Ulusal Kurtuluş Savaşımızın önderi ve Cumhuriyet devletimizin kurucusu büyük insan Atatürk 70 yıl önce bugün gözlerini yaşama kapamıştı.
Ne var ki bugün Atatürk üzerine tartışmalar yoğunlaşmıştır.
Bu olguyu doğal mı saymalıyız?
*
Doğal saysak bile bir temel gerçeğin altını çizmek zorundayız. Atatürk üzerine tartışmalar iki kavram göz ardı edilerek yapılırsa kasıtlı bir amaca hizmet edebilir.
Bu iki temel kavram nedir?
Emperyalizm. .
Ve Aydınlanma..
Bu iki sözcük Atatürk’e ilişkin değerlendirmeleri tartabilmek için yol göstericidir; gerekli tarihsel kültürü ve teraziyi oluşturur.
Ne yazık ki günümüzde yaşanan Atatürk tartışmalarında bu iki tarihsel ve bilimsel kavramın kasten üstü örtülmektedir.
*
Aydınlanma tarihi Batı’da beş yüzyıllık bir geçmişe sahiptir.
Martin Luther’den başlayan, Hümanizma ve Rönesans’la süregelen tohumlanmadan sonra bilimselliği öne çıkaran, sanayileşmeyle altyapısını kazanan Aydınlanma, laikliği benimseyen toplumlarda demokrasinin gerçekleşmesini sağlamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk bu koskoca tarihi, bir devrimle, -sanayi altyapısı olmayan- Anadolu’da gerçekleştirme hedefine bağlanmış bir liderdir.
Laik Cumhuriyetin kuruluşunda sivil-asker bürokratların ve aydınların öncülüğü bir zorunluktu.
Osmanlının şeriat düzenini aşarak laik hukuk yapısını kazanması demokratik Cumhuriyet devleti için kaçınılmazdı.
*
Bu atılım, ancak tek partili bir iktidarla gerçekleştirilebilird i.
Aydınlanmış Avrupa’da, demokratik tarihsel mirası benimsemiş laik bir toplumda, tek parti faşizm demektir.
Ancak şeriat yasalarını benimsemiş ve Aydınlanmamış bir azgelişmiş ülkede laik içerikli yasaları tek partiyle devlet düzenine dönüştürmek bir demokratik devrimdir.
Bu devrimin lideri Atatürk, emperyalizmin Sevr Antlaşması’yla paylaşmak istediği Anadolu’da ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın lideri olduğu için iki olguyu birden gerçekleştirebildi:
Kurtuluş..
Ve kuruluş.
*
Atatürk ölümünden 70 yıl sonra bile bu kadar benimseniyor ve seviliyorsa, toplumun şuuruna aşılanmış tarihsel bilinçten söz edilebilir; inanıyoruz ki halkımız Mustafa Kemal’in anlamını onun gerçek kişiliğiyle özdeşleştirecek bir sağduyunun mirasçısı ve sahibidir.
Ancak yine toplumsal ve bilimsel bir gerçektir ki, her devrim, toplumda karşıdevrim eğilimlerini de yaratır.
Bugün ülkemizdeki karşıdevrim eğilimleri emperyalistler tarafından desteklenen bir süreç yaşıyoruz; dünyanın süper gücü Amerika’nın “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında Türkiye’ye yönelik “Ilımlı İslam Devleti Modeli” öngörüsü artık kimsenin meçhulü değildir ve pratikte bir hayli mesafe almıştır.
Günümüzde Atatürk tartışmalarının yoğunlaşması da bu ortamda ve süreçte değerlendirilmelidir .
*
Türkiye, Atatürk devrimi sayesinde, İslam dünyası kapsamında tek laik ve demokratik Cumhuriyet olabilme onurunu kazanmıştır.
Ancak toplumdaki karşıdevrim sürecini göz ardı etmek de çok sakıncalıdır.
Karşıdevrim yalnız sivil kesimde mayalanmaz ve çok partili rejimde boy göstermez; bu yolda Türkiye çok kötü bir dönem yaşamış, ülke 12 Eylül rejiminde Atatürkçülük edebiyatı ve görüntüsüyle gerçek kimliğini örtmeye çalışan bir askeri cuntanın güdümünde ıstırap çekmiştir.
O dönemde Başyazarımız Nadir Nadi’nin “Ben Atatürkçü Değilim” adlı başyazısı tarihsel gerçeği sergiliyordu.
Bugün çok partili rejimde karşıdevrim siyasetiyle birlikte Atatürk düşmanlığı da üstü açık ya da örtülü biçimde yürütülmektedir.
*
Cumhuriyet Türkiyesi uygarlık sınavını verebilecek midir?
Demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ koşulu laiklik korunabilecek midir?
Avrupa’da laiklik ve demokrasinin beşyüz yıllık kanlı bir tarihsel süreci var.
Olaya bu açıdan bakılınca Atatürk’ün ölümünden bu yana geçen 70 yıl kısa bir zaman dilimi gibi görülebilir.
Ancak tarih 21’inci yüzyılda eskisine oranla çok hızlı yaşanıyor.
Biz 20’nci yüzyılda ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı vermiş ve ilk demokratik devrimi gerçekleştirmiş Anadolu’da Atatürk’e layık değerlerin savunulacağına ve sürdürüleceğine inanıyoruz.
Atatürk’ü ve uygarlık savaşımını anlamış olanlar, bu yolda el ele verebilirlerse, üstesinden gelinemeyecek bir sorun ve engel yoktur.
10 Kasım 2008 – Cumhuriyet