Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Yıldız Kenter sanat yaşamında 60. yılını, sahneye koyduğu yeni bir oyunla kutluyor: Charles Fariala’nın bir öyküsünden Dulcinea Langfelder’in sahneye uyarladığı “Victoria” (Zafer). Sanat aşkıyla ölüme bile kafa tutan Alzheimer hastası bir oyuncuyu konu alan oyun izleyiciyle buluşuyor.

Özge Keskin

Cumhuriyet / Kültür– İlk kez 12 Aralık 1948’de “12. Gece” oyunuyla sahneye çıkan Yıldız Kenter sanat yaşamında 60. yılını sahneye koyduğu yeni bir oyunla kutluyor: Charles Fariala’nın bir öyküsünden Dulcinea Langfelder’in sahneye uyarladığı “Victoria” (Zafer). İlk kez yarın akşam Kenter Tiyatrosu’nda izleyiciyle buluşacak olan oyunda Alzheimer hastası, tekerlekli iskemleye bağlı, düşünsel ve fiziksel olarak kısıtlanmış bir oyuncu olan Victoria’nın içindeki sanat aşkıyla ölüme bile kafa tutuşu ve bakıcısıyla ilişkisi anlatılıyor.

 

‘Ölüme bile gülerek gidiyor’

 

Oyun üzerine üç aydır çalıştıklarını söyleyen Yıldız Kenter, Bu oyunda özellikle altını çizdiğimiz nokta sanatla uğraşan insanın hayatının katlanılır hale gelmesi. Victoria karakteri bunu bilinçli değil, bilinçsiz bir şekilde yapıyor belki de, ama ölüme bile gülerek, bir zafer kazanmış edasıyla gidiyor diyor. Ellerinde bir metin olmadan, Dulcinea Langfelderin düşüncesini temel alarak ve kendi belirledikleri noktaları vurgulayarak oyunu sahnelediklerini belirten Kenter Metni bire bir almadık, sadece düşünceyi aldık ve çok farklı yerlere götürdük oyunu. Her oyunda bir şeyleri çıkarabilir ya da ekleyebiliriz. Seyirciyi de nasıl yaratıcı kılabileceğimizi düşündük diyor. Son olarak da oyunculuğu yönetmenliğe tercih ettiğini ekliyor sanatçı, “Her oyuncu yönetenin bir parçasıdır zaten; yani onlar da yöneticidir. Yönetmen toparlayan, kotaran, elindeki sazların iyi akortlu olup olmadığını kontrol edendir diye konuşuyor.

Yeni bir oyunu sahneye koyarken 4 Büyükler diye adlandırdığı; basın, devlet, seyirci ve sanatçı desteğinin tiyatro için çok önemli olduğunu söyleyen usta oyuncu Bugün Türkiyede solun hali neyse tiyatronun hali de odur; birlik, beraberlik destek yok; bölük pörçük, un ufak! diye dert yanıyor. Eskiden salonlar dolup taşardı diyen Kenter, En büyük dürtü seyircidir. Seyirciye oynamaya başladığın zaman doğruyu ya da yanlışı daha kolay yakalarsın. diyor

 

‘Metin doğaçlamaya açık’

 

Oyunda Victoriayı canlandıran Defne HalmanBu rol Yıldız Hocanın bana verdiği en büyük armağan. Tiyatroya başladığım yerde yeniden sahneye çıkmak büyük keyif. Sanki her şeyi yeni baştan öğreniyor gibiyim diyor. Rolünü Boş bir sayfaydı; sadece bir düşünce vardı ve üstünde bu kadın oluşturuldu diye anlatan sanatçıBu rolde pek çok zorlukla karşılaştım, mesela dans sahneleri, şarkı söylediğim sahneler, ama beni daha iyiye götüren zorluklardı bunlar. O zorluk, yorgunluk şevk veriyor insana; daha çok çalışmalıyım, daha iyi olmalıyım duygusunu hissettiriyor diye konuşuyor. 14 yıldır yaşadığı Amerikadan bu yıl Türkiyeye dönen Halman, Türkiyedeki kadar yoğun olmasa da orada da tiyatro yaptığını, iki oyun sahnelediklerini ve bunlardan biriyle de bir ödül aldığını sözlerine ekliyor.

Oyunda hastabakıcıyı canlandıran Engin Hepileri de rolünden büyük keyif aldığını söylüyor. Hepileri, Doğaçlamaya açık bir metinimiz var ve Yıldız Hocanın inanılmaz geniş düşün gücü sayesinde oyunu her gün başka bir yerlere götürüyoruz. Rolümde de aslında hiç beklemediğim bir hayatla karşılaştım, çok sağlıklı bir bakıcıyım belki, ama hastadan daha çok bakıma muhtacım diyor.

Türkiye’de “tematik takvim” çalışmasının ilk örneklerinden biri olan “365 Gün Atatürk” takvimleri, altı aya varan titiz bir çalışma sonucu yüzlerce kaynak ve 4 bine yakın Atatürk fotoğrafı taranarak, 2009 yılı için tekrar oluşturuldu.

2008 yılı için hazırlanan “365 GÜN Atatürk” duvar takvimleri gördüğü yoğun ilgi nedeniyle 2009 yılı için masa üstü örneği ile birlikte hem içerik hem biçim olarak yenilenerek kitapçı ve kırtasiyeci raflarına çıktı.

365 Gün Atatürk takvimi sadece yırtılan yaprağın ya da altından çıkan günün tarihini göstermiyor. Takvimin her sayfası tarihten bir yaprak niteliğinde. Örneğin 20 Ekim 2009 tarihli yaprağı, bizi Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli 20 Ekimi’yle buluşturuyor. Atatürk’ün Franklin Bouillon ile görüldüğü fotoğrafın çekildiği an anlatılırken arka sayfasında neden o günün seçildiği gösteriliyor: Ankara Antlaşması…

365 Gün Atatürk takviminde 14 Şubat sadece Sevgililer Günü’nü anımsatmıyor, 14 Şubat 1921’de Mustafa Kemal‘in Bozüyük’te savaş alanını gezmekte olduğunu da gösteriyor.
Her sayfası, “tarihten bir yaprak” niteliği taşıyan takvim, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin gün gün tarihini sunan dokümanter bir çalışma.

Mevlana’nın 735. Vuslat Yıl Dönümü Uluslararası Anma Etkinlikleri kapsamında Mesnevi Öğretisiyle Ruhsal Terapi yapılıyor. Terapiyi uygulayan Dr. Faik Özdengül, Mevlana’nın temel eseri Mesnevi’yi okuyan uyku proplemli hastaların, problemlerini çözdüklerini ifade etti. Özdengül ayrıca, Mesnevi’nin dünyaca ünlü bir terapi yöntemiyle örtüştüğünü, psikoloji ile uğraşanların Mesnevi’yi çok iyi bilmesi gerektiğini ifade etti.

Konya Büyükşehir Belediyesi Mevlana Kültür Merkezi Sultan Veled Salonu’nda düzenlenen etkinliklerde Mesnevi öğretisiyle ruhsal terapi yapan Dr. Faik Özdengül, yaptığı açıklamada, Mevlana’nın ünlü eseri Mesnevi’nin baştan başa insanları olgunlaştıran, problemlere karşı dayanıklı hale getiren ve arkasında çok ciddi medeniyet olan bir kitap olduğunu kaydetti.

Psikoloji ile uğraşanlar Mesnevi’yi bilmeli

Dünyada 800 çeşit terapi tekniği olduğunun ancak bunlar incelendiğinde davranışçı, bilişsel, dinamik ve varoluşçu terapiler olmak üzere 4 ana gruba indirgenebildiğini belirten Özdengül, Mesnevi’nin ise bütün bunları kapsayan bütüncü bir yaklaşım sergilediğini ve Mesnevi’de bu ekollerin her birisinin örneklerini görmenin mümkün olduğunu söyledi. Özdengül, bu nedenle psikoloji ile uğraşan doktorların Mesnevi’yi çok iyi bilmesi gerektiğini ifade etti.

Dünyaca ünlü terapi yöntemiyle Mesnevi hikayeleri arasındaki benzerlik

Özdengül, dünyaca ünlü terapist Milton Erickson‘un terapi yöntemleri ile Mesnevi’de anlatılan hikayelerin bire bir örtüştüğünü vurgulayarak, şunları kaydetti:
”Erickson, Amerikan hikayeleri anlatarak insanları tedavi ediyor. Hasta ile terapist arasında bir direnç bulunması gerekiyor. Bir insana ‘hadi pencereyi kapat’ dediğimizde kapatır, ancak ‘hadi depresyonunu, fobini bırak’ dediğimizde ise aynı şey olmaz. İşte hikayeler insandaki bu direnci ortadan kaldırıyor. İnsanın rahatsızlığını gidermek için bilinç dışı düzeyde telkin vermek gerekiyor. Bunu hikayeler, anekdotlar, atasözleri rahatlıkla yapıyor. Aradaki direnci kaldırıp kişiyi transa sokuyor ve telkinleri daha kolay yapabiliyorsunuz. Mesnevi’deki hikayeler de bunu yapıyor.”

Mesnevi ile uyku problemini çözüyorlar

Özdengül, terapiye katılanlardan olumlu tepkiler aldıklarını ifade ederek, ”Çok iyi geldiğini ve rahatladıklarını söyleyen katılımcılar oluyor. Antidepresan ilaç almadan uyuyamadıklarını söyleyenler şimdi Mesnevi’den birkaç hikaye okuduktan sonra rahatlıkla uyuyabildiklerini söylüyorlar” dedi.

Özdengül, etkinlikler süresince toplam 11 programda Mesnevi’deki 180 civarındaki hikaye arasından seçecekleri farklı hikayelerle terapi yapacaklarını sözlerine ekledi.

25 Kasım Dünya Kadına Şiddete Son gününde piyasaya yeni bir proje çıkıyor. DMC’nin yayınlayacağı bu albüm Türkiye’nin önde gelen 13 ünlü kadın sanatçısının yarattığı “Güldünya Şarkıları” adını taşıyor. Albümün adı “Güldünya Şarkıları”, çünkü gencecik yaşında aile içi şiddete kurban edilen Güldünya Tören, bugün Türkiye’de kadına yönelik şiddetin bir sembolü. Bütün suçu, ailesinin istemediği biriyle birlikte olmaktı Güldünya’nın. İstanbul’da sokak ortasında kurşunlandı. Ölmedi, hastanede yoğun bakımda hayat mücadelesi verirken, iki ağabeyi, ellerini kollarını sallaya sallaya içeri girdiler ve “işi” bitirdiler.

Albümün danışmanı Naim Dilmener, projeye katkıda bulunanların samimiyetle evet dediğini ve bu içtenliğin, albümün müzikal yapısına da yansıdığını söylüyor: “Bu tür albümlerde çok başlılık, her şarkının farklı zamanlarda, farklı stüdyolarda ve farklı müzisyenlerle yapılıyor olmasından dolayı, genellikle beklenen bir sonuçtur. Fazla ciddiye alınmaz bu durum, çünkü amaç önemlidir. Ama Güldünya Şarkıları’nda amaçla birlikte müzik de üst sırada.”

ALBÜMDE KİM HANGİ ŞARKIYI SÖYLEDİ?
Güldünya Şarkıları için, “cinsiyetçi” olmayan şarkılar özenle seçildi. Nazan Öncel, Ajda Pekkan ve Şevval Sam, yepyeni parçalarını verdiler.

Daha önce Hümeyra’dan dinlediğimiz “Adım Kadın”a albüm için Emel Müftüoğlu yeni bir ruh kattı: “Bana herkes sahip/ Benim hiç hakkım yoktur/ Ben akıldan yoksun/ Ama vazifem çoktur/ Adem’in yediği elma/ Hep benden mi sorulur/ Çünkü adım kadın/ Kadınım hükmüm yoktur.”

Törelerin parçaladığı Güldünya için Aylin Aslım’ın yazdığı ve ağıt olduğu kadar bir isyanı da dile getiren şarkıyı bu kez Sezen Aksu seslendirdi: “Canım abim vurma beni/ Bu dünyadan alma beni/ Dökülür mü kardeş kanı?”

Nazan Öncel ise işçi kızı Leyla’yı anlatan yepyeni şarkısını, Hakan Kurşun’un raggy formundaki düzenlemesiyle seslendirdi: “Leyla bir işçinin kızı/ Alnında simsiyah yazı/ Kalk Leyla Kalk anlat her şeyi/ Kaç Leyla Kaç kurtar kendini.”

Ünlü besteci ve söz yazarı Şehrazat, projeyi duyar duymaz kolları sıvadı ve yepyeni bir şarkı yazdı: “Kadın Dediğin.” Ve Ajda Pekkan da onu Ajda Pekkan gibi yorumladı: “Kadın dediğin yeri gelir tabuları yıkar/ Kadın dediğin yeri gelir taşın suyunu sıkar.”

Albüm için Aylin Aslım, Nilüfer’in “Karar Verdim”ini seçti, Nilüfer Ajda Pekkan’ın “Sanane Kimene”sini. Şebnem Ferah, Sezen Aksu’nun “Masum Değiliz”ini kendine has üslubuyla yorumladı, Rojin ise Şebnem Ferah’ın “Sil Baştan’ını. Funda Arar, Zuhal Olcay’ın meşhur ettiği “Dünden Sonra Yarından Önce”yi söyledi, Zuhal Olcay da Funda Arar’ın “Neyse”sini.

Şevval Sam, söz ve bestesi kendisine ait yeni şarkısı “Kibritçi Kız”ı albüme hediye etti: “Ben kibritçi kız sabaha kadar üşüyorum/ Son kibritimi de yakıp sevdana veda ediyorum.” Aynur ise eski bir Kürt ezgisi “Qumrike/ Kumrucuk”u enfes bir yorumla gün ışığına çıkardı: “Yazık ki o kara gözlere/ Qumri’yi verirler yaban ellere…”

“Ve Tanrı Aşkı Yarattı” adlı kendi şarkısını 40 yıl sonra yeniden söyleyen Ayten Alpman’a gelince… Naim Dilmener’e göre şarkı, Ella Fitzgerald, Billie Holiday ayarındaki Ayten Alpman’ın, memleketin gelmiş geçmiş en iyi yorumcularından biri olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Albümün başlangıç şarkısı Kadınlar Vardır ise bir kadın marşı. Avukat, Güncel Hukuk Dergisi Yazıişleri Müdürü Filiz Kerestecioğlu’na ait marş, Nazan Öncel, Aylin Aslım, Aynur, Nilüfer, Zuhal Olcay, Sezen Aksu ve Rojin’in oluşturduğu koro tarafından söylendi. Şarkının düzenlemesi ise Mustafa Ceceli’ye ait.

“Issız Adam”, çağımız ilişkilerine bakışı, kadınların, erkeklerin, insanların yalnız, bencil, hazin halleri kadar şarkılarıyla da son günlere damgasını vurdu. Milliyet’ten Asu Maro, bu filmle yeniden hatırnana 0 5 değerli sesi yazdı:

İstiklal Caddesi‘nin bir ucundan diğerine yürüyene kadar çok sayıda “Anlamazdın” feryadına rastlıyorsunuz…
Sinemadan çıkan, filmi konuşmaya doyamayan, anlaşılmamaktan mustarip ruhlar birbirini bu şarkıyla teşhis eder oldu. Bu tabii final parçası olduğu için ilk akılda kalan… Ardından “Bana Yalan Söylediler”, “Yalnızım Ben”, “Tutsana Ellerimi” ve “Yalnız Adam”… Bir yalnızlık senfonisinin beş teması… Ve bu şarkılara ses veren beş kadın…

Filmin Most Production imzalı soundtrack albümü de çıktı. 

Peki kimdi bu beş kadın? O şarkıların sahipleri ve yaşam öykülerinin özeti bu yazının devamında: >>

SEMİRAMİS
Sesi, Ajda’yı andıran bu kadın kim?
Filmde ilk duyduğumuz şarkı, “Bana Yalan Söylediler”. Jose Feliciano’nun “Gipsy” şarkısının Türkçe versiyonu ve Esin Engin’in düzenlemesiyle daha ilk notasında çarpıyor. Sonra o hem tanıdık hem farklı kadın sesi ve tabii ki anlamlı sözler… En basit görünen aşk şarkısına bile bir yaşam dersi sıkıştırmayı beceren Fikret Şeneş’ten:
“Bir aleme indim yalnız / Yerde toprak, gökte yıldız / Bir yan susuz bir yan deniz / İki el, bir baş verdiler / Bir çift göz ağlar da güler / Dört bir yanda benim gibiler / Doğru söz içinmiş diller / İşte kalbin sev dediler / Bana yalan söylediler / Kaderden bahsetmediler…”
70’lerin Türk pop müziğine özel olarak ilgi duymayanların “Kim bu kadın, sesi Ajda Pekkan’ı andırıyor ama onun böyle bir şarkısı olduğunu bilmiyorduk…” duygusuyla dinlediği kadın, Semiramis Pekkan. 

Ercüment Karacan’la evlendi
Yıllardır Ajda Pekkan’ın kız kardeşi, Gulu Lalvani’nin eski eşi olarak adı sadece Londra’daki sosyetik yaşamı, Phuket adasındaki “saray yavrusu” evi, oğlu Zoran’ın gazetecilere tepkisi gibi konularla anılan Semiramis Pekkan bir zamanlar ünlü bir şarkıcıydı. Hem de ablasından hiç aşağı kalmayacak kadar iyi.
Hatta Ajda Pekkan’ın, yeteneğinden şüphe duymadığı kız kardeşinin müzik dünyasına atılmasına pek de bayılmadığı söylenir. Kendisine bu kadar benzeyen bir rakip istemedi belki. Nitekim Semiramis Pekkan da 1968-1975 arasında 20 kadar kırkbeşlik, üç uzunçalar çıkardıktan, pek çok filmde oynadıktan sonra Ercüment Karacan’la evlenerek Londra’ya yerleşti, çekildi bu alemlerden. 

Sosyetik üçgenden önceki günler
Oğlu Emir’i 5 yaşındayken lösemiden kaybetti, daha sonra Hint asıllı İngiliz işadamı Gulu Lalvani ile evlenip ikinci oğlu Zoran’ı doğurdu. Bu arada belki kendisi bile yedi yıllık müzik ve sinema hayatını unuttu, giderek neden ünlü olduğunu bilmediğimiz isimlerden biri oldu. 
O yedi yıldan geriye, bazısını sonradan ablasının da söylediği unutulmayan şarkılar kaldı. “Bana Yalan Söylediler” bunların en sevilenlerinden biri. 1974’te 45’lik olarak yayınlanan şarkı “Issız Adam” ile yeniden dillerde…
Bir zamanlar ablasının karşısında değil yanında yer alacağı bir hayatı seçen Semiramis Pekkan, hatta birçok albümde kullandığı haliyle Semiramis; Londra-Phuket-Göltürkbükü sosyetik üçgenine girmeden önceki haliyle, kendisi olarak hatırlanıp keşfediliyor bu sayede. 

NİL BURAK
Filmde ilk randevuda Ada’nın Alper’e hediye ettiği albüm

“Issız Adam”ın kilit şarkılarından biri, “Yalnızım Ben”. Türk popunun çok kendine özgü seslerinden birinin, Nil Burak’ın 1979 tarihli uzunçaları “Benim Adım Şarkıcı”yı Ada Alper’e hediye olarak götürüyor ilk yemek yedikleri akşam. Ve yemekten sonra oturup dinliyorlar gözlerini kapatarak…
“Yalnızım ben, çok yalnızım / Buymuş benim alın yazım / İster uzak, ister yakın / Anılar beni rahat bırakın…”
Asıl adı Nihal Munsif olan, sahne adı Zeki Müren tarafından takılan Kıbrıslı Nil Burak, 12 yıl ara verdiği müziğe geçen yıl dönmüştü zaten, Ossi Müzik’ten çıkan “Bir Numaramsın” adlı albüm ile. Aslında onun “yeniden doğuş”u bir diziyle, “Avrupa Yakası”nda Şahika’nın söylediği “Olmaz Olmaz Deme” ile olmuştu. Şimdi de “Issız Adam”, adıyla sanıyla, nadir bulunan plağıyla Nil Burak’ı yeniden soktu hayatımıza. 

Müziği bırakıp otel açtı
Burak’ın şarkıcılık serüveni Kıbrıs’ta amatör olarak başlamış, 1975’te tatil için geldiği İstanbul’da yön değiştirmişti. Arkadaşlarıyla gittiği Playboy gece kulübünde Sadri Alışık’ın davetiyle sahneye çıkıp
10 şarkı söylemişti, çıkış o çıkış… Kulüp kapılarını sonuna kadar açtı o gece bu genç şarkıcıya.
Ardından Maksim gazinoları ve aynı yıl Altın Plak kazanan ilk 45’liği geldi. Hâlâ en ünlü şarkısı sayılabilecek “Tatlı Tatlı” bu plaktaydı. Altı 45’lik, beş uzunçalar, birkaç da kaset çıkardı; en çok da sözleri kendisine, müziği Cem Karaca’ya ait olan 1989 tarihli “Sen de Başını Alıp Gitme” ile iz bıraktı ve 1996’da müziği bırakıp Kıbrıs’a dönerek bir butik otel açtı. 

Filmde hüngür hüngür ağladı
“Yalnızım Ben”, Nil Burak’ın 1978 tarihli son 45’liğinin Yaşar Güvenir imzalı hit şarkısı. Filmde hüngür hüngür ağladığını söyleyen Nil Burak, en çok adamın böyle bir aşkı bulmuşken “sefil” bir hayat uğruna onu kaybetmesine üzülmüş. Öte yandan, onun parladığı yıllarda okul çağına bile gelmemiş bir çocuğun çektiği film ona iki haftada 12 yıl öncede bıraktığı şöhreti geri getirdi. 
Eski şarkılarını topladığı “En İyileriyle Nil Burak” albümünün satışları da şimdiden artmış. Tıpkı şarkıdaki gibi… “Olmaz olmaz deme hiç, olmaz olmaz sevgilim… / Zaman neler gösterir, belli olmaz sevgilim…”

HÜMEYRA
Sadece 2 bin 222 tane basılmıştı
“Issız Adam”ın beş kadını arasında 40 senedir dur durak bilmeyen tek isim Hümeyra. Oyunculuğu biliniyordu ama bu film, onun aslında yola müzikle çıktığını bilmeyen yeni kuşağa şarkıcı Hümeyra’yı tanıtıyor nihayet.
Alper’in annesiyle sohbeti sırasında derinden derinden gelen o şahane ses var ya, o Hümeyra’nın ta kendisi işte. “Sana bu karanlık, bu gürültü içinde / Ellerimi uzatıyorum… Sen bu karanlık, bu gürültü içinde, görmüyorsun…”
Çağan Irmak’la sinemada altın çağını yaşayan, “Babam ve Oğlum”da da, “Ulak”ta da oynayan Hümeyra, 1980’li yılların başında besteledi bu Müştak Erenus şiirini. 
O zaman Ömer Kavur’la evli olan Hümeyra, besteyi Erenus’a evlerine davet ederek dinlettiğini, onun da şarkıyı çok sevdiğini anlatıyor.
Filmde kullanıldığı sahneyi de ayrıca sevmiş. Çağan Irmak’ı “Oyuncuyu vezir eden yönetmenlerden” diye tanımlıyor. “Issız Adam”ı da çok beğenmiş ama birçok kadın gibi “özdeşleşerek” değil, belli bir mesafeden bakarak:
“Belki yaşım gereği, benim kendi öz hikayem için biraz geçmiş geldi. Sadece buruk bir tebessümle seyrettim, ‘Evet benim de başıma gelmişti bu’ diye. Ve eminim 20 sene sonra, 40 sene sonra yine birinin başına gelecek. Hep bu Adalar olacak, hep de bu Alperler olacak.” 

“2 bin 223’üncüyü isteyen yoktu”
Sahafta bulduğunda Alper’in çığlık atmasına neden olan 1984 tarihli “Benim Şarkılarım”, cidden çok zor bulunan bir plak. Hatta Hümeyra’da yok mesela, çok seviniyor bu vesileyle bu şarkı CD’ye geçti diye. Plak sadece 2222 adet basılmış vaktinde, çünkü Hümeyra ile yakın bir arkadaşı arasında bir sevgi işaretiymiş 2 rakamı. “İstedim ki hep sevgi, sevgi, sevgi olsun o albümde” diyor ve her zamanki matrak üslubuyla bitiriyor sözü: “Zaten ortalık yıkılmıyordu, 2223’üncüyü alalım diyen olmamıştı. Aynen o kadar sattı, şimdi meşhur oldu, ben ne yapayım… Ya ben çok erken gidiyorum, ya onlar çok geriden geliyor… Ben zamanlamayı tutturamıyorum…”

SİBEL EGEMEN
O artık sadece bir dinleyici ve üniversite hocası

1970’lerin ortalarında hoş bir genç kız olarak parladı, 90’lara gelmeden müziği bıraktığı için de akıllarda hep öyle kaldı Sibel Egemen… Önce “Hayret, güneş nasıl parlıyor hâlâ?” derken dinledik onu…
Araya başka şarkılar, albümler, yıllar girdi… Sene 1981 oldu, TRT ekranlarında bir sokak lambası altında söylediği “Yalnız Adam” hit oldu. Yıl 2008, 16 sene önce bıraktığı müzik onun peşinden geldi ve Sibel Egemen yine “Yalnız adam, tek başına” diye sesleniyor “Issız Adam” izleyicilerine.
Bugün İzmir’de yaşayan, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ders veren Sibel Egemen, tatilde olduğu için henüz göremediği film hakkında konuşulan, yazılan, çizilenleri heyecanla izliyor şu sıralar. Ossi Müzik’in sahibi Hakan Eren’in hatırı, çok beğendiği Çağan Irmak’ın ismiyle birleşince gözü kapalı izin vermiş şarkısının filmde kullanılmasına. 

“Yalnız Adam”ı sahneden indirdiler
Şarkının söz ve müziği, o zamanlar Egemen’in vokalisti olan Aynur Aksel’e ait. Aksel’in kocası, kendisinin de menajeri olan Orhan Şevki’nin şarkıyı ona ilk dinletişini, Maksim’de pardösü giyerek “yalnız adam” kılığına bürünen vokalistin sahneye çıkan bir yabancı sanılarak indirilmeye çalışılmasını dün gibi hatırlıyor.
“Yalnız adam hoş bir cümleydi bana göre” diyor, “Kelimeler değil, hakikaten büyük bir cümle o.” Ve yine o dönemin pek çok şarkısının sözleri gibi eskimeyen bir cümle…
“Ben artık sadece çok iyi bir dinleyiciyim. Eskide kalan bir isim olarak yenilerden de bazı şarkıları seviyorum ama eskilerin yerini hiçbiri tutmaz çünkü karbon kağıdı değil. Şu anda hepsi birbirine benziyor ve dikkat ediyorum genç sanatçı evlatlarım da artık eski şarkılara remiks yapıyorlar” diyen Sibel Egemen, son derece planlayarak, Türk sanat müziği bestecisi dedesi Muzaffer İlkar’ın parçalarını söyleyip bıraktığı müziğe dönmeyi hiç düşünmüyor. Onun için “Issız Adam” fırtınası da hoş bir nostaljik esintiden ibaret. 

AYLA DİKMEN
Öldükten 18 yıl sonra “Anlamazdın” fırtınası koptu

Ve final, Türk pop müziğinin en karizmatik kadınlarından birinin, kısacık hayatıyla dünyaya bir kuyrukluyıldız gibi çarpıp geçmiş Ayla Dikmen’in…
1944’te babanın piyano ve ud, annenin keman çaldığı bir evde doğan, müzikle iç içe büyüse de şarkı söylemeye bir çay partisinde onu tesadüfen dinleyen İlham Gencer’in yüreklendirmesiyle başlayan Ayla Dikmen’in hayatı Şerif Yüzbaşıoğlu ile tanışmasıyla değişmiş.
1965’te birlikte Balkan Melodileri Festivali’nde seslendirdikleri “Niksarın Fidanları” kadar, gazetelerin “şahane tuvaleti içinde hakiki bir Türk lokumu” diye tanımladığı Ayla Dikmen de çekmişti dikkatleri. 

22 yıl boyunca nişanlı kaldı
İlk plağı 1966’da çıktı. Ama en çok Mustafa Alpagut imzalı iki şarkının, “Alyanaklım” ve “Yanan Mum”un yer aldığı üçüncü 45’liği ses getirdi o dönem. Birinci şarkı bir maç tezahüratı olarak ölümsüzleşirken, ikincisi hazin sözleriyle yer etti akıllarda. “Son saatim çok erken çalsın istemiyorum” diyordu Ayla Dikmen ve fazlasıyla erken çalacaktı son saati. Halbuki hayat dolu, gülmeyi ve güldürmeyi seven, hayatla dalga geçebilen bir yapısı vardı; hoş sohbetiyle, şakalarıyla, hikayeleriyle bilinirdi.
Ve de aşklarıyla… Önce kanuncu Coşkun Erdem’le, ardından ömrünü beraber tamamlayacağı Enis Berki’yle nişanlandı. Çiftin 1968’de başlayıp Ayla Dikmen’in 1990’daki vakitsiz gidişine kadar süren 22 yıllık “uzatmalı” nişanlılık hali, magazin basınının bir numaralı konularından oldu hep. Enis Berki ise en ünlü şarkılarından biri “Aşk Defteri” olan Dikmen’in gönül sayfalarındaki en belirgin, belki de tek isim…

Arabesk yüzünden müziği bıraktı
“Issız Adam”ın final şarkısı “Anlamazdın” sadece Ayla Dikmen’in değil, Türk pop müziğinin de en özel şarkılarından. Fikret Şeneş’in en sağlam sözlerinden birine sahip ayrıca.
1978’de son 45’liği “Onu Bunu Bilmem Kararlıyım”ı yapan, ardından önce yükselen arabeskin kurbanı olarak müzikten kopan, 20 Ağustos 1990’da ise uzun bir hastalık sürecinin sonunda bu dünyadan ayrılan Ayla Dikmen, pırıl pırıl sesi, güçlü yorumuyla İstiklal Caddesi’ni tavaf ediyor şimdi. Uzaklardan bir yerlerden, bütün “sevilirken bilmeyenler” için söylüyor: “Dilerim ki mutlu ol sevgilim… / Ben olmasam bile hayat gülsün sana / Günahım boynunda / Ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda…”

 

 

Issız Adam filmi bittiğinde, salonların ışıkları uzun süre açılmıyor. Bu garip an da filme dalıp giden insanların toparlanmasına yarıyor.

 

Bir film düşünün; en yakın arkadaşınızın fırtınalı ilişkisini, eski sevgilinizle yaşadığınız ilk heyecanları; yakınızdakini, yanınızdakini, onu ve sizi anlatıyor tamamen.

 

Öyle ki, Beyazperdeye değil, adeta bir aynaya bakar gibi hissediyorsunuz hatta. “Evet evet aynen bunu yaşamıştım”, “Bu sözlerin aynını duymuştum” “Bu davranışa aynen ben de böyle tepki verirdim” gibi sayıklayıp duruyorsunuz film boyunca.

 

 7 Kasım’da gösterime giren ve şimdiden 378 bin izleyiciyi geçen, Çağan Irmak’ın Issız Adam‘ından bahsediyoruz. Senaryo ve yönetmenliğini Irmak’ın yaptığı film, işte böyle yakın izleyicisine; zaten o da filmi onlara ithaf ediyor, izleyicilerine.

 

Filmin o çok tanıdık gelen öyküsü, sade ve vurucu diyaloglar ile dikkati dağıtacak hiçbir detaya mahal vermeyen oyuncu yönetimi birleşince; fısıltı gazetesi de çalışmaya başlıyor haliyle. İlk bakışta çok da merak uyandırmayan bu filme insanlar, eş dosttan duydukları övgüler sonrasında vakit kaybetmeden gitmek istiyorlar.

 

Yine Irmak’ın Babam ve Oğlum filminde de aynı tecrübeyi yaşamıştık. Film büyük reklamlar olmamasına rağmen haftalarca gösterimde kalmış, Türk sinemasının en çok izlenen filmleri arasında yerini almıştı.

AVM’LERDE KUYRUK VAR


Hal böyle olunca, dün gittiğimiz büyük alışveriş merkezinin sinema salonu, hafta içi olmasına rağmen gişeleri kapatmıştı. Başka bir AVM’ye gittiğimizde ise, kalan son koltukları boş bulabildik. Biz ödememizi yaparken, merdivenlerde oturma pahasına içeri girmek için dil döken insanlar vardı. Bir aşk hikâyesinin bir erkeğin gözünden, hem de bu kadar çıplak anlatılmasının sonucu olarak; kadınlar kadar erkekler de ağlıyordu Issız Adam’da. Filmin onları kendilerini sorgulamaya ittiğini söylüyor birkaçı, gözlerinin nemini gizlemeye çalışarak. Kimisi de “İşte benim bu Issız Adam” diyecek kadar net konuşuyor, filmin zihinlere kazınan repliğinin de onu anlattığını söylüyor: “Karda donmak üzeresin, uyumak tatlı geliyor ama sen öldüğünün farkında değilsin.” Film bittiğinde, uzun süre ışıklar açılmıyor salonda, bu da yaşlı gözlerini silmek ve toparlanmak isteyenlere biraz zaman tanıyor. Buna rağmen, kendini toparlayamadığına şahit olduğumuz, hıçkırıklarla ağlamaya devam eden birkaç kadına da rastlıyoruz. Onlardan biri biraz sakinleşince film hakkında şunları söylüyor: “Hayatım gözlerimin önünden geçti; nasıl ağlamayayım.” Filmi henüz izlemeyenler kızabilir, ama sonu çok hazin bir son değil; insanları böylesine hüzünlendiren, sadece o final de değil. İçindeki öykünün; içindeki kadın ve erkeğin, anlatılanın bizim hayatımız olması.

2010 Avrupa kültür baºkenti seçilen ©stanbul için ‘kültür baºkenti
©stanbul Avrupal¹ bile de»il’ diyen ©ngiliz GQ dergisinden A. A Gill
bak¹n¹z daha neler demiº;

ªehirde cazdan metale ve alaturkaya kadar her türlü müzi»in
dinlenebilece»i barlar var. Kentin en ünlü gece kulübü ise Reina.
Yüksek s¹n¹f bir e»lence mekan¹ olan Reina’ya ulaºmak bir kabus!
Türkler inan¹lmaz bir sald¹rganl¹kla araba kullan¹yor ve özellikle bu
mekan¹n bulundu»u hatta trafik insan¹ çileden ç¹kar¹yor.
Reina’n¹n kap¹s¹nda ilginizi ilk çeken ºey; çift tarafl¹ park etmiº
Mercedesler ve sinirli bodyguardlar oluyor. ©çeri girerken üzeriniz
aran¹yor. Bunun nedeni olas¹ bir El Kaide sald¹r¹s¹ndan çekinilmesi
de»il, Türk erkeklerinin silaha olan merak¹. Geçmiºten gelen ‘at,
avrat ve silah’ tutkular¹ndan vazgeçemeyen Türk erkeklerinin ço»u
silahla dolaº¹yor ve onlara karº¹ dikkatli olunmas¹ gerekiyor.
Müthiº bir manzaraya sahip olan Reina’da her türlü içki bulunuyor.
Mekanda e»lenen Türk erkekleri Rus bodyguard’lara benziyor. Kad¹nlar
ise sar¹º¹n, mini etekli, etine dolgun ve erkekleri tahrik etmek için
mutlaka gö»üs dekoltesi veriyor! Kad¹nlar dansöz gibi k¹v¹r¹yor.
Erkeklerse bir metronun içinde tek elleriyle demire tutunmuº
bilinçsizce sa»a sola sallanan tipler gibi…
©nsanlar gece boyunca e»lenir gibi yap¹p, asl¹nda birbirini kesip
sevgili ar¹yor. Reina’daki ºiºko erkeklerin yanlar¹ndaki kad¹nlar
için fahiº fiyatlara ºampanya patlatmas¹ tam bir Ortado»ululuk
göstergesi. Türk erkeklerinin hepsi birer John Travolta. S¹k s¹k
tuvalete gidip saçlar¹n¹ ¹slat¹yorlar, gömleklerinin bir dü»mesi aç¹k
dolaº¹yorlar ve etrafa vurucu bak¹ºlar at¹yorlar. Bu halleriyle çok
gülünçler.

©stanbul öyle bir kent ki, her yer güvenli ama insanlar¹ güvenilir
de»il! Sokaklarda türbanl¹ hatta kara çarºafl¹ kad¹nlarla
transeksüeller birlikte yürüyor. Baz¹ restoranlar¹ New York’unkilerle
yar¹ºacak düzeyde ama Ortaça»’dan kalma karanl¹k köºeler de var.

Kentte birçok cami var. Bunlar aras¹nda belki de en görkemlisi Sultan
Ahmet Camii. D¹ºar¹dan gerçekten harika ama içerisi buram buram ayak
kokuyor! Temizlikleriyle övünen Müslümanlar Allah’¹n karº¹s¹na galiba
ayaklar¹n¹ y¹kamadan ç¹k¹yor! Oray¹ gören her turist böyle düºünüyor.

Gill, yaz¹s¹nda Türkiye’nin bugüne kadar AB’ye girebilmek için boº
yere alay konusu oldu»unu da belirtmiº: ‘Türkler kendilerine
‘Midnight Express’ filminin hat¹rlat¹lmas¹ndan nefret etseler de
Türkiye okumam¹º gençleri, Kürt terörü ve çingeneleriyle Avrupa’n¹n
içinde bir iºçi s¹n¹f¹ olarak kalmaya mahkum.’

Reha Erdem’in yönettiği “Beş Vakit” filmi, “Yılın en iyi beş filmi” arasına girerken Fatih Akın’ın filmi ‘Yaşamın Kıyısındada 28. oldu

The Times ve The Sunday Times gazeteleri, “Yılın En İyi 100 Filmi”ni belirledi. Bir süre önce ölen aktör Heath Ledger’in “olağanüstü” bir performansı gösterdiği “The Dark Night”ın birinci olduğu listede “Beş Vakit” beşinci sırada yer aldı. Bu arada, Fatin Akın’ın “Yaşamın Kıyısında” filmi de 28. oldu.

İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden The Times ve The Sunday Times, “Yılın En İyi 100 Filmi”ni belirledi. Bir süre önce ölü bulunan genç Avustralyalı aktör Heath Ledger’in Oscar ödüllüne layık bir performası gösterdiği düşünülen “The Dark Night” filminin birinci seçildiği listenin ilk beş sırasına ayrıca Matteo Garrone’nin yönettiği “Gomorrah”, James Marsh’ın “Man On Wire” filmi, Paul Thomas Anderson’un yönettiği “There Will Be Blood” ile Reha Erdem’in “Beş Vakit” filmi de girdi. Listenin ilk beş filmine “beş yıldız” notu da verildi.
Adana Altın Koza Festivali’nde “En İyi Film” ödülünü kazanan “Beş Vakit”, İngiltere’de “Time and Winds” adı ile gösterime girdi. Filmde Özkan Özen, Ali Bey Kayalı ve Elit İşcan oynuyor.

Bu arada, Türk kökenli yönetmen Fatih Akın’ın “Yaşamanın Kıyısında” filmi de, “Yılın En İyi 100 Filmi” listesinde 28. sırada yer aldı. Filmde Baki Davrak, Nurgül Yeşilçay ve Tuncel Kürtiz rol aldı.kaynak:milliyet. com.tr

ÝSTANBUL PSÝKANALÝZ DERNEÐÝ
(Uluslararasý Psikanaliz Birliði Türk Çalýþma Grubu)

PERDEDEN DÝVANA
Sinema ve Psikanaliz Sempozyumu 2

“Kayýp Baba”

20 Aralýk 2008 Cumartesi

Program

9.15 Açýlýþ Konuþmalarý

9.30 – 11.00 Konferans
Emanuel Berman – Didem Aksüt “Düþ Görenden Düþ Yorumcusuna”

11.30-13.00 Panel
Hatice Nihal Arslan “Simgesel Ýle Perdelenen”
Dilek Özer “Size Baba Diyebilir miyim?”
Ferhan Özenen “Baba Kaybý ve Yaratýcýlýk”

14.00-15.45 Film Gösterimleri
Sea Horses (17 dk)
Broken Wings (83 dk)

16.15-17.30 Tartýþma
Nir Bergman – Emanuel Berman

17.30 Kapanýþ

Kayýt ücreti: 60 YTL, Öðrenci-Asistan: 30 YTL
Kayýt ücretinin etkinlik sýrasýnda ödenmesi gerekmektedir.
Etkinlik dili: Türkçe’dir.
Emanuel Berman ve Nil Bergman’ýn sunumlarý Türkçe’ye çevrilecektir.

Etkinlik yeri: Aynalý Geçit / Meþrutiyet Cad. Avrupa Pasajý No: 16
Kat: 2/25 Beyoðlu/Ýstanbul

Düzenleyen: Ýstanbul Psikanaliz Derneði
Büyükdere cad. No: 26 Gün apt Kat 8 Mecidiyeköy Ýstanbul
Tel/Fax: (+90) 212 247 75 05
e-mail: turkpsikanaliz@ yahoo.com
www.turkpsikanaliz. com

İnsan her gün bir parça müzik dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, güzel bir tablo görmeli ve mümkünse birkaç mantıklı cümle söylemelidir.

Goethe