Usta tiyatro ve sinema sanatçısı Suna Pekuysal: Yaşarmış gibi oynadı, oynarmış gibi yaşadı…
Sevgili Suna Pekuysal işte bak, bu kez güldürmüyorsun… Kızardın, “Beni gören, benim oynadığımı duyan, illaki gelip gülecek sanıyor!” diyerek… Oysa sen öyle usta bir oyuncuydun ki, trajedi ya da komedi rolün gerektirdiği insan olur çıkardın. (Hayır ona seslenerek yazarsam gözyaşları egemen olur. Oysa…)
Tanrı vergisi bir yetenek… Yetenekle yetinmeyip, en iyisini, en mükemmelini yapmak için çalışıp didinme… Yaptığı işe sımsıkı sarılma, sevgiyle, aşkla sarılma… Bu üç özelliği içinde harmanladı Suna Pekuysal. Hırstan öylesine arınmıştı ki sanki yalnız kendi için oyunculuk yapar gibiydi. Ve öyle olduğu için de en geniş kitlelere mal oldu.
Tiyatro, Sinema, Televizyon… Sayısız rol… “Sanki televizyondan önce yoktum da beni televizyon keşfetti” diye hem kızar hem de televizyonun yaygınlığından ve popülaritesinden mutlu olurdu.
Çocuk yaşında “fırlatıldığı“ sahnede, tüm oyunları ezbere bilirdi. “Kulağım var” diye alçakgönüllülükle kabullenmişti bu özelliğini. Her fırsatta çocuk oyunlarında “piştiğini” anlatırdı. Kadirşinastı. Ferih Egemen‘e şükran duygusunu hep dillendirirdi. Eşi Ergun Köknar‘ın oyunculuğuna getirdiği olumlu katkıyı da her fırsatta açıklamayı severdi.
Çoğu kimse onu “alaylı“ tiyatrocu bilirdi. (Anneannesi, babası tiyatrocu ya…) Oysa 4 yıllık konservatuvar eğitimi vardı. Kendisiyle dalga geçerek, “ğrenci kartı almak için konservatuvara girdim” derdi. “Şehir tiyatrosundan ayda 94 lira yevmiye alırdık. Deli miyim tramvaya her gün üç yerine beş kuruş vereyim!“
Ah evet, en çok kendine gülerdi: Ergun Köknar’la evlenişlerini bir anlatması vardı, ömrüm boyu unutmam imkânsız. Zaten her anlattığını oynardı:
Cevat Fehmi Başkut‘un ‘Küçük Şehir‘i oynanacak. Suna “Ayşe“, Ergun, “Adem“ rolünde… “Birimiz Denizlili, öteki Konyalı gibi konuşmasın gel çalışalım” der Ergun Köknar’a ve çalışmaya başlarlar… Oyunun ilk gecesi perde açılmak üzere, Suna Pekuysal, kuliste şu tiradı duyar: “Ey ahali duyduk duymadık demeyin, ben bu kızı 40 güne kadar alacaaaam!“… Perde açılır. Ergun Köknar, Suna’ya, “Evet mi hayır mı, cevap vermezsen sahneye çıkmam“ deyince, yanıt evet gelir… Sonradan Suna Pekuysal “ben oyunu, tiyatroyu kurtarmak için öyle dedim“ diye çabaladıysa da boşuna… (Bunu bana anlatırken hem kendini hem kocasını oynamıştı!)
Akıllıydı. Oyunculuğunun en önemli yanı, seyirciden gelen elektriği hissetmesi, sahnede seyircinin tepkisini duyması, duyumsamasıydı . Zamanlamayı harikulade bir biçimde kullanmayı bilirdi. Yalnız sözlerle değil, mimiklerle de oynardı. Sahnede duruşu, hareketleri ve susuşuyla da oynardı.
Suna Pekuysal: Yaşarmış gibi oynadı, oynarmış gibi yaşadı…
Yüzlerce oyun, yüzlerce rol geride kaldı. Asla silinmeyecek, kaybolmayacak olan, içimize yaydığı sıcaklık ve sevgi… Işığı bol olsun.