ve hâricî çerçevenin- varlığına bağlıdır. Psikiyatri ve spritoloji bilgi üretim ve aktarma süreçleri bu çerçeveleri yaratmazlar. Bu disiplinlerin kendi yapılarına uygun çerçeveleri yoktur denemez. Her oluşumun kendisine göre çerçevesi vardır. Altı çizilmek istenen bu çerçevelerin farklarıdır.
SANIRIM ANLAŞILDI
Şimdi, benim Yavuz’un şahsına veya bir disipline şuûrsuzca saldırdığımı sanarak ânında öfke patlatacak sekterleri baştan bir tarafa bırakırsak, sanırım samimiyetimi gören okuyucu buradaki derin epistemolojik sorgulamanın farkına varmıştır.
Psikanalizin kendi a priori’lerini mutlak doğru kabûl etmesi itibâriyle dogmatik yapısı, yanlışlanabilme ilkesine ters düşmesi, sonuçları bu peşin hükümlerle değerlendirmesi, birilerinden icâzet (farkında iseniz tam olarak “bilimsel eğitim” değil) almadan bu işin yapılamaz olması, birtakım üst merkezlere dâima bağlı kalınacağı teminatının verilmesi… Bunlar hep mistifikasyonlar değil de nedir?
Nitekim Melanie Kleinciler (Talât Parman ve arkadaşları), klâsikçiler (baba ve kız Freud’ların izinden giden Saffet Murat Tura ve varsa diğerleri), yeni Gurucular (Türkiye’de en önde geleni Vamık Volkancılar, bunlar da birkaç alt gruba bölünmekteler: Abdülkadir Çevikçiler bir de Politik Psikiyatri Derneği kurdular, Kanal B’de milliyetçi ama politik psikiyatri uzmanı olmuş, genellikle sol eli ceket cebinde konuşan bir meslekdaşımız Abdülkadir Hoca’ya hitap ederken sürekli “Sayın Genel Başkan” demekteydi, ilginç dinamikler…) ayrı ayrı derneklerde örgütlenmişler ve birbirlerinden hiç hazzetmiyorlar. Saffet Murat Tura gibi bireysel “takılanlara” ise kendisi divana uzanıp analizden geçmediği için çok kızıyorlar; o da Sigmund Freud’la tam bir özdeşleşme-benimseme içerisinde, Freud’un kendi analizini kendisinin yaptığını hatırlıyor, hatırlatıyor (CV’si de Freud’unkine çok benzer bu değerli meslekdaşımızın, fizyolojiden psikiyatriye, oradan da psikanalize seyahat etmiştir).
Kurumsal anlamda din basitçe memetik bir havuzdur, bol mutasyona uğrar ve epistemolojisi de objektif değil sübjektif bilgiye dayandığı için bilimsel değildir ama saygı ile karşılanır. Bu tanrısız ama bol Gurulu dine de bütün dinler gibi hürmetim sonsuz…
İyi de, bunun bilimle ne alâkası var?
Mehmet Kerem Doksat – İstinye – 25 Temmuz 2007 Çarşamba