Hekimler hasta olduğunda onlara en çok yapılan şakalardan biri “hekim adam hasta olur mu” sorusudur. Gerçekten de hastalıklara karşı insanların en önemli güvencesi olarak görülen hekimlerin kendilerini bile hastalıklardan koruyamamaları komik bir çelişki olarak görülebilir.
Acaba hekimler gerçekten kendilerini hastalıklardan daha iyi koruyabiliyor ve diğer insanlara göre daha sağlıklı yaşayabiliyorlar mı?
Bu soruya “evet” yanıtını vermek olanaksızdır. Yapılan çalışmalar hekimlerin sağlıkla ilgili birçok risk taşıdığını gösteriyor. Bunların başında mesleki tükenmişlik ve onun neden olduğu hastalıklar gelmektedir. İstatistiklere bakarsanız yeryüzünde her yıl yaklaşık 250 hekim intihar ediyor. İntihar oranı toplumla karşılaştırıldığında kadın hekimler arasında 2, erkek hekimler arasında ise 1,5 kat daha fazladır. Hekimler arasındaki intihar olasılığının yalnız yaşayan, çocuksuz ve bayan hekimler arasında daha sık olduğu ileri sürülmektedir.
Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan bir çalışma, intihar öyküsü ile mesleki uygulama sırasında hekimlerin uğradığı cinsel taciz ve depresyon arasında net bir ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır. Nitekim gelişmiş batı toplumlarında, hekimlerin intihar nedenleri arasında ilk sırayı %30–70 arasında değişen oranlarda depresyon almaktadır.
Aslında buna şaşırmamak gerekir. Hekimlik mesleği başkaları adına karar verme sorumluluğunun en yoğun biçimde yaşandığı ender mesleklerden biridir ve depresyon, suçluluk duygusu gibi zorlanmalar da bu meslek grubu için kaçınılmazdır.
Yukarıda yer verdiğim bilgiler elbette hekimlerin yaşam olanaklarının iyi olduğu, mesleki saygı gördükleri, sağlık sistemindeki bozuklukların doğrudan ve acımasızca hekimlere fatura edilmediği ülkelere aittir. Bu ülkelerde çalışan hekimlerin 6 yılı bulan zorunlu hizmet yükümlülükleri yoktur, politikacılar tarafından her fırsatta azarlanmazlar, hastalar tarafından darp edilmezler, öldürülmezler. O ülkelerdeki siyasi otoriteler hekim örgütlerine ve uzmanlık derneklerine danışmadan sağlık alanında kararlar almazlar. Bu ülkeleri yönetenler sağlıkta büyük dönüşüm projelerine soyunmuşken, akrabaları sağlık sektörünün içindeki büyük özel hastane zincirlerine ortak olmazlar.
Yani ülkemiz hekimleri sadece başkaları yerine karar vermenin, verdiği bu kararla hiç tanımadığı insanların ölümü ile yaşamı arasında belirleyici bir rol oynamanın ve bunu hemen her gün ve defalarca yapıyor olmanın sıkıntısı yanı sıra, ülkemize özel zorluklarla da boğuşmak zorundadır.
Türkiye’de ekonomik ve sosyal anlamda her geçen gün biraz daha köşeye sıkıştırılan bu meslek grubunda “tükenmişlik” duygusu çok büyük bir hız ve derinlikle yerleşmektedir. Kendine güvensizlik, ümitsizlik, gerilim, sabırsızlık, kızgınlık, yoğunlaşma bozukluğu, doyumsuzluk, kendini işine verememe, işi savsaklama gibi bulgular sağlık çalışanları arasında hızla artmaktadır.
Dr. Ali Özyurt tarafından gerçekleştirilen bir çalışmaya göre tükenmişlik duygusu farklı düzeylerde olmakla beraber Türk hekimlerinin %30’unda önemli bir sorundur. Bu anket çalışmasında hekimlerin sadece %66’sının “tekrar aynı mesleği seçerdim” yanıtını vermiş olması, %61’inin ise çocuklarının hekim olmasını istememesi aslında çok dikkate değerdir.
Tıpta uzmanlık sınavının 2006 yılı birincisi genç ve çok parlak bir hekim henüz 25 yaşındayken bu yılın şubat ayında Rize’nin Pazar ilçesinde intihar etti. Yine bu yılın Ocak ayında Bursa Devlet hastanesinde görevli bir başka genç hekim daha 43 yaşındayken canına kıydı. Canına kıymadan önce geride bıraktığı not çok acıklıydı “Bu güne kadar namusumla şerefimle yaşadım. Ölümümden kimse sorumlu değildir.”